Salgın ile ‘mücadelede’ derinleştirilen cinsiyetçilik, milliyetçilik, dincilik

  • 09:06 2 Nisan 2020
  • Kadının Kaleminden
“Bugün bu krize küresel kriz deniliyor verilen mücadeleye baktığımızda ise mücadeleyi her ülke kendi çapında yapmakta, ülke içinde sınırlı kalmış durumda. Herkes kendi sınırları içerisinde milletini, ırkını kurtarma peşinde. Hatta insanlara ‘evde kal’ çağrısı yapıldığı bu süreçte bile evde kalan insanlara evde TV’lerden ve sanal ekranlardan milliyetçilik aşılanmaya devam ediyor…”
 
Semra Güzel 
 
2020 yılına girerken kapitalizmin küresel krizi ile karşı karşıyayız. Tüm dünyada öncelikle doğada yaşanan değişikliklere bakmamız ve nedenlerini sorgulamamız lazım. Yaşanan iklim değişiklikleri, küresel ısınma, hava kirliliğinin artması, sınıflaşmanın bu kadar derinleşmesi, bireyselleşmenin ortaya çıkardıkları, her şeyin betona dönüştürülmesiyle beraber tüm yaşamların ekranlara sığdırılması, farklılıkların ortadan kaldırılarak tek tipleşmenin yaratılması bize ne getiriyor? Tüm bunlar yaşanırken doğanın özünü kaybetmemek için çaba sarf etmeyeceğini mi sanıyoruz acaba? Aslında yaşadığımız tüm bu felaketlerin bir nedeni var. Doğa özsavunmasını yapıyor. 
 
Peki bizler hala ne yapıyoruz? Deprem mi oluyor, sadece depremde oluşan yaraları sarmaya çalışıyoruz. Depreme mikro çapta da olsa kapitalizmin neden olabileceğini neden düşünmüyoruz? Yerkürenin üzerine milyonlarca betonarme yapıyı bir yerden azaltıp bir yere yığarak koyuyoruz. Yerkürenin dengesini bozuyoruz belki de. Bunun etkisi hiç mi yok acaba? Ekonomik kriz mi oluyor, krizi sermayedarları güçlendirerek çözmeye çalışıyoruz. Krize neden olan tüketici toplum olmanın, üretim alanlarından uzaklaşmanın etkisini niye sorgulamıyor ya da yanlış politikaların neden olabileceğini düşünmüyoruz. Şimdi de bir koronavirüs salgını var. Bu salgına asıl neden olan ekolojik tahribat ve yaşam tarzımızın etkisi olduğunu sorgulamadan, kendimiz dışında bir canlıya yaşam alanı bırakmadan yarattığımız ve yapmaya devam ettiğimiz yaşamları sorgulamadan bu salgınla nasıl mücadele edeceğimize sarılıyoruz. 
 
Peki bu salgın ile mücadele sona erdiğinde yarattığımız tahribatlar yeni salgınlara neden olmayacak mı?
 
Aslında bunları sorgulamamızın bir nedeni hepimizin bunun bir parçası haline gelmiş olmamız. Her ne kadar bu sistem ile mücadele etmeye çalışanlar olsa da bizler hala bunun bir parçasıyız. Bu sistemin çarkının bir parçasıyız. Parçası olduğumuz, üretimine katkı sunduğumuz kapitalist sistem, üzerine gitmemiz gereken bir sistemdir. Yoksa eninde sonunda bu dişler bizleri de ezip geçecek. Bu sistem bir süreden sonra işine yaramayanı da ezip geçiyor. Tabiri caizse gölgesinde yatamadığı ağacı kesiyor. Bugün tüm bu yaşadıklarımız kapitalist sistemin yarattığı sonuçlarken biz öncelikle bu sistem ile mücadele etmemiz gerekirken ortaya çıkan sonuçlarla, tekrar kapitalist sistemin argümanlarını kullanarak mücadele ediyoruz. 
 
Kapitalist sistem kendini sürdürmek için özel savaş argümanlarını kullanır. Ortaya çıkan hastalıklar kimi zaman bu argümanın kendisi olurken, kimi zaman bu hastalıkları kendisi ortaya çıkartarak argüman yapar. Bugün bu koronavirüs ekolojik tahribatla ortaya çıkmışsa bile bunun üzerinden kapitalizm kendini yaratmaya devam ediyor. Bu dile yansıyor, pratiğe yansıyor, mücadele şekline yansıyor. Kimi insanlar bu virüsün kimi ırkları etkilemediğini veya kimi dine mensup kişileri etkilemediğini söyleyip milliyetçilik ve dincilik yapıyor. Bugün bu krize küresel kriz deniliyor verilen mücadeleye baktığımızda ise mücadeleyi her ülke kendi çapında yapmakta, ülke içinde sınırlı kalmış durumda. Küresel bir mücadele ve dayanışma yok. Herkes kendi sınırları içerisinde milletini, ırkını kurtarma peşinde. Hatta insanlara “evde kal” çağrısı yapıldığı bu süreçte bile evde kalan insanlara evde TV’lerden ve sanal ekranlardan milliyetçilik aşılanmaya devam ediyor. Bu milliyetçilik kişinin sadece kendini düşünen duruma getirmesi kadar bireycileştirmiş durumda. Bu hastalık eğer küresel ise küresel bir dayanışma ve mücadele gerekli ama kapitalizm buna fırsat tanımıyor. Kapitalizm dincilik üzerinden de toplumu elinde tutmaya devam ediyor. Virüse karşı kimi yerde toplu namaz kılınıp dualar ediliyor veya aynı kaşıktan şifalı su içiliyor. 
 
Bir yandan bunlar olurken bir yandan da bilim insanları bu virüsün toplu yaşam ortamlarında bulaştığını, aynı şeylere temas ile bulaşabileceğini, fiziksel mesafenin korunması gerektiğini söylüyor. Bugün kapitalizmin araçları kendi içerisinde çelişiyor ve bir kavga içindeler gibi. Bir yandan milliyetçilik ve dincilik ile bir yandan bilim adı altında bununla mücadele ediyor. Ama birbiriyle çelişerek. Tabi bir yandan da kapitalizm bu hastalıkla ötekileştirmeyi de derinleştiriyor.
 
65 yaş üstü kişilere karşı hastalığı yayacakları algısı oluşturuldu. Tüm toplumda 65 yaş üstüne karşı bu algıyla beraber bir kin ve öfke oluşturuldu. Zaten aslında kapitalizmin kendisi de bu durumdan rahatsız değil. Çünkü kapitalizm meyve vermeyen ağacı da keser. Yaş almış kişiler de onlara göre bir nevi öyle aslında. Bu hastalıkla beraber ilaca bağımlı, devlete ilaçları ile “yük olan” veya evde oturup emekli maaşını alıp devlete yük olanlardan kurtulma peşindeler diye düşünenler de var. Bir yandan da evde kaldığınız sürede “seks yapın, çocuk yapın” haberleri çıkmaya başladı. Yani sağlıklı genç bir nesil yaratma peşinde. İşe yarar, eli ayağı tutan, iş yapıp bu çarkı çevirecek yeni bireylere ihtiyaç var. Tabi bu sisteme göre burada bunu yapacak olan o çocuğu doğuracak büyütecek olan kadınlar. Evde kalma süresince yapılan çalışmalar gösterdi ki kadına yönelik şiddet artmış durumda. Çünkü bu sistemin yarattığı cinsiyetçilik algısı tüm suçların sorumlusunu kadınlar olarak görmekte. Bunun yanı sıra ev içindeki cinsiyetçi ve eşitsiz iş bölümü, yemek, temizlik ve çocuk bakımı gibi bugünlerde artan iş yükünü tamamen kadınların omuzlarına yüklüyor. 
 
Çin’deki karantina sürecinde eve kapanan çiftlerin karantina kalkar kalkmaz boşandıkları haberlere yansıdı. Yine bu karantina sürecinde Çin’de kadına yönelik şiddetin yüzde 90 arttığı da. Yani bu salgın günlerinde herkes için güvenli olması gereken evler kadınlar için ne kadar güvenli soru işareti taşıyor. Bu kapitalist sistem kendi yarattığı bu cinsiyet eşitsizliğinden pek şikayetçi değil. Sistem kendisine fayda getirecek sonuca bakar. O da kadının yeni, genç, sağlıklı nesiller yetiştirip çarkını çevirmesini ister. 
 
Yani kapitalizm hastalıkta ve sağlıkta her şekliyle insan evladının etinden sütünden hatta kemiklerinden faydalanma peşindedir. Eğer biz bu çarktan çıkıp bu dişli sistemi bozup durmasını sağlamazsak yeni salgın hastalıklar ortaya çıkmaya devam edecek. Peki bu süreçte doğa eli kolu boş durup oturacak mı? Tabi ki hayır. O da öz savunmasını yapmaya devam edecek. Korona günlerinde kapitalizmin çarkını en fazla çeviren, insan gücünün en fazla kullanıldığı Çin’de hayatın durmasıyla beraber fabrikaların, sanayinin durması, atmosfere zarar veren gazların çıkmaması belki bir özsavunma şekli.
 
Peki bizim özsavunmamız ne olacak? İnsanlığın doğadan üstün olduğunu düşünerek sistemin çarkına dahil olmaya devam mı edeceğiz yoksa başka bir yaşayış mümkün mü diyeceğiz? Kapitalist sistem güçlerinden çok daha eski ve çok daha güçlü bir sistemimiz var. Halkların, kadınların, mültecilerin, mülksüzlerin, yersiz yurtsuzların, bu sistemin sürekli dışına attığı, bu sisteme karşı bin yıllardır direnen Demokratik Modernite güçleri var. Bu güçlerin bir araya gelmesi belki koronayı şimdilik durduramayacak ama en büyük hastalık olan kapitalizmin panzehiri olarak bir daha böyle felaketlerin yaşanmaması için en büyük gücü oluşturacak. Bugün “mücadele veriyoruz” diye doğayı sürekli düşman ilan eden devletlere karşı bu güçler olarak asıl düşmana, kapitalist sisteme karşı mücadele etmek zorundayız. Demokratik Modernite güçleri, ortaya koyduğu ekolojik, kadın özgürlükçü ve demokratik bir yaşam biçimi ile bu doğaya meydan okumaya değil, doğanın bir parçası olarak yaşamaya hazır. Sınırların değil, yaşamların kırmızı çizgi olacağı bir dünya yaratmak için hepimiz elimizi taşın altına koymak zorundayız…