Çıkış için her zaman bir yol vardır

  • 09:05 24 Kasım 2020
  • Kadının Kaleminden
“Bazen AKP’nin temsilcileri ağzından “Bu kadar yasa çıkardık ama kadına yönelik şiddeti engelleyemiyoruz" sözlerini duyuyoruz. Engelleyemezsiniz. Çünkü sizin ideolojik, politik yaklaşımınız kadın erkek eşitliğini, kadın özgürlüğünü reddediyor. Dinci, cinsiyetçi, milliyetçi, militarist politikalarınızın sonucunda kadınlar katlediliyor, her türlü şiddete maruz kalıyor, evlere kapatılıyor.”
 
Sebahat Tuncel
 
Her 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde olduğu gibi bu yıl da kadınlar sokaklarda olacak. Şiddete, savaşa, sömürüye ‘hayır’ demek, yaşamı savunmak için. “Em xwe diparêzin” demek için… Biz zindandaki kadınlar da sokaklarda olmasak da duyguda, düşüncede sizlerle dayanışma içindeyiz.
 
Kadınların örgütlü ve ısrarlı mücadelesi sonucunda günümüzde ciddi bir kadın gündemi oluşmuş durumda. Cinsiyetçi, kadını ötekileştiren söylemler eleştirilmekte. Ancak hala kadınlar erkekler tarafından katledilmeye devam etmektedir. Kadınlar yıllardır, "Bir kişi daha eksilmeyeceğiz" diye yürüyor ve ne yazık ki biz her gün eksilmeye devam ediyoruz. Verilere göre 2020 yılının ilk 10 ayı içerisinde öldürülen kadınların sayısı ‘453’. Sadece fiziki olarak da katledilmiyoruz. Erkek egemen kapitalist düzen her gün yaşamımızdan çalıyor, nefes aldıramaz hale getiriyor bizi. Bu yaşananların kadınların kaderi olmadığı, erkek egemen sistemin bir sonucu olduğunu defalarca ifade ettik. Bu sistem değişmediği sürece kadınların hayatlarında da köklü değişiklikler olmayacaktır. O nedenle kadın sorunu toplumsal, ekonomik, siyasi, kültürel ve sınıfsal boyutları olan ideolojik bir sorundur ve sorunun çözümüne de ideolojik olarak yaklaşmak gerekir. Bazen AKP’nin temsilcileri ağzından “Bu kadar yasa çıkardık ama kadına yönelik şiddeti engelleyemiyoruz" sözlerini duyuyoruz. Engelleyemezsiniz. Çünkü sizin ideolojik, politik yaklaşımınız kadın erkek eşitliğini, kadın özgürlüğünü reddediyor. Dinci, cinsiyetçi, milliyetçi, militarist politikalarınızın sonucunda kadınlar katlediliyor, her türlü şiddete maruz kalıyor, evlere kapatılıyor. Kadın muhalefeti, toplumsal muhalefet sonucu çıkartılan yasalar da uygulanmıyor zaten. Uygulansa da erkek zihniyetine göre uygulanıyor. Katledilen kadınların bir çoğunun öldürülmeden önce şikayetçi olduğunu dikkate aldığımızda bu gerçeklik çok daha çarpıcı açığa çıkacaktır. Ez cümle erkek egemen sistemin temsilcisi olanların, bu sistemin bir parçası olmakta sorun görmeyenlerin, kadınların kadın sorununu, kadına yönelik her türlü ayrımcılık, şiddet, taciz, tecavüz, katliamı engellemesi mümkün değildir. 
 
Kadın özgürlük sorununun çözümü için Türkiye'de feministler, sosyalistler, Kürt kadınları yıllardır, hem cinsiyetçi yasaların değişmesi hem de kadınların kendi sorunlarının farkına vararak örgütlü bir mücadelenin içinde olması için mücadeleyi büyütüyorlar. Bu konuda önemli bir de yol alındı. Hem 25 Kasımlarda hem de 8 Martlarda kadınlar eski yıllara oranla daha kitlesel etkinlikler düzenlemektedir. Yine kadın kazanımlarını korumak özellikle İstanbul sözleşmesinin sahiplenilmesi ve uygulanması İçin kadınların ortaya koyduğu kararlılık ve mücadele de önemli. Ancak tüm bunlar karşı karşıya olduğumuz erkek egemen- kapitalist sistemi değiştirmek için yeterli değildir. Hem özel alanda hem de kamusal alanda kadına yönelik her türlü, cinsiyetçi politikayı reddederek, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir yaşamın örgütlenmesine öncülük edebiliriz. Karşımızdaki sistem çok örgütlü ve yaşamımızın her alanını İşgal ettiğinin farkındayız. Buna karşı bizimde kadınlar olarak kendi örgütlülüğümüzü geliştirmemiz gerekir. Tabi ki biz örgütlendiğimizde güçlendiğimizde, erkek egemenliğine karşı daha çok ses çıkardığımızda ve bu sistemle İşbirliğini reddettiğimizde bizlere yönelik saldırılarda gelişecektir. Bunun İçinde yaşamın her alanında örgütlü kadın gücünü geliştirmeye ihtiyacımız var. Fabrikalarda, tarlalarda, evde, sokakta kısacası yaşamın her alanında kadın özgürlük ideolojisini örgütlememiz ve dayanışmayı büyütmemiz gerekir. 
 
Kadına yönelik şiddetin, taciz, tecavüz, yoksulluk ve zorunlu göçle daha da ağırlaştığı savaş ve çatışma koşullarına dair de kadınların söyleyecek sözleri var. Kadınlar olarak sağlıklı, barış İçinde güvenli bir yaşam İçin mücadele ediyoruz. O nedenle hem kendi coğrafyamızda yaşanan hem de tüm dünyada yaşanan savaş, çatışma ve sömürüye karşı sessiz kalamayız, kalmamalıyız. Hele bu durum yanı başımızdaki kız kardeşlerimizi derinden etkiliyor ve savaş politikaların sonucu olan ırkçı, milliyetçi, dinci, cinsiyetçi politikalara her gün tanıklık ediyorsak. O nedenle Türkiye'yi yönetenlerin, savaş politikalarına, işgal politikalarına, neo osmanlı yayılmacılığının hayatlarımızı nasıl etkilediğini, toplumu nasıl kutuplaştırdığını hep birlikte yaşıyoruz. Bu politikalar sadece Kürtleri, Kürt kadınlarını değil tüm Türkiye'yi etkiliyor. Temel insan hak ve özgürlükleri, demokrasiyi ortadan kaldırılıyor ve faşizm tüm toplum üzerinde en çok da kadınların hayatında çıplak bir zora dönüşüyor. Tüm bu yaşananlar biz kadınların şiddetin her türlüsüne karşı İtirazı, mücadelemizi zorunlu kıldığı gibi savaşa karşı da güçlü bir İtirazı, barış mücadelesini zorunlu kılmaktadır.  
 
Kürt kadınları olarak bizler bir yandan erkek egemenliğine karşı mücadele edip direnirken diğer yandan da Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümü için direniyor, mücadele ediyoruz. Devletin inkar, imha ve asimilasyon politikaları sonucu onlarca yıldır çözülemeyen, savaş ve çatışma zemininde tutulan Kürt sorunu, kadınların yaşamlarında derin izler bıraktı. Kadınlar, devlet şiddetinin hedefi haline geldi. Özellikle 90’lı yıllarda Kürdistan'daki köy yakmalar, zorunlu göç politikası, kadınlara yönelik şiddet gözaltı, tutuklamalar, kadına yönelik cinsel şiddetin bir devlet politikası olarak uygulanması günümüzde de AKP eliyle sürdürülmektedir. Batman'da, Şırnak'ta, Dersim'de, Diyarbakır'da ve daha birçok ilde taciz, tecavüz, cinsel şiddet veya kaybedilme olaylarının fiillerinin asker, polis veya devletin desteğini arkasına alan kişi ve kurumların içinde olması tesadüf değildir.  
 
Kürt kadınlarına karşı sistematik bir devlet şiddeti uygulanmaktadır. Bir yandan örgütlü mücadele içinde olan, siyasette etkin olan kadınlar, gözaltı tutuklamalarla hapsedilmekte, diğer yandan kadın kurumları kapatılmakta, eşbaşkanlık ve eşit temsil sistemimiz hedef alınmaktadır. Diğer yandan da devlet tarafından Kürt kadınlarına yönelik taciz, tecavüz, kadın cinayetleri teşvik edilmektedir. Batman'da yaşanan ve genç bir kadının yaşamına mal olan tecavüz ve tecavüzcünün bizzat devlet kurumları tarafından korunması bu gerçeği çok net göstermektedir. Bu tekil bir olay değildir. Kadınların, kadın örgütlerinin ısrarlı mücadelesi sonucu Musa Orhan görevden uzaklaştırılmış olsa da hala elini kolunu sallayarak dışarıda gezmektedir. Bu gücü nereden almaktadır tabi ki bu iktidarın savaş politikalarından, Kürt karşıtı politikalarından almaktadır. Kürt kadınlarına yönelik, ayrımcı, cinsiyetçi, milliyetçi ve militarist politikalar devlet politikasıdır, tekil vakalar değil, örgütlüdür. Bunu herkesin gömesi gerekir. Bu yöntem aslında benzer sorunlar yaşayan halkların karşılaştığı yöntemlerdir. Çünkü savaş ve çatışma süreçlerinde kadın hem bir savaş ganimeti, hem de bedeni savaş alanı olarak görülmektedir. Filistin'den İralanda'ya, Ruanda'dan Bosna'ya, Irak'tan Suriye'ye birçok ülkedeki kadınların yaşadığı deneyim bunu çok net olarak göstermektedir. Tüm bu deneyimler bize barışın, barış mücadelesinin kadınların yaşamındaki yerini göstermektedir. 
 
Cynthia Cockburn, Kuzey İrlanda-Britanya, İsrail-Filistin, Bosna-Hersek'teki savaş ve çatışmaların kadınlara etkisini araştırdığı, “Mesafeleri Aşmak” kitabında "Her zaman her yerde olduğu gibi ‘barış cephesi’nde çok sayıda kadın var. 2000 yılında BMGK'nden 1325 sayılı kararın çıkması, kadınlar için önemli bir cesaret kaynağı oldu" belirlemesini yapıyor. Savaşların toplumsal cinsiyete dayalı niteliğine vurgu yapılan 1325 sayılı karar, silahlı çatışma sırasında ve çatışmanın sonucu olarak kadınların ve kızların yaşadıkları istismar ve kötü muamele türlerine dikkat çekiyor. Ayrıca kadınların savaşlar öncesinde ve sırasında barışın korunması, savaş sonrasında ise yaraların sarılması ve yeniden inşa süreci açısından oynadıkları ve oynayabilecekleri rol vurgulanıyor. Dünya çapındaki kadın hareketlerinin etkisiyle hazırlanan bu karar, barış şartları müzakeresi ve barışı koruma dahil, barış süreçlerinin her aşamasına ve her düzeyine, kadınların ve toplumsal cinsiyet perspektifinin esas alınması açısından oldukça önemli. Cockburn kitabında kadınların mücadele deneyimlerine de yer veriyor. Bun deneyimlerden birini, “1993'te Londra gösterileri ile dikkat çeken Siyahlı Kadınlar Hareketi adını, yıllar önce Batı Şeria ve Gazze'nin işgaline karşı gösteriler düzenleyen İsrailli Yahudi ve Filistinli kadınların hareketinden almıştı. Bu hareket İtalyalı kadınlar tarafından Belgrad'a taşınmış, burada her hafta siyahlı kadınlar adı altında eski Yugoslavya'daki savaşları kınamak üzere cumhuriyet meydanında gösteriler düzenlenmişti” sözleriyle alatıyor.
 
Türkiye kadın hareketinin de bu konuda önemli bir mücadele deneyimi var tabi. Türkiye'de 2013-2015 yılları arasında Barış İçin Kadın Girişimi ve Kadın Özgürlük Meclisleri bu yasa çerçevesinde önemli tartışmalarda yürüttüler. Ancak Türkiye'nin Kürt karşıtı savaş politikaları, Sayın Öcalan'la sürdürülen diyalog sürecinin sonlandırılması ve tecrit politikalarının devreye girmesi Türkiye'deki otoriter baskıcı rejimlerin inşası ve tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi (Covid-19) nedeniyle etkinlikler engellenmektedir. Ancak her azman bir yol vardır.