Yoksulluğun kadınlaşmasına karşı emek direnişini örüyoruz

  • 09:05 1 Haziran 2021
  • Kadının Kaleminden
 
“Mermi, savaş, erk. Ancak kadın bilinci kartopu gibi büyüyerek tarlalardan fabrikalara, evlerden sokaklara taşıyor. Kadınlar sömürü düzenine karşı ayakta. Kadınlar, yoksulluğun kadınlaşmasını kabul etmiyor. Kadınlar, iktidarın ekonomik enkazının karşısına kendi emek direnişini örmeye devam ediyor.”
 
Ayşe Acar Başaran
 
Son süreçte ortaya çıkan videolu ifşalarla devlet-çete-mafya ilişkilerine dair tartışmalar yürütülürken, Türkiye’de yaşanan krizlere bir kez daha eğilmenin ve bunların nedenlerini ortaya koymanın çözüm için ne kadar elzem olduğunu yeniden görüyoruz. 
 
Pandemiden önce sinyal veren krizin birçok farklı şekilde dışa vurmasına kısa sayılabilecek bir zaman diliminde şahitlik ettik. Ekonomi adeta pamuk ipliğine bağlı, en ufak bir açıklamada bile döviz rekor üstüne rekor kırıyor, zamlar da kaçak göçek yapılan her iş gibi gece yarısı açıklanıyor, üstelik ana akım medya karakteri gereği ya bu zamları güncelleme, düzenleme gibi farklı isimlerle servis ediyor ya da hiç görmüyor. Öte yandan pazara giden vatandaşlar pazar arabalarının dibini anca doldurabiliyor. Üniversite mezunlarının sayıları her geçen gün artıyor, ancak bu gençlerin işgücüne katılımı eğitimini aldıkları alan üzerinden değil, daha çok beden gücüne dayalı işler üzerinden oluyor, bazısı ise hiç iş bulamıyor. Kadınların yoksullaşmasını geçici sosyal yardımlarla çözebileceğine inananlar ve istatistiklerle oynayarak görünmez kılanlar, kadınları bu ülkede genel olarak güvencesiz, merdiven altı işlerde çalışmaya mahkum etmek istiyor. İktidar bir yandan KHK’lerle binlerce insanı gece yarısı kararnameleriyle işlerinden ediyor, üstelik sadece işinden etmekle kalmayıp bir daha çalışamaz duruma getirerek tabiri caizse medeni ölü haline getiriyor; diğer yandan tüm bunlar olurken yaşadığı şatafatı arttırıyor, isimlerini bilmediğimiz meyvelerle besleniyor, çok amaçlı ve ‘yetenekli yandaşları’ birçok kurumda yetkili kılarak bir değil, iki değil, üç değil, dört ve daha fazla maaşa bağlanmasını sağlıyor. Konvoydaki araç sayısı her geçen gün artıyor, yandaşının zenginliğine zenginlik katarken Katar’ı da unutmuyor. Sadece elini cebinize atmıyor bu iktidar, sizi evinizden, toprağınızdan, hatta ve hatta yaşadığınız gezegenden ediyor. Bütün itirazlara rağmen ülkenin neresinde bir dere varsa baraj yapmak adı altında yeşili, tarihi yok ettiği, kuşlara uçacak yer bile bırakmayacak bir doğa düşmanlığını yükseltmekte hiçbir beis görmüyor. Kanal İstanbul diye tutturuyor, denizlerin atıktan ve pislikten salgıladığı salyayı görmüyor. Adeta kölelik koşullarında çalıştırılan işçi isyan ettiğinde, patronun yanında saf tutmaktan geri durmuyor. Deresini koruyan köylünün karşısına jandarmayı dizerken ülkenin bütün parasını, varını yoğunu ‘Kürt sorununu çözme’ iddiasıyla savaşa ve silahlara harcıyor. Sınır ötesi operasyonlara milyonlarca lira harcıyor, yoksulluktan şikayetçi olan halka mermi fiyatını sorarak “devlet bekası” illüzyonu ile halkı susturuyor, tepkisizleştiriyor. Halkın yastık altına göz diken iktidar yastık altında kalan tek şeyin borç hesaplayan parmaklar olduğunu görmeyecek kadar halkın derdine ve tasasına uzak. Bunu anlatma ısrarında olanlara ise “döviz manipülasyonu”, “patates operasyonu” ile yargı sopasını gösteriyor.
 
Tabi ki durumumuz tabloyu bütün genişliği ile ele almayı gerekli kılıyor. Zaten bu şekilde kırılgan hale getirilmiş halk için değil, “yandaşa, savaşa” harcanan bütçe sonucunda oluşan ekonomik kriz, Covid-19 pandemisiyle daha da derinleşti.
 
Bu süreç içerisinde iktidar önlem almak yerine vatandaşa sürekli “evde kalın” “sosyal mesafeye dikkat edin” “ maske takın” gibi daha birçok telkinde bulunmaktan başka tek bir adım atmadı. Bu süreç içerisinde yoksulluk katmerleşti, ülke yaşanamaz hale geldi. İktidar partisinin seçmenleri bile belediyelerden aldıkları hizmet pasaportları ile geçinebilecekleri ülkelere kaçmaya başladı. 
 
Toplumun tümü yoksullaştı ama kadınlar sadece yoksullaşmakla kalmadı, yoksulluğun kadınlaşması daha da derinleşti. Bu aşikar durumun sözcüsü olmak için biz HDP Kadın Meclisi olarak “Kadınlar için Adalet” kampanyamız kapsamında “Kadın Yoksulluğuna Hayır” çalışmasını başlattık. Kampanyamızda esas dikkat çekme amacında olduğumuz noktalar görünmez olan kadın emeğini görünür kılmak, kadın yoksulluğunun boyutunu görmek ve göstermek, bunların sonucunda çözüm yöntemlerini geliştirmekti.
 
İlk müzisyenlerle bir araya gelindi 
 
Kampanyamızın ilk ayağını Ege bölgesinde, ikinci ayağını İç Anadolu’da gerçekleştirdik. Kampanya kapsamında müzisyen kadınlarla bir araya geldik, kadınlar uzun uzun anlattılar. Çalışma koşullarını, çalışırken yaşadıkları zorlukları, uğradıkları tacizleri, güvencesizliğin getirdiği patron keyfiyetini, toplumsal cinsiyet rollerinin getirdiği bakış açısı nedeniyle ailelere dahi mesleklerini kabul ettirmekte ne kadar zorlandıklarını konuştular. Ancak bu sorunlar pandemiden önce, çalışabildikleri dönemlere ait zorluklardı. Şimdi ise zorlukların tümünü göğüsleyerek devam ettirmeye çalıştıkları bir işleri dahi yok. Aylar sonra devlet kısmi destek sağlamış gibi görünse de bu sürece kadar birçok müzisyen intihar etmiş, geçinebilmek için müzik aletini satmıştı.İktidarın pandemi sürecini yönetmedeki beceriksizliği nedeniyle işyerlerinin kapalı olmasından dolayı müzisyenlerin yoksullukları daha da derinleşeceğe benziyor.
 
Mevsimlik işçiler tarımın ilk yapıldığı topraklardan geliyor
 
Tarım işçisi kadınların durumu, Ege’den İç Anadolu’ya Marmara’dan Çukurova’ya birbirine benzer nitelikte. Konuştuğumuz kadınların çoğu mevsimlik tarım işçisi, yani kendi topraklarında çalışma olanağı bulamayan, topraklarından kilometrelerce uzağa ekmek için gelen kadınlar. Mevsimlik tarım işçilerinin büyük çoğunluğunun neredeyse tarımın ilk yapıldığı bölgelerden gelen kadınlar olduğunu da not düşmek gerek.
 
“Nan diyarında nan’a muhtaç” olup dillerini dahi bilmedikleri memlekete gelip çalışmak zorunda kalan kadınlar... Tabi ki bunun birçok nedeni ve tarihsel arka planı var. Devletin yürüttüğü savaş politikaları nedeniyle 90’lı yıllardan başlayarak köyleri boşaltmasıyla başlayan sürecin bugün mera yasaklarıyla devam etmesi sonucu gelinen durum bu meselenin bir yönüyken; su diyarında doğanın tahrip edilmesi, vahşi kapitalist politikalar nedeniyle susuzluğa mahkum edilen toprağın isyanı meselenin bir başka yüzü olarak karşımızda duruyor. 14 yaşında genç bir kadının deyişi aklımdan çıkmıyor:
 
“Bu memleketimizin kaderi. Her yıl geliriz buraya, her yıl kazalar olur ve birçok insan ölür. Biz de topraklarımızda kalıp çalışmak isteriz.”
 
Mevsimlik tarım işçilerinin kaldıkları çadırların yaşamsal bir alan olmaktan çok eziyete dönmesi, kadınlar açısından ayrıca iş yükü demek oluyor.
 
Suyun olmadığı bölgelerde çadır kurmak zorunda kalan kadınlar kilometrelerce yol gidip su getirmek zorunda kalıyor, bütün gün tarlada çalıştıktan sonra çocuk bakımı, yemek, temizlik gibi işleri yapmak da doğal bir durummuş gibi kadınlara yükleniyor. Kadınlar çalışmalarının sonucunda çoğunlukla ne kadar ücret alacaklarını dahi bilmiyorlar. Ama aldıkları ücret 70 ila 100 TL arasında değişiyor, tabi ki güvencesiz çalışıyorlar.
 
Eğitim hakkı ücretsiz olarak devlet tarafından sağlanmalıyken tarım işçisi aileleri ile birlikte birçok çocuk bu haktan maddi yetersizlik sebebiyle faydalanamıyor. Bu hak anayasal bir hak, ama hangi anayasal hak uygulanıyor ki bu ülkede çocukların eğitime erişme hakkı uygulansın? Uzaktan eğitimle beraber eğitim hakkı yoksulların elinden alınmış vaziyette. Çadırda yaşayan çocukların eğitime ulaşması imkansız, tablet olsa internet yok, internet olsa elektrik yok; hepsi olsa bu çocuklar aileleriyle beraber çalışmak zorunda, zaman yok.
 
Romanlar eşit yurttaş olarak görülmüyor
 
Konuştuğumuz başka bir kesim olan Romanlar bu ülkenin birçok kimliğinin de maruz kaldığı gibi, eşit yurttaş olarak görülmüyor. Egemen kimlik üzerine kurulu devlet düzeni ve devamcısı iktidar politikaları sonuncu sürekli bir biçimde hor görülen, sadece belli meslekleri yapabilecekleri ön kabulüne maruz bırakılan, yaşam alanlarına dair tek bir düzeltme yapılmayan Romanlar ve tüm bu yükü iki katıyla omuzlayan Roman kadınlar kendini anlatırken çok öfkeli.
 
“Tuvaletim yok, tuvalet ihtiyacım için komşulara gidiyorum, durumumdan ben değil iktidar utansın” diyen kadının yanında kendine bakmakta zorlanan ve hala keman çalmak zorunda olan, ancak pandemi nedeniyle çalışamayan kadının anlattıkları da iktidarın politikalarının halkın yanında değil de karşısında olduğunun kanıtı niteliğinde.
 
Kadınlar emek direnişini örüyor 
 
Aslında bu anlattıklarımızın buzdağının sadece görünen kısmı olduğunu bilmek gerekli. Her dokunduğumuz yerde anlatılanlar, yaşamın kadınlar açısından ne kadar zor olduğunu iktidarın cinsiyetçi politikaları nedeniyle daha da zorlaştığını gösteriyor. Bunu görmek için çok uzağa gitmeye gerek yok. Şatafatlı yaşamlardan gözleri kamaşanların birkaç kilometre uzaklarında bulunan Ankara’nın Bala ilçesine gitmesi yeterli. Görmenin, bilmenin sorumluluk getirdiğini bilen iktidar mensupları için, iftarda yer sofrasına oturup vicdanlarını rahatlatmaya çalışmaları beyhude bir çabadır.
 
Rant, savaş ve yandaş besleme politikalarının sonucunda ortaya çıkan bu tablo, faturası tam anlamıyla halka kesilmiş, götürüsü tamamen halktan olmuş bir yenilgi tablosudur. İktidar kendi yarattığı ekonomik enkazın altından kalkma çabaları süresince bildiği tek yolu deniyor. Mermi, savaş, erk. Ancak kadın bilinci kartopu gibi büyüyerek tarlalardan fabrikalara, evlerden sokaklara taşıyor. Kadınlar sömürü düzenine karşı ayakta. Kadınlar, yoksulluğun kadınlaşmasını kabul etmiyor. Kadınlar, iktidarın ekonomik enkazının karşısına kendi emek direnişini örmeye devam ediyor.