Özgürlüğün de yüzü bir kareye yansıyacak

  • 09:06 4 Şubat 2018
  • Kadının Kaleminden
“Zola'nın dediği gibi, gerçekler asla yok olmaz, tekrar gün yüzüne çıkmak için beklerler... Tıpkı bir halkın trajedisini anlatan ‘Sessiz Tanık’ karesi gibi özgürlüğün de yüzü bir kareye yansıyacak.”
 
Heval Nesrin Aslan
 
Bazen bir sanat eseri, bazen ise gerçekliğin tanığı bir fotoğraf, o kadar şey anlatır ki bizlere...  Bir kareye sığmış o an, yarattığı ve yaşattığı şeyler anlatılmak istense saatlerce anlatılabilir. Bazen rastlantı eseri objektiflere takılan bir kare, bir tarihi özetler. Bir yaşamışlığı anlatır, dile getiremediğimiz bir mesajı taşır. Kimi zaman som aşkı, sevgiyi, güzelliği yansıtır. Kimi zamanda o bir tek kare,  insanlığın başına gelebilecek en büyük felaketi ebediyen dondurur. Savaş, savaşın vahşi yüzü, insanın acımasızlığı, aklın yitimi ya da tutulması, acı, keder, o bitimsiz kalp ağrısı, o bir tek karede donar, kalır. İşte o an, o an yansıttığıyla ölümsüzleşir. O an, insanlığın vicdanında suç delili olur. Katledilmenin, katliamların kanıtı, tanığı olur. O bir tek kare, üstü örtülmek istenen çirkinliklerin, yüzsüzlüklerin,  zulmün çırılçıplak gözler önüne serilmesi, bir tokat gibi insanın yüzüne çarpmasıdır ayıbın, utanmazlığın...
 
Anlatmak isteyip de anlatamadığımızı göz önüne serendir.  Bellektir, tarihe kazınan, zamandan çalınan bir andır, bir haykırıştır insanlığın vicdanına...
 
Hiç eskimeyen fotoğraflar… 
 
Fotoğraflar,  hiç eskimeyen fotoğraflar... Zamana, mekana tüm boyutlara meydan okuyan fotoğraflar... Tıpkı Vietnam'da bombardımandan kurtulan ama, bedeni atılan kimyasal maddeyle yanan ve bilinçsizce çırılçıplak koşan kız çocuğun acı içinde koşuşu gibi...
 
Fotoğraflar vardır Dersim’den Agîrî'ye soykırımları, vahşeti anlatan. Tıpkı şu anda gözlerimin önünde duran bu iki fotoğraf gibi...
 
Bir elma kokusunu veremedi fotoğraf
 
Bu iki kare, bir halkın son 30 yılda maruz kaldığı trajedileri adeta özetliyor. İki ayrı zamanda çekilmiş ama aynı acıyı tarif eden kareler... Biri 16 Mart 1988'de Halepçe'de çekilmiş. Kente atılan zehirli gazdan bebeğini kurtarmaya çalışan o baba ve bebeği... Kendini korumak için puşusi ele ağzını kapamış. Başı bir evin kaldırımına düşmüş. Ve kundaktaki bebek, başı göğe, yüzü ise adeta geleceğe dönük. Babasının kolundan adeta destek almak istemiş bir nefeslik hava için... İkisinin cansız bedeni oracıkta, bir evin kapısının kaldırımında, bir duvarın dibinde sonsuzluğa uzanıyor. Fotoğrafın objektifi o anı ve onları ölümsüz kıldı. Bir tek havadaki elma kokusunu veremedi... Ama biz Halepçe sokaklarında elma kokulu ölümün kol gezdiğini donup kalan insanlardan biliyoruz. 
 
Hayat donmuş, zaman durmuş, acıdan akan gözyaşları kurumuş. Artık ölü bir kenttir Halepçe. Her karış toprağına yaşlı, kadın, çocuk, bebek bedeni düşmüş. Biz Kürtlerin zihnine kazınmış bu kare, 30 yıldır dinmek bilmeyen Halepçe'nin acısını anlatır bizlere.
 
Bir El Enfal demiş diğer El Fetih
 
Diğer fotoğrafa bakıyorum. Tarih 26 Ocak 2018. Fotoğrafın çekildiği yer Efrîn. Parçalanmış insan bedenleri içinde cansız bebeğe takılıyor gözlerim. Halepçe'den 30 yıl sonra çekilmiş olan bu fotoğraftaki tek fark Halepçe'de babasının kucağında kundakta katledilen bebek, bu kez babasının parçalanmış cesedinin yanında bir battaniyede duruyor.  İki kare, tek bir gerçek... 
 
Kendi saltanatlarını sürdürmek için çocukları, bebekleri katleden iki totaliter rejim... Bir diktatörün, kendi egemenliğini sürdürmek için kurban ettiği on binlerce masum insan... Tıpkı fotoğraftaki kareler gibi katillerde birbirine benziyor. O kadar bir birlerine benziyorlar ki, biri yaptığı katliamın adını El Enfal, diğeri ise El Fetih koymuş. 
 
Efrîn katliamını anlatan o anın karesine baktıkça Halepçe'yi düşünüyorum yeniden. Öfke aynı, acı aynı, yüreği saran o bitimsiz ağrı aynı...
 
Zaferi tatmış bir halk gerçekliği var
 
Elbette Kürtler o eski Kürtler değil. Saddam'ın zorbalığı altında yaşayan ve eli-kolu bağlı Kürtler değil.  Ve Efrîn, kendi kaderine terk edilmiş Halepçe değil...
 
Efrîn, Demokratik, Ekolojik, Kadın Özgürlükçü paradigmanın ete kemiğe büründüğü bir kent. Tüm halkların ve inançların ortak yaşamayı kabul ettiği bir şehir. Avesta Xabûr şahsında kadınların özgürlük için fedaileştiği, annelerin kendilerini savunmak için silah aldığı kadim bir topraktır artık...  Efrîn'de özgürlüğü, zaferi tatmış, kölelik zincirlerini kırmış, öz iradesiyle yeni bir yaşam kurmuş halk gerçekliği var. 100 yaşının getirdiği yorgunluğu bir tarafa bırakıp, "Efrîn yalnız değildir" diyerek Eyn Îsa'dan Efrîn'i direnişine katılacağını söyleyen Kevo Ana, analar var...
 
Özgürlük yürüyüşünü engelleyemezsiniz
 
Efrîn'i bombalarla yıkabilir, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar katledilebilir, ama özgürlüğü tatmış bir halk asla boyun eğmez, köleliği kabul etmez. O yüzden Efrîn'in etrafında kenetlenmiş halkların özgürlük yürüyüşünü engelleyemezsiniz. Evrenselleşen mücadelesini boğamazsınız. 
 
Gerçekler asla yok olmaz
 
19. yüzyılda Fransız yazar Emile Zola, Yahudi olduğu için haksız yere casuslukla suçlanan Yüzbaşı Alfred Dreyfus’ü savunmak için "Suçluyorum” başlığı altında yazdığı bir açık mektubunda, “Gerçeği gömmeniz boşuna, toprağın altında yol alıyor; bir gün, her yandan fışkıracak, öç bitkileri olarak açılacaktır,” diye yazar.  Zola'nın dediği gibi, gerçekler asla yok olmaz, tekrar gün yüzüne çıkmak için beklerler... Tıpkı bir halkın trajedisini anlatan "Sessiz Tanık" karesi gibi özgürlüğün de yüzü bir kareye yansıyacak. Ve o kare bir halkın özgürlük çığlığını sonsuzluğa taşıyacak...