İçimizdeki erkekten sıyrıla sıyrıla direne direne kazandık

  • 09:09 23 Mayıs 2020
  • Kadının Kaleminden
“Ve kadınlık değil kadın öz bilinciyle birey değil biz inancıyla toplumsal erk sistem dayatmalarıyla değil eşit temsiliyeti cins bilinciyle bilerek görerek anlayarak yaşıyor ve yaşatıyorlar.” 
 
Berivan Şen
 
“Biz kadınlığımızla bağlanmış iki kız kardeşiz. Yan yana yönetiriz. Üstelik bizden daha küçük erkekler tarafından hazırlanan anlaşma da değil. İki kraliçe antlaşması yapabilmemizi diliyorum.” Bu sözler İskoçya Kraliçesi Mary filminin ilk sahnelerinden alıntıladığım sözleridir. İskoç kraliçesinin hayatını konu alan film Mary ‘in tüm hırs ve taht kavgalarına rağmen kız kardeşlik hukukuyla iki krallığın barış içinde birleşmesini isteyen bir mücadeleyi anlatıyor. Filmden çıkardığım ve sonrasında kısaca araştırdığım İskoç Kraliçesi filme konu olan taht mücadelesinde kuzeni ama kardeşi olarak nitelendirdiği İngiltere kraliçesi Elizabeth ile etrafında örülen erkek konseyine rağmen birbirlerine sarılabilmenin ümidini hep taşıyorlar. Tarihi geniş ele alabilmenin ötesinde filme odaklandığımda bir kadının tahtta oturup  bir ülkeyi bir orduyu yönetemeyeceğine dair duyulan inancın hakimiyetiydi.. Bu inanç etrafında kenetlenen ve erkeklerden oluşan konseyin tahtta oturan bir kadın olmasına karşın kabul etmiyor zayıflıklarla nitelendirip bir kadına sadık kalınamayacağı vurgulanıyordu. Çünkü ‘kadın görür ama kördür, kararları aşırıdır, güçleri zayıftır, öğütleri saçmadır’ yine filmden alıntıladığım cümleler. Filmde erkekler konseyinin türlü saray oyunları ve kadını kabul etmeyen tutumları Elizabeth in düşürülmüş cümleleri sarf etmesine neden olmuştu. ‘Artık kadından daha çok erkeğim ben’ bu cümlesi erk tekeline yenilmiş kadının söyleyebileceği bir söz iken arkasında saklanan neden ise tahtından olmak istemeyen bir kadının iradesizliğiydi. Zira Elizabeth onunla evlenecek her erkeğin kendisine değil tahtına sadık kalacağını ve tahtını elinden alacağına inanıyordu. Ne evlilik nede annelik tahtan canından daha önemli değildi. Erkekler konseyi içinde erkekleştiğine inanıyordu. Ve yine türlü oyunlarla kız kardeşim dediği İskoç Kraliçesi Mary in tahtını elinden alma korkusuyla kellesini uçurmasına sebep olmuştu. Bu kararı vermek bir kadın için doğası gereği kolay değildi erkekleşmiş kadınlık duygularından yoksullaşmış olsa dahi. Zira kadın doğurandır, üretendir, yaşama dair tüm oluşumlar kadının nefesinde can bulmuşken yok oluşa kolay karar veremezdi.  Belki de filmin en can alıcı kısmı Elizabeth in kendiyle erkekleşen yönüyle yüzleşmesi kendisinin değil tahtın onu yönettiğinin farkına varışına kadar her saniyesi kadın tarihi açısından tespit ve olgularla doluydu. 
 
Elizabeth tahta kraliçe olarak oturuyordu fakat son sahnede de yüzleştiği gibi kendisi değildi içindeki ateşi cesareti güzelliği hisleri kısacası kadına ait hiçbir içsel duyguyu yaşamamıştı. Acımasız erkekler olarak nitelendirdiği konsey tarafından onların duyguları ve düşünceleri ile krallığını yönetebilmişti. Son sahnedeki derin üzüntü hissederek Mary in ölüm fermanını imzaladığı içe seslenişte,  ‘Bu topraklarda kraliçe olmanın ne demek olduğunu benden başka tek bilen kadının ölüm emrini vermenin böyle bir yükü beni nasıl çökerttiğini söylediğimde bana İnan’ sözleri hakikatin kendisiydi.
 
Tarih bir kadının kellesini uçuran başka bir kadını yazdı belki ama biz kadınların gördüğü yazılmayandı. Tahta oturamaz, ülkeyi yönetemez, güçleri zayıftır inancının hakim olduğu toplumlarda bir kadın tahtta oturuyorsa kadın tahtı değil taht onu yönetiyordur. Çünkü toplumsal değişimin önü açılmadıkça toplumsal cinsiyet rolleri değişmedikçe iktidar koltuklarında oturan kadınların kadınlık hukuku hep eksik kalacaktır. Buradan yola çıkarak Türkiye de devrim niteliği taşıyan eş başkanlık sistemini ele aldığımızda büyük bir mücadelenin verilmesi sonucu kadını siyasete katan söz sahibi yapan bir mekanizma olduğu aşikardır.. Lakin eş başkanlık sistemi iktidar erklerinin altın tepside sunduğu bir sistem değil özelde Kürt kadınlarının tırnaklarıyla kazıyarak aldıkları bir kazanımdır. Örneğin kadınlar siyasette söz sahibi olabilmek için önce küçük devletle mücadele ettiler. İlk mücadele ev içinde baba, abi ve mahalle baskısına olurken burayı aşan kadın hem kendi hakları  hem de kimlik mücadelesi için siyasette yerini almaya başlamıştı. Zira siyasete yürütülen ilk mücadele parti içinde kadının yeriydi. Her ne kadar aynı omuzda yürütülse de dava, erkeğin zihniyetinde büyük değişiklikler gerçekleşmiyordu. Çünkü İskoç Kraliçesinin taht kavgası varsa siyasetinde koltuk kavgası vardı ve yine kadın oturamazdı.
 
1991 seçimlerinde HEP ile meclis de bulunan partinin tek kadın vekili Leyla Zana’ydı. Ki siyasetteki kadının yeri her ne kadar bir çok zorluğu  aşsa da toplumda ‘xüşka Leyla’ dır. Bacı, kardeş, ana da olsa siyasette ki yeri Kürt kadını açısından önünü açan bir yerden temsiliyet kazanıyordu. Sonrasında parti içinde kadın farkındalığının oluşması yerelde kadın komisyonlarının ve kadın çalışanların çoğalmasının önü açıyordu. HADEP kongresiyle alınan kararda kadın kolları kurulması Kürt kadın siyaseti açısından önemli ve resmi bir adımdır. Kurulan kadın kollarıyla beraber ilkelerde belirlenmiş olup seçimlerde kadın kotası mülakatlarda kadına bakış açısının sorulması iki eşli adayların kabul edilmemesi konuşmalarda kadınlara ayrılacak süreye kadar her ince anlayış tek tek sorgulanıp, kadın ilke ve tüzüğü belirlenmiş oldu. Siyasette kadının yeri toplumda kadının yeri paralel olarak önemli oranda temsiliyet ve farkındalık yaratıyordu.  Şu anda okuduğum Gülten Kışanak’ın Kürt Siyasetinin Mor Rengi kitabında geçen Erciş belediyesi eş başkanlığını yapmış ve Erciş’te ki ilk kadın belediye başkanı seçilen Diba Keskin’in anlatımında seçildiği dönem Erciş’te ‘bir kadın nasıl bu şehrin başkanı olur. Dinde bunun yeri yoktur’ kısmı yer alıyordu. Kadından belediye başkanı olur mu diyen bilinçli cahilliğe karşı kadın başkanlar seçildikleri bölgelerde ciddi bir farkındalık yaratarak gerek partiye gerekse kadın kimliğine büyük katkıları oldu. Doğayı tanıyan üreten ve yaşamı ören kadın elbette toplumsal hizmette yaşama katkıları büyük olacaktı. Katkısı olmayan tek olgu erk toplumcu zihniyetti ki bunun karşısında yarattıkları tüm engellere ve iradesizleştirmeye karşın kadınlar, vekillik seçiminde de büyük başarı sağlayarak hem parti içinde hem de Türkiye siyasi tarihinde kadın temsiliyetinde öncü rol üstlendiler. Kadın örgütleri kadın temsiliyetleri çoğaldıkça her alanda her koşulda kadın sözünü esirgemiyor daha cesaretli ve kararlı bir irade gösteriyordu. Ki bu irade ve kararlılık kota anlayışını aşan sınırlı iradeden uzaklaşarak eşit temsiliyeti savunmaya hak talep eden bir pozisyona getirdi. Demokratik Toplum Partisinde ilk eş Başkanlık sistemi hayata geçirildi ve Aysel Tuğluk Ahmet Türk seçildi. İlk gündeme geldiği süreçte Kürt Siyasetinin Mor Rengi kitabında belirtildiği üzere eşit temsiliyeti çift başlılık ve anti-demokratik bulanlara kadar türlü karşı çıkışlarla karşılaşıldığı belirtiliyor. Biz belki çok iç tartışmaları bilemeyiz ama bizde yansıması başkan erkek, kadın ise her zaman yanında ama asıl başkan erkektir anlayışıydı. Çünkü kadın bilinci yeterince oturmamıştı ve bu devrimsel çıkışı anlamakta zorlanıyorduk. Eş Başkanlık sistemiyle benden çok biz bilinci de yerine oturmaya başladı. Emek harcadığımız seçim çalışmaları artık ‘biz’ içinde daha da anlam kazanıyordu. Tabi tragedyalara konu olacak olaylarda duyuluyordu. Mesela Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk eş başkanlığında Aysel Tuğluk’a yenge diye hitap edilmesi. Burda bile açığa çıkan yenge söylemi kadını eşit gören değil erkeğin yardımcısı ya da ancak yenge olursa başkan olabilir düşüncelerinin olmasıdır. Zira erkek eş başkana damat denildiğini hiç duymadık şayet duymadık.
 
Eş başkanlık genel anlamda kadın temsiliyetini ve iradesini her alanda belli ettirdi ki kadının rengi mor çizgisi Kürt siyasetini önemli bir noktaya getirdi. Bu siyasi temsiliyetin öncülünü kadınlar önce evde sonra sokakta ve meydanlarda direne direne toplumsal cinsiyet eşitliğini savuna savuna önce kendinde, sonra halkta karşılığını bularak buralara getirdi. Ki oturduğu koltukta bireyin kendisinin değil başta kadınlar olmak üzere halkı temsil ettiğinin bilinciyle oturdu. Ve koltuğun onu değil halkın, kadınların, bizlerin onu yönettiğinin farkındalığıyla yaklaşıldı. Eş başkanlık direne direne içindeki erkten sıyrıla sıyrıla büyük çabalar ve halkta karşılığını bulan bir sonuçtu. Belki de İskoç Kraliçesi Mary ile Elizabeth’in tahta,otoriteye filmdeki bakış açısıyla eş başkanlığı bağdaştırdığım nokta tamda burasıydı. Elizabeth’in isteyipte yaşayamadıkları… Ve filmin sonunda. ‘Eğer beni şimdi görebilseydin beni asla tanıyamazdın kendim için olan her şeyi benim tüm söz ve hareketlerime hükmeden tahta bıraktım.’Son sahnedeki yüzleşme tahtın onu getirdiği tanınamazlık hali kendini kaybedişi ve ona hükmeden tahtta yaşayamadığını şimdi eş başkanlık sistemiyle mor çizgiden ödün vermeyen kadınlar yaşıyor. Kadınlar kendi öz iradeleriyle yönetiyor. Ve kadınlık değil, kadın öz bilinciyle birey değil biz inancıyla toplumsal erk sistem dayatmalarıyla değil eşit temsiliyeti cins bilinciyle bilerek görerek anlayarak yaşıyor ve yaşatıyorlar…