Doğa, kadın ve ekoloji mücadelesinden yansımalar…

  • 09:03 14 Ocak 2018
  • Kadının Kaleminden
“Erkeklerin doğaya tahakkümüyle kadına yönelik tahakkümü arasında derin bir bağ var. Dolayısıyla, ekoloji ve kadın hareketlerinin giderek daha fazla dayanışmaya, bir arada durmaya, mücadeleleri yükselterek birlikte yürümeye ihtiyacı var..”
 
Pelin Cengiz 
 
Dünya gündemine özellikle 20’inci yüzyılın sonları itibariyle giren ve yaşadığımız dönemin toplumsal sorunları içinde önemli yere sahip olduğunu söyleyebileceğimiz iki temel konu şüphesiz, ekoloji ve kadın sorunlarıdır. Daha çok üretme ve dolayısıyla daha çok tüketme odaklı egemen ekonomik büyüme modeli, dünyanın varlığını giderek daha fazla tehdit eder boyutta… 
 
Eşitlik ve adalet arayışı…
 
Bu ekonomik büyüme ve kalkınma modelinden bizlere ve gelecek nesillere kalan ise türlerin yok oluşundan iklim değişikliğine, kimi yerler susuzluk ve kuraklıkla kırılırken kimi yerlerde sel felaketlerine, doğalgaz, petrol ve kömüre dayalı enerji krizlerinden nükleer kazalara kadar birçok farklı şekilde tezahür eden bir insanlık krizi.
 
Yaşadığımız bu farklı türlerdeki ekolojik krizler, giderek daha fazla yaşam alanları ve insan hakları mücadelesine dönüşürken, bir o kadar da eşitlik ve adalet arayışına dönüşüyor.
 
Kadın doğaya bağlıdır
 
Her ne kadar yaşadığı gezegene bu kadar çok zarar veriyor olsa da, doğanın sahibi, efendisi gibi davranıyor olsa da, insan türü doğanın bir parçasıdır. Ve özellikle de kadın doğaya, her şeyden biraz daha fazla bağlıdır. 
 
Dünyada, özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde tarımsal üretimini büyük kısmı kadınlar tarafından gerçekleştiriliyor. Bu sebeple kadın dünyanın pek çok yerinde ormanla, suyla, toprakla erkeklere göre çok daha fazla temas halindedir ve kendi hayat ritmini de ormanla, suyla, toprakla uyum içinde olacak şekilde biçimlendirmiştir. Dolayısıyla, kadının doğayla olan ilişkisi bir erkeğin doğayla olan ilişkisinden çok daha farklı, doğaya çok daha yakındır.
 
Direnenler kadınlardır
 
Tüm bu sebeplerle, bugün Türkiye’de çevre ve yaşam alanları mücadelesinde kadınların ön saflarda olması, toprağını, suyunu, ormanını, yaylasını korumak için şirketlerin mafyavari güvenliklerinin, jandarmaların, polisin karşısına dikilenlerin kadınlar olması tesadüf değildir. Üstelik Türkiye’nin pek çok yerinde çevre mücadelesi yürüten platformların, derneklerin bugün pek çoklarının başkanlarının, sözcülerinin, hukuk mücadelesi veren avukatlarının kadın olması da tesadüf değil…
 
Direne direne kazandılar
 
Ağaç kesmenin henüz sıradan olmadığı, maden ocaklarının, HES, termik ve nükleer santrallerin dört bir yanı sarmadığı zamanlarda İzmir Bergama’da başlayan Türkiye’nin ilk altın madenine karşı mücadelenin ön saflarında köylü kadınların bulunduğu yaratıcı sivil itaatsizlik eylemleri yıllarca kamuoyunun gündemindeydi.
 
Sinop Gerze’de yapılmak istenen termik santral mücadelesine karşı duran kadınların direnişi nasıl unutulabilir? Gece gündüz demeden nöbet tuttular, kampanyalar düzenlediler, yılmadılar, direne direne kazandılar…
 
Samsun Terme’de termik santral karşı tepkilerini beyaz başörtüleriyle veren kadınların Beyaz Çember hareketi, Kastamonu Loç Vadisi’nde geleneksek sarı yazmalı kadınların ön planda yer alması da tarihe not düşüleceklerden…
 
Beş yıl önce Erzurum Tortum’da yapılacak HES’e karşı 17 yaşında direnen, yargılanan, ardından da beraat eden Leyla Yalçınkaya, eylemlerin sembolü haline gelmişti, cesareti ile herkesin sesi olmuştu.
 
Kabullenmedi, başkaldırdı
 
Bugün Diyanet’in dokuz yaşındaki kız çocuklarının evlenebileceği gibi skandal açıklamalara tepki yükselirken, daha 18 bile olmadan ailesinin zoruyla evlendirilmek istenen Leyla, aynı zamanda mevcut erkek egemen sistemin, gelenek yapısının şiddetiyle de karşı karşıyaydı. Kabullenmedi, başkaldırdı, evden kaçtı, kendi hayatıyla ilgili sadece kendisinin karar verebileceğini gösterdi.
 
Leyla, mücadelesini verirken 17’sindeydi. Edirne’de park olarak kullanılan arsanın yıkılmasını engellemek için kepçenin önüne oturduğunda Kıymet Peker, 75 yaşındaydı. Kararlılığıyla herkesi kendine hayran bırakırken, kadının ekolojik mücadeledeki öncülüğüne güzel bir örnek oldu.
 
Rabia Özcan’ın direnişi… 
 
Direnişlerin en sembol isimlerinden biri de, hiç şüphesiz Karadeniz’de Yeşil Yol projesine karşı jandarmayla gelen iş makinelerinin önünde duran Rabia Özcan’ın şu sözleri, hafızalardan silinmeyecek nitelikte: “Biz çocukluğumuzdan beri burada yaşıyoruz. Vali, kaymakam kimdir? Ben, ben, ben, halkım ben. Defalarca söyledim.
 
Bu toprak benim toprağım. Ben bunun mücadelesini vermeyeceğim de kim verecek. Ben toprağımın mücadelesindeyim, ne ünü ne şöhreti. Kimseden korkmuyorum.”
 
94 yaşında bir direnişçi… 
 
Artvin Cerattepe’de altın madenine karşı oluşturulan insan zincirinde, “Madene Hayır” atkısıyla 94 yaşında ön saflarda yer alan Erzade Yalçıntaş da, yine Karadeniz’in çevre mücadelesi veren cesur kadınlarından. Geçen yıl, Cerattepe’ye gittiğimizde bize, “Doğamızı kirletmesinler, ormanları çöle çevirmesinler. Ellerini vicdanlarına koysunlar. Benim vicdanım bunu hiç kaldırmıyor, çok üzgünüm. Bu mücadeleye katılmaya her zaman hazırım, son nefesime kadar. Ben gelmişim 94 yaşına, biz genç nesiller için mücadele ediyoruz. Ömrüm yettikçe mücadeleyi sürdüreceğim” demişti.
 
Özetlemeye çalıştığım üzere ister kentli olsun, ister kırsalda yaşasın, dereye, ormana, toprağa, havaya ve hakkına sahip çıkan önce kadındır. 
 
Tahakküm arasında bağ var 
 
Günümüzde hem doğaya hem de kadına yönelik saldırı ve şiddetin aynı zihniyetin ürünü olması da hiç şaşırtıcı değildir. Erkeklerin doğaya tahakkümüyle kadına yönelik tahakkümü arasında derin bir bağ var. Dolayısıyla, ekoloji ve kadın hareketlerinin giderek daha fazla dayanışmaya, bir arada durmaya, mücadeleleri yükselterek birlikte yürümeye ihtiyacı var…