Irkçılık, feodalizm ve faşizmin kıskancında

  • 09:07 5 Ocak 2020
  • Kadının Kaleminden
“Bütün medeniyetlerin, bilimin başladığı Mezopotamya havzası bugün dinci-İslamcı gericiliğinin kurbanı durumunda. Din ve aşiretçiliğin köleleştirdiği kadın ise yine onurlu özgür yaşamı inşa etme yolunda. Özgür Kürdistan’ı özgürleşen Kürt kadını kuracak…”  
 
Gül Güzel
 
Ortadoğu’nun en kadim halkı olan Kürtler, ülkesiz olan 40-50 milyonluk tek halk. 17 Mayıs 1639’da Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla Safeviler ve Osmanlılar tarafından İran sınırını belirlemek için ikiye bölünen Kürdistan, bir daha tek toprak/vatan olma özelliğini gerçekleştiremedi. Üstüne Fransız M. George Picot ve İngiliz Sir Mark Sykes’in ülkeleri adına yaptığı Sykes-Picot’un 16 Mayıs 1916’daki anlaşmasıyla bu sefer dörde bölündü. Kemalist yönetimin 24 Temmuz 1923’te Lozan’da yaptığı anlaşma ise Kürdistan ve Kürt halkının dört parçada bölünmüşlüğüne son karar imzasını atarak, Misak –ı Milli sınırlarını da böylece belirlemiş oldu.
 
Bu kadar bölünmüşlüğü halkların kaderi olarak mı algılamak lazım acaba? Bu durum 21. yüzyılda da derinleşerek devam ediyor. Halbuki Kürdistan’ın tek vatan, özgür ülke olması için senelerdir bu uğurda on binlerce insan fedakarca canını verdi. Bu tür sorular ve sorunlar tabii ki Kürt ve Kürdistan’daki diğer halkların da sürekli tartıştığı bir durum ve sorun olmaya devam ediyor ve edecek...
 
Tarihi bilgi, gerçeklere değindikten sonra yıllardır gittiğim Kürdistan’ın farklı bölgelerinde ve Türkiye’nin en büyük şehri Konstantino Polis’te (İstanbul) yaptığım gözlemleri kısaca değerlendirmek istiyorum. Çünkü bu gözlemlerimle şunu tespit ettim: Özgür Kürdistan önünde duran en büyük engeller devam ediyor hala.
 
Özellikle seçim süreçlerinde Kürdistan bölgelerinde gördüğümüz feodal bağlar, aşiret/ağalık sistemi özgürlük hareketinin ayaklarına vurulan prangalar gibi, ayak bağı olmaya devam ediyor. Gençlerin düşünce ve hareket alanlarına egemen olmaya çalışan bu kesimin sayıca az da değil. Çünkü bu aşiret ağalığı, mevcut devlet sistemleri tarafından da korunuyor. Özellikle seçim zamanlarında bu ağalar, kendi aşiretleri üzerinde yaptırım gücünü kullanıyor. Devlet/Sistem yanlısı partiler köy köy, mezra mezra gezip, seçim çalışması yapmak zorunda kalmıyor, buna gerek de yok. Hangi parti güçlü ve kendilerine iyi para verirse, bu ağalar her seçimde onunla anlaşıyor ve aşiretinin oylarını o partiye verdiriyor. Alışılagelen aşiret ağalığı yönetimi hala bu yetkilerini kullanarak, kendi halkını mağdur edip, sömürüyor. Aşiret ağalarına karşı mücadele veren devrimci özgürlük hareketi ise hem devlet hem de bu ağaların işbirliği ile katliamlara maruz kalıyor. Yeni yetişen nesil, bu 40 yaş üzeri ağaları olan baba ve dedelerine karşı ne kadar gelse de son söz yine bu feodal aşiret ağalarının iki dudağı arasında çıkıyor. 
 
Örneğin bir seçim yerindeki gözlemimde, yaşlı bir erkek (aşiret ağası) bastonuyla uzun bir süre seçim alanında gelip, gitti. Sonra oğlu yaşında birisi ile eşi oylarını kullanmak için sandığın bulunduğu mekana doğru yürüdüler. Yaşlı erkek, bastonuyla bu gençlerin önüne çıkarak, ‘oyunuzu dediğim gibi o partiye (AKP) vereceksiniz’ diye emredince, genç erkek karşı gelerek, ‘hayır biz oyumuzu kendi partimize vereceğiz’ diye ısrar etti. Bunun üzerine ağa bağırarak kendilerini tehdit etmeye, ‘akşam evde bunun hesabını soracağım’ demesi üzerine, genç erkek eşini de yanına alarak, ‘eğer biz kendi partimize oyumuzu veremeyeceksek, senin dediğin o devletin partisine de vermeyip, eve gidiyoruz’ dedi. Ancak bu olayda olduğu gibi, yaşlı aşiret reislerinin söyledikleri için o partiye oylarını vermek zorunda kalan çok sayıda insan izledik. 
 
Yine seçimler için Türkiye’ye gitmiş ve bu sefer İstanbul Gazi Osman Paşa ve çevresinde çalışmalara katılmıştım. Bilindiği gibi İstanbul’da da aşiret ağaları var. Bu aşiret ağaları o zaman kendilerine en çok para veren sistem partisiyle anlaşıyorlardı. Yalnız İstanbul’daki aşiretin üyeleri değil, köylerdeki üyelerine de emir vererek, hangi partiye oy vermeleri gerektiğini söylüyorlardı. İşte bu yüzden de aşiret ağalarının sistem partilerine, Kürt halkının oylarını vermesi hala bitmeyen vahim bir durum. Çünkü işin ucunda beş-on kuruş para, kadının hak-söz sahibi olma korkusu, din elden gidiyor anlayışı ve küçük adalar halinde kurdukları aşiret yönetimlerinin biteceği korkusu var. Kürdistan’daki bu durum ile mevcut Barzani aşiretinin tutumu da birbirinden farklı değil. Aşiretçilik ve mevcut devlet sistemi kimliğini, özgürlüğünü savunan, özellikle kadınların toplum ve aile içindeki olması gereken yerini alması için mücadele edenlere karşı tutumları korkutucu bir durumda. 
 
24 Aralık 1922’de İngiltere ile Irak yayınladıkları ortak bildiriyle Irak’taki Kürtlerin kendilerine ait bir Kürt devleti kurabileceklerini açıklamıştı. Ancak aşiretçiliğin tutucu kıskacında özellikle eril, erkek egemen aşiret reisleri bir Kürt devletinin resmi kurulmasını dahi kendi aşiret egemenliğine feda etmiyorlar. Aşiretin çıkarları hep toplumun toplu haklarından daha üstün görüldü; görülüyor.  Onun için Rojava kadın devrimi, yalnız bilinen faşizan devlet sistemleri gibi, çoğu aşiret ağalarının da korkulu rüyası gibi bir şey. Özgürleşen kadın ile gerici zihniyetin hükümranlığının biteceği korkusu bu aşiret reislerini oldukça korkutuyor, tedirgin ediyor.
 
Bu yüzden olmalı ki devlet, hem aşiret sistemini hem de ağalık yönetimini çözüp bitirmek yerine sağlamlaştırmaya ve meşrulaştırmaya gayret ediyor. Kürdistan’daki koruculuk sistemi (Van, Bingöl, Hakkari, Bitlis, Botan, Diyarbakır kırsalı gibi yerlere bakınız, anlarsınız) bunun bir parçasıdır. Aşiretlere dernek statüsü vererek (özellikle Urfa merkezli aşiret dernekleşmelerine bakılırsa, çıplak gerçek görülür) yeni isim altında yasallaştırmak ve daha önemlisi devletin nimetlerinden yararlandırmak suretiyle feodalizmi ihya etmek de ikinci bir yol olarak tercih edilmiş.
 
Kadın yine onurlu özgür yaşamı inşa etme yolunda
 
Kürtler Ortadoğu’nun en kadim ve yerleşik halkı. Bütün medeniyetlerin, bilimin başladığı Mezopotamya havzası bugün dinci-İslamcı gericiliğinin kurbanı durumunda. Din ve aşiretçiliğin köleleştirdiği kadın ise yine onurlu özgür yaşamı inşa etme yolunda. Rojava’daki izlenimlerime dayanarak, özgür Kürdistan’ı özgürleşen Kürt kadını kuracak diyorum.