Avukat Several Ballıkaya: Barış adımının anahtarı İmralı’dır!

  • 09:03 12 Şubat 2024
  • Güncel
Marta Sömek
 
İSTANBUL – İmralı ile görüşme sağlanması için binlerce hukukçu ve sivil toplum örgütü ile CPT ve Adalet Bakanlığı’na başvuruda bulunan avukatlardan Several Ballıkaya, “Bugün yaşanan, barışa yönelik bir adım atmak istememenin görüntüsüdür. İmralı’daki mutlak tecridin, mutlak suretle ortadan kaldırılması gerekir. Barış ortamına geçilmesi için bir adım atılmasının anahtarıdır İmralı. Bu sorunun çözülmesi, mutlaka İmralı’nın kapılarının açılması ve Abdullah Öcalan’ın çözüm iradesini ortaya koyacak koşullara sahip olması gerekir” dedi.
 
15 Şubat 1999 tarihinde uluslararası komplo ile kaçırılarak  Türkiye’ye getirilen PKK Lideri Abdullah Öcalan, İmralı Adası’nda 25 yıldır ağırlaştırılmış tecrit koşulları altında tutuluyor. 31 Mayıs 1999 tarihinde İmralı Adası’nda yargılanmaya başlayan Abdullah Öcalan’ın yaptığı savunmalar daha sonra kitaplaştırılarak dünya halkları tarafından büyük bir ilgi gördü. Büyük bir nefret ve linç atmosferinin yaratıldığı bu süreçte yargılamayı yapan Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından, 29 Haziran 1999’da Abdullah Öcalan’a oybirliği ile idam cezası verildi. Kararda Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 59’uncu Maddesi’nde düzenlenen cezai sorumluluğu kaldıran veya azaltan nedenlerden yararlandırılmasının uygun görülmediği açıklandı. Ardından mahkemenin verdiği idam kararı, Yargıtay tarafından 25 Kasım 1999 tarihinde onandı. Ağustos 2002’de ise Meclis’in Avrupa Birliği (AB) yasaları çerçevesinde idam cezasını kaldırması sebebiyle Abdullah Öcalan’a verilen idam cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrildi.
 
CPT ve Adalet Bakanlığı’na başvuru
 
Ancak Abdullah Öcalan ağırlaştırılmış müebbetin yanı sıra “incommunicado” yani mutlak iletişimsizliğin sürdüğü bir politikaya da maruz bırakılıyor. Abdullah Öcalan ile diğer tutsaklar Ömer Hayri Konar, Veysi Aktaş ve Hamili Yıldırım’dan 35 aydır hiçbir haber alınamıyor. Avukatları ve ailesinin Abdullah Öcalan ile görüşebilmek için yaptığı başvurular, Bursa İnfaz Hakimliği’nin 6 ayda bir sistematik olarak verdiği “keyfi” ve hukuka aykırı “avukat görüş yasağı” ve “disiplin cezaları” gerekçeleriyle engelleniyor. 12 Ocak’ta, hak ve hukuk örgütlerinden oluşan 14 sivil toplum örgütü, Abdullah Öcalan ve İmralı’daki üç tutsak için Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi’ne (CPT) İmralı’yı “acil” ziyaret etmesi için başvuruda bulundu. Yine 22 Ocak günü de 35 barodan bin 330 avukat, Amed’de gerçekleştirdiği basın açıklaması ile Adalet Bakanlığı’na görüşme başvurusunda bulundu.
 
Başvuru yapan avukatlardan Several Ballıkaya, uluslararası komplo ile başlayan İmralı süreci, mutlak iletişimsizlik ve başvurularına ilişkin JINNEWS’in sorularını yanıtladı.
 
“Büyük Orta Doğu Projesi’nde yer alacak devletlerin hangi esaslar üzerinde hareket edeceğine ilişkin görüşmeler olmak üzere pek çok konunun bu süreçten sonra başka bir mecraya geçtiğini söyleyebiliriz. Çünkü küresel güçlerin dahil olduğu bir operasyonun nedeni ve sonucu olması lazım. Biz bu sonucu hem Abdullah Öcalan’ın kendi kitaplarında anlattığı bilgilerden hem de bundan sonra ortaya çıkan olgulardan biliyoruz. Dolayısıyla dünyada Kürt sorunuyla bağlantılı olarak Orta Doğu’da yeni bir sürecin başladığı bir süreçtir komplo süreci.”
 
*Öncelikle Abdullah Öcalan’ın tutuklanma süreci ve ağırlaştırılmış müebbet sistemini hukuki olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce o süreçte komplo ile amaçlanan neydi ve hukuken nasıl bir aşama oluştu?
 
Adeta bir film şeklinde gerçekleşen büyük bir operasyon. Abdullah Öcalan, NATO’nun katıldığı, devletlerarası ortak operasyon biçiminde yapılan bir operasyonla Türkiye’ye getirildi. Suriye’den çıkarılmasından başlamak üzere bütün devletlerin el birliğiyle yürüttüğü bir operasyon şeklinde oldu. Atina, Rusya, Roma arasında gidip gelen bir süreç. En son Nairobi’den bir uçakla getirilmek suretiyle Türkiye’ye teslim edildi. Bu operasyonun ve projenin de büyüklüğünü gösteren bir olay olarak algılamak lazım. ABD başta olmak üzere NATO devletlerinin müdahil olduğu bu operasyonun sonuçları da elbette operasyonun gücü, kapasitesiyle ilgili aynı zamanda. Çünkü çok sert, dünya açısından stratejik bir coğrafyada yaşanan bir mücadelenin ardından gerçekleşen bir operasyon. Özellikle bu kısmı son derece önemli. Çünkü Kürt sorunu, devletlerarası bir sorun. O nedenle de tüm Orta Doğu halklarını ilgilendiren, etkileyen bir sorun statüsünde.
 
Kürt sorununun çözümü engellendi
 
Bu nedenle de komplonun yapıldığı süreçte özellikle ABD’nin, Abdullah Öcalan’ın bir yerde yerleşmesine olanak tanınmaması noktasında ağır baskısı olduğunu biliyoruz. Hem kendi açıklamalarıyla hem de ortaya çıkan raporlarla son derece açık ve aşikar bir biçimde görülüyor. NATO’nun ilk Türkiye’ye teslim ettiği uçağa gelinceye kadar uçağın tahsis edilmesi dahil olmak üzere büyük bir operasyon, gizlilik içerisinde yapıldığını biliyoruz. Neden böyle bir şey yapıldı? Çünkü Kürt sorununun çözümü hem çetrefilli hem de başka birçok problemi de içinde barındıran bir sorun. Özellikle son yıllarda IŞİD’le mücadele içerisinde gördüğümüz gibi Orta Doğu’daki dengelerin kapitalist devletler lehine değişmesi ya da kapitalist devletlerin sürdürdüğü politikaların orada yürüyüp yürümemesi bu dengelerin ABD ya da NATO’nun belirlediği çerçevede yürümesine bağlı. Bu nedenle de oradaki devletlerde siyasal sistemin veya Orta Doğu’daki dengelerin nasıl yürüyeceği konusunda da ABD’nin çok açık müdahaleleri var. İşte Kürt sorunu tam bunun ortasında, bu projenin tam olarak uygulanmasını engelleyen bir statüye sahip.
 
Avrupa’ya çözüm için çıktı
 
Abdullah Öcalan’ın Avrupa’ya çıkışında, demokratik bir şekilde Kürt sorununun çözümü amacı ile çıktığı kendi açıklamalarıyla da biliniyor. Fakat bu çözümün, kapitalist devletlerin ABD’nin Orta Doğu’da istediği statüye engel olacağı konusunda bir bakış açısının, görüşün etkili olduğunu kabul etmek gerekir. Bu nedenle de özellikle Abdullah Öcalan ve önderlik ettiği siyasi hareketin, Orta Doğu’da yaratan bu sisteme uygun olmadığı bakış açısının etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla İmralı sürecine kadar giden bu uluslararası komplonun inşa edildiği dönemde, hem yakalanmasıyla birlikte cezaevinin inşa edilmesi hem Türkiye Cumhuriyeti devletinin hazırlanmakta olan büyük Orta Doğu projesinin bir şekilde içinde yer alacağı bir hesaplamanın bir parçası olduğunu söylemek gerekir. Bu şekilde komploya uygun olarak bir yargılama süreci başladı.
 
Yasal haklar uygulanmadı
 
Bu süreçte Yunanistan ve İtalya’nın tavrına değinmek önemli. Çünkü mültecilerin durumuna ilişkin hukukta son derece dikkatli ve uygulamada standardı olan devletler bunlar. Hukukun uygulanmaması o süreçten başladı. Mültecilik statüsünün tanınması noktasında, bir talebin görüşmeye dahi alınmaması süreci, yargılamanın ve bundan sonraki gidişatın nasıl olacağı, yargılamanın ilk aşamasının başladığını söyleyebiliriz. Daha sonra İmralı Cezaevi tamamen tecrit edilmiş bir biçimde ve tüm cezaevlerinden farklı uygulamanın olduğu bir cezaevi olarak inşa edildi ve uygulamaya açıldı. Yasal statüsü çok farklı, diğer cezaevlerinden sistemi çok farklı ve yargılama da çok farklı oldu. Bir mahpusun ya da herhangi bir fiile katıldığı gerekçesiyle yakalandığı söylenen kişinin yargılandığı ya da isnat edilen eylemlerden bağımsız olarak hakları var. Fakat bu haklar Abdullah Öcalan açısından uygulanmadı. Çünkü daha uçağa bindirildiği ilk andan itibaren iradesini sakatlayan uygulamalara, fiziksel saldırılara maruz bırakıldı. Ve o fiziksel saldırıların altında görüntüleri teşhir edilmek suretiyle getirilerek İmralı Cezaevi’ne konuldu.
 
Jet hızıyla yargılama yapıldı
 
Avukatlarıyla görüştürüldü ama yargılama kamuoyunun görebileceği koşullar içerisinde gerçekleşmedi. O dönem özellikle İstanbul Barosu’nun, Çağdaş Hukukçular Derneği’nin başvurusu vardı bu yargılamayı rapor edecek şekilde izleyici olmak konusunda. Bu başvurular kabul edilmedi. Sadece avukatlarının sınırlı olanaklar içerisinde oraya gitmesi koşulu kabul edildi. Çok hızlı bir şekilde Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından yapılan bir yargılamayla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Bu yargılamanın objektif olduğu, yargılamada gerçekte sorunun tartışıldığını söyleme ihtimali yok. Tek tek Abdullah Öcalan’a isnat edilen eylemlerin tartışılması değil, bir sorunun tartışılması gerekiyordu. Fakat o sorunu tamamen gizleyen ve tartışmayan bir yargılamayla kısa sürede karar verilen bir dava oldu. Onaylanması da çok kısa sürede bitti. Bu süreçten sonra Türkiye ve Orta Doğu’da yeni bir dönemin başladığını görüyoruz.
 
Büyük pazarlıkların yapıldığı bir süreç oldu…
 
Türkiye’de özellikle o dönemde milliyetçi dalganın çok büyük boyutlara vardığına bizzat tanıklık ettik. Avukatları, Abdullah Öcalan ile ilgili herhangi bir açıklama, eylem yapan kişiler, açık linç saldırılarına maruz kaldı o dönemde. Avukatlarının basın toplantısı yapması fiziksel saldırılarla engellendi. Ardından Bülent Ecevit hükümetinin devam eden süreçlerdeki yargı uygulamalarını gördük. Cezaevleri operasyonu tam bunun ardından gelen bir bağlantıdır. Dünyada dengelerdeki değişim de bu tarihten sonra başladı. Büyük pazarlıkların yapıldığı bir süreç olduğunu söyleyebiliriz. Büyük Orta Doğu Projesi’nde yer alacak devletlerin hangi esaslar üzerinde hareket edeceğine ilişkin görüşmeler olmak üzere pek çok konunun bu süreçten sonra başka bir mecraya geçtiğini söyleyebiliriz. Çünkü küresel güçlerin dahil olduğu bir operasyonun nedeni ve sonucu olması lazım. Biz bu sonucu hem Abdullah Öcalan’ın kendi kitaplarında anlattığı bilgilerden hem de bundan sonra ortaya çıkan olgulardan biliyoruz. Dolayısıyla dünyada Kürt sorunuyla bağlantılı olarak Orta Doğu’da yeni bir sürecin başladığı bir süreçtir komplo süreci. Türkiye açısından da yeni bir dönemdir. 15 Şubat Komplosu’ndan sonra Kürtler üzerinden yürütülen milliyetçi dalganın başka bir boyuta taşındığını söyleyebiliriz.
 
Ağırlaştırılmış müebbet ‘sistemi’
 
Abdullah Öcalan’a verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ve tecrit sisteminde yeni bir aşamaya geçildi. Cezaevlerinde yeni bir dönemin başlangıcı oldu. İdam cezasının değiştirilmesinden sonra müebbet hapis cezası uygulamasından sonra ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası getirildi. Ama uygulamanın esas olarak Abdullah Öcalan’a, idam edilmemekle birlikte tüm hayatını cezaevinde geçirmesi anlayışından kaynaklı olduğunu söyleyebiliriz. Böylece mutlak tecrit sürecini içeren hem cezaevi politikası hem de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası böyle başlamış oldu. Ardından tüm cezaevlerinde tecrit sistemine dayanan bir uygulamaya geçildi. İmralı Cezaevi bir denemeydi. Ada hapishanesi uygulaması dünyada, siyasal liderlik konumunda bulunan kişilerin konduğu cezaevlerinde özellikle ABD önerisiyle oldu.
 
Komplo ile neler yaşandı?
 
Kürt sorunu özellikle dört parça arasında bölünmüşlük ve devletlerarası müdahalelerle ortaya çıkan bu durumun kalıcılaştığı bir süreçte Kürtlerin bulunduğu her coğrafyada Kürt sorununun başka bir mecra içerisine girdiği bir dönem. Türkiye açısından inşa edilmek istenen hukuk sisteminin bir adımın atılmasının başlangıcı olmuştur bu süreç. Bundan sonraki süreçte özellikle Kürt sorununun demokratik çözümüne ilişkin adım atılmaması konusundaki iradenin başlangıç noktası da burasıdır. Tüm muhalif kesimleri kapsamına alan yeni ve baskıcı bir dönemin inşasının da başlangıcıdır. Tecritle demokrasinin inşa edilmemesi arasında her dönem bir bağlantı olmuştur. Ama İmralı ve F Tipi cezaevleri süreci, tüm muhalefetin bitirilmesi sürecinin iradesini ortaya koymaktadır. Cezaevleri sürecinde artık tüm muhalefeti ortadan kaldırmayı, sindirmeyi amaçladığını söyleyebiliriz.
 
İmralı sistemi demokrasinin inşası ile ilgili
 
Türkiye’deki yargı sisteminin de dönüşüm geçirdiği bir dönemdir bu. Özellikle terörle mücadele yasasının kabul edilmesinden sonra pek çok hükmü uygulamaya geçirilememiştir. İmralı Hapishanesi’nin açılmasından sonraki süreçte terörle mücadele yasasının tam olarak uygulamaya geçildiği bir dönem yaşadık cezaevleriyle. Bu sürecin hukuka yansıması da oradaki iradenin hukukun demokratik yönde işletilmesi biçiminde değil, antidemokratik uygulamaların kurumsallaştırılmasına ilişkin bir irade hayata geçti. İmralı’daki sistem tek başına ne Abdullah Öcalan ne de Kürtler ile ilgili bir durum değildir. O sistem aynı zamanda Türkiye’deki tüm demokrasinin inşası, demokrasi mücadelesinin nasıl evrileceğine ilişkin çok önemli bir noktadır.
 
“İmralı kapılarının açılması demek, çözüm konusunda adım atılmasına ilişkin bir anlayışın da mevcut olduğunu gösteriyor. Çünkü çözümün anahtarı pek çok siyasi güç tarafından İmralı olarak gösteriliyor. Şu an açlık grevindeki mahpuslar da dahil olmak üzere çözümün iradesinin ve anahtarının İmralı’da olduğuna ilişkin açıklama ve beyanlar var. Çünkü İmralı sürecinin açıldığı her dönemde savaşa değil barışa yönelik adım atılması konusunda hamleler olmuştur.”
 
*Abdullah Öcalan’dan haber alınamama hali 35’inci ayında. Aile ve avukatlarıyla görüştürülmüyor. CPT ve uluslararası mekanizmaların sessizliği ile 1999’dan bu yana süren uluslararası komplonun etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
35 aydır haber alamama hali, komplodan bu yana süren bütün olguların devamıdır. Abdullah Öcalan’ın iletişim içerisinde olduğu dönemde mutlaka soruna bir çözüm arayışı içerisinde olduğunu ve bunda başarılı olduğunu da biliyoruz. İletişimi engelleyenler de bunu biliyor. Sorunun her derinleştiği dönemde, iletişimsizliğin olduğu herkesin bilgisi dahilinde. Mutlak iletişimsizlik, soruna yaklaşımla ilgili. Hem Kürt sorununa hem de Türkiye’deki tüm sorunların demokratik bir bakış açısı çerçevesinde Kürt sorununun barışçıl bir biçimde çözülmesi konusundaki iradeye yaklaşımın göstergesi. Çözüm süreci döneminde Abdullah Öcalan, cezaevlerindeki sınırlı olanaklarına rağmen çok büyük adımlar atarak büyük bir hamle gerçekleştirdi. Dönem dönem gerçekliği algılanamayan, sonradan algılanan pek çok adımlar attı. Bir şekilde bu sorunun demokratik mecrada çözülmesi konusunda yol kat etti.
 
Görüşmeler sürerken de izolasyon vardı
 
Öte yandan Kürtlerin yaşadığı Rojava’daki sorunun çözülmesi ve büyük hamleler yapılması konusunda görüşleriyle adımlar attı. Bu görüşlerin gerçekliği, mücadelenin büyümesiyle de teyit edilmiş oldu. Hem Türkiye hem de Rojava’daki sorunla bağlantılı bir biçimde iletişim kesilerek bu sorunun çözüm noktasında bir irade bulunmadı. Incommunicado, CPT açısından da son derece zor bir durumda kabul edilen bir uygulama. İmralı’daki sistem tam da böyle. Çünkü bir cezaevi modelinden öte tam bir yalıtmayı esas alan, hukuku başka, idare sistemi tamamen başka bir sisteme bağlı özel bir statü. İmralı sisteminin hangi esaslarla yönetildiğini dahi tam olarak bilmek mümkün değil. Avukatların görüşme olduğu dönem, gidiş dönüşleri her yönüyle kontrol altında fiziksel ve dokümantasyon anlamında. Görüşme olduğu dönem de izolasyon olan bir dönemdi. Fakat mutlak iletişimsizlik olarak tanımlanan bu dönem, avukat, aile ve vasi dahil tamamen engellendiği bir dönem. Üstelik sadece Abdullah Öcalan için değil, İmralı’da kalan diğer üç mahpus açısından da aynı şey geçerli. Bununla ilgili avukatların yüzlerce kez AİHM, AYM, CPT, BM’ye yapmış olduğu başvuruları var.
 
Görüşme de yok yaptırım da!
 
Bu başvurularda somut olarak bir tespit yapıldı. Bu mutlak iletişimsizlik sözleşmeye ve insan haklarına aykırı. Koşulların düzeltilmesi gerekiyor. BM bu konuda Türkiye’ye bu mutlak iletişimsizliğin artık ortadan kaldırılması için bir mektup da yazdı. Ama devlet buna yanıt vermedi. Daha sonra tekrar bir mektup yazıldı 2022’de. Türkiye, işkencenin önlenmesi ve mahpuslara uygulanacak standartlar konusundaki sözleşmeyi imzalamış olmasına rağmen mektuplara hala uymadı, uyacağına dair de bir beyanda bulunmadı. Bu tespitin CPT tarafından yapıldığını biliyoruz. Buna rağmen Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı fiili bir yaptırım henüz uygulanmış değil. Bu karara uymamanın önemli yaptırımları var. Devletin, ‘işkence yapan devlet’ olarak anılması konusunda bazı hükümler ortaya çıkarma olasılığı var. Ama buna rağmen devlet şu ana kadar uygulamadı. Dünyada örneği olmayan bir uygulama yaşanıyor. İç hukuk düzenlemelerine aykırı.
 
Tecrit ile çözümsüzlüğün devam etmesi eşdeğer
 
Türkiye’nin mevcut bütün kararları ve düzenlemeler, mahpusların bazı hakları sınırlanabilecekse bile bu iletişimin engellenmeyeceğine ilişkin hükümler içeriyor. Yani bir mahpusun aile ve avukatıyla görüşmesinin engellenemeyeceği kural uygulanmıyor. Türkiye’nin imzaladığı sözleşmeleri devlet uygulamıyor. Bunun tüm ülkeye yayılan sonuçları var. Bu sistemin devam etmesi, Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün devam etmesi ile eşdeğer bir yaklaşımdır. İmralı kapılarının açılması demek, çözüm konusunda adım atılmasına ilişkin bir anlayışın da mevcut olduğunu gösteriyor. Çünkü çözümün anahtarı pek çok siyasi güç tarafından İmralı olarak gösteriliyor. Şu an açlık grevindeki mahpuslar da dahil olmak üzere çözümün iradesinin ve anahtarının İmralı’da olduğuna ilişkin açıklama ve beyanlar var. Çünkü İmralı sürecinin açıldığı her dönemde savaşa değil barışa yönelik adım atılması konusunda hamleler olmuştur. Bugün yaşanan, bunu istememenin görüntüsüdür.
 
2 Bin 300 imzaya varan hukukçunun da bulunduğu demokratik kitle örgütlerinin başvurusu var. Bu başvuruda CPT’ye bu sorunun çözümlenmesi için Ada’yı ziyaret etmesi, bu sorunun çözümü konusunda gereken adımın atılması, hazırlanan raporların duyurulması ve incommunicado uygulamasına son verilmesi konusunda bir başvuru yapıldı. Bu açıdan CPT’nin görevini yerine getirmesi gerekir.”
 
*Ocak ayında CPT ve Adalet Bakanlığı’na başvurular gerçekleştirdiniz. Bu başvuruların içeriği ve tecridin son bulması yönünde yapılan girişimlerin önemini nasıl yorumluyorsunuz?
 
Bu tecridin mutlaka sonlandırılması gerekiyor. Savaşın sonlandırılması, insanların ölmemesi ve barış ortamına geçilmesi için bir adım atılmasının anahtarıdır İmralı. Bugün yaşanan antidemokratik uygulamalardan çıkıp barış içinde bir arada yaşamanın adımı da buradan geçmektedir. Savaş devam ettikçe Kürtler dışında da diğer halkların barış içerisinde yaşama şansı olmayacaktır. Dolayısıyla da bu sorunun çözülmesi, mutlaka İmralı’nın kapılarının açılması ve Abdullah Öcalan’ın çözüm iradesini ortaya koyacak koşullara sahip olması gerekir. Cezaevlerindeki tüm sorunların devam etmemesinin ve demokrasinin inşasının yoludur aynı zamanda. Abdullah Öcalan’ın bu sorunun çözümü noktasında adım atabilecek koşullarda olması halinde çözülebilecek büyük bir sorun var karşımızda. Bunun için de bunun bilincinde olarak geçmişten beri pek çok çağrı yapıldı hukukçulardan, insan hakları aktivistlerinden, demokratik kitle örgütlerinden. Dünyada da çok sayıda çalışma ve çağrı oldu.
 
CPT ziyareti etkisiz
 
Son başvuru da bununla ilgili. Bin 300 imzaya varan hukukçunun da bulunduğu demokratik kitle örgütlerinin başvurusu var. Bu başvuruda CPT’ye bu sorunun çözümlenmesi için Ada’yı ziyaret etmesi, bu sorunun çözümü konusunda gereken adımın atılması, hazırlanan raporların duyurulması ve incommunicado uygulamasına son verilmesi konusunda bir başvuru yapıldı. Bu açıdan CPT’nin görevini yerine getirmesi gerekir. Şu ana kadar hazırlamış olduğu raporları, sadece buna özel gelmiş olduğu durumlar var. İmralı Hapishanesi’ni ziyaret etti fakat bunun sonuçlarını açıklamadı. Çünkü devlet açıklamasını istemiyordu. Ama bu CPT’nin mevcut uygulamasına uygun olmayan bir tutum. Çünkü sorunun çözülmesi bu ziyaretler ve raporlarla da bağlantılı. Böyle bir sonuç yaratmayan ziyaretin etkisiz bir uygulama olduğunu söyleyebilirim.
 
“İmralı’da veya başka bir yerdeki tecrit, hepimizin tecrididir. Çünkü oradaki kısıtlamalar bizi de gerçek hayatta savaşla, antidemokratik uygulamalarla karşı karşıya bırakıyor. Dolayısıyla çözüm bizi de ilgilendiren, tüm kamuoyunu ilgilendiren bir sorundur. Barış için adım atılması gerekiyor.”
 
*Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması talebiyle 27 Kasım 2023 tarihinde cezaevlerindeki tutsakların başlattığı açlık grevi eylemleri ile dünyanın dört bir yanında mücadele yürütülüyor. Bu talepler doğrultusunda Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün önemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir çağrı ve mesajınız var mı?
 
Cezaevlerindeki açlık grevleri, gelmiş olduğu durum itibariyle kritik. Mahpuslar, hem cezaevlerindeki gayri insani sorunların çözülmesi konusunda hem de mevcut savaş ve şiddet politikalarının sona erdirilmesi için Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü talep ediyor. Açlık grevleriyle ilgili sorunun can kaybı olmadan çözülmesi ve hepimizi ilgilendiren demokrasi, savaş ve şiddetin sona erdirilmesi sorununun barışıl bir ortamın yaratılmasının buradan geçtiğine ilişkin bilinçle yapılmış bir adım bu çağrı. Umuyorum bu çağrı olumlu sonuç verir. İmralı’daki mutlak tecridin, mutlak suretle ortadan kaldırılması gerekir. Toplumsal muhalefetin, demokrasi ve barış noktasında kendisini göstermesi gerekir. İmralı’da veya başka bir yerdeki tecrit, hepimizin tecrididir. Çünkü oradaki kısıtlamalar bizi de gerçek hayatta savaşla, antidemokratik uygulamalarla karşı karşıya bırakıyor. Dolayısıyla çözüm bizi de ilgilendiren, tüm kamuoyunu ilgilendiren bir sorundur. Barış için adım atılması gerekiyor.