Türkiye’de çalışma üzerinden kurulan ilk sendika: EVEKSEN

  • 09:01 10 Temmuz 2020
  • Emek/Ekonomi
Melike Aydın
 
MUĞLA - Ev eksenli çalışmanın iş kolu statüsünde tanınması için verilen hukuk mücadelesini kazanan EVEKSEN Genel Başkanı Gülsüm Nazlıoğlu, en önemli taleplerinin güvence ve emeklilik olduğunun altını çizdi. Gülsüm, “Sendika evde çeviri yapanı, kaset çözeni, özel ders veren öğretmeni de yorgan dikeni de kapsayacak” dedi. 
 
Ev Eksenli Çalışan Kadınlar Sendikası (EVEKSEN), Nisan ayında yaklaşık 10 yıllık hukuk mücadelesinin ardından ev-eksenli çalışmanın işkolu statüsünde tanınmasının yolunu açan emsal davayı kazandı. EVEKSEN Genel Başkanı Gülsüm Nazlıoğlu, dava sürecini ve verdikleri mücadeleyi anlattı. 
 
‘Ortak sorunların çözümünde sendika kurmayı seçtik’
 
‘Dünya evde çalışanlarla tanışma hareketinin’ 1994’te Türkiye’de de parça başı çalışan kadınlarla tanıştığını, 2000’e kadar ev eksenli çalışanların bir arayış içinde olduğunu belirten Gülsüm, ev eksenli çalışmanın sipariş alma, siparişe işverenin karar vermesi gibi çalışma biçimleri nedeniyle İLO Sözleşmesi tanımına uyduğunu dile getirdi. Uzun yıllar hakları için tartışma yürüttüklerini söyleyen Gülsüm, “Kadın işçiyiz, ev içi emeğimiz var, ev içi şiddet var, güvencesiz çalışıyoruz. Ev eksenli çalışanlar olarak ‘çatı örgütü sendika olmalı’ dedik ve 2008’de kurma kararı alındı. 1 yıl tüzüğü tartıştık. Çiftçi-Sen tüzüğünü omurga olarak aldık. 2009’da sendika kuruldu” dedi.
 
‘Çocuk işçiliğine de neden oluyor’ 
 
İşyerinin evin kendisi olduğunu, oluşan meslek hastalıklarının hane halkını da etkilediğini ve çocuk yaşta çalıştırılmanın da yoğun bir şekilde yaşandığını dile getiren Gülsüm, “Çocuklar örneğin ayakkabı işlenirken oturup yardım etmese bile özellikle kız çocukları evin diğer işlerini yapar. Çocuklar neyi becerebiliyorsa yapar” sözlerine yer verdi. 
 
‘Çalışma biçiminin artması sendikanın önemini arttırıyor
 
Ev eksenli çalışmanın özellikle pandemiden sonra daha da yaygınlaştığı için sendikanın da alanının genişlemeye müsait olduğunu kaydeden Gülsüm, işverenin işyeri kirası, elektrik, su gibi hiçbir giderinin olmadığı gibi meslek hastalıkları konusunda da sorumluluğu üstlenmediğini dile getirdi. Sendikanın çok büyük bir oranının kadınlardan oluştuğunu ve 27 kurucu üyesinin de kadın olduğunu aktaran Gülsüm, “7 kişi ile kurabiliyorken 27 kadın kurduk. Herkes kurucu üye olmak istedi. İşi düzensiz, geliri düzensiz. Talebimiz emeklilik, sosyal güvence. Her ilde 3’er günlük kongre yapıldı. Feminist hareketlerle bağımız var, evde şiddet, ev içi emek sömürüsü temel gündemlerimizden” diye belirtti. 
 
‘Sicil numarası 10 yılın ardından ancak alınabildi’
 
Sicil numarası yani işyeri numarası olmadığı için 2009 yılında dava açıldığını hatırlatan Gülsüm, 10 yıl süren davanın ardından sicil numarası verilerek resmen sendikalı olduklarını ifade etti. Sendikanın daha kuruluş aşamasında iç hukuk yolları tükendiğinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıma üzerinden bir çalışma yürüttüklerini paylaşan Gülsüm, “Eksik belgemiz yoktu. Kurucu üye olabilmek için sigorta istenmiyor. İLO sözleşmesini baz alarak kurduk, devamında da bu davalar açıldı. Kabul etmek zorundaydılar. Danıştay 10. Daire tarafından ‘İşçi işveren ilişkisi yok ama bir sendika olarak kurulmuştur bütün belgeleri tamdır’ denildi” şeklinde konuştu. 
 
‘İşyeri değil çalışma üzerinden kurulan ilk sendika’
 
Davanın ardından sendikanın kendini bir kez daha gözden geçirerek işkolu isteyeceğini beyan eden Gülsüm, bütün iş kollarına giren vasıfsız işçiler olarak ‘tekstil’ veya ‘büro’ gibi ‘ev eksenli çalışma iş kolu’ taleplerinin olacağını ifade etti. 
 
“Sendika evde çeviri yapanı, kaset çözeni de yorgan dikeni de kapsayacak. Artık internet üzerinden üye olunabilmeli. Davayı ve diğer gelişmeleri duyurmak ve görünürlüğünü sağlamak istiyoruz. Türkiye’de ilk dava, çalışma üzerinden kurulan ilk sendika” dedi.
 
‘Kaçak çalıştırılanlar var’ 
 
“Fabrikada 10 kişi çalışıyor ama 100 kişilik iş çıkıyor. Peki, ama bu 90 kişi nerede? Bunu yereller biliyor. Ya göçmenler ya ev eksenli çalışanlar. Kaçak yani” diyen Gülsüm, şöyle konuştu: “Örneğin MELSA (Muğla El Sanatları) önce valiliğe bağlıydı sonra büyükşehir belediyesine geçti. Vakko’ya Beymen’e kumaş dokudu. Valilik üstleniyordu ve sosyal güvencesiz çalıştırıyordu. İşi evlere dağıtıyordu. Çoğunda asıl güvenceyi sağlayacak olan devlet. Bunun güvencesi de yereller. Reklam yaptılar ‘kadınlara iş getirdik’ diyerek. Belediyeler depo organize ediyor. İş-Kur,Halk Eğitim o kadar içinde ki birbirinden ayıramazsınız.” 
 
‘İş kanunu ve sendikacılık kanununda değişiklik yapılmalı’
 
İşveren odaklı politikalardan vazgeçilmesi, iş kanununda ve sendikalar kanununda değişiklik yapılması gerektiğini vurgulayan Gülsüm,  “08.00-17.00 mesaisi ile sınırlı bir sendikacılık değil bu. Birçok sendika uzun yıllar ilgilenmediler bile bizimle. Çünkü bizim onların işlerini çaldığımızı düşündüler. İş kanununda ‘işyeri’ diye tanım başlar ama o cümle ‘bütün çalışanlar’ diye değişmeli. Sendikalar kanununda da ‘işkolu esası’ kelimesi kaldırılmalıdır. İşkoluna dayalı sendikacılık, sendikacılığı parçalamaktır. Bu bütün çalışanların menfaatine. Böylece toplu sözleşmenin yüzde 10 barajı kalkacak” diye anlattı. 
 
‘Kadın ve barış mücadelesine devam edeceğiz’ 
 
Yasal süreçler tamamlandıktan sonra sendikanın birçok insanı ve yaşam biçimini kapsayabileceğini dile getiren Gülsüm, özel ders veren öğretmenin de dikiş dikenlerin de sendikaya üye olabileceğini belirtti. Kıdem tazminatından faydalanılamadığı gibi pandemide verilen hiçbir haktan da yararlanamadıklarını söyleyen Gülsüm, “Kaç kişi faydalandı bu desteklerden bilinmiyor. Verilen hiçbir bilginin şeffaflığı yok. Kriz zaten bizim hayatımızda hep var. Kadınlar olarak en yoksul cinsiz. Kadın mücadelesine, sendikal mücadeleye devam edeceğiz” diye konuştu 
 
Gülsüm en önemli taleplerinden birinin de savaşa ayrılan bütçenin kadınlara, çalışanlara ayrılması olduğunu kaydederek, “Barış için ve çocuklarımızın ölmemesi için mücadele edeceğiz” diye ekledi.