Ayşegül Doğan’dan İmralı için iki bakanlığa çağrı

  • 15:02 15 Temmuz 2024
  • Siyaset
ANKARA - Gündemdeki gelişmelere ilişkin açıklama yapan DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, İmralı Cezaevi'nde tutulan Abdullah Öcalan ve 3 tutsağın durumuna dair Adalet Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı'nın açıklama yapması gerektiğini vurguladı. Ayşegül, ayrıca 19 Temmuz'da "Ekmek ve Adalet" kampanyası başlatacaklarını duyurdu. 
 
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan, Eş Genel Başkanların katılımı ile toplanan Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantılarının gündemlerine ve Suriye ile ilgili gelişmelere dair genel merkez binalarında basın toplantısı gerçekleştirdi.  
 
Adalet ve Sağlık Bakanlığı’na İmralı çağrısı 
Her yerde çatışma halinin olduğunu söyleyen Ayşegül, buna karşı partilerinin uyarılar ve çağrılar yaptığını belirtti. PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük tecride de vurgu yapan Ayşegül, “Hapishanelerin durumu, hasta tutsakların hali. Dün Sincan Cezaevi'nde bazı tutuklu arkadaşlarımızı ziyarete gittim. Orada cezaevi gözlem ve idare kurullarının yaşattığı zulmü bir kez daha dinledim. Bu bile tek başına hapishanelerin durumunun ne kadar kritik bir hal aldığını, ne kadar önemli bir hal aldığını bir kez daha gösteriyor. İmralı'daki tecrit dedik. Sayın Öcalan’a yönelik uygulanan ve yalnızca onunla sınırlı kalmayan İmralı Ada Hapishanesi'nde onunla birlikte tecride maruz bırakılan diğer tutukluların durumundan bahsetmişken, Adalet Bakanlığı’na yeniden çağrı yapmak istiyoruz. Bu insan hakları ihlallerinden, insanlık suçundan vazgeçilmesi gerekiyor. Tecrit ağır bir insanlık suçu ama yalnızca bir insanlık suçu da değil. Yanı sıra İmralı Hapishanesi'nde tutulan insanların sağlık hakları da ihlal ediliyor. Dolayısıyla yalnızca Adalet Bakanlığı’na değil, Sağlık Bakanlığı’na da çağrı yapıyoruz. İmralı Ada Hapishanesi’nde insan hakkı ihlalinden vazgeçmek gerekiyor. Orada tutulan insanların sağlık durumları bir kaygı, endişe konusu” dedi. 
 
‘Ağırlaşmış bir karneden neden bahsedelim?’
 
İmralı Cezaevi'ne yönelik ihlalleri komisyonlarda dile getirdiklerini, Meclis genel kurulunda sorduklarını ve başvurular yaptıklarını anımsatan Ayşegül, “Bu konuda sürdürülen bu tutumdan vazgeçilmesi gerektiğini ve neden vazgeçilmesi gerektiğini de geriye dönüp bakarak Türkiye’nin tecrübe ettiği yakın siyasi tarihinde denediği yöntemlere bakarak görmek de mümkün. Bu hal Türkiye’nin eşitlik, özgürlük, demokrasi, insan hakları karnesini zaten ağır olan bu karneyi hafifletmiyor, daha da ağırlaştırıyor. Dolayısıyla tüy gibi hafiflemek mümkünken neden bu kadar ağırlaşmış bir Türkiye insan hakları karnesinden bahsedelim ki? O halde İmralı Ada Hapishanesi'nden başlayabiliriz. Böylelikle bundan sonrasına dair de çok önemli ipuçlarını konuşabiliriz şayet isterseniz” diye belirtti.  
 
’15 Temmuz tabanlarını konsolide etme aracına dönüştü’
 
15 Temmuz darbe girişimine de değinen Ayşegül, darbe girişimin karanlıkta kaldığını, bu darbelerle yüzleşilmesi yerine OHAL’e ihtiyaç duyulduğunu dile getirdi. Ayşegül, “Ancak bir başka darbe ile mümkün olabilecek hukuksuzluklar silsilesi yaşandı bugüne kadar da yaşanıyor. Bu hukuksuzluklar yaygınlaştı, keyfilik, belirsizlik başladı. Ve bu iklimin önüne geçecek bir ortam yaratmak yerine bugünkü rejimin tesisi için adeta yaşananlar bir fırsata dönüştürüldü. Ne oldu akabinde? Kayyımlara da bu şekilde yol açıldı. Bugün yaşadığımız farklı adaletsizliklere, eşitsizliklere ilişkin yollar da böyle döşendi. O halde tekrar edelim. 15 Temmuz 2016’da yaşananlarla çıplak bir şekilde yüzleşmek, o gün yaşananları ve bu ülkeye yaşatılmak istenenleri kimlerin neden yaşatmak istediğini açığa çıkartmak öncelikli olarak iktidarın görevidir, bu görev hala orta yerde duruyor. Bu konuda iktidarı tekrar daha sahici daha gerçekçi, açık, şeffaf bir şekilde sorumluluk almaya ve bunların siyasi sorumlularıyla yüzleşmeye davet ediyoruz. Yalnızca  iktidar değil, muhalefet partileri de bunu bir demokrasi sorunu olarak ele almak yerine ne yazık ki milliyetçiliği körüklemeyi tercih ettiler. O günden bugüne 15 Temmuz'u adeta kendi tabanlarını konsolide etmenin bir aracı olarak gördüler” sözlerini kullandı. 
 
Ayşegül’ün konuşmasının satır başlıkları şöyle: 
 
“90’lı yıllarda zorla sınır hattında köyler boşaltıldı. Pek çok köye boşaltmalarla ilgili baskı yapıldı. Milyonlarca insan zorla yerinden edildi, ne oldu? Bugün Türkiye o gün aldığı kararların mahkumiyetinin bedelini yaşıyor, tazminat ödüyor. Dolayısıyla bunlara yalnızca yanlış politikalar demek yetmiyor. Kürtler yaşadıkları tüm coğrafyalarda neresi olursa olsun Türkiye, Irak, İran, Suriye ve hatta buna diasporada dahil varlık mücadelesi vermek durumunda kalıyorlar. Son derece meşru bir hak kullanıyorlar bu saldırılara karşı. Daha önce bu çok acı bir şekilde tecrübe edildi. Hiç kimse, hiçbir güç halkları tekrar bu kötü tecrübeleri yaşayacak günlere götürmemeli. Ankara, Bağdat, Şam, Erbil arasında kurulacak bir ittifak savaş ve çatışma ittifakı olmamalı. Eğer bir ittifak kurulacaksa bugüne kadar kurulanın tam tersine savaşa karşı halkların kazanımını koruyacak bir ittifak olmalı. Hiçbir güç bu coğrafyada yaşayan Kürtleri karşı karşıya getirmemeli. Hiçbir güç bunun hesabını yapmamalıdır. Buna dönük yapılacak hesaplar tarihten hatırlanacağı üzere maalesef boşa çıkan ve ne yazık ki ağır bedeller olan hesaplardır. Bu hesapları yapan bütün güçleri bu hesapları yapmaktan vazgeçmeye çağırıyoruz. Yapılacak her hesap bu dönemde daha çok barış, bir arada yaşam olmalıdır. Hiçbir Kürt gücü de bu hesapların parçası olmamalıdır. 
 
Türkiye Suriye'de bu defa ne arıyor?
 
Ne yapılıyor Kürtlerin yaşadığı coğrafyalarda? Kilometre derinlik hesapları yapılıyor, oraya 30 kilometre, buraya 40 kilometre. Eğer bir derinlik hesabı yapmak istiyorsanız söz konusu coğrafyalarda yaşayan halklarla bu tür kilometre hesaplarıyla bunu yapamazsınız, yapmamalısınız. Bu yapılan uluslararası hukuka da aykırı bir şeydir. Bizzat Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın açıklamasından alıntılar yapmak istiyorum. Diyor ki; ‘Suriye’de çok karmaşık bir tablo var. Bu tablonun tartışmaya açılması için çok  zaman lazım’. DEM Parti olarak şunu hatırlatmak isteriz, çok zaman geçti. 10 yılı aşkın bir savaş halinde bahsediyoruz. Ağır bedelleri oldu bu zamanın, bu bedellere bakmak istersek, bu hafta Suruç Katliamı'nın yıldönümü. Böyle bedellerden bahsediyoruz, 10 Ekim Gar Katliamı, Reyhanlı, 5 Haziran Diyarbakır mitingi. Bunlar çok ağır can kayıpları. Ekonomik olarak maliyetleri de çok ağır. Sarsıcı etkileri toplumsal olarak hala devam ediyor. Daha nasıl bir zamana ihtiyaç var. Hakan Fidan'a soruyoruz, ‘bu tablonun ortaya çıkmasında Türkiye’nin nasıl bir rolü oldu?’ Bunu kamuoyuna açıklasınlar. Herkesin sorduğu soruyu DEM Parti olarak bir kez daha soruyoruz: Türkiye Suriye'de bu defa ne arıyor? Hakikaten Dışişleri Bakanı’nın dediği gibi bir normalleşme furyası başlayacaksa normalleşme diyerek sadece bu kavramı kullanarak bir normalizasyonun olmadığını son aylarda hep beraber görmüyor muyuz, yaşamıyor muyuz? Cumhurbaşkanı Erdoğan bir yumuşama dönemi dedi, akabinde normalleşme dedi, o günden bugüne aylar geçti. Bakın biz hala tecritten, kayyımdan bahsediyoruz. Ekonomik olarak açlıktan sefaletten bahsediyoruz. Nasıl bir normalleşme? Eğer Suriye ile ilişkilerde normalizasyon arıyorsanız geçmişi yeniden düşünerek yapacaksanız o halde açık bir şekilde kamuoyuyla paylaşılması gerekir. 
 
Bu kapı kimlere açık? 
 
Mülteciler konusunda Türkiye ne yapacak? Gönüllü dönüşler dahil olmak üzere nasıl bir planlama yapacak? Suriye’de yaşayan halklar birleşik ve demokratik bir Suriye'de yaşamak istiyorlar. Siz de halkların iradesine onların yaşamak istedikleri şekilde saygı duyuyor musunuz? Orada hem eski pozisyonumuzu koruyacağız diyeceksiniz hem de Suriye ile yeni ilişkiler yaratmak isteyeceksiniz. Bu nasıl mümkün olacak? O halde gerçekten ne arıyor Türkiye Suriye'de? Eski pozisyon korunarak, yeni ilişkilerin olamayacağı ayan beyan ortada. Oluşabilseydi zaten 31 Mart seçimlerinden önce bu yapılmak istendi ama başarılamadı. Arabuluculuk kolaylaştırıcılık misyonu yüklediğiniz ülkeler, bunu nasıl ve ne maksatla değerlendirdi. Bunları bilmek Türkiye kamuoyunun hakkı. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı herkes dış politikadaki yeni hamlenin gerçekten yeni olup olmadığını bilmek istiyor. Biz de DEM Parti olarak sormak istiyoruz; Bu kapı kimlere açık? Nasıl bir diyalog kapısı? Bu diyalog ne üzerine kurulacak Gerçekten çatışmaların derinleşmemesi için olur yeni politikalar. Arabuluculuk da kolaylaştırıcılık da bunun için olur. Aksi takdirde ortaya çıkan şey çatışmaları derinleştirir. Kolaylaştırıcılık tarafsızlıkla olur. Nasıl bir tarafsızlık eşitlikten özgürlükten demokrasiden adaletten ve bu evrensel değerlerin tesis edilmesinden yana olur. Salt tekrar ediyorum normalleşme kelimesini kullanarak ne iç politikada ne dış politikada normalleşme sağlanamaz. 
 
Kürtler bir tehdit unsuru değildir 
 
Yine Hakan Fidan’dan alıntı yapmak istiyorum. Zamanın ruhuna atıfta buluyor. Diyor ki ‘zamanın ruhu barışı ve istikrarı aramaya zorluyor.’ Biz de diyoruz ki evet zamanın ruhu epeydir barışı ve istikrarı aramaya zorluyor. Ama barış ve istikrar sizin bu istikrarınızla gerçekleştirilemez. Barış ve istikrar güvenlikçi  politikalarla sağlanamaz. Barış ve istikrar denenmiş yönetimlerin aynılarını tekrar etmekle sağlanamaz. O halde gerçekten Suriye’yle ilgili yeni bir politika izlediğini ve burada bu politikaların da halkların kazanımlarını korumaya ve gözetmeye dönük olduğunun ispat edilmesi gerekir. PYD  ile bu ülkede ilişkiler kuruldu. Bunlar kazandıran politikalardır. Orada yaşayan Kürtleri Türkiye’nin demokrasi mücadelesi için güçlendirici bir etki yaratacak potansiyel olarak görmek gerekir. Kürtler bir tehdit unsuru değildir. Aksine bir arada çoğulcu, eşit, adil, bir yaşamın emniyet subabıdır. Böyle yaklaşamadığı takdirde yanlışın daha ötesinde olunacağını söyledik, politikalardan geri dönmek imkansız olur. 
 
19 Temmuz’da Mêrdîn, Qoser'de  tarım mitingiyle kampanya startı veriliyor 
 
Ne yazık ki iç ve dış politikanın Türkiye’de yaşanan yaşanan ekonomik felaketin herkesin sofrasının yangın yeri olması halinin bu savaş ve çatışma gerçekliğiyle doğrudan doğruya bir ilgisi var. Şimdi son halini sizlerle paylaşıyorum. Mardin Kızıltepe'de 19 Temmuz’da Ekmek ve Adalet kampanyamıza start veriyoruz. Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan katılıyor. Mardin belediye eşbaşkanlarımız, milletvekillerimiz katılıyor. İl ve ilçe örgülerimiz ve yöneticilerimiz katılacak. 19 Temmuz'da saat 17.00’da Kızıltepe’de vereceğimiz startla 'Ekmek ve Adalet' kampanyamızı başlatılmış oluyoruz.” 
 
Ayşegül son olarak, önümüzdeki günlerde kampanya kapsamında yapacakları etkinlikleri şöyle sıraladı: 
 
"* 25 Temmuz’da Ağrı’da esnaf buluşması 
 
* Gürbulak Sınır Kapısı’nda açıklama 
 
* 28 Temmuz’da Batman’da emek buluşması
 
* 29 Temmuz’da Hatay rezerv alanında buluşma 
 
* 7 Ağustos Iğdır’da tarım ve kadın buluşması 
 
* 11 Ağustos’ta Kocaeli Gebze’de tersane işçileriyle buluşma
 
* 17-18 Ağustos’ta Antalya’da turizm işçileriyle buluşma 
 
* 19 Ağustos İzmir’de emeklilerle buluşma 
 
* 20 Ağustos’ta İzmir ekoloji buluşması
 
* 21 Ağustos’ta Manisa’da tarım işçileri ile buluşma.”