Avrupa büyük özgürlük yürüyüşüne hazırlanıyor

  • 09:01 21 Ağustos 2024
  • Güncel
Melek Avcı
 
ANKARA - TJK-E Sözcüsü Ayten Kaplan, "PKK Lideri Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa siyasi çözüm" kampanyasının ikinci aşamasının yaz boyunca devam edeceğini, yeni eylem ve etkinliklerle mücadeleye hız kazandırılacağını belirterek büyük bir yürüyüş için hazırlık yapıldığı bilgisini paylaştı. 
 
10 Ekim 2023 tarihinde Kürt halkının dostları tarafından başlatılan “PKK Lideri Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa siyasi çözüm” kampanyası devam ediyor. Kampanya kapsamında bugüne kadar birçok etkinlik gerçekleştirilirken, kampanyanın ilk aşaması tamamlanmış ikinci adıma geçilmişti. Yaz boyunca kampanyanın ikinci aşaması hız kesmeden devam edecek ve Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü için çağrılar sürecek. Bununla birlikte adım adım 3’üncü aşamanın planları, eylem ve örgütlülüğü yapılıyor. 
 
Öte yandan 1 Eylül’de Avrupa’da Barış ve Adalet Platformu konferansı gerçekleşecek.  Konferansta,  kadınını toplumdaki rolüne dikkat çekilirken, bu rolün oluşmasına neden olan Abdullah Öcalan’ın paradigmasına işaret edilecek. 
 
Kampanyaya ilişkin JINNEWS’e değerlendirmelerde bulunan Avrupa Kürt Kadın Hareketi (TJK-E) Sözcüsü Ayten Kaplan, yeni dönemde ne yapacaklarını anlattı. 
 
Mektuplar 20 bini aştı
 
Kampanya sürecini aktaran Ayten, kadın hareketinin öncülüğünde yürütülen mektup kampanyasını, 20 binin üzerinde tamamladıklarını söyledi. Ayten, “Son üç ayda 20 binin üzerinde Temmuz’un ikinci haftasında kampanyamızı tamamladık. Bizim açımızdan kısa bir zaman da olsa bir başarı olarak görüyoruz. Özellikle bu imzalar kadın yapısının özelinde toplandı. Bu aşamayı kapattı. Tabi ki soluklanma ve bekleme değil, sürekli farklı eylem ve etkinlikler plana sokuyoruz. Şimdi oturma eylemlerimiz karma meclislerimizle kadın hareketinin de desteğiyle bütün Avrupa ülkelerinde 3 günlük gerçekleşiyor. Tabi bu salt parlamento önlerinde değil, iktidarda, hükümette olan partilerin seçim binaları önünde veya merkezlerinde, değişik partilerin binaları önünde önderliğin özgürlüğü için protestolar yapılıp, aynı zamanda görüşmeler talep ediliyor, dosya veriliyor” dedi. 
 
‘Kürt sorununda çözüm Önderlik’
 
Türkiye’nin saldırıları ve tecridin bağlantısına dikkat çeken Ayten, kampanyanın aynı zamanda saldırılara karşı olduğunu kaydetti. Ayten, “Ülkemizde işgal amaçlı bir saldırı var, Başur Kurdistan’da Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik sürekli askeri operasyonlar var.  Kürt halkının kendi kazanımlarına, karşı bir soykırım politikası olarak görüyoruz. Bu, İmralı tecrit işkencesiyle de bağlantılıdır. Önderliğin buna karşı duruşu, mücadelesinin sonuçlarıdır. Çünkü orada istediği sonuçları oluşturamadığı için baskı oluşturarak, Kürt hareketi üzerinden, Önderlik mutlak izolasyonda olmasına rağmen sonuç almak istiyor. Şunu biliyoruz; Önderlik son görüşmesinde kardeşiyle telefonlaştığında bir eleştiri de vardı. Eğer toplumun iradesi üzerinden gerçek bir karar ve tartışma olacaksa muhatabı Önderliktir. Hem onun saygınlığı hem de Kürt halkının seçtiği temsiliyet boyutuyla Kürt sorunundaki çözüm Önderliğimizdir.
 
Psikolojik bir savaş
 
Bunu dikkate alması gerekiyor; bunu baskıyla, işkence metotlarıyla, izolasyonla ya da halkın üzerinde askeri operasyonlarla, keyfi uygulamalar, tutuklamalar, yasaklar ve kendine göre bir halayı bile ‘terör örgütüne destek’ ile suçlamak ya da insanlar kendi kültürüyle şarkı söyleyip halay çektiğinde bunu kriminalize eden anlayışlar bir devletin kendi çaresizliğini gösterir. Bu açıdan tümden Kürtlük adına ne varsa onlara saldırarak bunu haklı bulan ve saldırı gerekçisi yapan, insanlara kendi dilini kimliğini unutturmak isteyen bir anlayışa karşı bir duruş var. Bu duruşa karşı Başur’da sürekli saldırı, siyasi katliamlar gerçekleştirerek hem halkı yıpratma hem yıldırma, aynı zamanda psikolojik bir savaş olduğunu da unutmayalım” sözlerini kullandı. 
 
‘Bütün yaptığımız çalışmaların ana merkezine Önderliği koyduk’
 
Kurdistan’ın dört parçasında saldırılara karşı serhildanların olduğunu belirten Ayten, Rojhilat’taki idam cezaları ve Güney’deki tüm saldırıların, tecridin yansıması olduğunu kaydetti. Ayten, “Kurdistan’ın dört parçasındaki mevcut durum, iktidarları kendi yanına çekerek Kürt halkına yönelik topyekûn bir saldırı gerçekleştirmek istediklerini gösteriyor. İran-Türkiye anlaşması da bunun bir sonucudur; İran’la yapılan denemeler, hangi boyutta bir ittifak olup olmadığı konusunda tartışılıyor. Gelişen siyasi konjonktüre baktığımızda, özellikle Orta Doğu’da yürütülen savaşın, Filistin-İsrail savaşıyla birlikte Türkiye tarafından Kürt halkı ve özellikle Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı kullanılmak istendiğini görüyoruz. Bu süreçte, Türkiye kendisine yerel yandaşlar bularak bu politikayı sürdürüyor. Buna karşı çeşitli eylemler, etkinlikler, dosyalar ve görüşmeler yapılıyor. Bu konuda farklı sivil toplum örgütleriyle ittifaklar gelişiyor ve kapsamlı bir hareketlilik söz konusu” şeklinde konuştu.
 
‘İnsanlığa karşı yürütülmek istenen bir savaş’
 
Ayten, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu hareketin ana merkezi, Önderlik üzerindeki tecrit ve bu tecrit üzerinden geliştirilmek istenen politikalara karşı bir duruş ve protestodur. Bütün çalışmalarımızın merkezine Önderliği koyduk. Avrupa gibi bir ortamda, birçok farklı etnik kimlikten insan ve Orta Doğu’da yaşayıp siyasi baskılar nedeniyle buraya gelen birçok kişiyle yakınlaşarak, onlarla ortak çalışmalar geliştiriyoruz. Filistin-İsrail savaşının yanı sıra, Orta Doğu’da farklı bir savaşın yürüdüğünü ve bölgeyi ilgilendiren kaos ve krizin daha da derinleşeceğini görüyoruz. Türkiye’nin bölge üzerinde geliştirdiği politikalarla birlikte bu krizin derinleşmesi muhtemel. Bu duruma karşı duyarlılık yaratma ve Avrupa toplumuna bunu hatırlatma gereği duyuyoruz. Bu, birilerinin savaşı değil; genel insanlığa karşı yürütülmek istenen bir savaş olarak karşımıza çıkıyor.”
 
‘Merkezi büyük yürüyüş planlanıyor’
 
 
Tecrit ve saldırılara karşı başlatılan kampanyanın devam ettiğini ifade eden Ayten, yeni programların, 9 Ekim komplosuyla süreceğini dile getirdi. Ayten, “9 Ekim planlaması önümüzde duruyor. Hem kadın öncülüğünde farklı etkinlikler olacak, bir de merkezi büyük bir yürüyüş düzenliyoruz. Ama bu yürüyüş tarihini henüz netleştirmedik. Bu açıdan hazırlıklarımız var ve çağrılarımız da olacak. Bizim ağırlık vermek istediğimiz ise eylem ve etkinlikler olacak ama bu eylemlerin etrafında gelişmesi gereken salt Türkiye değil, Avrupa ülkeleri, komplonun bir parçasıdır ve Avrupa’da bu komployu kendilerine yeniden hatırlatma, bu konuda yoğun görüşme talepleri ve programları önümüzde duruyor. Aynı zamanda değişik mekanizmalara yine bir mektupla cevap vermek istiyoruz. Bu konuda mektup hazır ve gerekli tercümeleri, zamanı bekliyoruz. Bu planlama 9 Ekim döneminde olabilir. Daha çok eylem ve etkinliklerde siyasal yönünü baskıya almak önemli, çünkü CPT’nin geçmişte ve kısa dönem öncesinde bir açıklaması oldu; ‘Tamam anlıyoruz, ediyoruz ama anahtar biz değiliz, çözüm merci de biz değiliz’ diyor. Biz de diyoruz, Avrupa Konseyi bu konuda önemli ve karar mekanizmasıdır. AK ve BM üzerinde yoğunlaşmak gerekiyor. Avrupa Parlamentosu’nda birçok değişik milletvekiliyle de değişik fraksiyonlardaki gruplarla da görüşerek bu konuda aydınlatma, durumu ifade etme ve taleplerimizi ileterek, hem bunun ele alınması ve iktidara karşı siyasi çağrılar noktasında ‘bireyin hakları kurban edilemez’ diyerek, siyasi yaptırımlar talep edilecek. Artık bu kurumların irade beyan etmesi gerekiyor” sözlerine yer verdi. 
 
‘Kuralların herkes için geçerliği olduğu hatırlatılmalı’
 
Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması ve tecridin kırılması için diplomasinin önemini vurgulayan Ayten, şunları dile getirdi: “Şöyle bir gerekçe olamaz; Türkiye’nin güvenlik gerekçesi var ve güvenlik gerekçesiyle hem sınır ötesi operasyonlara izin vermek, ama aynı zamanda Önderliğin İmralı’da izole edilmesine sessiz kalmak. İmralı tecridi, hukuka aykırı bir durumdur. Eğer demokrasiden bahsediyorsak eğer gerçekten insan haklarından bahsediyorsak, bu konuda Avrupa kendisini model ve öncü görmektedir. O zaman bu kuralların herkes için geçerli olduğunu hatırlatmamız gerekiyor. Görüşmelerimize ve çalışmalarımıza devam edeceğiz. Özellikle de siyasal boyutu ele alarak bunu biraz da baskın olarak geliştirmemiz gerektiğine inanıyoruz. Yoksa şu kurum, bu kurum derken yeterli olmaz. Evet, CPT direkt muhataptır, ama AK’nin bir komisyonudur, asıl AK, bunun siyasi kararlarını verdiği için bir baskı oluşturulması için ve bir görüşmeyle kendimizi anlatan, taleplerimizi dinleyen bir boyuta getirmemiz gerektiğine inanıyoruz.” 
 
 
Açıklama var, baskı dayatma politika yok!
 
BM ve AK’nin açıklamaları ve gözlem raporlarının paylaşılmasını değerlendiren Ayten, Türkiye’nin NATO üyesi olmasından dolayı uygulamada, bu tavsiye kararlarının olmadığını sözlerine ekledi. Ayten şöyle konuştu: “Hatırlarsak Ecevit ne diyordu; ‘Bize neden teslim edildi bilmiyoruz.’ Türkiye bunun bekçiliğini yapıyor, ama siyasi mekanizma farklı bir yerde. Açıklamalar yapılıyor, ama bu açıklamaların ardından bir dayatma, bir politika, bir baskı ellerinde yok. Bu konuda da Erdoğan tecrit noktasında kendine göre bir politika dayatıyor ya da bu ülkeler bir şey söylediği zaman kendi siyasi çıkarları için evirip çevirip başka konular ortaya çıkarıyor ve sonuç olmuyor. İkincisi, Kürtler olunca, bir dayatma olmuyor, bu açıdan çok farklı mekanizmalar geliştirmek gerekiyor. Şu çok önemliydi, 69 Nobel Ödülü alanların, tecride dair açıklama yapması ve özellikle de Önderliğin paradigmasına ilişkin açıklama yaptı ve irade olarak da beyan ettiler. ‘Sayın Öcalan’a özgürlük’ istediler. Bu tür mekanizmalar ve yöntemler oluşturmak gerekiyor. Önderliği okuyan, tanıyan, yazılarından ve düşüncelerinden etkilenen birçok kesim var. Bunları söz sahibi, konuşan ve talep eden boyuta getirmek gerekiyor. Hatırlarsanız, Nelson Mandela döneminde 20 sonra reaksiyon oldu. O zaman sanatçılar, aydınlar, akademisyenler etrafında ağ olup talep etmeye başlayınca artık araştırmaya, incelemeye Güney Afrika’daki durumun üzerine gidildi.
 
Israr her yönüyle devam etmelidir
 
Ama konu Kürtler olunca herkes çekiniyor çünkü devlet nezdinde seni çıkar amaçlı bir listeye, 'anti-terör' listesine koymuşlar. Diğer yandan, Türkiye'nin NATO üyesi olması nedeniyle, bu 'güvenilir' kavramı altında sürekli olarak Kürtlere yönelik sınır ötesi operasyonlara göz yumulmuş ve bu durumu değiştirmek gerekiyor. Bu operasyonların doğal olmadığını ve bir iktidarın kendi ülkesinde ne zaman bir tıkanma veya toplumun ona karşı bir ayağa kalkışı olsa, hemen Kürtleri bir düşman kartı olarak gösterip faşizmi besleyen bir anlayışın var olduğunu görüyoruz. Bu anlayışı kırmak gerekiyor. Öncelikle 'terör nedir?' sorusuna bakmak gerekiyor. 11 Eylül saldırılarının ardından herkes kendi düşmanını bu kategoriye yerleştirdi. Bu örgütler bir şey yapmış mı? Hayır, ama biz yine de bu listenin içindeyiz. Bu örgütlerin içinde olmak ve bunun değişmesi için sürekli mahkemelere gidiliyor, davalar kazanılıyor, ama liste 6 ayda bir yenilendiği için sürekli yeni davalarla uğraşılıyor. Bu bir yıpratma politikasıdır; siyasal, hukuki ve diğer pek çok alanda. Bu anlayışın kırılması gerekiyor. Siyasetin ve bu tür görüşmelerin önemli olduğu açık, ancak bu görüşmelere rağmen ilerlemeler yapılmalı. Çünkü bir açıklama yapıldığında 'bakın, açıklama yaptılar, üzerine gidecekler' diye bir rahatlama olabilir, ama durum böyle değil. 25 yıldan bahsediyoruz ve bu 25 yıl boyunca ne kadar eylem ve etkinlik yapılmışsa, bazen bir görüşme olmuşsa da 2-3 ay sonra aynı politika devam etmiştir. Bu nedenle, siyasal, hukuki ve toplumsal açıdan bir süreklilik ve ısrar gereklidir. Kürtlere karşı bu bakışın değişmesi, yeni bir perspektifle ve yeni bir bakış açısıyla ele alınmasını sağlamak gerekiyor. Ancak bu şekilde önyargıları kırabiliriz ve insanların Kürt sorununu farklı bir çerçevede ele almasına zemin hazırlayabiliriz. Bu inancı taşıyoruz.”