Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı’nın ilk günü tamamlandı
- 18:38 6 Aralık 2025
- Güncel
İSTANBUL - Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı’nın ilk günü tamamlandı. İkinci oturumda birçok ülkeden isim barış süreci deneyimlerini aktardı.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), İstanbul’da düzenlediği konferansın ikinci oturumu da tamamlandı. “Çatışma Çözümlerinde Deneyimler” başlığında gerçekleşen ikinci oturumda da “Bask Deneyimi”, “Kuzey İrlanda Deneyimi”, "Katalonya-İspanya Müzakeresi: Asimetrik Çatışmalardan Dersler", “Çatışmasızlığın Kalıcılaştırılması ve Barışın Sağlanmasında Uluslararası Katkı Deneyimleri”, “Toplumsal Barışı Cezaevlerine Taşımak: Cezaevi Rejimini Dönüştürmek İçin Nasıl Bir Yol Haritası?” başlıkları konuşuldu. Kürt siyasetçi ve Tevgera Jinên Azad'lı (TJA) Gültan Kışanak, ikinci oturumun moderatörlüğünü üstlendi.
‘Uzun yolda önemli olan kararlı olmak’
Oturumun açılışını yapan Gültan Kışanak, bütün dünyanın barışa ihtiyacı olduğu için bu deneyimlerin insanlık tarihinin bir külliyati haline geldiğini belirtti. Gültan Kışanak, “Biz bugün İrlanda barışını, Bask barışını, Güney Afrika barışını konuşuyoruz. Kürt barışını da dünyadaki halklarla buluşturacağımız bir deneyimi biz inşa edelim. Bugün burada sizlerle bu arzumu paylaşmak isterim. Bu uzun bir yol, burada önemli olan kararlı olmak ve yola devam etme konusunda ısrarcı olmak. Bize en çok söyledikleri şey budur” dedi.
‘Sürecin güvenliği kesirleştirilmezse kurumsallaşma sürecinde çözüm olmayabilir’
İkinci oturumda ilk olarak apartheid sonrası geçiş döneminde, Güney Afrika’nın yeni anayasasını oluşturma ve demokratik dönüşümü tesis etme sürecinde aktif rol oynayan hukuki ve politik aktör olan eski senatör ve Parlamento Anayasa Komitesi Başkanı Mohamed Bhabha söz aldı. Mohamed Bhabha, “Yeni bir anayasa ile hem halkın geleneklerine saygılı hem de kimliğe saygılı olması gerek. Bu çok zor ve yavaş ilerleyen bir süreçtir. Sürekli Nelson Mandela’nın ismini vermek istemiyorum ama bu şöyle diyordu ‘Bir iktidardan bir başka baskı ve zulüm iktidarına geçilmemesi gerekiyor, güç yanlış şekilde kullanılmamalıdır. Böyle bir devlet kurmalıyız.’ Yine şunu söylemek istiyorum tarihten bahsetmişti. Suriye ve İran aklıma geliyor. Güçlü insanlar artık birbiriyle kavga etmeye başladılar. Ulusal bir etnik kimliğin öne çıkartılması gerekiyor derdi. İkinci bir başlık olarak da intikam peşinde olunmaması gerekiyor. Bu şekilde tarafsız ve adaletli yönetilmesi gerekiyor.
Çünkü çatışmanın olduğu yerlerde bakıyoruz ki çok kısa çözüme gidilmek isteniliyor. Bu sürecin güvenliği eğer kesirleştirilmezse kurumsallaşma sürecinde çözüm olmayabilir. Burada hukukun üstünlüğünün göz önünde bulundurulması gerekiyor. Buraya gelinceye kadar bazı kanunlar vardı. Bu çerçevede pazarlıklar, tartışmalar vardı hem de hukukun dışında da vardı. Eğer bunlardan hiçbiri olmasaydı bir anarşi ortaya çıkardı. Varolan kanunlardan da bahzedecek olursak burlar ayrımcılık yapıyor bize zulüm ediyordu. Bize zulmedenler bu kanunları yapmışlardı fakat diyalog sürecinde bu ayrımcı kanunlardan kurtulmak için çalışıldı. Dünyayı değiştiremezdik çünkü bu hukuki sürecin bu zemini değiştirmesini sağlayamadık. Bunu yapabilmeliydik.Bu süreçte hukuk konuşmalıydı. Bizim ilk öğrendiğimiz şeylerden bir tanesi de düşmanımızı anlamaktır” ifadelerini kullandı.
‘Değerleriniz güçlüyse siz de güçlüsünüz’
“Düşman homojen değildir aralarında da bazı farklı kişiler vardır” diyen Mohamed Bhabha, “Anayasa ve devlete yakın olanlar da vardı. Bu kişiler kendi kanunlarına göre bir arayış içinde değillerdi, kimse bir şey söylemeden güçlü bir merkez oluşturacaksak çevresindekileri de yanımıza çekmemiz gerekiyordu ve aslında zor olan buydu. Kendi halkımızın beklentileri vardı. Bunların yerine getirilmesi gerekiyordu ve bu çok zordu. Özgürlüğümüz tek kutuplu bir dünyada yerine gelmişti. Tüm para Amerika’dan geliyordu gerçek buydu yani romantize edilmiş hali gerçeklikle alakalı değildir. Burada en önemli görevimiz de halkımızın yanına gidip beklentilerini öğrendik. Gençken öğrendiğim, halkınızın belki okuma yazması yok ama hiçbir zaman onları küçük görmeyin fikirlerine danışırsanız onlar çözümün devamlılığı olur. Ayrıca perde arkasında yapılan tartışmalar asla küçük görülmemelidir. Bazıları ‘Mandela bizim davamızı sattı’ dediler. Ancak eğer sizin değerleriniz güçlüyse siz de güçlüsünüz. 'Nelson Mandela davamızı sattı' denildiğinde ki parti başkanı da bunu söylüyordu ve ne zaman ki görüşmelere başladılar bu zamanla değişti” diye belirtti.
‘Bölünme sömürgeliğin devamını sağladı’
Ardından milletvekili ve Sinn Fein Ulusal Başkanı Declan Kearney “İrlanda Barış Süreci Deneyimi” başlığında kendi deneyimlerini aktarmak üzere söz aldı. Declan Kearney, “Mücadelenizdeki öncü Sayın Abdullah Öcalan’a selamlarımızı getirdim” dedi. Declan Kearney özgür birleşik İrlanda mücadelesinin 18’inci yüzyılda başladığını belirterek İngiltere’nin sömürgeci politikalarına karşı bağımsızlık ve ulusal barış ideolojisi temelinde çoğunlukla silahlı mücadele verdiklerini ifade etti. Ulusal özgürlük mücadelesi ve toplumsal dönüşüm arasındaki bağın 20’nci yüzyılın başındaki devrimlerde olduğu gibi idam edilen İralandalı devrimci James Collony tarafından da fark edildiğini ifade eden Declaney Kearney, “Benim partim Sinn Fein ve İrlanda toplumunun değişme hedefini taşıyor ve enternasyonalist olmaktan gurur duyuyor. Ve eşitlerden oluşan İrlanda, eşitlerden oluşan bir dünyanın bir kilit taşı olmaktadır. İrlanda için bağımsızlık mücadelesi 1921 yılında İngiltere’nin İrlanda’yla barışı ve karşı devrimi bu süreci sekteye uğrattı. İrlanda’nın 32 bölgesinden 6’sı Kuzey İrlanda olmak üzere ayrıldı ve tamamen İngiliz himayesi altında yönetildiler. Bu iki muhafazakar devletin oluşması İngiliz sömürgeciliğinin devam etmesine neden oldu. İrlanda’nın kuzeyi tek partili bir devlete dönüştü ve İngiltere ulusalcı bağımsızlık yanlılarına ekonomik ve siyasi baskı uyguladı. Bunun sonucu olarak silahlı mücadele başladı. 2005’te sonlanan kadar devam etti” diye belirtti.
‘Barış süreci bitmedi, yeni bağlamlar oluştu’
Declaney Kearney, Sinn Feyn’in iki kez tek taraflı ateşkes ilan ettiğini, Britanya hükümetinin ise bunu zayıflık olarak nitelendirse de ateşkeslerin yeni olanaklar yarattığını dile getirdi. Declaney Kearney, özellikle ABD’deki İrlandalıların çalışmalarının da etkili olduğunu ifade ederek, ABD Başkanı Bill Clinton’un dış politikasında İrlanda barışını öncelikli kıldığını söyleyerek şöyle devam etti: “Ağustos 1994’te tek taraflı ateşkes için olumlu ortam yarattı, kalıcı demokratik barış süreci taahhüdü alındı. Ancak ABD hükümetini olumlu mesajına rağmen Britanya Hükümeti kötü niyetli hareket etti. Ancak ABD’nin devam eden katılımı yeni Birtanya Hükümetinde İşçi Partisi ve Tony Blair seçilmesiyle yeni süreç başladı. Yeniden tek taraflı ateşkes ilan edildi. Süreç Nisan 1998’de Hayırlı Cuma Antlaşması ile sonuçlandı. Bu uluslararası etkinin olumlu etkisi oldu. İrlanda barış süreçleri 27 yıldır bitmedi, yeni siyasi bağlamlar oluşturdu.”
‘Katalonya müzakere ve diyalog sayesinde çok önemli ilerlemeler elde etti’
“Katalonya-İspanya Müzakereleri: Asimetrik Çatışmalardan Dersler” başlığında ise eski Katalonya Başbakanı Pere Aragonès konuştu. Pere Aragonès, “Tüm Katalonya halkı olarak ülkemizin bağımsızlığını destekleyenlerin, biz de Kürt halkının barış, adalet ve özgürlük mücadelesini desteklediğimizi söylemek istiyorum. Katalonya ve Kürdistan olarak, iki ayrı ulus olarak aslında aynı durumdayız. Bizler baskı altındaki uluslarız ve özgürlük yolunda savaşan uluslarız. Sizinle birlikteyiz. Mücadeleniz bizim de mücadelemiz” diyerek Katalonya’daki müzakere süreçlerini aktardı. Pere Aragonès, "Katalonya bugün müzareke ve diyalog sayesinde çok önemli ilerlemeler elde etti ve bunu aşama aşama yaşadı. Bazen de çok yavaş oldu. Bazen çok kuvvetli bir dirençle karşılaştı. Ancak siyasi cesaret ve demokratik metodların kapıları açabileceğini gösterdi. Aslında tamamen kapalı gibi görülen kapıların açılabildiğini ortaya koydu. Dolayısıyla siyasi çatışmayı çözmek için İspanya’nın başbakanı Pedro Sanches bile şöyle söyledi kamusal olarak; Biz müzakereler sürecinde Katalonya’yı tanıdık ve demokrasi olmadan çözümsüz kalınacak. Bu çatışmanın demokratik araçlarla çözülmesi gerektiğini söyledi. Yani Katalonya halkının kendi geleceklerini oylaması ve kararlarını alabilmesinin önemli olduğunu ifade ediyoruz. Dolayısıyla Katalan Hükümeti ve İspanya Hükümeti arasındaki müzakerelerle ilgili öncelikle onun kökeniyle ilgili konuşmalıyız” dedi.
‘Müzakere süreçlerinde stratejiyi korumak önemli’
Katalonya’nın uzun yıllarca dil, kimlik ve özgürlük mücadelesi verdiğini söyleyen Pere Aragonès, uzun yıllar İspanyol diktatörlüğü altında yaşadıklarını hatırlatarak, “Burada İspanya hükümetinin özellikle ultra milliyetçilerin şekillendirmiş olduğu bir anayasa bizi bir krize sürüklemişti ve bu noktada kanunlar değişti. 2017 yılında bir refaranduma yol açtı ve bağımsızlık referandumu yapıldı ve bu Katalonya hükümeti tarafından kabul edildi. İspanya hükümetinin tepkisi ise şöyle oldu: Özerkliğin askıya alındığı daha sonra da baskının başlangıcı başladı. Hükümetimizin liderleri sürgüne gönderildi, hapsedildi. Katalonya’da birçok eylem yapıldı. Bir kriz anında da fırsatlar ortaya çıktı. Tam da fırsatlar en hazır olmadığınız anlarda ortaya çıkabiliyor. İspanya’daki sol örgütler ve sosyalist partiler ile bir müzakere süreci başlattık, siyasi çözüm bulmak için ve 2019 Kasım'ında resmi olarak İspanyol hükümetiyle konuşmaya başladık. Dolayısıyla müzakere sürecine başladık ama bir ikileme de düştük. Aynı zamanda İspanyol hükümetinin sadece kendi hedeflerine erişmek için bu süreci siyasi çözümü unutturmak için kullanmasına karşı da mücadele etmek zorundaydık. Bugün hala bunu sürdürmek oldukça zor. Siyasi çatışmanın merkezinde Katalan halkının kendi geleceklerine karar verme ve İspanyol hükümetinin konumunu reddetmesine dayanıyordu. Bu hala çözülmüş değil. Nihayetinde önümüzde yürüyecek çok uzun bir yol var. Müzakere süreçlerinden öğrendiğimiz, köklü geçmişi olan çatışmalar bir günde çözülecek şeyler değil. Zamana ihtiyacımız var ve siyasette zaman tahayyüt demektir. İki sürecimiz, iki adım geri iki adım ileri giden birçok boykot da yaşadığımız bir süreçti. Müzakere süreçlerine katılanların istihbarat tarafından gözetlendiğini de öğrendik. Ama şaşırmadık. Demeye çalıştığım bu doğrusal olmayan bir süreçti de. Bazen pozisyonunuzu kaybedebilirsiniz ancak burada stratejinizi korumak önemli. Bir diğeri, anlatı ve doğru kelimeleri bulmak da çok önemlidir” ifadelerini kullandı.
'Devlet Abdullah Öcalan'ın özgürlüğü için hızlıca adımlar atmalıdır'
Ardından söz alan Bask Parlamentosu üyesi ve EH Bildu Uluslararası İlişkiler Koordinatörü Igor Zulaıka, Bask deneyiminin uzun süre devam ettiğini belirterek, Bask sürecinin henüz sonlanmadığını dile getirdi. 14 yıldır ileri ve geriye doğru adımlar attıklarını kaydeden Igor Zulaıka, şöyle konuştu: “Hükümette bir değişiklik vardı, sürece başladık. Ancak siyasi mahpuslara baskı yaptılar, rehine olarak onları kullandılar. Yasal değişikliklere ihtiyacımız olduğunu söyledik. Siyasi karar veriyorlar ama adım atmayı zorlaştırıyorlardı. Daha sonra silahsızlanma süreci kapsamında silahlı 6 kişi gelip teslim oldu ancak bunlar tutuklandı. Ve ardından halkımızın da desteğiyle süreci atlattık. Özellikle halkımız sürece yoğun bir destek verdi. Bu destekle bir şeyler yapmaya başladık. Daha sonra ETA dağıldı. Siyasi bir örgüt kurmak istedik. Bask sosyalist partisi gibi. İstediğimiz kadar hızlı ilerlemiyor süreç. Bu sorunların ele alınması gerekiyor. Bunun için de bununla yüzleşmek gerekiyor. Ayrıca Abdullah Öcalan’ın bu sürece katılması önemlidir. Öcalan serbest bırakılmalı çünkü onun katkısı çok önemlidir. Devlet hızlıca bu alanda adım atmalı. Herkes korkular yaşıyor evet. Ama şu an hayatını kaybedenleri unutmamız gerekiyor onlar daha iyi gelecek hak ediyor, halkımız da daha iyi bir gelecek hak ediyor. Artık Kürdistan’da ve bölgede barışı desteklemek gerekiyor. Toplumlarımız bunu hak ediyor.”
‘Demokrasinin olduğu yerde cezaevlerinin varlığı sorgulanmalı’
Son olarak söz alarak, baskıcı rejimlerin olduğu yerlerde cezaevlerinin de bulunacağını ifade eden uzun yıllar cezaeinde tutulan siyasetçi Azime Işık, 26 yıl sonra delil yetersizliğinden beraat ettirildiğini belirtti. Dosyanın başından beri aynı olduğunu, bir değişiklik olmadığını ama 26 yıl sonra süreç nedeniyle beraat ettiğini kaydeden Azime Işık, “Hukuk başından itibaren toplumun adaletini sağlamak yerine devlet esasını veya iktidarı korumaya dayalı kendini konumlandırmışsa baskıcı rejimlere hizmet ediyordu. Mahkemede adil yargılanmamış, deliller olmadan yıllarca yatan arkadaşlar var. Sadece PKK dosyasından 3 binden fazla tutsak var. Önümüzdeki süreçte barıştan, dönüşümün cezaevlerine yansımasından bahsedeceksek hukukun adalet kıstasını ele alması gerekiyor. Son 10 yılda Türkiye’de birçok kampüs hapishanesi açıldı, hapishane şehirleri kuruldu. 3-4 hapishanenin etrafında lojmanlar kuruluyor, hastane kuruluyor, duvarlar tel örgülerin içinde yeni bir şehir inşa ediliyor. Demokrasinin hakim olduğu yerde, hiç kimse 'hapishane şehri olur mu?' diye sorgulamadan edemez” diye konuştu.
'Hukuk ve hukuk esasları benimsenmeli'
Azime Işık, konuşmasının devamında şunları kaydetti: “Hukuk başından itibaren toplumu, toplumun hak ve hukukunu adaleti sağlamak yerine devleti korumak, devlet esasını ya da mevcut hükümetleri ya da rejimi korumaya dayalı kendini konumlandırmışsa orada hukuk aslında toplumsal barışa değil daha çok baskıcı rejimlere hizmet ediyordur anlamına gelecek. Bugün hapishanede benim gibi suçsuz yere yatan birçok arkadaşım var. Yani mahkemede adil yargılanmamış ya da dosyasında herhangi deliller mevcut değil ama 30 yıldır ya da daha uzun süre ya da daha kısa süre yatan arkadaşlar var. Bugün 3 binden fazla mahkum var. Önümüzdeki süreçte toplumsal barıştan söz edeceksek ya da toplumsal dönüşümün hapishanelere ya da cezaevlerine yansımasından bahsedeceksek en başından hukukun adalet kıstasını esas alması, adalet kıstasından da kastettiği devleti ya da rejimi değil. Aslında hak ve hukuku ya da hukuk esaslarının benimsemesi olması gerektiğini söyleyebilirim.
‘Uygulamalar neyin kanıtıdır?’
Son 10 yılda Türkiye'de gerçekleşen bir diğer olgu da Türkiye'de birçok kampüs hapishanesi açıldı. Bu kampüs hapishaneleri şehir içinde, hapishane şehirleri kuruldu aslında. Şimdi 3-4 tane hapishanenin etrafında lojmanlar kuruluyor, tabur kuruluyor, bir hastane kuruluyor, onun dışında fırın kuruluyor. Banka kuruluyor vesaire ve şehrin içinde bir duvarlar ve tel örgülerin içerisinde yeni bir şehir icat ediliyor ya da inşa ediliyor. Burada toplumun aslında hakim olduğu, demokrasinin hakim olduğu hiçbir toplum herhâlde 'bu hapishane nasıl bir şehir ya da şehrin içerisinde hapishane şehri var olur mu?' diye sorgulamadan geçemez. Ama bunun mevcut son 10 yılda gerçekleşen şiddet, baskıcı rejim ya da antidemokratik uygulamalarla baktığımızda tam tersi; bugün mevcut rejim bu hapishaneleri ya da kampüs hapishaneleri ya da şehir hapishanelerini aslında bir sanat eseri yani icra, hizmet olarak sunuyor ve bunu da sorgulayan hiç kimse ortaya çıkmıyor. Aslında bu uygulama neyin kanıtıdır? Geçmişte toplama kampları var vardı ya da ötekileştiren toplumların hapsedildiği, öte sürüldüğü gettolar vardı. Bugün Türkiye'de gettolar yok ya da topluma kampı yok ama şehir hapishaneleri var. Ve şehir hapishaneleri de aslında aynı işlevi görüyor. Yani benim mesela tutuklandığım dönemlerde de işkence vardı. Önceki süreçlerde de vardı. Yani şiddetin, baskının olduğu her dönemde işkence olmuştur. Ancak hapishane koşullarının dönemin toplumsal yapısına, dönemin siyasi yapısına göre koşulları farklılaşabiliyor. Son 10 yılda aşırı derecede tecrit uygulanmaya başladı. Tecrit gittikçe ağır şekilde ilerlemeye başladı.”
Konferansın ilk günü, ikinci oturumun tamamlanmasıyla sona buldu.







