Depremde hem beton hem kimyasal yıkıntı arasından nasıl çıkacağız?

  • 09:02 22 Ağustos 2023
  • Ekoloji
 
 
Habibe Eren
 
BURSA - Depremlerin nerede, kaç şiddetinde olacağı ve nasıl bir etki yaratacağı sıklıkla tartışılıyor. Ancak deprem sırasında tehlikeli maddelerin nelere yol açacağı tartışılmıyor. TMGD Candan Göz, Bursa’da Sanayi Tesisleri ile yerleşim alanlarının iç içe olduğuna dikkat çekerek, “Bombanın yanında yaşıyoruz” diye uyardı.  
 
Türkiye Maraş merkezli 11 kenti etkileyen 6 Şubat depreminde büyük bir felaket yaşadı. Mereş depreminden daha büyük felaketlere yol açacak olası Marmara Depremi’nin yaklaştığı da sık sık uzmanlar tarafından dillendiriliyor. Depremin yarattığı yıkımın yanı sıra deprem sırasında tehlikeli maddelerin yaratacağı etki, ne uzmanlar ne de kamuoyu tarafından pek tartışılmadı. Çünkü birçoğumuz bu durumdan habersiz. Türkiye'nin her yerinde fabrikalar, tabiri caizse barındırdığı tehlikeli maddelerden dolayı birer uyuyan bomba işlevi görüyor.
 
Bursa sanayi kenti. Aynı zamanda deprem bölgesi. Gemlik, İnegöl, Uluabat, İnegöl ve Zeytinbağı gibi 14 aktif fayı bulunuyor. 18 OSB (Organize Sanayi Bölgesi) var ve bunun 23’e çıkarılması gündemde. Sanayi Bölgeleri yanı sıra mahalle arası fabrikaların neredeyse tümü yerleşim alanları ile içe ve genellikle zemini sağlam olmayan alanlarda. Söz konusu Sanayi Bölgeleri’nde yer alan fabrikalarda deri, kozmetik, plastik, otomotiv gibi alanlarda çok sayıda tehlikeli madde kullanılıyor. Depremde yıkıntıyı düşünürken bir de kimyasal yıkıntı ile birlikte geri dönüşü olmayan bir yok oluşa sürüklenmek de olası. 
 
Deprem ve tehlikeli madde ilişkisi üzerine çalışmaları olan ve bu konuda rapor hazırlayan Bursa Su Kolektifi üyesi Tehlikeli Madde Güvenlik Danışmanı (TMGD) Candan Göz, hem raporu hem de deprem ve tehlikeli madde ilişkisini değerlendirdi.
 
İşletmelerde kaç ton tehlikeli madde var bilinmiyor
 
“Şu anda deprem olsa ve Türkiye’den bir kesit alsanız; işletmelerde kaç ton ve hangi sınıfta tehlikeli madde var; yollarda kaç ton ve hangi sınıfta tehlikeli madde hareket halinde, hangi konumda olduğunu bilen yok” rapor bu sözlerle başlıyor. Raporda devamla, şu soru yöneltiliyor: “Güvenmediğimiz evlerimizde yıkıntılar altında kalabileceğimizi düşünüyoruz. Ama bir ihtimal Arama Kurtarma Ekiplerinin gelip bizi kurtarabileceğini de göz ardı etmiyoruz… Oysa AKSA örneğinde olduğu gibi zehirli gazların dağılması halinde o bölgeye Arama Kurtarma Ekipleri giremeyecek; depremden kurtulan, zehirlenerek can verecek. Hepimiz bunun farkında mıyız?”
 
1999 Depremi’nde çıkan yangınlar ve kimyasal sızıntı
 
Rapor, 1999 depreminde yaşanan iki önemli olaya dikkat çekilerek başlıyor. İlki Tüpraş Yangını. Deprem sırasında ham petrol ünitesinin 115 metrelik bacası, fırında 350 derece, 8 kg basınçlı ham petrol fırının üzerine düşüyor ve aynı anda, tank sahasında çıkan yangında 6 Nafta tankı, 4 küçük tank yanıyor. Diğer ham petrol ve petrol ürünü tanklarında da önemli hasarlar meydana geliyor.  Deprem, TÜPRAŞ'ın rafineri ve yangın suyunu temin eden Sapanca Gölü'nün su hatlarına zarar veriyor ve rafinerinin soğutma kulelerinde yangına neden oluyor. 4. gün yangının söndüğü bildirilse de depremden 5 gün sonra bir tank hala yanmaya devam ediyor. Yangında 30 bin 500 ton petrol ürünü yok oluyor.
 
‘İzmit haritadan silinebilirdi’
 
Yangının çok büyük ve tehlikeli olduğunu, İzmit'in haritadan silmesinin mümkün olduğuna dikkat çeken Candan, şöyle anlattı: “Düşünün aynı anda NAFTA (benzinle gaz yağı arasında son derece yanıcı bir petrol ürünü) tankları denilen apartman büyüklüğündeki petrol depolanan alanlarda; alev boyu 40 metreye ulaşan yangınlar var. TÜPRAŞ işçileri felaketin ve ne olabileceğinin farkında 00.00-08.00 vardiyası ailelerinden haber alamıyor ancak hiçbiri rafineriyi terk etmiyor. Depremden sağ kurtulan tüm TÜPRAŞ işçileri akın akın rafineriye geliyor. Civar fabrikalardan işçiler geliyor. Yabancı Arama Kurtarma Ekipleri dahil yaklaşık 700 kişi 5 gün boyunca yangınla mücadele ediyor. Söndürmek için elektriğe ihtiyaç var ellerindeki jeneratörün gücü yetmiyor. Acil durumlar için depolanan Yangın Söndürücüler bu büyüklükte bir felaket için yetersiz. TEDAŞ’tan elektrik istiyorlar; Trafolar devrilmiş durumda elektrik verilemiyor. O gün TEDAŞ Genel Müdür Yardımcısı olan Oğuz Güren, masaya elini vurup ‘ne olursa olsun verin elektriği’ diye inisiyatif kullanarak TÜPRAŞ’ın ihtiyacı olan elektriği veriyor. Eğer bunlar olmasaydı ne olurdu biliyor musunuz? Tüpraş 7/24 üretim yapan bir rafineri, Nafta tankları, petrol ürünleri yan tarafta Amonyak tankları var. Amonyak soğuk yanığı ve göz hasarı yapar. Solunduğunda -yoğunluğuna göre- ölümcül olabilir. Tüm petrol şirketlerinin dolum merkezleri burada. Devasa bir alan Yanıcı, zehirli ve envayi çeşit tehlikeli maddelerle dolu. Yangın söndürülemese bunların hepsi birden yanmaya, patlamaya başlasa İzmit haritadan silinebilirdi. Raporlar 99 TÜPRAŞ yangınında hiç ölüm olmadığını söylüyor. Oysa yangından kaçmaya çalışan iki kamyon şoförü panikle gaza basıyor LPG bulutunun içine giriyorlar ateşle buluşunca kamyonlarının patlaması sonucu vefat ediyorlar."
 
'Biz yıllarca bu atıklarla beslenmiş canlıları tükettik'
 
Petrol ve türevlerinde bulunan vanadyum ve Nikel’in insan üzerinde kanser yapıcı etkisi olduğunu söyleyen Candan, "Nikel, burun ve akciğerlerde; Vanadyum ise dolaşım sistemi kanserine neden olmakta. Sadece bununla da kalmıyor. Yangınlardan sonra, deniz kirliliğini ölçüyorlar. Deniz o kadar kirlenmiş ki; dünya standardının, Ulaşlı’da 13.791 kat, Tüpraş önünde ise 129 katı aşıldığını görüyorlar. Depremden sonra kirlenen 1,5 km2lik denizden sadece 600 m3 atık toplanabiliyor. Geri kalan atıklar, deniz ve deniz canlıları tarafından bertaraf ediliyor. Biz yıllarca bu atıklarla beslenmiş deniz canlılarını tükettik.  Depremden sonra başta Tüpraş işçileri olmak üzere, bölge halkı üzerinde kanser taraması yapıldı mı? diye araştırdık. Ancak deprem sonrası görülen kanser vb. hastalıklar üzerine yapılmış bir araştırmaya ne yazık ki denk gelmedik" diye konuştu. 
 
‘Hala kapasite artırımı yapılıyor’
 
Bugün hala TÜPRAŞ rafinerilerinde kapasite arttırımı yapıldığına ve yerleşim alanlarının her geçen gün rafinerilere yaklaştığına dikkat çeken Candan, “Diyelim siz TÜPRAŞ rafinerilerinden uzaksınız- gerçi hava akımlarının olduğu yerde uzaklık da göreceli bir kavramdır, birçok mahalle içinde akaryakıt dolum tesisleri var ve bunların deprem sırasında yaratacağı tehlikeler, alınması gereken tedbirlerden kimsenin haberi bile yok” dedi.
 
‘Depremde insanlar evlerinden çıkmaya çalışırken bayılıyorlar’
 
Raporda yer alan ikinci vaka ise depremden kısa bir süre sonra duyduğumuz AKSA Sanayi AŞ’de çıkan yangın. Burada 6400 ton Akrilonitril isimli tehlikeli madde toprağa, denize ve buharlaşarak havaya karışıyor. Bu dünyada daha önce yaşanmamış büyüklükte bir miktar. Şöyle ki, Kanada'da 4500 işletmeden 176 yılda sızan akrilonitril, deprem ile saniyeler içinde çevreye yayılıyor. 
 
Akrinotrilin hem yanıcı hem de zehirleyici özelliği olan bir madde olduğunu aktaran Candan, devamında şöyle dedi: “Çok yakın yerleşim yerinde insanlar evlerinden çıkmaya çalışırken bayılmaya başlıyorlar. Bir kıvılcımdan, statik elektrikten bile alev alabilecek bu madde büyük şans eseri alev almıyor. Bölgeye zehirli gaz nedeniyle Arama Kurtarma Ekipleri sokulmuyor. Orada enkaz altında kalan insan olup olmadığı ile ilgili bir yazıya rastlamadım ama o bölgede sabah 8-9 gibi jandarma ekipleri tarafından 8,5 km alan boşaltılıyor. İnsanlara ‘dağlara doğru kaçın’ diyorlar. İnsanlar yayan bir şekilde İznik Gölü’ne kadar yürüyorlar. Gittikleri yerlerde hastaneye gidiyorlar ve zehirlendiklerini söylüyorlar doktorlar tehlikeli maddenin ne olduğunu bilmedikleri için çözüm üretemiyorlar. Geriye döndüklerinde bütün bitkilerin, hayvanların hepsinin öldüğünü görüyorlar. Daha sonra TÜBİTAK 5 bin ton akrilonitril açığa çıkması halinde 40 km alanın boşaltılması gerektiğini vurguluyor. Düşünün açığa çıkan miktar 6 bin 400 ton boşaltılan alan 8,5 km. Burada önemli olan nokta şu; bugün Türkiye’de pek çok yerleşim alanı sanayi ile dip dibe. Mahalle aralarında tehlikeli madde kullanan merdiven altı/üstü fabrikalar var. Güvenlik bandı denilen şey 8 ila 50 metre arasında. Ama Tüpraş’ta Aksa’da depremle birlikte yaşanan olaylar bize bu güvenlik bandının ne kadar az olduğunu da gösteriyor.”
 
‘Ağlayan bir bebek sesi duyduğum zaman çok üzülüyorum’
 
Ayda 10 fabrika dolaştığını ve dolaştığı her fabrikada gördüğü tehlikeli maddelerin kendisini ürküttüğüne dikkat çeken Candan, “Çünkü çok fazla tehlikeli madde kullanılıyor.  Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi’ne (DOSAB) gittiğim zaman fabrikaların karşısında konutlar var. Ağlayan bir bebek sesi duyduğum zaman gerçekten çok üzülüyorum. O bebek daha farkında değil ama doğumundan itibaren yavaş yavaş zehirleniyor” dedi.
 
‘Sanayi bölgelerinde kanser vakası çok fazla’
 
Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan Bülent ŞIK’ın hazırladığı rapordaki verilere dikkat çeken Candan, “Dünya Sağlık Örgütü’ne göre dünya genelinde her 6 ölümden biri kansere bağlı olarak gelişiyor. Türkiye özelinde her 8 ölümden biri kanserden oluşuyor. Kırklareli-Edirne havzalarına gittiğiniz zaman her 4 ölümden biri kanserden gerçekleşiyor. Kocaeli-Dilovası taraflarına gittiğiniz zaman ise her 3 ölümden biri kanser nedeniyle oluyor. Bu da bize Sanayi Bölgeleri’nde kanser vakalarının daha fazla olduğunu gösteriyor. Tabi bu durumda Türkiye’nin denetimsizliğinin de çok önemli rolü var. Akşam altıdan sonra İnegöl’den Bursa’ya geliyorsanız Barakfakih Sanayi Bölgesi üzerindeki gri bulutu görmeniz mümkün. Bütün fabrikaların bacaları devlet memurlarının iş çıkış saatinde açılarak zehirli gazlar salınır ve İnegöl bildiğim kadarıyla kanser vakalarında yüksek bir orana sahip. Bursa genelinde de yüksek olduğunu düşünüyoruz. Bu konuda TTB’den bilgi almak istedik ama kanser taraması yapamadıklarını söylediler. Devlet birçok şey gibi, kanser rakamlarını da gizliyor. Böyle olunca biz sadece tahmin yürütüyoruz. Depreme gelince dibinde yaşadığımız Tehlikeli Madde ve atıkları sayesinde uzun vadede gelişen yavaş ölümü hızlandırmış oluyor aslında” dedi.
 
‘Milyon dolara satılan evler bombanın yanında’
 
Şu an Bursa'nın Sanayi Bölgeleri’nde tehlikeli madde ile çalışan birçok fabrika olduğunu söyleyen Candan, “Ben İngiltere’de 3,5 ay kadar kaldım, çok gezdim ama sanayisinin nerede olduğunu görmedim. Yerleşim alanlarından o kadar uzağa kurmuşlar ki, hava akımlarını vs. planlayarak kurmuşlar. Türkiye'de yerleşim alanları ile sanayi iç içe geçmiş durumda. Bazı fabrikalarda faciaya yol açabilecek depolamalar var. Yan yana konulmaması gereken tehlikeli maddeleri bir arada bulabiliyoruz. Ya da raflarda IBC’ler öylesine korumasız duruyor ki deprem anında hepsinin devrilip karışma ve yepyeni Tehlikeli Maddeler üretme kapasitesi var. Bomba etkisinde olan zehirli maddeler var. O kadar çok tehlike madde var ki. Ve bu sanayi tesislerinin dibinde yer alan konutlar milyon dolarlara satılıyor üstelik zemin de güvensiz. Bildiğim kadarıyla 1853 Bursa Depreminden sonra bu alanlar yerleşime kapatılarak tarıma ayrılıyor. Ama sonra sanayi kuruluyor ve sanayide çalışanlar için bölge yapılaşmaya açılıyor. Derken tüm Bursa hatta tüm Sanayi kentleri İstanbul, Gebze, Adana, Antep, Manisa vb. sanayi tesisleri ile iç içe geçmiş yerleşim alanlarına dönüyor” ifadelerini kullandı.
 
45 dakikada yüzlerce insanın ölmesi ihtimali
 
 İl Afet Riski Azaltma Planı’nın (İRAP) 2021 yılında yayılan raporunda nasıl tehlike altında olduğumuza dair senaryolar yazdığını söyleyen Candan, örneğin yüzde 41 doluluk oranında Amonyak tankının devrilmesi sonucu -32 derecede gaz haline gelen amonyağın 94 bin 329 kişinin zehirlenmesine ve 45 dakikadan önce olaya müdahale edilemeyeceğini belirtti. Candan, “Bu maddeyi Tüprtan da hatırlarsınız. Ama bu maddeden de zehirli Tehlikeli Maddeler gördüm ben fabrikalarda. Enkaz altında kaldınız diyelim, kurtarılma ihtimaliniz var; ancak böyle bir durumda zehirlenip öleceksiniz çıkamadığınız için. Ya da çıktınız, tıpkı AKSA örneğinde olduğu gibi, saatlerce o maddeyi soluduktan sonra zehirleneceksiniz” dedi.  
 
‘6 Şubat depremi sanayi bölgesinde olsaydı facia çok büyük olurdu’
 
Yerleşim alanları ile Sanayi Bölgeleri’nin birbirinden uzaklaştırılması gerektiğini söyleyen Candan, “ 6 Şubat depreminde en büyük şansımız deprem bölgesinin tarım kentleri olmasıydı. Eğer oralar sanayi kenti olsaydı inanın bana facia çok büyük olurdu. 99’dan bu yana ne yaptınız diye soruyoruz yetkililer bize düzgün bir yanıt vermiyor. 18 tane büyük Sanayi Bölgesi olan kentte 4 tane tam donanımlı itfaiye var. Geçen günlerde yaşanan yangınlarda müdahale eden itfaiye ekiplerine baktım donanımları yetersizdi. Tam donanımlı itfaiyelerde kişisel koruyucu donanımların olması lazım. Özel kıyafetlerle müdahale edilmesi, bölgenin belirli çapta boşaltılması lazım. Bugün AFAD’a ve Sağlık Bakanlığı’na hem halk hem ekipler için yeterli ekipman var mı diyoruz, ‘ ekipler için yeterli’ deniyor. Yani halk başının çaresine baskın diyorlar. Sanayinin yanında, bombanın dibinde yaşıyor insanlar” şeklinde konuştu.
 
‘Marjinal ilan ediliyoruz, duyulmuyoruz’
 
Bursa’nın verimli tarım arazilerinin üzerine kurulduğunu ve kentte yüzlerce fabrika olduğunu aktaran Candan, “ Biz Bursa Su Kollektif üyeleri ve diğer ekoloji örgütleri yani yaşam savunucularının istediği tek şey ‘her varlığın yaşama hakkının korunması’. Doğamızı, tüm varlıklarımızı korumak için çırpınıyoruz ama marjinal ilan ediliyoruz. Biz sadece var olanı koruma derdindeyiz. Yönetimde önleyici ve düzeltici faaliyetler vardır, Türkiye'de tüm faaliyetler düzeltici faaliyet ama 99’dan sonra bu bile yapılmamış. Biz önleyici faaliyet alınsın diye çığlık atıyoruz kimse sesimizi duymuyor” diye sitem etti.  
 
‘İnsanların en azından çocuklarını düşünmesi lazım’
 
1986 yılında gerçekleşen Çernobil faciasını hatırlatan Candan, “Bizden en az 2000 km uzakta oldu. Ama hala Karadeniz’de her ailede bir ya da birden fazla kanserli hasta var. Çocuklar sakat doğabiliyor. Ve inanın bizi Karadeniz dağlarının coğrafi yapısı korudu. Karadeniz dağları kıyıya paralel uzanır. Bir duvar gibi etkiyi kesmiş Karadeniz’le sınırlamıştır. Eğer dağlar Ege’de olduğu gibi dik uzansaydı bugün Karadeniz'deki kanser oranları tüm Anadolu’da görülürdü. Şimdi bir Bursa Depremini ya da Marmara depremini düşünün ortaya çıkabilecek tahribatı düşünebiliyor musunuz?” şeklinde konuştu.
 
‘Hala 99 depreminin etkilerini bilmiyoruz’
 
Deprem olduktan sonra sağlık taramalarının düzenli olarak yapılmadığı ve yayınlanmadığı için sonuçları tam olarak bilmediklerine dikkat çeken Candan, “Ama biz hepimiz biliyoruz ki artık kanser grip gibi her yerde görülüyor. Üstelik kanser genetik olarak aktarılabilen bir hastalık. Bunda 99 depreminin etkileri ne? Onu da bilmiyoruz. İnsanların çoluğu çocuğu hatırına artık gereken tedbirlerin alınması için biz Bursa Su Kolektifi gibi ekoloji topluluklarının, yaşam savunucularının yanında yer alması lazım. Aksi halde her şey için çok geç olacak” ifadelerini kullandı.