19 Aralık Katliamı'nın ardından tecridin derinleşmiş hali
- 09:02 19 Aralık 2024
- Güncel
Rozerin Gültekin
HABER MERKEZİ - 19 Aralık, devletin ‘Hayata Dönüş’ dediği cezaevlerindeki tutsaklara yönelik katliam olarak tarihe geçti. 28 tutsağın yaşamını yitirdiği katliamın failleri ise cezasız kaldı.
Devletin “Hayata Dönüş” adını verdiği, ancak tarihe katliam olarak geçen 19-22 Aralık 2000 yılında tutsaklara yönelik saldırı, Türkiye’nin cezaevi tarihine kara bir leke olarak kazındı. Aynı anda 20 cezaevinde gerçekleştirilen katliamda, dönemin hükümetinin F Tipi cezaevlerine geçiş için gerekçe yaratmayı hedeflediği iddia edilen saldırı sonucu 28 tutsak ve 2 asker hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı. Katliamda ağır silahlar ve alev püskürten silahlar kullanıldı.
Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in yaptığı açıklamalarla savunduğu katliam, ulusal ve uluslararası düzeyde büyük tepki çekti. Ancak bu tepki, ne katliamın sorumlularını cezalandırmaya yetti ne de yaşamını yitirenlerin yakınlarının adalet arayışını karşılayabildi. Cezaevlerinde ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı bu katliam, adaletin değil, devletin cezasızlıkla ödüllendirdiği bir kanlı sayfa olarak hafızalarda yer etti.
1997’den itibaren devletin cezaevlerini “tecrit” odaklı F Tipi modeline geçirmek için yaptığı planlar, katliamın hazırlayıcı süreçlerini oluşturdu. Ancak bu “modernizasyon” gerekçesiyle, siyasi tutsaklara yönelik ağır tecrit politikalarının uygulanmaya başlanması, sadece tutsakları değil, ailelerini ve toplumun vicdanını da hedef aldı. Devletin F Tipi cezaevlerini “çağdaş infaz sistemi” olarak tanımladığı bu süreç, aslında tecridi derinleştiren ve tutsakları tamamen yalnızlaştırmayı amaçlayan bir politikanın habercisiydi.
Devlet F tipi cezaevlerini neden istiyor?
1997 yılında, Refah-Yol hükümetinin Adalet Bakanı Şevket Kazan imzasıyla Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'na yazılan bir yazı, devletin F tipi cezaevlerini neden istediğine yönelik ortaya çıkan ilk resmi belgede şu ifadelere yer verilmiştir: “Mevcut cezaevlerinde koğuş sistemi hâkim olup, çağdaş infaz ve tretman kurallarına uygunluğu bulunmamaktadır. Hükümlü ve tutukluların bireysel yaşam ihtiyaçları göz önüne alınmadan projelendirilmişlerdir. Toplu yaşam zorunluluğu, beraberinde isyan, yaralama, öldürme, koğuş ağalığı, uyuşturucu ticareti, kumar, fiziksel ve manevi baskı ile birbirlerini eğitme gibi olguları da doğurmuştur. Bu cezaevlerinin karmaşık ve hantal görünümlü fiziki yapıları, insan duygularına dayalı kontrol sistemleri ve yapısal zafiyetleri, terör suçlularının barındırılmasında büyük sorunlar yaratmaktadır. Kalabalık koğuş sistemine dayalı bir cezaevi, terör suçluları için ıslah edici ve caydırıcı bir fiziki yapı olmaktan uzaktır. Terörle Mücadele Kanunu’nun 16. maddesi gereğince, tek ve üç kişilik oda sistemine göre inşa edilecek terör cezaevlerinin kısa sürede yapılarak hizmete girmesi, yukarıda belirtilen sakıncaları tamamen ortadan kaldıracaktır.”
F tipi cezaevleri inşa edildi
Refah-Yol hükümeti, iktidarda olduğu süreçte, cezaevlerinin bir an önce yapılmasını istiyordu. Ancak Refah-Yol hükümetinin ömrü buna yetmedi. 15 Temmuz 1997'de dönemin Adalet Bakanı Yaşar Topçu, Başbakanlığa bir yazı yazarak önceki hükümet döneminde getirilen bu önerinin uygun olduğunu belirtti ve Bakanlar Kurulu kararı alınmasını talep etti. Mesut Yılmaz'ın başbakanlığındaki Bakanlar Kurulu ise söz konusu kararı 10 gün sonra, 25 Temmuz 1997'de aldı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, kararı hızla onayladı. Bu sayede F tipi cezaevleri hızlı bir şekilde inşa edilebildi.
Ancak sıra tutsakların, bu cezaevlerine nakledilmesine gelmişti. Bu nakli gerçekleştirecek operasyona karar veren ise Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Bülent Ecevit'in başbakanlığında, ANAP ve MHP koalisyonuyla kurulan Anasol-M hükümetiydi.
Katliama giden süreçte şunlar yaşandı:
22 Nisan 1999: Ankara Sincan, Bolu, İzmit Kandıra, Edirne, Tekirdağ ve İzmir Kırıklar F Tipi hapishanelerinin inşası için ihale tamamlandı ve bu cezaevlerinin yapımına başlandı.
Ocak 2000: IMF ile 17. Stand-by anlaşması imzalandı. Birkaç hafta sonra Başbakan Bülent Ecevit, “Hapishaneler sorununu çözmeden geleceğe güvenle bakamayız” dedi.
18 Ocak 2000: Altı adet F Tipi cezaevinin yapımının bitmek üzere olduğu ve mayıs ayında teslim edileceği açıklandı.
8 Mayıs 2000: Yapımı biten altı F Tipi cezaevini basına tanıtan Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, Kocaeli F Tipi Cezaevi’ni basına gezdirdi.
10 Haziran 2000: Yeni Şafak gazetesine açıklama yapan Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun, “Her türlü protestoyu göze aldık. F Tipine mutlaka geçilecek ve bu sorun bitecek” dedi.
22 Temmuz 2000: Tutsak yakınları ve aileler, İstanbul’da Galatasaray Lisesi önünde oturma eylemi başlattı. Polis, ailelere müdahale etti ve 20 kişiyi gözaltına aldı. Bu eylem, 19 Aralık 2000 tarihine kadar her hafta Cumartesi günü yapılmaya devam etti. Eylemlere neredeyse her hafta polis tarafından müdahale edildi. 16 Eylül tarihindeki eyleme Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi üyesi avukatlar da katıldı. Polis bu eyleme katılanlara saldırarak, aralarında 25 avukatın bulunduğu toplam 50 kişiyi şiddet uygulayarak emniyete götürdü.
20 Ekim 2000: Siyasi tutsaklar süresiz açlık grevine başladı.
27 Ekim 2000: Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, “Boşuna açlık grevi falan yapmasınlar. F Tipleri uygulanacak” dedi.
19 Kasım 2000: Siyasi tutsaklar, süresiz açlık grevini ölüm orucuna çevirdi.
9 Aralık 2000: Adalet Bakanı Sami Türk, F Tiplerine nakillerin süresiz ertelendiğini ve F Tiplerinin ilgili meslek kuruluşlarının katılımıyla mimari, hukuki ve tıbbi açıdan yeniden değerlendirileceğini açıkladı. Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Oral Çalışlar ve Can Dündar, Bayrampaşa Cezaevi’nde tutsaklarla görüştü. Böylece tutsaklarla yapılacak görüşmelerin önü açılmış oldu.
11 Aralık 2000: TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyeleri Mehmet Bekaroğlu, Kamer Genç, Tunay Dikmen ve TTB İkinci Başkanı Metin Bakkalcı’dan oluşan heyet, Bayrampaşa Cezaevi’nde tutsaklarla görüşmeler yaptı. Ancak Adalet Bakanlığı’nın F Tiplerinin açılmayacağı konusunda güvence vermemesi üzerine görüşmeler tıkandı. Aynı gün, Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi üyesi 7 avukat ve 5 stajyer avukat, dernek binasında süresiz açlık grevine başladı.
14 Aralık 2000: Adalet Bakanı Sami Türk, Bayrampaşa Cezaevi’nde tutsaklarla görüşme yapan heyetin F Tipleri hakkındaki önerisini kabul etmediğini açıkladı. Tutsaklarla yapılan görüşmeler bu nedenle yeniden tıkandı. Akşam saatlerinde İstanbul 4 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM), ölüm oruçları ve F Tiplerine ilişkin haberlere yayın yasağı kararı verdi.
15 Aralık 2000: Adalet Bakanı Sami Türk, “Mutabakat ancak oda sistemi kabul edildiğinde olur. Ölüm orucunu bırakın” açıklamasında bulundu. Aynı gün İstanbul Barosu’ndan bir grup avukat, tıkanan görüşmeleri tekrar başlatmak için Bayrampaşa Cezaevi’ne girmek istedi. Ancak Bakanlık, bu başvuruyu reddetti.
16 Aralık 2000: Aydınlar ve sanatçılardan oluşan bir heyet, tıkanan görüşmelerin tekrar başlaması için Adalet Bakanlığı’na başvuru yaptı. Ancak bu başvuru Bakanlık tarafından geri çevrildi.
17 Aralık 2000: Görüşmelerin tekrar başlaması için İstanbul Barosu Başkanı Avukat Yücel Sayman arabulucu oldu. Tutsaklar, Yücel Sayman’la görüşmelere devam etmek ve bir uzlaşmaya varmak istediklerini belirttiler. Ancak akşam saatlerinde Adalet Bakanı Sami Türk, “Bundan sonra olacakların sorumlusu, ölüm orucunu başlatan, destekleyen ve devam ettirenlerdir” açıklamasını yaptı.
18 Aralık 2000: Başbakanlık’ta Başbakan Bülent Ecevit, Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, Adalet Bakanı Sami Türk ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan bir araya gelerek toplantı yaptılar.
19 Aralık 2000: Saat 04.00 sıralarında, 20 ayrı cezaevine aynı anda saldırı başlatıldı. Adalet Bakanı Sami Türk, “Asıl amaç ölüm oruçlarını bitirmek değil, devletin otoritesini sağlamaktır” açıklamasında bulundu.
Katliam için ‘hassasiyetle davrandık’ dedi!
Katliama dair açılan davanın 51’İnci duruşması, Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Dönemin İçişleri Bakanı Saadettin Tantan, tanık olarak dinlendi. Kapalı görülen duruşmada, tutsakların avukatlarından Güçlü Sevimli’nin daha önce mahkemeye teslim edip dava dosyasına eklediği 37 sorudan 11’inin, “davaya bir katkı sağlamayacağı” gerekçesiyle Saadettin Tantan’a sorulmadığı ortaya çıktı. Kapalı görülen ara duruşmada dinlenen Saadettin Tantan, Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) kararlaştırılan katliam kararının altında imzasının bulunduğunu kabul etti. Ancak 28 tutsağın hayatını kaybettiği ve onlarca kişinin yaralandığı katliam için, “Hiçbir cana zarar gelmesin diye hassasiyetle davrandık” demesi de dikkat çekti.
Suç duyurusunda yetkisizlik kararı
Cezaevlerindeki katliama ilişkin 194 failin yargılanması devam ediyor. Dava avukatları, dönemin İçişleri Bakanı Saadettin Tantan, Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanı Ali Aydın ve Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunarak cezalandırılmalarını talep etti. Ancak Başsavcılık, bu isimlerin Ankara’da bulunması nedeniyle “yetkisizlik” kararı vererek dosyanın incelenmesi için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesine karar verdi.
AİHM tazminata hükmetti
Katliam sırasında Bayrampaşa Cezaevi’nde bulunan tutsaklar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yaşam hakkını düzenleyen 2. maddesi, işkence ve kötü muamele yasağını düzenleyen 3. maddesi ve adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesi uyarınca hak ihlallerine maruz kaldıklarını belirterek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdu. AİHM, Türkiye’yi “yaşam hakkı, işkence yasağı ve adil yargılanma hakkı” ihlallerinden suçlu bularak, 22 tutsağa toplam 137 bin Euro manevi tazminat ödenmesine hükmetti.
Cezaevi katliamında hiçbir fail cezalandırılmazken, yıllar içinde tecridi derinleştiren S ve Y tipi cezaevleri de “pilot” merkezlerde kurulmaya başlandı.