Aşk özgürlük İster…

  • 09:05 7 Aralık 2021
  • Kadının Kaleminden
“Oysa aşk yitirdiğin anlam hakikatinde kendini yeniden bulmaktır. Böylece aşkla kendinde özgürlüğü yaratarak yaşama büyük bir tutkuyla bağlanarak ilgiyle içtenlikle yarattıklarındır.”                  
 
Wenda Dursend
 
Yaşam şakaya gelmez büyük bir ciddiyet ister der şair. Bu düsturla güçlü kişilik özellikleriyle yaşam anlamını bulur. Yaşamı sürekli bir akış olarak üç boyutlu zamansallıkla belleğimize yer ettirmişiz. Bu temelde zamansallığa hapsedilen yaşamı; çiğ bir iştahın oburluğuyla, bir hevesten ibaret duyguların esaretinde tüketirken, mutsuzluğu yaşıyoruz. Oysa ki arayışçılığımıza cevap olması gereken, aşkın büyüsündeki davetle çıkılan yeni yaşamın kendisi olmasıdır. Çıktığımız yeni yaşamı yaratmada başta kendimizle girdiğimiz savaşta direnmenin estetiğiyle çıkabilmek önemlidir. Bu savaş güzel ile çirkinin kıyasıya mücadelesine sahne olur. Hakikatin kendisi aşk olunca bunun savaşımını vermek özgürlüğe kapı aralar. Verilen savaşın sonucunda özgürleşmenin düzenleyici güzelliğiyle kendimizi buluruz. Savaştıkça özgürleşerek güzelleşmenin yayılan ışığıyla içimize doğan yaşam güneşinin sıcaklığıyla yollara düşeriz. Sevgi varlığıyla tüm yaralarımızı sağaltırken yokluğuyla çorak yüreklere terk ederek yalnızlığa mahkum kılar. Aşkla girilen anlamlı yaşam savaşımıyla yeni başlangıçlara yelken açarız. Tüm bunlara rağmen sevgi-aşk olarak tanımlanan duyguları yaşadığımızı sandığımız şeyin savaşımını vermeden bizi bulmasını istiyoruz. Oysaki aşk kendi kişiliğimiz ve yaşamımızda giriştiğimiz savaşla açığa çıkarılandır. Bu yüzden ‘Sevgi nedir?’ sorusunu kendimize sorduğumuz da bir afallamayı yaşarız. Bazen sadece soyut bir kavram olarak kendin ve çevrenle kurduğun ilişki üzerinden beslendiğin ve yoğun duygu seline kapılıp kaybolduğun şey oluyor. Oysa aşk yitirdiğin anlam hakikatinde kendini yeniden bulmaktır. Böylece aşkla kendinde özgürlüğü yaratarak yaşama büyük bir tutkuyla bağlanarak ilgiyle içtenlikle yarattıklarındır. Bu haliyle önce kendinde çıktığın yolculukla yaşadığın içsel aydınlanmayla özselliğinle kurduğun ilişkiye tutkuyla bağlandığın yaşamı anlamlı kılma savaşımıdır. 
 
Sevgi ulaşılıp ele geçirilerek tüketilen mi? Yoksa emekle yoğrularak anlamlılığa kavuşturularak çoğalan mı?  
 
Aşk sevginin tutkulu ve derin biçimi olarak tanımlanır. Günümüzde sevgi kapsayıcılığı aşk ise bire indirgenen iki cins arasında yaşanan ilişki olarak darlaşarak kişi de somutlaşma olarak öne çıkmaktadır. Bazen de tinsel sınırsızlığında soyutlaşmadır. Aşk iki cins arasındaki ilişkiye indirgendiğinde  kafeslenmeyi yaşar. Bu kafeslenme durumu iki cinsi de tutsak kılmaktadır. Bu haliyle akışkan olan enerjinin durağanlaşmasıyla aşkın yitimi oluyor. Buda iki cinsin kavuşmasıyla yaşanan tükenmenin hazin sonu olur. O halde “hakikat aşktır aşk özgür yaşamdır” felsefesinde yatan derinlikle vakitli vakitsiz susayıp, derya olup içimizde taşan şeyin kendisi aşk olandır. Yine çorak yüreklerimize damıtarak içimize akıttığımız can damlasıdır. Kapitalist modernitenin yaşamsallığı toplumsallıktan kopartarak bizleri salt biyolojik yaşama indirgeyerek bedensel diri ve ölü ikileminde tutarak insanlığı ruhun intiharında kaybetme riskine sürüklüyor. En kutsal duygu olan sevgi-aşk hakikatinden kopartılarak güdülere teslim edilerek pazara sunulan bir zehirlenme halini yaşıyoruz. 
 
Aşk her şeyden evvel emekle yoğrulan yaşamdaki hakikat arayışçılığımız demektir.  Bu noktada ilk sevgi emekçisi kadındır. Kadının karşılıksız sevgisiyle evrenin son halkası olan doğanın en savunmasız zayıf canlısı olan insanı toplumsallığıyla kuşatarak onu yaşamsal kıldı. Şimdi ise adına aşk denilerek, biz kadınların ölmesinin derin çelişkisini yaşıyoruz. Sistemin bilmeleriyle oluşturulan yaşamın duygu seline kapılarak tarifsiz duyguların sarhoşluğunda coşarken tüm sevmelerimiz nedensiz nefretlerimiz sonuçsuz kalıyor. Bizi yok etme üzerinden kendini var etmeye çalışan sistem, özel savaş politikalarıyla dilinden, kimliğinden, tarihinden, kültüründen kopartarak köksüzleştirmek amaçlı sahte aşk teranesiyle genç kadınlar tuzağa düşürülerek teslim alınmaya çalışılıyor. Katiline sevdalanmakla kendini inkara dayanan şeyi aşk olarak göremeyiz. Yaşadığını doğru tanımlamayanın aşk olarak yaşadığını sandığı şey koca bir yalandan ibaret olup kendine ihanetten başka bir şey değildir. O halde sevgi-aşk denilen şey duyguları bilmeyle anlamlandırarak yaşamı uğrunda ölecek kadar sevenlerin verdikleri emeklerle yaşatmak istedikleri yaşamı anlamlı kılarak sevgiyi toplumsal özgürlüğe kavuşturan ve bedel ödemekten sakınmadan  ölümün yok oluşçuluğuna karşı yaşamı yeniden kendilerinde yaratmak üzerine giriştikleri savaştır. Kapitalist sistemin katlettiği temel duygulardan biri olan aşk günümüzde anlamı en çok çarpıtılan ve darlaştırılan kavramdır. Her şeyin kar üzerinden üretilip tüketime sunulduğu kapitalist sistemde, kadın metaların kraliçesi ilan edilerek nesneleştirilirken her türlü sömürüye tabi tutularak cinsel obje kılınarak, iradesizleştirilerek köle kılınmıştır. Güdülere indirgenmiş bir gösteri toplumuyla yaşamı haz ekseninde tüketirken tükenen birey ve toplumların ölü ruhları hayalet gibi ortalıkta geziniyor.  Günümüzde sevgiyi üreterek çoğaltmaktan ziyade tükettikçe yok etme hali yaşanıyor. Bu durum sevgisizliği üretiyor. Sevgisiz bireyin yetiştiği, sevgisiz toplumla büyüyen kıyamet halini yaşıyoruz. Yok etme üzerinde varoluşu temellendirmek çelişkisinde yitip giden yaşamın kendisi oluyor. Öldüren sevgi-aşk ile yitip giden yaşamda katil maktul ikililiğine sıkıştırılan varlık ve yokluğu yaşıyoruz. Buna karşı aşk seni zincirlerinden kopartarak kelebek olup gökyüzünün maviliğine doğru kanatlandırırken, özgürlüğü abı-hayatın tatlılığında sana kana kana içirtmesidir.