Öğrenciler yeni dönemi daha büyük krizlerle karşılıyor

  • 09:02 7 Eylül 2024
  • Güncel
 
Pelşin Çetinkaya
 
AMED – Yeni eğitim-öğretim dönemine başlayan öğrencileri büyük sorunların beklediğini belirten Eğitim Sen Amed 2 Nolu Şube Eşbaşkanı Duygu Özbay, anadilde eğitim hakkının hala “bölücülük” olarak adlandırılmasına karşı, “bu sürecin artık aşılması gerektiğini” vurguladı.
 
Yeni eğitim-öğretim yılı 2 Eylül’de uyum haftası ile başlarken, 9 Eylül’de ise yaklaşık 19 milyon öğrenci için yeni dönem başlayacak. Her geçen yıl adeta yapboza çevrilen eğitim sisteminden mustarip olan öğrenciler ve eğitimciler, bu yılı da 27 Mayıs’ta Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin tarafından onanan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile karşılıyor. Eğitim müfredatının toplumsal cinsiyet eşitliğinden, bilimden daha fazla uzaklaştırıldığı bu yeni eğitim modeli muhalefet tarafından “bilimsel olmayan politik bir metin” olarak tanımlanıyor. Yeni eğitim ve öğretim döneminde çocukları, eğitim emekçilerini ve velileri bekleyen sorunlara dair Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) Amed 2 Nolu Şube Eşbaşkanı Duygu Özbay, değerlendirmelerde bulundu.
 
Narin’i hatırlattı
 
9 Eylül’de milyonlarca öğrencinin yeni eğitim-öğretime dönemine başlayacağını belirten Duygu, 21 Ağustos’tan bu yana kayıp olan 8 yaşındaki Narin Güran’ı hatırlattı. “Kadını ve çocuğu koruduğu savunulan politikaların”, yine kadınların ve çocukların yaşamlarının son bulmasına sebep olduğunu dile getiren Duygu, Narin’in bir an önce bulunup sıralarda yer almasını, arkadaşları ve öğretmenleriyle bir arada olmasını temenni ettiğini söyledi.
 
Kalabalık sınıflar öğrenciler için tehlike 
 
Duygu, öğrencilerin yeni eğitim-öğretim dönemine birçok sorunla başlayacağını belirtirken, “Diyarbakır’da zaten kalabalık sınıf problemi var. Şimdi bizler yeni bir salgın atlattık. Fakat bu salgından ders alamadık. Dolayısıyla yeni bir salgınla karşı karşıyayız. ‘Okullar gerçekten hijyenik mi, değil mi’ sorusu aklımızda. Biz geçen eğitim-öğretim dönemi içerisinde bir anket çalışması düzenlediğimizde bu anket çalışmasına katılan eğitim emekçilerinin çoğu okullarının yeteri derecede temiz olmadığını ve yeteri derecede yardımcı personel olmadığını ifade etmişti. Dolayısıyla bu salgının etkilerini en aza indirebilmek, bu salgının bulaşımını azaltmak, salgının koruma yöntemlerini geliştirmek için öncelikle okulların hijyenik olması, yardımcı personel eksikliğinin giderilmiş olması aynı zamanda da sınıfların kalabalık olmaması gerekiyor. Ankete katılan eğitim emekçilerinin çoğu sınıflarının 40 ve üzerinde mevcuda sahip olduğunu dile getirmişti. Sınıf sayısının oldukça 20’nin altına düşürülmesi gerekiyor. Dolayısıyla öğretmen atamalarının yapılması gerekiyor. Yeni hizmet binasının ve dersliklerin açılması gerekiyor” sözlerine yer verdi.
 
‘Sistem anadilde eğitime ‘bölücülük’ diyor’
 
 “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adıyla onaylanan ve bundan sonra eğitim-öğretim döneminde bu müfredatın esas alınmasıyla birlikte birçok öğrencinin dezavantajlı duruma düştüğünü ifade eden Duygu, müfredatın “cinsiyetçi, milliyetçi, dinci pratikleri dikkate alan bir müfredat” olduğunu vurguladı. Müfredatın tekçiliği esas aldığına değinen Duygu, “Homojen bir toplum yaratmaya çalışıyor ve heterojen bir toplum algısını yok ediyor. Şimdi burada anadili Türkçe olmayan çocuklar dezavantajlı durumuna düşüyor. Yani bu çocuklar çok uzun süredir aslında tek dilli eğitim politikalarının mağduru oluyor. Dolayısıyla bunu gidermenin yollarından biri de anadilde eğitim hakkının bugün her çocuğun çok yasal hakkı olduğunu dile getiriyoruz. Pedagojik olarak bugün her çocuğun anadilinde eğitim alıyor olması aslında çocuğun pedagojisini olumlu etkileyecek bir özellik. Fakat sistem buna bölücülük faaliyetleri üzerinden yaklaşıyor. Mesela İsveç’te bir ev reformu uygulanıyor. Yani çocuğun evde konuştuğu dili okulda eğitim-öğretim dili olabiliyor. Bölünüyor mu? Bölünmüyor.  Dolayısıyla artık bu meseleleri bir kenara bırakmak lazım. Çocukları anadilde eğitim hakkına kavuşturmak ve bunun alt yapısını düzenlemek gerekiyor. Bu müfredatın da aslında bizler çok dilliği, kültürlülüğü, heterojen toplum yapısını, farklı inançları dikkate alan bir yerden bir müfredat talebimizin olduğunu sürekli dile getiriyoruz” dedi.
 
‘Çocukların kamusal eğitim hakkı tehlikede’
 
Duygu, çocukların kamusal eğitim hakkının tehlikede olduğunu belirtirken, ekonomik krizin öğrencileri de büyük oranda etkilediğine işaret etti. “Bu ülkede aslında sadece yüzde 1’in geçinebildiği dönemi yaşıyoruz” diyen Duygu, diğer tüm kesimlerin yoksul olduğunu ekledi. Duygu, “Yoksulluk sınırı altında bir ücretle hayatta kalmaya çalışılıyor. Amed de yoksulluğun şiddetlendiği kentlerden biri. Çocukların kırtasiye ücretlerinin giderek arttığı bir dönem aynı zamanda. Çünkü biz ekonomik krizin oraya yansımasını görüyoruz. Yani bu enflasyonun aslında kırtasiye ücretlerini de çok fazla arttırdığı, çocukların deftere, kitaba erişimlerinin kısıtlandığı bir dönemi yaşıyoruz. Dolayısıyla bu çocuklar daha dezavantajlı bir şekilde başlıyor. Çünkü artık kamusal eğitim hakları tehlikede. Bunu gidermenin yollarından biri bugün her çocuk aslında kamusal eğitim hakkına sahip olabilecek mi? Artık kamusal eğitimin lüks sayıldığı bir dönemde bizler çocukları koruyan politikalar geliştirmeliyiz” şeklinde konuştu.
 
Yoksulluktan ilk mağdur olan kesim çocuklar
 
Yoksulluk ile çocuğun eğitim hakkının bir kriz haline dönüştüğüne dikkat çeken Duygu, “Her çocuğa bir öğün yemek hakkı sunabilmeliyiz. Çocuk okula başlıyorsa kırtasiye ücretlerini sağlayabilmeliyiz. Devletin aslında sorumluluğu burada bu çocuğu en iyi şekilde kamusal hizmet alabileceği bir pozisyona getirebilmektir. Yoksulluk şiddetleniyor ilk mağdur edilen kesim çocuklar oluyor. Zaten insan hakları krizi var ama o krizlere çocuk eksenli baktığımızda da bunların hepsi birer çocuk hakkı krizine dönüşüyor” ifadelerini kullandı.
 
Kız çocukların okulda kalma süreleri erkeklere göre daha az
 
Bu sorunlar arasında yeni müfredat ile kız çocukların mağdur olduğunun altını çizerken devamında şunları kaydetti:  “Kız çocukların okullaşma oranın arttığını görüyoruz. Fakat eğitim süresi içerisinde erkek çocuklara oranla daha kısa kaldıklarını görüyoruz. 2011 yılına baktığımızda kız çocukları erkek çocuklarına göre 1 buçuk yıl daha az eğitim süreci içerisinde kalırken, günümüze baktığımızda bu sürenin 2 yıla çıktığını görüyoruz. Evet, okullaşma oranı artmış ama eğitim-öğretim süreci içerisinde okulda kalma süreleri açısından bir kısıtlama meydana gelmiş. Dolayısıyla bugün yeni yapılan, ortaya atılan, bir yönüyle neoliberal politikaları destekleyen, bir yönüyle iktidarın ideolojisini destekleyen bu müfredat, toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten, dikkate alan bir yerden tasarlanmamış. Dolasıyla bu kadar mağdur olan kız çocuğuna yeniden bir mağduriyet dayatılıyor.”