Tülay Hatimoğulları: Demokratik Cumhuriyet'i örecek olan 3’üncü Yol’dur

  • 12:45 16 Temmuz 2024
  • Siyaset
 
ANKARA - Meclis Grup Toplantısı’nda konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Türkiye’de yaşanan tüm krizlere karşı, çözümün 3’üncü Yol olduğunu söyledi. Tülay, “Biz 3’üncü Yol’un yolcuları olarak Demokratik Cumhuriyet’i inşa etmek için mücadelemize devam ediyoruz” dedi. 
 
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, haftalık Meclis Grup Toplantısı’nda gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. 
 
‘AYM, AİHM ve Yargıtay’ın bir tarafı kalmadı’
 
15 Temmuz ve onu takip eden 20 Temmuz’un hukukun yargı eliyle ortadan kaldırıldığı günler olduğunu söyleyen Tülay, Anayasa Mahkemesi (AYM), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Yargıtay’ın doğru düzgün bir tarafının kalmadığını belirtti. Tülay, “20 Temmuz OHAL darbesi, iktidarın kendi bekası olarak gördüğü için, 20 Temmuz’da ilan edilen OHAL ile beraber gerçekleşen zamana yayılmış siyasi darbeyle ve kolluk kuvvetlerinin desteğiyle Türkiye’deki bütün muhalifler yurttaşlıktan çıkarılmıştır. Yaptıkları muamele ile yurttaşı, muhalif olanı, ona biat etmeyeni vatandaşlıktan çıkardıkları günün başlangıcı olarak tarihin sayfalarında yazılacaktır. On binlerce insanın ekmeğe muhtaç edildiği, yaşayan ölüye dönüştüğü, milyar dolar servetlere el konulduğu tarihtir o gün” dedi.
 
‘Bu rejimden hesaplaşmaktan vazgeçmeyeceğiz’
 
Yaşamını yitiren oğlunun cenazesini bir kutu içerisinde alan Ali Rıza Aslan’ın fotoğrafını gösteren Tülay, bu fotoğrafın birçok şeyi anlattığını söyledi. Tülay, “Ali Rıza Aslan şu sözlerle tanımlıyor duygusunu: ‘Gözlerim karardı, nefesim kesildi, sanki o bütün Diyarbakır başıma yıkıldı.’ Bütün Diyarbakır, bütün Türkiye bu acı çeken ailelerin başına yıkılıyor. Bunu da yapan, sözde mütedeyyin olan, inançlı olan ama İslam’ın değerlerini siyasal amaçları için kullanan AKP’dir. Hiçbir dinde, hiçbir imanda, hiçbir mezhepte, hiçbir itikatta, hiçbir anlayışta, hiçbir etikte cenazeyi babaya böyle teslim etmek yok. Buradan, bu anlayışı sizlerin huzurunuzda bir kez daha kınıyorum ve asla ve asla bu duygularla biz bu rejimle hesaplaşmaktan vazgeçmeyeceğiz, sonuna kadar mücadelemiz bu babalar ve analar için olmaya devam edecek” diye belirtti.
 
‘Garibe Gezer bizim içimizde’
 
Kandıra Cezaevi’nde katledilen Garibe Gezer’in de fotoğrafını kürsüden gösteren Tülay, cezaevlerinde her ay çok sayıda cenazenin çıktığını dile getirdi. Tülay, “Tedavisi yapılmayanlar, ince arama ve çıplak aramayı reddettiği için hastaneye götürülmeyenler, tahliyesi geciktirilenler ve işkence görenler. Kayseri  Hapishanesi’nden Kandıra’ya sürgün edilen ve burada 22 gün tek başına hücrede bekletilen Garibe Gezer tacize ve işkenceye uğradı ve işkenceyle katledildi. bu genç kadının siyasi gülüşünü, gördüğü işkence solduramamıştır. Bedeni toprak altında olabilir ama o bizim içimizde. Bu acıyı, bu işkenceyi unutmadık. Bu acıya ve işkencenin benzerini biz 12 Eylül zindanlarında gördük, tanık olduk, tarih yazdı bunları. İçimizde onların bizzat tanıkları var, bu salonda 12 Eylül döneminde hapishanelerde olanlar. Bu acıları onlar en iyi bilenlerdir. Garibe Gezer’i burada saygıyla anıyorum” sözlerini kullandı.
 
Tülay’ın konuşmasının satır başlıkları şöyle; 
 
“AKP’nin öncülüğünde gerçekleşen siyasi darbenin yarattığı sonuçların görüntülerini sizlerle paylaşmaya devam ediyoruz. Hasta tutsaklar, Makbule Özer 83 yaşında ve yüzde 61 engelli. ATK’den çıkan rapora göre cezaevinde kalabileceği söyleniyor. Ağır hasta ve yaşlı mahpusların neler çektiğini Makbule Ana’ya baktığımızda kolaylıkla görebiliriz. Darbe demek insan haklarının postallar altına alınması demektir. Cezaevinde olabilir o insan, cezaevindeki mahpusların hakları anayasada tanımlanmıştır. Ona dahi riayet etmeyip postallarıyla bu yasaları ezdiler, biz darbeci değiliz diyen sahtekarlar. Daha iki gün önce Batman’da analar tutuklandı. Analara yönelik yürütülen operasyon, bu iktidarın Kürt kadınlara ve analarına sadece barış istedikleri için yürüttükleri operasyonun bir sembolü ve simgesidir. Sanmayın ki bu anlattıklarımız sadece bir Kürt kadının hikayesidir. Bu anlattığımız, bir elinde çiçek, bir elinde bastonu ve beyaz tülbendiyle dimdik ayakta durmaya çalışan bir Kürt ananın fotoğrafı, hikayesidir. Aynı zamanda, aynı zihniyetin emeklilere nasıl davrandığını bizler görüyoruz. Demek ki bu zihniyet aynıdır. O Kürt anneye hapishaneyi reva görenler, aynı zamanda işçiye, emekçiye ve emeklilere de işkenceyi reva görenlerdir.
 
Verdiği bu zam, ne bir kıyaktır, ne bir bahşiş niteliği taşır
 
En düşük emekli maaşının 12 bin 500 olduğu açıklandı. Emeklilere kıyak zam yaptıklarını zannediyorlar. Bunun böyle olmadığını bütün emekliler çok iyi biliyor. Bu ülkede 16 milyon emekli var. Bunların verdiği bu zam, ne bir kıyaktır, ne de bir bahşiş niteliği taşır. Saray, 15 saniyede bir emekli maaşını harcarken, emekliye verdiklerinin 12 bin 500 TL olduğunu biraz önce öğrendik. Biz DEM Parti olarak emekli maaşının yoksulluk sınırının yarısı kadar olması gerektiğinin altını defalarca çizdik. Yürüttüğümüz ekmek ve adalet kampanyasında emeklilerin yanında durmaya devam edeceğiz. 
 
100 yıl boyunca hatırlayacağımız bir darbe fotoğrafı
 
Yine darbenin en önemli eserlerinden biri, yeni tip darbenin yeni tip modeli olarak tarif edeceğimiz kayyım rejimidir. Geçmiş dönemde yaşamış olduğumuz askeri darbe dönemlerinde dahi kayyımlar atanmadı. Geçmişte öğretmenler ve kamu emekçileri ihraç edildi, meslekten men edildi ama birkaç yıl içinde bütün hakları teslim edilerek görevlerine iade edildi. Ancak bu darbe, 12 Eylül askeri darbesinden daha beter bir darbedir. Askeri cunta anayasasında tanımlanmış olan yerel yönetimler yasasını bile çiğneyen bir anlayışla, yani 12 Eylül anayasasının gerisine düşmüş bir anlayışla bu ülkeyi yöneten iktidar, siyasetin elini bükemediğine diz çöktüremediklerine yargı yoluyla ve OHAL’i Allah’ın lütfu olarak görerek kayyım atıyor. 674 sayılı kanunla belediyelerin gasp edilmesinin önünü açan kayyım uygulaması 15 Temmuz’dan sonra sahneye konuldu. Milyonlarca insanımızın seçme ve seçilme iradesi KHK ile, bir tek adamın imzasıyla ortadan kaldırıldı. Bu görüntüyü daha önce de göstermiştik: Polislerin hemen arkasında bizler vardık ve bu Hakkari Valiliği'nin önü. Sosyal medyada birkaç saat içinde çok döndüğü için AKP iktidarı, asker görüntüsünün yaratacağı tehlikenin farkına vararak askeri geri çekmiştir. Alın size, 100 yıl boyunca hatırlanacak bir darbe fotoğrafı: Hakkari Valisinin Hakkari Belediyesine kayyım olarak atanmasının belgesi. Askeri güçle bunu sağladıklarının belgesi bu fotoğraftadır. Bu fotoğrafı asla unutmayacağız. Yürüyüşlerimizle, nöbetlerimizle, direnişimizle Hakkari’de atanan kayyım el çektirilene kadar mücadelemiz devam edecektir. Bu, aynı zamanda darbeye karşı da bir mücadeledir. 
 
Yaşama darbe 
 
Bu darbeci anlayış, sermayenin daha da gelişmesi ve palazlanması için Türkiye’nin doğasını peşkeş çekmekten geri adım atmadı. İliç’te toprak kaymasında göçük altında kalan maden işçileri yaşamını kaybetti. O dönem çok konuşulan konulardan biriydi. Maden şirketlerine ruhsat dağıttı bu iktidar. Bu gücü, 15 Temmuz sonrasında elde ettiği otoriterleşme ve faşist yönetimle arkasına alarak Türkiye doğasını mahvetmeye ve sermayeye peşkeş çekmeye devam ediyor. Cudi - Akbelen bu fotoğrafı. Fotoğraflar yanımda değil ama hafızalarımızda o kadar taze ki gözümüzü kapattığımızda 6 Şubat depremini hatırlayacağız. 11 ilimizi etkisi altına alan, Maraş’ı, Adıyaman’ı, Antakya’yı, Defne’yi, Samandağ’ı. Türkiye’nin dört bir yanını yaktılar, yıktılar. Doğal afetleri ölüme ve felakete dönüştürdüler. Şimdi ise KHK’larla, yasaları kendi kafalarına göre değiştirip rezerv alan ilan ediyorlar. Bu, yaşama darbedir. Yaşamı savunmaya, depremzedelerin yanında olmaya, yangınların ve sellerin insan eliyle ölümle sonuçlanmasına neden olan bu darbeci anlayışa karşı mücadelemiz devam edecek. Ne depremde ne yangında kaybettiklerimizi asla unutmadık, unutmayacağız.
 
Bu darbede tank yok, top yok, rant ve sömürü var
 
Biz, bu iktidarın yalanına, dolanına rağmen darbelere karşı mücadele etmeye dün olduğu gibi bugün de devam ediyoruz. Demek ki neymiş? Demek ki bu darbe girişimini yapan akılla, 15 Temmuz senaryosunu yazan akıl ve 20 Temmuz OHAL ilanı ile birlikte bu ülkede siyasi darbeyi gerçekleştiren akıl aynı akılmış; bu iktidarmış. Biz o dönemde de çok söyledik. Şimdi de hafızalarımızı yenilemek için bir kez daha altını çiziyoruz. Bu ülkede AKP’nin öncülüğünde ve onların küçük ortaklarıyla birlikte ve bu ortaklığa eklenen yeni kuvvetlerle beraber, bu ülkede faşist otoriter bir rejimi inşa etmek için bu darbeyi, senaryoyu kendileri yazdılar, kendileri oynadılar. Yani 12 Eylül darbesi neyse, bizim yaşadığımız zamana yayılmış bir darbenin ta kendisidir. Bu darbede tank yok, top yok, asker postalı yok ama neler var: Rant var, sömürü sistemi var, kadına yönelik şiddet var, KHK uygulamaları var, kafalarına göre anayasayı dahi çiğneyerek yeni kanun ihdas etmek var ve onları koruyan siyasi, yargı ve kolluk kuvvetleri var.
 
Meclisi’n raporunu çaldılar
 
Darbenin siyasi ayağını AKP hiç konuşmaz ama Türkiye toplumu darbenin siyasi ayağını çok ciddi bir biçimde konuşmalıdır. Darbenin hakimi, savcısı var, eniştesi var, enişteden duymuşlardı darbeyi, çaycısı var ama bu darbenin siyasi ayağı yok. Darbenin asıl failini bulmak için o zaman HDP, şimdi DEM Parti olarak defalarca araştırma komisyonu kurulsun diye teklifler verdik. En son darbe araştırma komisyonu kuruldu. Şu an söyleyeceğimiz şey o kadar mühim ki. Bu iktidarın derhal istifa etmesini gerektiren bir şey. Çünkü belgeyi çaldılar. TBMM’nin elindeki raporu ve belgeyi çaldılar. 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi Komisyon raporu çıkıyor, bir bakıyorsunuz ki bu rapor yok. Meclis’in raporunu çaldılar, bunlar sadece yalan söylemiyor, her yerde de hırsızlar. Sadece işçinin, emekçinin cebindeki parayı çalmıyorlar. Bakın, bu o kadar önemli bir şey ki rapor çalmışlar. Tarihe bu iktidar bu şekilde geçecektir. Onlar siyasi ayağının üstünü kapatmaya çalışsalar da bizler Türkiye kamuoyuyla, yurttaşlarımızla bu darbenin siyasi ayağını açıklamaya devam edeceğiz. Olağan şüpheliler kim bu darbede? Cemaatle kol kola yürüyenler, “Ne istediniz de vermedik?” diyenler, bu yapıları devlet içinde yerleştiren ve onlara kol kanat gerenler, Türkçe olimpiyatlarında gözyaşı dökenler. Meclis kürsüsünde Fethullah Gülen’e övgüler yağdıranlar; “Gel artık bitsin bu hasret” diyenler. Nokta. Kim olduğu gayet net ve anlaşılıyor. Darbenin siyasi ayağı, şu anda siyasetin başı olmuş durumdadır. Şundan bütün Türkiye halkları emin olsun ki bizler darbenin siyasi ayağıyla da yargı, toplumsal her ayağıyla da DEM Parti olarak dün olduğu gibi bugün de teşhir etmeye, bugün de onlara karşı mücadele etmeye devam edeceğiz. Gücümüzü halkımızdan alıyoruz, asla bize karşı duramayacaklar. Zafer bizim, hakların olacaktır. Bizler direnmeye alışkın bir geleneğin çocuklarıyız ve kazanacağız. Bu umutla mücadele ediyoruz.
 
AKP ve MHP sadece 15 Temmuz darbe girişiminde değil, cumhuriyet tarihindeki en büyük askeri ve sivil darbenin kirli mirasını omuzlayan bir iktidar oldular. AKP, darbe mekaniğinin bizatihi uygulayıcısı oldu. 20 Temmuz OHAL darbesinden sonra rejimin değişmesini de muhalefet ne yazık ki oturup izledi. Bizler ne darbenin ne darbecilerin bir parçası olduk, ne de darbeden faydalananlar olduk. Biz darbe rejiminin sahte oyunun perdesini açarak bütün açıklığıyla bunu halklara gösterenler olduk. Bizler Yenikapı Ruhunun figüranı olmayı reddettik. Halkın yanında olduk. Böyle de olmaya devam edeceğiz. Bunları neden hatırlama gereği duyuyoruz? Çünkü yeni dönemin siyaseti muhalefet tarafından şekillendirilmeye çalışılırken bu konuştuğumuz konuları, o dönem Yenikapı ruhu oluşturarak bu iktidarın kendini kurumsallaştırmasının önünü açan anlayış ile muhalefetin hesaplaşması gerekiyor. 
 
Demokratik Cumhuriyet’i örecek olan 3’üncü Yol’dur
 
Bu hesaplaşma gerçekleşmezse demokratik bir cumhuriyet ve demokratik bir Türkiye’den bahsetmek mümkün olmayacak. Biz DEM Parti olarak, ihraç edilen KHK’lilerin yoldaşı, ortadan kaldırılmak istenen demokrasinin savunucusu, haksızlığa, hukuksuzluğa karşı alanların sesi, sözü olduk, öyle olmaya da devam edeceğiz. Ne bu halk düşmanı olan rejimin, ne de bu rejimi restore etme ihtimaline karşın görev üstlenebilme olasılığı olan muhalefetin – olasılık diyorum çünkü bunu hala değerlendirmek kendi ellerinde – Türkiye halklarına bir faydası olmaz. İşte biz bu nedenle diyoruz ki, ne bu iktidar ne bu rejim ne de bu restorasyoncu anlayış. Bütün bunlara karşı demokratik cumhuriyeti örecek olan üçüncü yoldur. Üçüncü Yol’un yolcuları da DEM Parti’de mücadele vermektedir. Biz 3’üncü Yol’un yolcuları olarak Demokratik Cumhuriyet’i inşa etmek için mücadelemize devam ediyoruz.
 
Yaşam hakkımızı sonuna kadar savunmak biz kadınların hakkıdır
 
Bu darbe girişimiyle ve bu darbe sonrasında, bütün saydığımız bu baskı zincirinin en önemli nedenlerinden biri halkın üzerinde korku imparatorluğu yaratmak. Yurttaşın üzerinde bir korku imparatorluğu yaratmak. Bizlerse elbette bu korkunun ilk şok dönemini atlattık Türkiye halkları olarak. Bir şok doktrini uyguladılar bu topluma ama biz onu atlatalı çok oldu. Bu korkunun ecele faydası yok. Korkuyla bizi sindiremeyeceklerini, bu rejime biat etmeyerek Türkiye halkları önemli ölçüde göstermiştir. Gerçekleri haykırmaya devam etmeliyiz. Bizler insanız. Etten, kandan, ruhtan, duygulardan oluşan bir varlığız. Ve tok yaşamak, insanca, güvenceli bir işte çalışmak her insan gibi herkesin hakkıdır. Bu sadece zengin zümreye atfedilmiş bir hak değildir. Bu ülkede yaşayan 85 milyon yurttaşın hakkıdır. Ülkemizin dört bir yanında dolaşmak, Hakkari'ye gitmek mesela, Didim’e gitmek, Ege sahillerinde dolaşmak, Kürdistan'ın dağlarında dolaşmak. Bu, her yurttaşımızın en önemli hakkıdır. Anadilimizle konuşmak, yaşamak, anadilimizle rüya görmek, sevmek, hissetmek hepimizin hakkıdır. İstediğim gibi giyinmek. İster etek boyum kısa, ister başım örtülü olsun. Biz kadınlar olarak istediğimiz gibi giyinmek, mahalle baskısı görmeden özgürce dolaşabilmek, erkekler tarafından katledilmemek yaşam hakkımızı sonuna kadar savunmak biz kadınların hakkıdır. Her bölgesi bir birinden güzel memleketimizde, coğrafyamızda mutlu ve özgür bireyler ve yurttaşlar olarak yaşamak, eşit yurttaşlık hakkı temelinde anayasada tanımlı olmasının yanı sıra, bu toplumsal kabullerin sağlanması hepimizin hakkıdır. Bunu bize çok görenler, büyük sermaye grupları ve onların koruyucusu olan bu darbeci anlayıştır.
 
Korkuyu Amed zindanlarında bıraktık
 
Onlar Türkiye’nin rahatını yıllardır bozuyorlar. Yıllardır insanlar sokaklara çıkamıyor. Yıllardır insanlar, kadınlar sokaklarda kendisini özgür hissetmiyor. Bir basın açıklaması dahi yapamıyorlar. Biz onların rahatlarını bozabiliriz çünkü biz çoğuz. Onların tankı, topu var. Müzisyen der ya şarkısında: ‘Tankınız, topunuz var, ne güçlü, ne güçlü’ ama onları sürecek insan ister. Sonuçta insanın olduğu her yerde umut var, geleceğe dair güzel hayaller kurmak ve geleceği inşa etmek var. Biz bize dayatılan bütün bu korkulardan, korku rejiminden kurtulmaya başladığımız bu evrede kurtuluşumuzu daha da büyütmenin tam da zamanı. Bizler korkuyu Kerbela’da, korkuyu 1977 1 Mayıs'ında bıraktık. Biz korkuyu 15-16 Haziran işçi direnişinde, bizler korkuyu Amed zindanlarında bıraktık. Bizler korkuyu 14 Temmuz direnişlerinde, Gezi direnişlerinde bıraktık. Bizler cesaretimizi kuşanmış yoldayız ve yürüyoruz. Bütün ferasetimizle bizler ekmek için de adalet için de mücadele ediyoruz, etmeye devam edeceğiz. Mücadelemiz herkes için. Mücadelemiz, 85 milyon yurttaşımızın bu ülkede eşit ve adil bir sistemde yaşaması içindir. Bizler, buradan hareketle mücadele geleneğimizi daha da büyütmek için DEM Parti olarak ekmek ve adalet kampanyamızı başlattık. Yaz boyunca Türkiye’de bahsini ettiğimiz bütün ezilen ve sömürülen kesimlerle, işçilerle, emekçilerle, çiftçilerle, esnafla ve kadınlarla hep birlikte bir arada olacağız. Buluşmalarımızı gerçekleştireceğiz. Ekmek için, adalet için mücadele etmeye devam edeceğiz. Bu kampanyamıza güçlü bir desteği hem yerellerimizden hem de siz değerli halklarımızdan, siz değerli işçi kardeşlerimizden, emekçilerden ve yoksullardan bekliyoruz. Yapabiliriz, başarabiliriz.”