‘Sigarayı sıfırlarsak kanseri yüzde 50 azaltabiliriz’

  • 09:30 12 Ocak 2021
  • Sağlık/Spor
ANKARA - Türkiye’de meme kanserinin kadınlarda ne sıklıkta olduğunu ve kadınların bu süreçte neler yaşadığını değerlendiren Prof. Dr. Nazan Günel, “Genellikle sebze ağırlıklı beslenme, sağlıklı yaşam tarzı, aktivite artışı ve düzenli bir yaşam ile kanseri yüzde 30 ile 50 en az azaltabiliriz. Sigarayı sıfırlarsak toplumda kanseri en az yüzde 50 azaltabiliriz” dedi.
 
Meme kanseri tüm dünyada yaygınlık gösterdiği gibi Türkiye’de de başı çeken kanser türlerinden biri. Özellikle son yıllarda her 8 kadından birinin meme kanseri olması dikkat çekiyor. Meme kanseri teşhisi konulduktan sonraki süreç kadının hayatı için zor ve yıpratıcı bir hal alıyor. Bu durum kadının hem psikolojik, fizyolojik hem de sosyolojik anlamda bir sarsılma süreci yaşamasına neden oluyor.  Bazı kadınlarda meme kanseri hayattan ayrıma sebep olsa da bazı kadınlar erken teşhis sayesinde tamamen iyileşip hayatlarına kaldıkları yerden devam edebiliyor. Kadınlar, meme kanseri tedavisi için yaklaşık 5-10 yılını ayırmak zorunda.
 
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nazan Günel, Türkiye’de meme kanserinde merak edilenleri ve kadınların bu süreçte yaşadıklarını 10 soruda yanıtladı.
 
*Meme kanseri nedir, nasıl ortaya çıkar?
 
Meme kanseri kadınlarda görülen en sık kanser türüdür. Bu sıklık açısından hem ülkemizde hem de tüm dünyada risk açısından 1’inci sırada yer alır. Meme kanseri için en büyük risk de hem cins açısında kadın olmak hem de kadınlarda iki meme olmasıdır. Memeler hormona bağımlı organlardır. Östrojen progesteroler, memenin süt bezleri ve süt kanalları hormonla döngüye giren organlardır. Mesela adet dönemlerinde memelerde şişme, yumrular, dolgunluk hissi, ağrılar olabiliyor. Neden? Çünkü yumurtalıklardan salgılanan östrojen ve hormonun etkisidir. Burada hormon salgıladıkça memedeki oluşumlar etkileniyor. Yani cinsiyet ve hormonla büyüyen, gelişen organ memelerdir. Bu yumurtalıklarla ve cinsiyetle çok ilişkili bir durumdur.
 
Meme kanseri, memenin süt kanalları ve süt bezlerinden kök alan bir tümördür ama memede sadece süt bezleri, süt kanalları yok. Başka yumuşak dokular da var; oralarda da tümör çıkabiliyor ama onlar çok nadir görünürler. Biz memelerde genellikle süt kanalları ve süt bezlerine ilişkin kanser türünü görüyoruz. Bunların da kendi arasında bir sürü alt grubu var. Bu alt gruplarında bazen çok iyi giden daha tam kanser diyemeyeceğimiz süt kanalların içinde yer almış kanser öncesi durumlar var.  Mesela ele gelen kitle sadece mamografide anlaşılır. Ama meme kanseri deyince hemen herkesin algıladığı memede kitle olmasıdır. Oysa her kitle kanser değildir.  Kanser olabilen kitle sert ve tek memede olup etrafı düzensiz olabiliyor. Önce, sadece ele geliyor. Doktora gidilmez ve tedavi olunmasa o zaman ilerleme gösterip meme başında çekilme yapıyor. Akıntı veya kanlı akıntı yapabilir. Tümör memenin başına taşıyıp karnabahar gibi görüntü yapabiliyor.
 
Meme başında çekilme, memede şişlik veya portakal kabuğu gibi üzeri nokta nokta ödem belirtileri oluyor ki biz bunları istemiyoruz. Bunlar çok ileri evre grubuna giriyor. Onun için kadınların yapması gereken, erken evrede memede dış görüntü olarak belirti yapmamış ama kendi eline kitle gelen kişilerin  bu aşamada doktora gelmesini istiyoruz. Yoksa tedaviye geç kalıp kurtulma şansı azalabiliyor.
 
*Meme kanseri Türkiye’de ne sıklıkta görülüyor? Dünyadaki oranına baktığımızda Türkiye’deki kadınlarda daha fazla görülmesinin nedeni nedir?
 
Ülkemizde Sağlık Bakanlığı verilerine göre yılda yaklaşık olarak 18 bin civarında meme kanseri tanısı konuluyor. Aslında dünya ortalamasına bakıldığında bu nüfusun 100 binde 45’ine denk geliyor.  Kuzey Avrupa ülkelerinde çok daha sık görülürken, Güneydoğu Asya ve Japonya’da daha seyrek görülüyor. Amerika’da görülme sıklığı da 2000’li yıllardan sonra biraz daha azaldı. Türkiye’de bu ortalama genel dünya ortalaması kadar ama son yıllarda arttığına dair veriler var. Bunun sebebi de eskiden istatistiklerimiz tam değildi, net değildi, son zamanlarda kanser tarama ve kayıt sistemi daha güzel işliyor. Bu nedenle kanser vakaları ve olguları kayıt altına girdiği için hem görülme sıklığı artmış olabilir hem de kayıp nedeniyle bir artış yaşanıyor gibi algılayabiliriz. Eskiden teknoloji bu kadar ilerlememişti, toplum meme kanserinin farkında değildi ve o zaman teşhis daha güç, daha geç evrelerde tanı konuyordu veya hiç teşhis edilmeden istatistiklere ve hastane kayıtlarına bile yansımadan birtakım olgular olabiliyordu.  Fakat bugüne baktığımızda bir farkındalık var ve toplum bu konuda daha bilinçlendi.
 
*Çok geç yaşlarda anne olmanın veya 30’lu yaşlardan sonra ilk doğumunu yapmanın meme kanseri için bir risk oluşturduğunu söyleniyor. Bu doğru mu, doğruysa bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Evet, bu klasik bilgi riski artıran bir faktördür ve doğrudur. Ama tek faktör değil. Meme kanserinin gelişimi için daha çok faktörün bir arada olması gerekiyor. Çok erken 20 yaşından önce doğum yapıp emzirirse riskin daha azaldığı söyleniyor ama bu her zaman doğumla ve emzirmeyle bağıntılı değildir.  Erken doğum yapıp emzirenlerde de oluyor veya geç doğum yapıp emzirmeyenlerde de olmayabiliyor. Yani meme kanserini tek bir nedene bağlamak doğru değil.
 
*Modern şehir yaşamı ortamında yaşamak meme kanseri için bir risk mi?  Risk sosyolojik ve psikolojik olarak daha çok kadınları mı etkiliyor?
 
“Genellikle sebze ağırlıklı beslenme, sağlıklı yaşam tarzı, aktivite artışı ve düzenli bir yaşam ile kanserin en az yüzde 30 ile 50 azalabileceğini diyebiliriz. Meme kanseri de bu şartlara uyan bir tümör.”
 
Büyükşehirlerde yaşamak risk olabilir. Çünkü yaşam tarzı değişikliği var. Kırsal kesime göre birtakım travmalara maruz kalma, beslenme, stres faktörleri çok daha yoğun. Bu nedenle şehir yaşamında meme kanserinin görülme sıklığı daha artmış olabilir. Ama tam bunu karşılaştıran istatistik, veriler henüz elimizde yok. Yalnız büyükşehirde yaşayıp da yaşam tarzını daha olumlu geliştiren kişilerde de görülme sıklığı daha azalabilir. Şimdi tüm kanser hastalarında yaşam tarzı değişikliğiyle kanserin görülme sıklığında yüzde 30 ile 50 oranında azalma görülebiliyor. Yani sadece meme kanseri değil, diğer kanser türleri için de bu geçerlidir. Meme kanseri gelişme riskini taşıyan bir kişi varsa ağır stres kanseri hızlandırıcı bir faktör olabilir. Toplumda kadınların yükü tabi ki daha ağır ve hayatları stresli geçebiliyor ama meme kanseri tek başına stresle olacak bir şey değildir. Meme kanserinde kadın olmak yani cinsiyet çok önemli.
 
Meme kanserinde değiştirilebilir risk faktörleri var, bir de değiştirilmesi mümkün olmayan risk faktörleri var. Değiştirilmesi mümkün olmayan faktörler: Kadın olmak, yaş grubu, hormona maruz kalma veya aileden gelen genetik risk faktörleri… Ama yaşam alışkanlıklarımızı değiştirdiğimiz de meme kanserinde olduğu gibi diğer kanserlerde de çok daha görülme olasılığı azalıyor. Örneğin; obezite oluşturan fast food yiyecekler, yağlı beslenme, diyabet, alkol, sigara tüketimi tüm bunlar hep kanseri artıran faktörlerdir. Biz genellikle sebze ağırlıklı beslenme, sağlıklı yaşam tarzı, aktivite artışı ve düzenli bir yaşam ile kanseri yüzde 30 ile 50 en az azalabileceğini diyebiliriz. Meme kanseri de bu şartlara uyan bir tümör. Sigarayı sıfırlarsak toplumda kanseri en az yüzde 50 azaltabiliriz. Sigara hemen hemen tüm kanser türlerinden sorumludur. Çünkü sigara, kanserin gidişatını artıran bir faktördür.
 
*Araştırmalara göre dünyada her 8 kadından 1’inin meme kanseri olduğu, her 3 dakikada bir kadının meme kanserine yakalandığı ve her 11 kadından 1’inin yaşamını kaybettiği söyleniyor. Erkeklerde ise her 3 erkekten 1’i risk altında. Oranlardaki bu farkın nedeni nedir?
 
“Bazı meme kanseri türü hormonlara duyarlı olup hormonlarla besleniyor ama bazı meme kanseri de hiç hormondan etkilenmeden bağımız büyüyüp gelişebiliyor.”
 
Evet, her 8 kadından 1’inin meme kanseri olduğu doğru. Tabi bu görülme sıklığı yüksek, bu tamamen hormon ve cinsle alakalı bir durum. Erkeklerde meme kanseri görülmez değil. Her bin erkekten 1’inde meme kanseri görülüyor. Yani neredeyse erkeklerde kadınlara göre 100 kat daha az. Fakat erkeklerde de bazı gruplarda görülme riski artıyor. Bu hangi durumda artıyor? Meme kanserine duyarlılık genetik BRCA testi diyoruz. Bu BRCA2 pozitif olan erkeklerde meme kanseri, diğer normal erkeklere göre gelişmesini yüz kat artmış oluyor. Bir sürü sebebi var ve bunlardan birisi de genetik. Onun için bazı popülasyonlarda bazı kişilerde daha sık görülebiliyor. Genetik eğilim, aileden gelen bir takım olumsuz faktörler nedeniyle daha sık görülebiliyor ama kadınlara göre daha az görülüyor. Erkeklerde daha az, daha agresif seyrediyor, tedaviye daha az yanıt verebiliyor ve daha ileri evrelerde görülebiliyor. Çünkü erkeklerde kitle olduğu zaman düşünemiyorlar ve erken doktora müracaat etmiyorlar ki bu genetik olarak da kadınlara göre daha agresif ve daha hızlı olabiliyor. Bu da hücre yapısından kaynaklanıyor. Zaten erkeklerde görülen tümör az görülen bir tümördür.
 
Meme kanseri her kadında aynı gitmiyor. Bir kısmında çok ılımlı, çok yavaş ve ürkütücü değil. Bir kısmında da bunların tam tersi olabiliyor. Meme kanserinin; hücre yapıları, patolojik incelemeler, yaşına göre, durumuna göre, çok değişik seyreden türleri var ve hepsi aynı sınıfta değil; alt yapıları çok farklı.  Zaten alt yapı nedeniyle tedavileri de farklı oluyor. Biz herkese aynı ilaçları vermiyoruz. Mesela akıllı ilaç, kemoterapi her kanser hastası için geçerli değil. Bazı meme kanseri türü hormonlara duyarlı olup hormonlarla besleniyor ama bazı meme kanseri de hiç hormondan etkilenmeden bağımız büyüyüp gelişebiliyor. O zaman ne yapmak lazım? Bu patolojik veriler çok önemli. Tümör hormon içeriyorsa o zaman hormon baskısı yapıyoruz. Bu da menopoz öncesi ayrı, menopoza girmiş kadına ayrı ilaçlarla, ayrı yöntemlerle hormonları minimuma indirme çabasına giriyoruz.
 
* Bu zamana kadar uzmanlar hep, meme kanserinin 50 ile 70 yaş arasında daha sıklıkta görüldüğünü dile getirdiler. Ancak son zamanlarda bu yaşın 25 ile 40 arasına indiğini görüyoruz. Bunun nedeni nedir?
 
Türkiye’de batı toplumuna göre meme kanserinin görülmesi 10 yaş daha genç. Zaten kanser yaşlanma süresiyle ilgili artan bir durumdur. Hakikatten son zamanlarda gençlerde daha fazla görülmeye başlandı. Bunda, hem genetik faktörler, hem coğrafi faktörler hem de yaşam tarzıyla ilgili faktörler etkili. Tüm bu faktörler bir araya geldiğinde şimdi biraz daha genç yaşlara kaymış durumda ama bunun net ve tek sebebini söylememiz mümkün değil.  Coğrafi olarak dünya çapında düşündüğümüzde batı toplumlarda özellikle Avrupa'da meme kanserinin daha sık olduğunu görüyoruz. Bunun bir sebebi de toplumun sosyal ekonomik düzeyi yüksek olan ülkelerde beslenme alışkanlıkları etkiliyor, daha yağlı, ağır beslenme. Obez olabiliyorlar ve adet görmeleri erken yaşa kaymış durumda. Meme kanseri görme sıklığını artıran sebeplerden bir diğeri de hormon tedavileri var. Doğum kontrol hapları veya menopoza giren hormon yerine koyma (replasman) tedavisi. Bu kişilere östrojen tedavisiyle menopoz tedavi dediğimiz ilaçlar veriliyordu. Fakat Amerika’da büyük bir çalışma yapıldı. Bu çalışma sonuçlarına göre; bu hormon ilaçları verene, menopoz tedavi edenlerde meme kanserinin daha fazla artmaya başladığı görüldü. Bu replasman tedavisini menopoz tedavisinde durdurdular ve Amerika’da meme kanseri azalmaya başladı.
 
Yapmamız gereken en önemli durum erken tanı. Bunun için toplumun meme kanseri konusunda daha da bilinçlenilmesi gerekiyor. Belli yaş gruplarında kendi kendine muayene, daha belli periyotlarda hekim muayenesi, belli yaşlarda ultrason, belli yaşlarda mamografi gibi tetkikler yapmak ve yaptırmak gerekiyor. Bir de meme kanserinin şöyle bir durumu var: Ailesel bir tümör olabiliyor yani genetik geçişi olabiliyor ve risk taşıyor. Birinci dereceden akrabalarında varsa, kanser riski iki üç kat artmış oluyor. Eğer ailede böyle kişiler varsa o zaman meme kontrollerinin daha erken yaşlarda başlaması gerekiyor. Genetik geçiş daha çok kapalı toplumlarda veya akraba evliliğinde görülüyor.
 
*Sizin gözlemlerinize dayanarak kadınlar bu süreçte neler yaşıyor? Kanserle nasıl baş ediyorlar?
 
Memeler dışta yer alan organlar olduğu için çoğu kadın kendi kitlesini kendisi fark ediyor. Kitle hemen ele geldiği zaman hemen bir sağlık kuruluşuna başvuruyor. İleri tetkikler yapılıyor. Tıbbi her ele gelen kitle kanser değil. Bunların yüzde 80’i olumlu kitleler ancak yüzde 20’si kadar kanser olabiliyor. Bu aşamadan sonra hemen ultrason, mamografi, biyopsi doktor kontrolü yapılması gerekiyor. Bunlar çok kısa sürede ve art arda geliyor.  Tanı, teşhis konulduğunda hepsi kısa süre içinde birden bire olduğu için kadın için çok zor ve üzücü olabiliyor. Tabi hemen ardından tedavi aşaması başlıyor. Ama tedaviye başlamadan önce bir evrilme, vücuduna bir yansıma, bir sıçrama var mı, diye bakılıyor. Ondan sonra genellikle ameliyat oluyorlar. Ameliyattan sonra da patolojik sonuçlarına göre kemoterapi periyodu başlıyor. Meme kanserinde teşhis ani konulduğu ve arkadan cerrahi tedavi geldiği için tabi kadın için o süreç sıkıntılı oluyor. Hastalarımızın bir kısmı da ne yazık ki memelerini kaybediyorlar. Buna alışmaları bir süre zor oluyor. Bir de arkasından kemoterapi, ilaç tedavisi derken kadınlar için üzücü oluyor, kolay bir süreç olmuyor. Kemoterapi vücudun normal hücrelerine de zarar verebiliyor. Tabi kadın için bu süreç de çok yıpratıcı oluyor. Bir de bazı kadınlarda eğer gerekirse fiziksel bir takım değişiklikler yapan radyoterapi var. Bu fiziksel değişimlerin tamamen yerine oturması nerdeyse bir yılını alıyorlar. Meme kanseri diğer agresif kanser türleri gibi sık sık tekrar eden kanserlerden değil.  Zamanında tedavi edilirse çok güzel sonuçlar alınabiliyor.
 
*Meme kanseri olan kadınlar için devletin yeteri kadar yardımda bulunduğunu düşünüyor musunuz?
 
Tıbbi onkolojik olarak bizim bir sıkıntımız yok ancak hasta sosyal açıdan çalışıyorsa, rapor alıyor veya çocukları olabiliyor, memenin alınması bir takım yan etkiler tedaviye bağlı bir takım psikolojik sonuçlar doğurabilir. Hastaya en çok psikolojik destek veren yine biz doktorlar oluyoruz. Devlet kanser hastalarına ağır iş değiştirme konusunda, izin konusunda diğer birçok konuda biraz daha esnek bir düzenleme yapabilir. Kanser hastalarına sürekli biz rapor veriyoruz. Bu direk doktora bağlı bir rapor değil de bu tür hastalara devletin bunu organize etmesi daha uygun olabilir.
 
*Meme kanserini önleme ve bu kanser ile mücadele etme konusunda kadınlara ne demek istersiniz, bu konuda bir mesajınız veya çağrınız var mı?
 
Değiştirilebilen risk faktörlerine dikkat etmek gerekiyor. Bunlar; fizik aktivite, beslenme alışkanlıkları, yaşam şartlarının daha kanseri azaltıcı yönde değiştirilmesi yönünde olmalı. Ama değiştiremediğimiz risk faktörleri var. O zaman da erken tanı çok önemlidir. Bilinçli olmak gerekiyor. Her kadın düzenli adetin 5 ile 7’inci gün arasında en çok banyoda sabun köpüğüyle kendi kendini muayene etmesi gerekiyor. Yaşam şartların iyi, her şeye dikkat ettin, risk faktörü yok ama yine de kanser olabilirsin. Burada erken tanı hayat kurtarır. O yüzden kadın kendi kendini her ay muayene etmek zorunda. Ailede varsa bu muayene daha erken yaşlara kayıyor. 30’lu yaşlardan sonra hemen hemen herkes kesin muayene etmek zorunda.
 
* Kemoterapi ve radyoterapi alan meme kanseri olan bir kadını nasıl etkiliyor?
 
Kemoterapide kullandığımız 3’üncü kuşağın bu yeni ilaçları kadınların çoğunun saçlarının dökülmesine neden oluyor. Saç dökülmesi önemli değil, gelip geçici bir şeydir. Daha sonra çoğu hastalarda saçlar çıkıyor ve eskisi gibi oluyor. Saçlarına kalıcı bir zarar vermemiş oluyor. Kemoterapi uygulama sırasında kullanılan ilaçlar hücreleri öldürücü olduğu için kemik iliğini baskılar, bağışıklığı biraz baskılayabilir ya da insanlar mikroplara karşı daha hassas hale gelebiliyor. Enfeksiyon kapmamak için biraz daha dikkat etmeleri gerekiyor ve tabi beslenme tarzına dikkat etmek önemli. Fakat kalıcı bir hasar bırakmıyor, gelip geçici bir durum. Bazı hastalarda akıllı ilaç kullanıyoruz ve bu ilaç da biraz kalp üzerinde yan tesir yapabilir ama onların da kontrollerini belli periyotlarla yapıyoruz. Hormon baskılayıcı ilaçların da bir takım yan etkileri var. Bu konuda da hastayı bilinçlendiriyoruz ki 5 ile 10 yıl arasında kullanılan ilaçlardır ama bu ilaçların da öyle kalıcı yan etkileri olmayabiliyor. Bu hormon baskılayıcı ilaçları kullanan 30’lu yaşlarda bir hastamın 2 tane çocuğu oldu. Bu da bize kalıcı bir hasar vermediği gösteriyor. Bu konuda tabi yaş faktörü de önemli. Onun için “Vücudum hasarlanacak ben kemoterapi almam” şeklinde kesinlikle yaklaşmamak gerekiyor. Sonuna kadar hastanın patolojik sonuçlarına göre tedaviye devam etmeleri gerekiyor. Meme kanserinde ameliyat sonrasında bu verilen tedaviye yardımcı tedavi diyoruz. Hastalık ortada yok ama ileride tekrarlanmasın diye koruyucu bir tedavi oluyor. Bu tedavi kanıtlanmış ve eğer vücutta kanser varsa sıfırlıyor.