‘Bütçenin cinsiyete duyarlı olması gerekiyor’

  • 09:02 17 Kasım 2020
  • Emek/Ekonomi
Habibe Eren
 
ANKARA - Cinsiyete duyarlı bütçeleme yapılması gerektiğini ve yapılan kamu hizmetinden kadınların ve erkeklerin ne kadar ve hangi şekilde faydalanacağının bütçede cinsiyet analizi ile ortaya konulması gerektiğini söyleyen EŞİK’den Berin Sönmez, 2021 bütçesinin bundan çok uzak olduğunu ve kadını yok saydığını vurguladı. Berrin, "Kadınların aldığı paydan söz etmemiz mümkün değil" dedi. 
 
Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, “2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi”  görüşmeleri devam ediyor. Kadınların, kadın örgütlerinin ve feministlerin dışında tutulduğu bütçe görüşmelerinde, kadınlar Meclis’te olmasa da muhalefetini dışarıdan yürütüyor ve bütçeyi incelemeye devam ediyor.  Kadınların istihdama katılımı, güvenceli çalışma, kamuya erişimine dair bir programın yer almadığı 2021 bütçesi eşitlikten ve kadını görmekten çok uzakta.
 
Eşitlik İçin Kadın Platformu’ndan (EŞİK) Berrin Sönmez ile 2021 bütçe teklifinin kadınlara neler getireceğini ve bütçe görüşmelerinde yürütülen tartışmalara dair konuştuk. 
 
*2021 bütçe teklifi Meclis’te görüşülmeye devam ediliyor. Kadın örgütlerine ve topluma karşı kapalı yürütülen görüşmelerde 2021 bütçesinde kadınların payına düşen ne oldu?
 
Kadına çok ciddi bir pay düştüğünü söyleyemeyiz maalesef. Zaten cinsiyetlendirilmiş bir bütçeden söz edemiyoruz. Bütçe, cinsiyetlendirilmiş olmadığı için kadının payını tespit etmek çok zor. Ancak uzmanların iğneyle kuyu kazar gibi ince ince işleyerek, araştırarak bulabileceği bir durum. Ama biz Aile Bakanı’nın bütçesine ayrılan paydan bazı fikirler edinebiliyoruz. Özellikle Aile Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk’un bütçe sunumunda gerçekleştirildiği faaliyet raporuna bakarak yapılmış olanın ve hedeflenenin neler olduğunu görebiliyoruz ve bazı tahminlerde bulunabiliyoruz.
 
*Aile Bakanlığı bütçesinde sığınakların sayısında bir artış var mı?
 
Nüfusun artışı oranına paralel olarak sığınakların sayılarının artması gerekir. Ki, en başta sığınakların sayıları konusunda şunu söylemek lazım: Kadına yönelik şiddetle etkin mücadele için her on bin nüfusa bir sığınak düşmek zorunda. Bu etkin mücadelenin gerektirdiği bir şey, fakat bizim ülkede şu anda toplam sığınak sayısı yalnızca 146. Bu sayının kaça çıkması lazım? Mücadele ediyor olabilmesi için 8 binlerin üzerine çıkması gerekiyor. Tabi kapasite de önemli. Zehra Zümrüt Selçuk 3 bin 598  kapasiteden bahsetti. Nüfusa oranla düşündüğümüzde çok düşük bir rakam bu. Sığınak kapasitesinin arttırılması değil de sığınakların özelliklerinin artırılması konusunda bazı çalışmalar yapıldığını söyledi. 146 sığınaktan 4 tanesinin ihtisaslaşmış sığınak olduğunu söyledi ve ihtisaslaşmış sığınak sayısının 11 ile yükseltmesini hedeflediklerini söyledi. Burada ŞÖNİM’in hizmet standartlarının geliştirilmesinden söz edilmesinde fayda var. ŞÖNİM sayısının 81 ile yayıldığını söyledi. Ama hedefler olarak bu sayının artması gibi herhangi bir hedeften söz edilmedi. Neredeyse 20 milyonluk nüfusuyla İstanbul’da bir sığınak ve ŞÖNİM merkezi var.
 
Sığınaklar konusunda yerel yönetimlerin sorumluluğu önemli. 6284 sayılı yasaya dair bir grup gönüllü ile birlikte yürütülen hazırlık kurultayları çalışmasında 10 bin nüfusa bir sığınma evi düşmesi için ısrar etmiştik. Dönemin bakanı Fatma Şahin’e 10 bin nüfus gerçekçi gelmedi 30 bin rakamı telaffuz edildi fakat tartışmalar sonucunda taslak 50 bin olarak hazırlandı. Fakat yasa kabineye gitti kabineden geri geldiğinde bu rakam 100 bin olmuştu. Ama o tarihten bu tarihe belediyelerin bu konuda ne kadar isteksiz olduğunu biliyoruz ve daha vahimi bakanlık ve siyasi irade belediyeleri olur olmaz her şeyde rahatlıkla suçlayabildikleri halde temel görevini yerine getirmediği halde suçlanan bir belediyeye rastlamadık şimdiye kadar. Yerel yönetimlerin kadına yönelik şiddete, kadın istihdamında, kadının statüsünün yükseltmesinde çok büyük sorumluluğu var. Ama şunu da görüyoruz kayyım atamalarında atanan kayyımların ilk yaptığı şey, kadınlar için yapılan belediyecilik hizmetlerine son verilmesi oluyor maalesef.
 
*Peki, sığınakların güvenliğine dair alınan bir önlem var mı? Ya da buna ilişkin tartışma yürütüldü mü?
 
ŞÖNİM merkezlerinin ‘kadınların çok rahat erişebileceği merkezi yerlerde olması gerektiği’ ilkesi hiç dikkate alınmıyor. Örneğin; Ankara’daki ŞÖNİM son derece ulaşılması zor sapa bir yerdeydi. Sığınakların gizli olması gerekiyor, ama biz biliyoruz ki bazı illerde dolmuşta insanlar inecekleri zaman ‘kadın sığınma evinde inecek var mı?’ diye söylüyorlar. Pek çok erkeğin, sığınma evi yöneticisi ile görüşüp kadınları oradan çıkardıklarını biliyoruz. En son Bingöl’de yaşanmıştı böyle bir şey. Failin sığınma evine ulaşmasını önlemek ve sığınma evi personelinin çok iyi bir şekilde eğitim almış, şiddetle mücadele donanımı yüksek olması gerekirken bunların olmadığını görebiliyoruz. Ama diğer taraftan hizmet raporu sunumunda bakan ihtisaslaşmış sığınaklardan bahsederken hangi alanda ihtisaslaştığını söylemedi. Neye göre bir ihtisaslaşmadan bahsettiği söylenmiyor. Çalışan personele hizmet içi eğitimler verildiğini söyledi. Hizmet içi eğitimlerin finansal okuryazarlık ve tek başlık olarak ‘Ebeveyn’ konusu üzerinden verildiğini görüyoruz. Sığınma evi personelinin bu alanda eğitim almasını gerektirecek ne vardı onu çıkartmak çok zor. Sadece sığınma evinden ayrılma zamanı gelmiş kadınların kendi hayatlarını kurabilmeleri için onlara destek olması gerekiyorsa o alanın uzmanları var. Burada gerek hukuki gerekse davranış eğitimleri verilmesi gerekirdi. 
 
*Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bütçe sunumunda “Kadının statüsü” yerine sosyal hizmet, şiddetle mücadele yerine psiko-sosyal destek kavramları kullanılıyor. Bu kavramlar bize ne söylüyor?
 
Öncelikle şuna değinmek istiyorum. Aile Bakanlığı bütçe görüşmelerinde ALO 183 Şiddet ihbar hattından ve Kadın Acil Destek İhbar Sistemi (KADES) uygulamasından bahsedildi. Bunlar daha önce 20 Ekim’de 2021 -2025 Şiddet Eylem Planı’nın hazırlanması sırasında konuşulmuştu, o zaman da söylemiştik. Şimdi bütçe sunumunun faaliyet raporunda yine karşımıza çıktı. 'KADES uygulamasını başlattık' diyorlar ve ALO 183 hattının sosyal destek hattı olduğunu söylüyorlar. Şiddet ihbar hattının gerek İstanbul Sözleşmesi gerek de 6284 kapsamında üç rakamlı, tuşlanabilir,  ister telefondan ister mobil olsun rahatlıkla ücretsiz olarak aranabilmesi gerekiyor. ALO 183’ün ilk yıllarda kısmen çalıştığını, icapcılara rahat ulaşıldığını biliyoruz. Fakat son yıllarda bu hatta ulaşım çok zor olmuştu. Özellikle pandemi sürecinde kadınlar aradıklarında ulaşamıyorlardı.  Şiddet Eylem Planında Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün açıklaması ile şunu görmüştük; ALO 183 artık psiko-sosyal bir destek hattına dönüştürüldü. 
 
“Bir kere şiddetle mücadele, genel olarak da kadının statüsü, kadına yönelik ayrımcılığın önlenmesi için atılacak adımlar demek. Kadına yönelik ayrımcılığın ortadan kaldırılması için her şeyden önce kadının toplumun eşit bireyleri olduğunu kabul etmek gerekir.”
 
Bu psiko-sosyal destek hattı öncelikle sadece kadınlar değil, bütün aile içi şiddet vakalarının ihbarına açılmıştı. Şimdi de söz konusu hat, sosyal destek hattı adı altında sosyal yardımlar için de kullanılır hale getirildi. Hatta en son depremzedelerin ulaşabilmesi için bile kullanıldı. Bakanlık sunumda, kadının statüsüne ilişkin bilgiler verirken sosyal hizmetler alanından bahsetti. Bu durum hakikaten beni rahatsız etti. Neden rahatsız ediyor? Bir kere şiddetle mücadele, genel olarak da kadının statüsü, kadına yönelik ayrımcılığın önlenmesi için atılacak adımlar demek. Kadına yönelik ayrımcılığın ortadan kaldırılması için her şeyden önce kadının toplumun eşit bireyleri olduğunu kabul etmek gerekir. Toplumun yarısını oluşturan kadınların eşitliği yönünde hareket edilmesi gerekirken, kadınların sosyal hizmet ihtiyacı olan ve dezavantajlı gruplar olarak görülmesi büyük bir hata. Toplumun yarısı dezavantajlı gruplarsa o zaman bu devletin yapacağı hiçbir sosyal hizmet gerçek anlamda toplumu ihtiyacını karşılayamaz.
 
Bütçe sunumunda 2013 yılından bu yana verilen toplumsal cinsiyet eğitiminden bahsedilirken bunun yerine ‘şiddete karşı eğitimler’ ifadesi kullanıldı. 2013'ten bu yana er, erbaş, kolluk birimleri, Diyanet görevlileri ve diğer kamu görevlilerine verilen eğitim sayısını açıklayan bakan, bu rakamın 1 milyon 900 bin küsura ulaştığını söyledi. Fakat burada şunu düşünmemiz lazım; 2021’deki hedef ne olacak onu da açıklamıyorlar. 2020 rakamı ve 2021 hedefi de yok. Nüfus 83 milyon oldu geriye kaldı 80 milyon.  Ha gayret diyeceğiz yani. Bu bence vahim bir hata. Bir de MEB’in bu seferberlik içerisinde olması gerekiyor nitekim toplumsal cinsiyet eğitimi dersleri veriliyordu, projeler vardı. Bu projeler kadın karşıtlarının saldırısına uğradı. MEB projeleri sonlandırdı, toplumsal cinsiyet kavramına müfredatta yer verilmez oldu. Bütün bunlar olurken Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’ndan itiraz gelmedi. Bir milyon 900 bin kişiye eğitim veriliyor ama yetişme çağında olan ve davranış olarak geliştirebilmeleri için en uygun yaşlarda olan çocuklara bu bilgileri vermiyorsun. Bununla da yetinilmedi, YÖK'ten toplumsal cinsiyet kavramı kaldırıldı. Bu yasayı yürütmekle yükümlü bakanlık,  yasaya aykırı düzenlemelere ‘hayır bunu yapamazsınız’ demedi. Faaliyet sunumunda da buna dair herhangi bir şey görmüyoruz. 
 
*Bütçe sunumunda risk analizinden bahsedildi, söz konusu risk analizi neyi kapsıyor?
 
Aile Bakanlığı, bütçe sunumu sırasında ŞÖNİM hizmet standartlarının yükseltilmesi için bir risk analiz modeli oluşturduklarını söyledi. Bu modelin, her bir şiddet vakasının teker teker risk ölçeği içerisinde değerlendirilmesi ve riskin boyutlarının da analiz edilmesi gibi iki aşamalı bir modülden oluştuğunu söylediler. Risk analiz modelini18 ilde pilot olarak uygulamaya koyduklarını belirttiler. Pilot olarak 18 ilde olmasına rağmen 2021’de hedef, 81 ile yayılması… Ama Adalet Bakanlığı’nın bir yıl önce yayınlanan bir genelgesi vardı, yaklaşık 3 ay kadar önce yenilendi bu genelgeyi özet olarak tekrar başsavcılıklara gönderdi bakanlık.  Bu genelgede kadına yönelik şiddete karşı önleyici ve koruyucu tedbir kararlarının uygulanmasına ilişkin düzenlemeler yer alıyor. Bu düzenlemelerin birinde bakanlık savcılıklara ‘şiddet başvurusunu geçmiş kayıtlarının bulunması, tespit edilmesi’ bunun yanı sıra sosyal hizmetler il müdürlüklerinden yaşanan şiddetin risk analizini içeren rapor istenmesi gerektiğini söyledi. Bir yıl önce bakanlık bunu söyledi, üç ay önce bu sözünü tekrarladı. Ancak bütçe sunumu sırasında 6 Kasım’da bakan, böyle bir hizmeti için gerekli donanımın sadece 18 ilde pilot uygulamada olduğunu söyledi. Burada büyük bir çarpıklık var. Adalet Bakanlığı savcılara ‘bunu alacaksınız’ diyor. Aile Bakanlığı bunu henüz pilot olarak verebileceğini söylüyor. Bu şiddetle mücadeleyi zaafa uğratacak bir durum. Şiddeti önlemeyi değil, şiddetle mücadeleyi önleme sonucunu getirir.
 
*Bütçe görüşmeleri ciddi bir ekonomik kriz gölgesinde gerçekleşiyor. Kadınlar giderek yoksullaşırken, kadın işsizliği de artıyor. Bütçe bu haliyle Meclis’ten geçerse 2021 yılında kadınları neler bekliyor? 
 
İstihdam konusunda bazı şeyler söylüyor bakan ama söyledikleri iç açıcı değil gerçekten. Bakan, bütçe sunumu sırasında kadın istihdamına ağırlık vermekten bahsederken “özel yaşam ile iş yaşamını” dengeleyecek düzenlemeler yapmak gerektiğinden bahsediyor. Bundan bahsetmesi, burada kadın istihdamı lehine bir durum, bunu tartışmamız gerekiyor. Özel yaşam alanının tamamının kadının üzerine yük edildiğini bu sözlerle bir kere daha tespit edebiliriz. Erkeklerin özel alanda sorumluluğunun artırılması gibi bir düzenlemeye ihtiyaç var. Bunun yanı sıra özellikle ücretsiz ve yüksek nitelikli kreş sayısının artırılması gerekiyor. Kreş, hem sosyal hem ekonomik kalkınmanın en önemli parçası sayılıyor. Bu konu ile ilgili yakın zamanda yapılmış bir araştırma vardı. İstihdamı artırmak için iş çevrelerine, patronlara, sermayedarlara verilen teşvikler ve açılan kreşler kıyaslandığında kreş açılmasının istihdamı teşvik etmek konusunda patrona verilecek teşviklerden 20 kat daha etkili olduğu tespit edilmiş. Kreş, kadın istihdamı ile ilgili çok önemli bir durum.  
 
*Kreş konusundan devam edersek, hükümetin bunu uygulayacak koşulları mı yok, yoksa burada başka bir ideolojiden mi söz etmek gerekiyor?
 
2016 yılında 400 küsur kamu kreşi varken bugün bu sayı 44’e düşmüş durumda. Özel sektörlerin kreş sayısı son derece az. Birçok siyasi partinin kadını siyasete dâhil etmek için uğraştığını biliyoruz. Ama hiçbir siyasi parti merkezinde, il binasında kreş ve çocuk alanları yok. Bu şekilde kadınların katılımı nasıl sağlanacak? Bir yandan çocuğun sadece anne ile anılmasına itiraz ederken bir yandan da toplumsal gerçeklik dolayısıyla kadın katılımı için bunu da dile getirmek gerekiyor. AKP’nin her yöneticisinin, başta da Erdoğan olmak üzere yıllardır kadın partililere ‘kaç çocuğun var?’  diye sorduğunu biliyoruz. Peki, bunu sorarken kreş ve çocuk alanlarını düşünüyorlar mı? Bunu hiçbir parti yapmıyor. Yani kadınların kariyerist olmasına karşı çıkan bir yapı var. Kadınların kariyerist olmasını özel yaşamını ihmal ettiği yargısıyla hareket ederek böyle bir cümlenin kurulduğunu söylemek mümkün. Kadını suçlu ve kusurlu gören bir yaklaşımın sözcülüğünü yapanlar bu durumu görmezden geliyor.
 
*Siz kadınlar olarak, kadın örgütleri ve feminist olarak nasıl bir bütçe talep ediyorsunuz. Öncelikleriniz ve kırmızı çizgileriniz neler?
 
Bütçe konusunda özellikle akademisyen İpek İlkkaracan’ın ‘Mor ekonomi’ dersleri vardır biliyorsunuz. Kadının eşit yararlandığı bir ekonomik sistemden söz eder. Böyle bir ekonomik sistemi kuracak bütçelendirme son derece önemli. Mor ekonomi gerçekleşinceye kadar da cinsiyete duyarlı bütçeleme yapılması gerekiyor. Yapılan kamu hizmetinden kadınların ve erkeklerin ne kadar ve hangi şekilde faydalanacağını bütçede cinsiyet analizi ile görmemiz gerekiyor. Fakat 2021 bütçe sunumlarında kadınlara asla bütçeden pay ayrılmasının söz konusu olmadığını görüyoruz. Cinsiyet analizi gerçekleştirmeden kadınların aldığı paydan söz etmek de kolay değil gerçekten. Kadınların aldığı paydan söz edebilmek için her harcama kaleminin; toplumun, hangi kesiminin, hangi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olduğunun cinsiyetlendirilmiş olarak belirtilmesi gerekiyor. Böyle bir bütçe beklentisi ne yazık ki bu sene de uzak. Şiddetle mücadele, istihdam, kadın istihdamı, genç istihdamı gibi alanlara baktığımızda kadının payına düşebilecekleri seçmek mümkün ama onu da uzmanlar incelemeye devam ediyor. EŞİK olarak bütçeyi izlemeye devam ediyoruz ve değerlendirme raporunu hazırlamak için bu alanın uzmanı olan arkadaşlarımız çalışmaya devam ediyorlar.
 
*Geçtiğimiz günlerde Adalet Bakanlığı bütçesinin sunumu yapıldı. Bu sunuşta kadınlara dair hangi konular gündeme geldi? 
 
Aile arabuluculuğu gündeme geldi. Biliyoruz Nafaka, İstanbul Sözleşmesi ve TCK 103 istismarcı affı gibi konuların hepsi 2016 yılında boşanma komisyonu raporu ile gündeme gelmişti. Boşanma Komisyonu’nun başkanlığını yürüten AKP Düzce Milletvekili Ayşe Keşir Adalet Bakanı’na hitaben bu talebini yinelemişti. Bugün içinde bulunduğumuz kadın karşıtlığının dile getirdiği her konu, gerçekleştirilen her saldırı Boşanma Komisyonu raporunda karşımıza çıktı zaten. Ve gizli bir hükümet programı gibi uygulanmaya devam ediyor. Boşanma ve şiddet vakalarında bir ilişki var. Şiddet varsa arabuluculuk uygulayamazsın. Adalet Bakanı 2018'deki Nafaka Çalıştayı’nda konu açıldığında şöyle bir ifade kullanmıştı: "Bir tokat, bir yumruk ya da bir hakaret olmadan boşanma gerçekleşmez ki, öyle olduğunda uyuşmazlık çözümüne alamıyoruz.” Yani şiddeti normal gören, medeni boşanma usullerini teşvik etmek yerine tokat ve hakareti şiddet saymayan bir anlayış ile karşı karşıyayız.