Ege'nin Ekin'i dağların Amarası

  • 09:01 30 Mayıs 2019
  • Kadının Kaleminden
"Dağlara sevdalı bir denizkızı. O bizden biri. Amara. Ne çok şey sığdırmış 24 yılına. İnancın, umudun, mütevazılığın ve anlamın adıydı. Halkın umut dolu bakışlarına, anlamlı bir mücadeleyle karşılık veren ve en önemlisi Amara’dan doğan güneşe sevdalı bir yürek. Yaşamına sığdırdığın anlamların sırrına ermenin ipucusuydu adın hem Ekin hem Amara."
 
Sibel Özalp
 
Ekin Ceren Doğruak, 1981 yılında Ankara’da Egeli bir ailenin tek çocuğu olarak dünyaya geldi. 12 Eylül sonrası doğan diğer yaşıtlarından farklı olarak sisteme muhalif, haksızlıklara göz yummayan, eylem sever ve oldukça duyarlı bir yapıya sahipti. Güzelliğinden bahsetmemek ise çirkin sevindirir. Lisede başlayan siyasal mücadelede yer edinme derdi “Genç Kurtuluş” ekibiyle birlikte hareket etmesiyle hız kazandı. Eğitim ve öğretimini Ankara’da sürdüren Ekin, Ankara Üniversitesi Sosyoloji bölümünde okudu. Kürt sorununa duyarlılığı, kardeş halkın yanı başında uğradığı haksızlıklara göz yummamasını da beraberinde getirdi ve üniversite ikinci sınıftan itibaren Kürt Özgürlük Mücadelesiyle tanışarak yurtsever öğrenci yapılanmasında yerini aldı. 1999 Uluslararası Komplo’nun yaşandığı döneme denk gelen bir dönemdir ki cesaretle tüm çalışmalarda gönüllü olarak yer alıp, kararlaşmasını daha o ilk zamanlarında sağladı Ekin.
 
Üniversite yıllarına kadar ÖDP’li olduğunu, daha sonra Kürt hareketi ile tanışmasını ve bu değişimi Ekin’in annesi Hülya Doğruak şöyle anlatıyor: “Mitinglerde hep öndeydi. Uzun boyundan kaynaklı hemen tanıyorduk. Bir gün yine eylemdeyiz ama ÖDP kortejinde göremedim Ceren'i. Baktık HADEP ile beraber yürüyor. Güldüm, ‘Ne oldu, saf mı değiştirdin?’ dedim. Bana, ‘Anne burada halk var, burada gerçek var’ demişti."
 
Sosyoloji bölümünü son sınıfta terk eden Ekin, Türkiye’de yaşanan adaletsizlik ve Kürt inkar politikası konusunda sessiz kalmayı başaramadı, sessiz kalmayı istemiyordu da. Siyasi faaliyetlerinden dolayı tutuklandı ve cezaevinden çıktıktan sonra Avrupa’ya gitti. Avrupa’da 2005 yılının baharına kadar Kürt kadın hareketi çalışmalarında aktif rol oynadı. Bu mücadelenin özgürlük ideolojisini yüreğinde ve bilincinde taşıdı o. Özellikle verdiği bu mücadele için diğer genç kadınları kazanmak Ekin için çok önemliydi. Sıcaklığı ve cana yakınlığı ile hızlı iletişim sonucu çeşitli arkadaşlıklar kurabiliyordu. Arkadaşlığın ve ilkelerin onun yaşamında büyük önceliği vardı. Sürekli olarak yaşamdaki çelişkileri sorgulayan Ekin, Avrupa’daki sistemi uyumsuz ve dayanılmaz buldu. Kendi kaleminden Avrupa’da geçen günlerin özetini yazmış gibiydi adeta: “İnsan, Avrupa'da tek başına örgüt olmayı öğrenmeli. Yalnız kalmayı, yalnız yaşamayı öğrenmeli. Çünkü en büyük bağlılık; yalnız kalsan da, bu dünyada tek başına olsan da ayakta kalıp mücadeleyi devam ettirmektir.”
 
Özgürlük mücadelesinin inançtan da öte bağlılık işi ve bir tercih olduğunu sürekli dile getiren Ekin, bu tercihin de bir yaşam tercihi olduğunu düşünüyordu. Verdiği mücadelenin bir zorunluluktan ziyade vicdan muhasebesi olduğunu ve bunun da toprağa düşen genç bedenlere ödenmesi gereken bir borç olduğunu belirtiyor: “Vicdanı olan öder, vicdanı olmayan ödemez. Bu kadar basit aslında. Ve insan bu basitliğin, sadeliğin arasında bir o kadar karmaşık bir varlık. İnsanın kafasını çalıştırdıkça gördüğü, bazen de 'kör olsaydım' dediği bir olgu bu insan.”
 
Yaşamı boyunca sürekli bir şeyleri sorgulayan ve yaşadığı yaşamda aslolanın büyüdükçe ortaya çıktığını söyleyen Ekin ne de güzel yazmış gerçekleri kendi sözleriyle: “Aslında böyle boşuna kılıf aramaya gerek yok. Sanırım büyüyorsun. Büyüdükçe senin çocuk ve saf dünyan yıkılıyor. Ve acı gerçekler apaçık meydana çıkıyor. Galiba bu durumda artık başarı; hep inandığın doğrular adına yaşama çabası oluyor. Ve bir de içinde kaldığına inandığın dürüst ve saf yanlarını koruma kavgasını kazandıkça huzurlu olabiliyor insan. Bu karanlık dönemler kaosu hatırlatıyor bana. Bence insanın en cesaretli olması gereken zamanlar bu at izi ile it izinin birbirine karıştığı dönemler. Kim haklı, kim haksız? Ne doğru, ne yanlış?”
 
Nemrut’un Hz. İbrahim’i ateşe attığı zaman bir karınca ağzıyla bir damla su alıp ateşe attı. Görenler de “Senin bir damla suyun o ateşi söndürmez ki, niye yoruluyorsun” dedi. Karınca da, “Olsun. Biliyorum ama yine de tarafımız belli olsun” diye cevap verdi. İşte o ateşte yanmak gerekse de taviz verilmemesi gerektiğini söylüyordu Ekin, “Belki de o suyu atarken sen de ateşe düşebilirsin” diyordu. Ama yine de tarafımız belli olsun...
 
Ekin, yaşamlarımıza kocaman gülüşünü bırakıp gitti, boğazımıza takılan ve söylenmeyen sözlerde saklı kalır anlamı. Anması da bir hayli zor. Kısacık yaşamına ne çok güzellik sığdırmış oysa. Ankara’nın kasvetli havasına inat coşku ve gülüşleriyle yaşamış yoldaşları Ekin’i. Ankara’da başlayan dostluklarının, arkadaşlarının belleğinde ‘Bir yaşam enerjisinin, bitmeyen merakın, dostluğun, mütevazılığın ve cesaretin tanımıdır’ Ekin Ceren.
 
Üniversite dönemi bol soruşturmalı ve koşuşturmalı geçen Ekin, kadın özgürlük mücadelesinin ivme kazandığı bir dönemde bu çalışmanın içinde yer alma arzusu ile Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) Kadın Kolları’nda aktif çalışmaya başladı. Kadın manifestosu yayınlandığı andan itibaren satır satır okumuş ve tartışmalara katılarak cins bilincini geliştirmek için çaba sarf etmişti.
 
Mahalle çalışmalarından geri durmayan Ekin, halk gerçekliği ile yüzleşmek için bu çalışmalara gönüllü olmuştu. Ekin’le yaptığı ilk mahalle ziyaretini ise Arjin Artos şu şekilde anlatıyor: “Amara arkadaşın yetiştiği sosyal çevre sınıfsal olarak farklıydı. Gecekondu mahallelerine belki de hiç gitmek zorunda kalmamıştı, böyle bir sosyal çevresi yoktu. İlk kitle çalışmasına birlikte çıkacaktık. Onun halk karşısındaki yaklaşımı benim için bir merak konusuydu. Şehrin kalabalığından uzaklaşıp gecekondu mahallelerine yaklaştıkça heyecanını hissediyordum. Evlerde dolaştıkça onu izledim; gözleri ışıldadı, elleri binlerce yıllık yakınlıkla değdi çocukların başına, meraklı meraklı anlamadığı dili konuşan kadınların yüzüne gülümserken. İçinde taşıdığı coşkulu umut dolu yüreği bütün sınırları aşıyor, herkesin içindeki yüreğe ulaşıyordu."
 
Verdiği mücadelenin ve yaptığı çalışmaların gerçekliğinden, doğruluğundan o kadar emindi ki Ekin, arkadaşları onun üniversitedeki ödev kitaplarını bir gün içerisinde özetlediğini anlatıyor. “Kadın çalışmaları” diye bir dersin sınavından yüksek bir not alan Ekin’e, okuldan bir kadın arkadaşı “Ekincim hiç çalışmadın nasıl oldu bu iş” diye soruyor ve Ekin hemen cevap veriyor: “Savunduğum, düşündüğüm şeyleri yazdım. Kadın kurtuluş ideolojisinden bahsettim. Demek ki doğruymuş.”
 
Anadilde eğitim kampanyası döneminde ise bir arkadaşı ile birlikte eve gelirken takip edilen Ekin’in anne ve babası o gece tedbir amaçlı Ekin’i ve arkadaşını bir akrabalarına gönderiyor. Ekin, ev sahibi akrabasına, üniversitede anadilde eğitim kampanyasına destek verdiklerini, bu amaçla imza topladıklarını ve o yüzden başlarının dertte olduğunu ve burada kalmaya geldiklerini belirtiyor. Ekin’in akrabası şaşırıyor, “Çocuğum zaten siz anadilde (Türkçe) eğitim görmüyor musunuz” deyince ortalık Ankara’nın soğuk betonlarına inat Ekin'in gülüşleriyle yankılanıyor.
 
Arkadaşlarının anlatımıyla “daha Kürdili bir isim” isteyen Ekin, Amara adını seçer kendisine. Zazaca “bizden biri” anlamına gelir Amara. Yani Amara, artık bizim Amara’mız, Kürt halkının Amara’sı olur. Egeli olmasından dolayı küçük yaşlarda başlayan deniz tutkusu, özgür dağlara olan tutkusuyla birleşti, dağlara sevdalı bir denizkızı oluvermişti Amara. “Ege’nin yiğitlik öykülerini, özgür dağların stranlarıyla birleştirmenin adı, erken gidişine yakılan tüm ağıtların, canı taa en içten yakan sesi olmuştu artık.”
 
Bir gün çalışmasını yaptığı partinin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ve 21 Mart Newroz etkinliklerine katılmaktan dolayı gözaltına alındı. Ulucanlar Cezaevi’nde 2 ay gibi bir süre tutsak kaldı, çıktıktan sonra da hiç ara vermeden çalışmalara kaldığı yerden devam etti elbette. Bir müddet sonra Ankara’da kalma koşulları tamamen yok olmuştu Amara'nın ve böylece Avrupa’nın o hiçbir zaman sevemeyeceği soğukluğunda bulur kendini. Yeniden çalışmalarda yer alan Amara, 4 yıl kaldığı Avrupa’da her gün dağlara gitmekten bahsetti arkadaşlarına. Çünkü dağlar, “bırakılan emaneti sahiplenmek, özgürlüğe olan tutku ve vazgeçemediği sevdası gibiydi’ onun için.
 
Ve tarih 31 Mayıs 2005’i gösterirken Süleymaniye’nin Qeladize Kasabası yakınlarında meydana gelen trafik kazasında Alman Uta Schneiderbanger (Nudem) isimli mücadele arkadaşıyla beraber yaşamını yitirdi Amara. Kürt halkını seven Amara, “ben kurban olurum bu halka” sözleriyle canlı zihinlerde. Yaşamının yitirdikten sonra sanki hep Kürt halkının içinde kalmış ve yaşamış gibiydi. Kürdistan halkı Egeli denizkızını kucakladı, bölgede doğan birçok çocuğuna da Ekin Ceren ve Amara isimlerini verdi.