Ceren Damar davasının özeti ve bize gösterdikleri

  • 09:10 29 Eylül 2019
  • Kadının Kaleminden
“Sanık, takım elbisesi ile sanık kürsüsünde yerini almıştı. Kendi yazdığı 10 sayfalık yazılı savunmayı, daha doğrusu senaryoyu okumaya başladı. Nasılsa Ceren kendisini savunamayacağından, kadın bedenini gündemleştirerek her türlü iftirayı attı…”
 
Habibe Eren
 
Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde görevli akademisyen Ceren Şenel Damar’ı katleden sanık Hasan İsmail Hikmet hakkında, “tasarlayarak, canavarca hisle veya eziyet çektirerek öldürme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile açılan davanın ilk duruşması, Ankara 33'üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde 27 Eylül’de görüldü. Sanık ilk kez hâkim karşısına çıkacaktı ve ilk duruşma olduğu için kadın örgütleri, Çankaya Üniversitesi öğrencileri, akademik personeli davaya ciddi bir katılım sağlamıştı.
 
Sanığın yazdığı senaryo 
 
33’üncü Ağır Ceza Mahkemesi salonunun önüne gelir gelmez yüzlerce kişinin güçlükle ve arbede ile mahkeme salonuna girmek için mücadele ettiği görülüyordu. Uzun bir arbededen sonra gazeteciler olarak biz de güç bela salona girmeyi başardık. Kimlik tespitinin ardından sanığın savunmasına geçildi. Tabi bu katliam davasında da tanıdık görüntüler vardı. Kadın katliamı davalarında sanıklar farklı olsa da söylemleri ve kendilerini kurguladıkları yer hep aynıydı. Sanık, takım elbisesi ile sanık kürsüsünde yerini almıştı. Kendi yazdığı 10 sayfalık yazılı savunmayı okuyacağını belirten sanık, yavaş yavaş kendi yazdığı daha doğrusu daha önce yapılan pratiklerden ve var olan zihniyetten aldığı güçle ortaya koyduğu senaryoyu okumaya başladı. Eril yargının hiç de yabancısı olmadığı bu sözcüklerle nasılsa Ceren kendisini savunamayacağından, kadın bedenini gündemleştirerek her türlü iftirayı attı.
 
İndirimden faydalanmak için hayatta olmayan bir kadının ardından attığı bu iftiralar bana Asghar Farhadi’nin Elly Hakkında (Darbaraye Elly) filmini hatırlattı. 2009 yılında gösterime giren İran yapımı filmin ana teması “Her yalan saklandığı bir kuytudan çıkar” söylemi üzerine şekilleniyordu. Film kısaca şöyleydi: Orta sınıfa mensup üç aile, bir boşanmış erkek (Ahmad), üç çocuk ve onların İngilizce öğretmeni (Elly) üç günlüğüne Hazar Denizi kıyısında bir yer olan Challus’a tatile giderler. Mutsuz evliliğini kısa bir süre önce sonlandıran Ahmad Almanya’dan yeni dönmüştür ve üniversiteden beri tanıdığı arkadaşlarıyla buluşur. Sepideh çocuğunun İngilizce öğretmeni olan Elly ile onu tanıştırmak ister. Bu tatili de bir nevi bunun için ayarlar. Grup Ahmad’in İranlı bir kadınla evlenmek istediğini anladığında Sepideh’in tatil planına neden Elly’i de kattığını anlar.
 
Filmi çok uzatmadan sonuna doğru gelecek olursak; Elly, birden ortadan kaybolur ve en son denizde uçurtma uçururken kadraja girer. Elly’nin ortadan kaybolmasının ardından devamında yalanlar silsilesi gelir ve bir insanın ölümüyle varlığının diğer insanlar nezdinde nasıl da kolayca silinebildiğini ve "ölülerin ahlaka ihtiyacı olmadığı" inancıyla Elly’nin arkasından birçok yalan ortaya atılır. Ama sonunda bütün gerçekler ortaya çıkar.
 
Ceren’in duruşmasında aynen bu sahne yaşandı. Sanık, Ceren’in artık hayatta olmamasından faydalanarak aslında hepimizin bildiği yalanları ortaya döktü. Bunu yaparken kendini aklayamayacağını bilmese de yargının, erkeğin olayı en zararsız bir şekilde atlatması için karar vereceğini ve söylediklerinde hiçbir gerçeklik payı olmasa da “tahrik” indirimine dönüşeceğini biliyordu.
 
AKP milletvekili aday adayı olmuş
 
Bir de duruşmada senaryonun yazarı gibi duran ve senaryoyu bildik bir sonla sonlandırmaya çalışan sanık avukat vardı. Her konuşmasında Prof. Dr. unvanını vurgulayan sanık avukatı Vahit Bıçak'ın internetten aramasını yaptığımızda 2015 yılında AKP Ankara Milletvekili aday adayı olduğunu ve Polis Akademisi’nde görev yaptığını gördük. Sanık avukatı ayrıca Ankara Üniversitesi’nde Ceza Hukuku Profesörü görevini de yürütüyor. Doğrudan kendisinin içinde olduğu hâkim kitlenin ideolojisini en derinden yansıtan avukat, mahkeme salonunda izleyiciler tarafından sıklıkla “İnsan mısın sen” ve “Yuh” nidalarıyla protesto edildi. Hatta kimi zaman sanık avukatı söylemleri ile sanıktan daha çok tepki aldı. Çünkü söylemleri ve bağlantı kurduğu odakları ile tam da o politik hattın resmini çiziyordu.
 
Soruları, üslubu, müvekkilinin cinsel saldırıya maruz kaldığı bu yüzden de meşru müdafaa hakkını kullandığı söylemleri ile sanığa kimin akıl verdiği de hiç zorlanmadan anlaşılıyordu. Sürekli olarak savunma hakkının kutsal olduğundan dem vuran sanık avukatına tepki gösteren bir kesim, avukatın üç kuruş para için sanığı savunduğunu söylüyordu. Aslında burada mevzu kamu görevini yapmak ya da sadece para karşılığında birinin savunmasını üstlenmek değildi. Tam da en özgür bir biçimde ortak bağ kurduğu anlayışın akıl hocalığını yapmaktı. Evet. Herkesin savunma ve savunulma hakkı vardır; ancak savunmanın ötesinde kadın bedenini kullanarak, katliamcılara cesaret veren, yol gösteren, “neyi söylersen o olur”u önüne koyan bir anlayışla, katliamın cinsel saldırı sonucu meşru müdafaa hakkı olduğunu hiç çekinmeden söyleyebildi. Bir yanıyla katliam gerçekleştirmek isteyip cesaret bulamayan birçok kişiye de kılavuzluk yaptı. Geleneksel erkeklik kodlarını yeniden üreten avukat, yol gösterici tavrıyla adeta bu zihniyetin ana temasını ortaya koydu. Her şey gün yüzü gibi ortadayken; çabaları nafile de olsa bu ülkede yargının hangi savunmalara ne gibi indirimleri verdiğini hepimiz biliyoruz. Bazı yalanlar vardır insan hayatında bazı durumları bir süre idare eder ama bu öylesine açık ve çirkin bir yalandı ki nereden yama yapılırsa yapılsın oradan illa ki açılacaktı.
 
Bir de sona doğru gelirken sanık profiline gelelim. Anne, baba polis. Evde sürekli olarak silah varlığı. Katliamdan sonra anne, babanın olayın gidişatını değiştirmek ve delil karatmak için neler yaptıklarını mahkemede tanıklar ve Ceren’in ailesinden dinledik. Sanığın anne, babası var olan nüfuzunu katliam sonrası da rahatlıkla kullanabilmiş. Hatta müşteki avukatı sanığın babasına dönerek, “Olaydan sonra siz de gözaltında olmanıza rağmen lahmacunlar yiyebildiniz ve gözaltında olmanıza rağmen eşinizle telefonla konuşabildiniz. Bu imkânı size kim sağladı?” dedi. Ama tabi ki bu sorudan da mantığa uygun bir cevap alınamadı. 
 
Son dipnot: Bu arada sanık daha önce photoshop programı kullanarak eski kız arkadaşına taciz ve tehditte bulunmuş ve görülen dava hâlâ sonuçlanmamış. Yani anladığımız gibi zaten yalanı ve iftirayı sistematikleştiren sanık, bu ülkede uzun zamandır her katliamdan sonra nasıl “masumiyet” çıkarıldığını ve erkekliğin konu kadın olunca nasıl ortaklaştığını gösteriyor.