Halklar Filistin veya İsrail’i seçmeye mahkûm mu?
- 09:12 11 Ekim 2023
- Güncel
Melek Avcı
ANKARA - Filistin ve İsrail arasındaki savaşta her iki tarafın kayıpları ve sivil halka yönelik saldırıları hatta cenazelere yönelik işkence görüntüleri ortadayken davanın “haklı ve meşruluğundan” bahsedilebilir mi sorusu sıkça soruldu. Filistin’indeki yapılardan olan Hamas mı yoksa İsrail mi derken halkları iki seçeneğe mahkûm eden ulus devlet fikriyatının karşısında ayrı bir yol gerçekliği tam da Türkiye’nin hedefinde olan Rojava’da duruyor. Ortadoğu halklarının yüzünü buraya dönmeli ve modeli incelemelidir.
İsrail ve Filistin arasında yıllardır süre gelen çatışmaların en büyük saldırılarından biri 7 Ekim günü Filistin’de Müslüman Kardeşlerin Filistin kolu olarak kurulan Hamas (İslami Direniş Hareketi), Gazze Şeridi yakınındaki farklı noktalardan İsrail'e girerek “Aksa Tufanı” dediği operasyonu başlattı. Hamas tarafından yönetilen Gazze’den İsrail’le binlerce roket atılırken diğer yandan kara harekatı da başlatıldı. Başlatılan saldırılar neticesinde İsrail “savaş durumu” ilan ederek karşı saldırı ile sivilleri de hedef aldı. Hem Filistin hem de İsrail tarafından birkaç gün içerisinde binlerce kişi yaşamını yitirdi ve bazı cenazelere işkence yapıldığı görüntülendi. İsrail tarafından Gazze ve Batı Şeria’ya gıda, elektrik, su ve birçok kısıtlama getirilerek sivil halkın ihtiyaçlarına ambargo konuldu.
İran’ın Hamas desteği
Yaşanan savaşa ilişkin ülkelerden ayrı ayrı açıklamalar gelirken, başlatılan operasyonda İran’ın desteği olduğu konuşuluyor zira kullanılan roket ve silahların da İran tarafından temin edildiği belirtiliyor. İran ise savaşa “müdahil olmadığı” açıklamasını yapmış fakat anaakım medyası Hamas güçlerini destekleyen yayınları servis etti. Rus medyası ise bölgedeki saldırılara ilişkin Amerika Birleşik Devletleri'ni (ABD) suçladı. Şarku'l Avsat gazetesinin eski genel yayın yönetmeni Tarık Alhomayed, "Gazze ve faydasız savaş" başlıklı köşe yazısında, savaşı "faydasız" olarak nitelendirmiş; yeniden dağıtılacak olan kartlarda Hamas, Müslüman Kardeşler ve diğer örgütlerin burada yeniden konumlanacağının altını çizmişti. Ayrıca Tarık ,“Kaybedense hiç şüphesiz, Filistin davası ve Filistin halkı olacak" değerlendirmesini yapmıştı.
Filistin kimin eliyle özgürleşmeli
Bakıldığında sivillere işkence görüntülerini servis eden Hamas’a hem İran destek sundu hem de Afganistan’da kontrolü ele alan Taliban destek verdi. Bunun yanı sıra Türkiye ayağında ise Hizbullah’ın siyasi ayağı niteliğindeki HÜDA-PAR Hamas’ın yanında saf tutarak kendi kitlesini sokağa çağırdı. Bakıldığında Türkiye’deki sol gruplar da Filistin’in özgürleşmesine destek vererek, İsrail’e karşı Filistin’in kurtuluşuna yönelik destek açıklamaları yaptı. Evet, Filistin halkları özgürleşmeli fakat nasıl ve kimin eliyle: Başörtüsü takmadığı gerekçesi ile kadınları öldüren İran’ın mı, kadın bedenini teşhir eden Hamas ile mi yoksa radikal İslamı hat safhada yaşatarak kadınlara neredeyse nefes almayı dahi yasak eden Taliban ve Hizbullah ile mi? Filistin nasıl özgürleşebilir? Biliyoruz ki İran’da 1979’da İslam Devrimi yaşandığında bu devrime her kesimden sol ve sağ gruplar dâhil olmuştu. Fakat mollalar gücü ele alır almaz kendi ideolojisi dışında kalan tüm karşıt grupları tek tek tasfiye etti. İdam etti ve hayatta kalanlar ise ülkeden göç etmek zorunda kaldı. Böylesi bir gerçeklik karşımızdayken şuan Filistin ve İsrail arasındaki çatışmada önümüze çıkan ve destek bulan Hamas oluyor. Filistin’in kurtuluşunu aşırı sağ ve radikal İslamcı örgütlerin eline vermek ne kadar doğru? Halk kendi direnişini yaratmak için yüzünü bu şiddet ve işkenceci gruplardan öteye başka bir yöne çevirmek zorunda.
Halklar yüzünü Rojava’ya dönmelidir
Hem Filistin’de hem de İsrail’de yaşanan saldırı bombardımanında siyasetin de halkların da kafası karışık. Filistin’i savunanlar bir yandan Hamas’ın işkence görüntülerine denk gelirken durup düşünüyor fakat bir yandan ise yıllardır süren İsrail saldırılarının ve işgallerinin gerçekliği var. Bu durumda karşımızda iki seçeneğin olmadığını görmek için gerçekten barışçıl, demokratik ve kadın özgürlükçü bir toplum tahayyülü kuranlar yüzünü DAİŞ’e karşı savaşan ve Esad hükümetinin de baskısını kabul etmeyen Rojava’ya dönmelidir. Derinlikli bir savaşın ortasında ve en büyük emperyalist güçlerin kol gezdiği Suriye’de halklar kendi yolunu yarattı. Kendilerine sunulan iki seçeneğin üstünü çizerek paradigmadan yola çıkan yeni bir harita yarattılar. Bu devrim Türkiye tarafından yok edilmeye çalışılsa da kendini iki seçeneğe mahkum bırakmayan halklar 3’üncü Yol’da ilerledi.
Her iki şiddetin tarafı değil barışın tarafında ‘üçüncü yol’
19 Temmuz 2012 başlayan Rojava Devrimi, çatışmalar içindeki Suriye’de halk meclisinin yönetimini üstlenerek başladı. Bu tarihten itibaren halkın ve birliklerin direnişine tanık olan ve bunu tanıyan bir dünya ile karşı karşıyayız. Devrim süreci devam ederken PYD bu zamana kadar bir tarafta ABD ve öbür tarafta Rusya’nın yer aldığı kamplaşmada “üçüncü yol” adını verdiği bir politik çizgiyi takip etti ve DAİŞ’e karşı savaştı. Savaş ve devletler tarafından silahlandırılan çetelerin Esad’a karşı iç çatışmaları ilerlerken durumu dikkatli izleyen Kürtler şiddet yerine demokratik çözümü aramıştı. Şiddet arttıkça bölgede tedbirler alarak, ilk olarak halk hareketlerini güçlendirdiler ve 2012 yılının başında halk meclislerini kurdular. Her daim halk kendisini bölgede örgütlemeyi sürdürüyordu. Yaşanan iç savaşın tarafı olmak yerine PYD/YPG Rojava’nın savaş meydanına dönmesini önleyecek yol ve yöntemler izledi.
Teşhirci değil özgürlükçü
Bugün Türkiye’nin stratejik politik çıkarları uğruna saldırı altında olan Rojava halkları kendi örgütlülüğünü ve direnişini ortaya koyarak dünyada konuşulan bir sistem inşa etti. Ulus devlet sistemini reddederek Demokratik ulus sistemini esas alan ve bu doğrultuda inşa edilen bölge; milliyetçiliği, ataerkilliği reddeden bir model oluşturmuştur. Ulus devletin çoklu kimlikleri hiçe sayan anlayışını çöpe atan bu sistem bedeni teşhir ve işkence edilen kadınları değil kadın özgürlüğünü esas alan görüntüler ve projelerle karşımıza çıkmıştır. Halkların ortak direnişi ile Rojava’da hayat bulan bu modeli, PKK lideri Abdullah Öcalan, “Demokratik Ulus ekonomik krizden kurtulmak için yerel ve küresel modelleri birlikte geliştiren en doğru siyasi ve ahlaki yoldur” anlatmıştır. Attığı her yeni adım ve gelişmede Rojava’nın emperyalist ulus devletlerin hedefine takılmasının esasında faşizme ve emperyalizme karşı duruş olduğunu görmekteyiz.
Bütünlüklü bir Ortadoğu fotoğrafı İmralı’da
Bugün bölgede hala DAİŞ çetelerinin yakalandığı kamplarda binlerce kadın, çocuk ve erkek var fakat hepsi bedeni teşhir edilmeden, evrensel hukuk yolları ile yargılanabilsin diye bu kamplarda bekletiliyor. Fakat patlamaya hazır bu kamplar ve hala kendilerini eğitmeye çalışan DAİŞ üyelerine karşı emperyalist devletlerin tutumuna baktığımızda bu uluslararası yargılamaları nasıl yapacakları ve bölgenin güvenliği için buna yanaşıp yanaşmayacakları bilinmiyor. Türkiye’nin DAİŞ tehlikesine ve onun türevi çetelerine rağmen Rojava’yı, sivilleri, halkları, camileri ve tüm sosyal tesisleri bombalamasına sus pus kalınarak, İsrail ve Filistin meselesinde saflar tutulmaya ve “kim daha az savaş suçu işliyor “ “kim kaç kişiyi katletti” üzerinden taraflar belirlenmeye çalışılıyor. Oysa katliam yarıştırmanın önüne geçilerek bütünlüklü bir Ortadoğu fotoğrafı için İmralı’ya ve düşüncenin hayat bulduğu Rojava’ya bakılması gerektiğinin yeniden altını çizmeliyiz.