Psiko-linç

  • 09:04 24 Ağustos 2021
  • Kadının Kaleminden
 
“Cesaret, yaşamın emrettiği yolda yürümekse, bu yola girmek için önce psikolojik linç ile üzerine örülen korkuları aşmak gerekiyordu.”
 
Sakine Topoğlu
 
Gürültüyle çarpan kapı sesleri, küçük kızın gözlerini korku bulutuyla örtmüştü. 
 
Gözlerinde asılı kalan korku, benliğine ilişkin edindiği ilk gerçekti. Bu gerçek gözlerinde asılı dehşet kadar yakıcıydı. Yakıyordu çünkü, demirden ellerin yüzüne çarptığı kapıların ardında kendini hala bulamamıştı. Gürültüyle yüzüne çarpılan kapılar arttıkça, kendinden uzaklaşmış, kendine dair bir iz bırakmamıştı... Eril ellerin kapattığı kapılar çoğaldıkça, kendine-kendinde kadına yabancılaşmıştı.
 
Kapılar kimi zaman bir söz-küfür, kimi zaman alışıldık, öfkeli-acıtan imhacı bir bakış, kimi zaman itham, kimi zaman tavır olarak karşısına çıkıyordu. İktidarın tahammülsüzlüğünde örülen her söz, her tavır, her kıyım üzerine örtülen kapıları çoğaltıyordu. Korkuların büyütülmesi için geliştirilen her baskı ve sindirme, etrafını saran bir duvar olmuştu. Artık nefes almak, kendini bilmek-bulmak bir mucizeydi. Yaşananlara bir tanım bulmak, bir ad koymak gerekiyordu. Gözlerindeki dehşetin çaktığı kıvılcımla, kendisi farkında olmadan fısıldadı dudaklara; linç! 
 
Kendisini kendisinden-yaşamdan alan, varlık koşullarını ortadan kaldırma amaçlı bir yok edişe götüren, psiko-linç. Kadın üzerinde eril iktidarın ördüğü korkularda yok edilme… 
 
Psiko-linç ile kadın itildiği kör kuyuda, yaratamama-yaşatamama döngüsünde boğulacaktı. Korku, kapanma ve büzülmeyle sonuçlandığında ise, eril iktidar hedefine ulaşacaktı.
 
Linçin büyüttüğü korkular, düşünmekten, kendini ve ötesini görmekten alıkoyuyor, yaşamı kendinde büyüttüğü karanlıklarda dehşete çökertiyordu.
 
Zaman hep aynı döngünün sarmalında akıyor
 
Korku, kendi doğasına ihanetin yollarını döşüyordu. Varoluş ve varlık gerçeğini yıkıyordu. Gerçek ya da varlık, dil ile kurgulanan sözün öncesi ve ötesinde gizliydi. Ve varlığın kaynağı sevgi ise, korku varoluşun özüne, sevgiye ihanetti. Kendine, kendinde kadına yabancılaşmayı besleyip büyüten korkular büyüdükçe, varlığı yokluğa çeken bir kara delik oluyordu. Yaşanan anlar değişse de zaman hep aynı döngünün sarmalında akıyordu.
 
Kapıları gürültüyle çarpan eller, yüzlerdeki maskeler değişse de korkunun eril iktidar yapıcılarının hiçleştiren yönelimleri değişmiyordu. Zaman kendinde barındırdığı korkularla birlikte zıddını da taşıyordu. Linçten kurtulmanın yolu zıddını görebilmek, bilebilmekti. Korkularda çizilen resmin kendine ait olmadığını, gerçeğin dil ile kurgulanan sözün öncesi ve ötesinde var olduğunu algılamaya başladığında kendini bulacaktı.
 
Önce kendi gerçeğini bulacak
 
Cesaret... Benliğine ilişkin gerçeğin farkına vardığında, yürüyeceği yolu buldu; cesaret, yaşamın emrettiği yolda yürümekti. Cesaret, yaşamın emrettiği yolda yürümekse, bu yola girmek için önce psikolojik linç ile üzerine örülen korkuları aşmak gerekiyordu. Cesaretinin haklı gerekçesini bulduğunda yola koyulacaktı. Cesaret, haklılık içerdiğinde erdem oluyorsa, önce korkulara hapsedilen gerçeğine dokunacak, önce kendi gerçeğini bulacaktı.
 
Cesaret, yiğitliği eril tanımın dışında yeniden yaratmaktı. Yiğitlik, entellektüel kurtarıcıya değil, varlığın içindeki gerçeğe ulaşmanın gücü-erdemi olacaktı. Yiğitlik; aklın büyütüldüğü varlığa yüreğin sorgulama gücünü, vicdan ve adaleti katabilmekti. Yiğit, verili olanı-sunulanı aşandı. Aşkındı. Farkına varandı. Korkular, dış dünyanın iç dünyasında yarattığı izlenimlerdi. İzlenimleri algılıyordu. Duyarlıydı. Uyarılıyordu, enerjikti. Bütün bunlar varoluşun gerekçesi, gücüydü. Yiğitti, gözlerine asılı dehşete rağmen, bakmaktan, görmekten, almaktan ve 'rağmen' var olmaktan korkmuyordu.
 
Bu gözlerin çekimi altında her şeyi bilme, yaratma bastırdığı kadar yeni yollar açıyordu. Gözlerinde asılı korkuların dehşetiyle gerçeği görüp kanadıkça, kendini buluyordu. Dehşet olaylara dayanma gücünü bulmuştu. Korku ve baskılarla yaratılan ezeli-ebedi 'gerçek' reddedilecekti. 
 
Artık, bu gözlere dokunulduğunda her şey ama her şey olabilirdi.