Teslim olmayanların köyünde direnişin adı Nucan ile karşılaşmak 2022-01-23 09:05:11     “Kemale, mazluma erenlerin izi bugün Kobanê’de amansız bir şekilde yaşanmakta. Yakılmış yıkıntılarla solgun bir renge bürünmüş şehrin sokakları, köyleri yaşadığı tarihsel sorumluluk ve duyguları ile bizleri vicdan muhasebesine çağırmakta, yaşananlara karşı olan bencilce yaklaşımlarımızı sorgulamakta.”   Jîn Kobanê   Çağlar boyu süren destansı direnişlerle büyüdü tarih, her savaşçıya, anaya, sevgiliye, dosta ve düşmana şahitlik yaptı. Mekanlar sembolleşip günümüze taşındı. Tüm bunlara rağmen tanınmayan savaşçılar, gizli kalan yaşam hikayeleri ve hiçbir zaman unutulmayacak anılar da tarihin yazılmamış sayfalarında saklı kaldı. Yazmak anlatmak canlı kılmak gerekir oysa her şeyi, sonuçta nesilden nesile unutulup kaybolan hayat tecrübeleri ve gerçeklikleri var. Bunları yazarak hayatı kalplere sığdıracak şekilde zaferler elde ederiz. Ruhların binlerce yıl öncesini yaşayacak derinlikte olan potansiyeli ile yaşamın kök hücrelerine yolculuklar yapılabilir. Önemli olan yaşama yapılacak tüm duyguların itiraflarında yaşama ve yaşatma kabiliyetlerini özde hissetmektir.    Benim için de itirafların anı geldiği doğrudur. Bu büyük eylemin keşfini kendime karşı yaparak çok yönlü gelişimler de elde edeceğimin zaferini hissediyorum. Duygularım beni savaştıran en amansız güç düşüncelerim ise engeller olarak gördüklerimi aşmamda ki çözüm gücü bir nevi politikası olacaktır. Yaşanılan devrimci hayatlarımız her zaman soylu ve saygınlığı ile ölümü, ölüm ve ayrılık kavramlarını unutturmuştur. Ölüm bizler için bir toprak çukurunda gömülmek değildi, yaşatanlar, yaşayanlar ve yaşayacak olanlar bunun için ‘bizler yaşamı uğrunda ölecek kadar çok seviyoruz’ deme erdemliliğini ve yaşanılacak olan yaşamın özü ile bir özgürlük yaşamı olacağını anlatmışlardır. Kemale, mazluma erenlerin izi bugün Kobanê’de amansız bir şekilde yaşanmakta. Yakılmış yıkıntılarla solgun bir renge bürünmüş şehrin sokakları, köyleri yaşadığı tarihsel sorumluluk ve duyguları ile bizleri vicdan muhasebesine çağırmakta, yaşananlara karşı olan bencilce yaklaşımlarımızı sorgulamakta.    Bu bencilce duygularıma karşı kalemimi savaşçı olmaya davet ettim, önceleri biraz tereddüt ettiyse de başaracağına kilitlenerek sayfaların verdiği korkuya karşı cenge kalktı. Sizlerle bir köyde genç bedeni ile direnerek can veren Ş. Nucan’ı devrimci yüreği anlatacağım. Tanışmamız Kobanê tarihinde direniş ile tanınan Kendal Köyü’nde gerçekleşti. Kendal Köyü daha önce 13 değerli savaşçı ve komutasını feda ederek teslim olmamış. Yaşanan çatışmada halkın öncü kadroları olan Siyabend, Hebun, Viyan ve bir çok daha devrimci canlarını hiçe sayarak düşmana karşı direnmiş ve zaferi elde etmiştir. Köyün manevi olarak halkta ve savaşta olan değeri paha biçilemezdi. Şunu belirtmek gerekir ki gezip dolaştığımız yerler ya da büyüdüğümüz topraklarda zamanla nasıl tarihsel rollerini oynayacağını düşünmüyoruz ve bu yüzden değersiz anlamsız bir şekilde yaklaşıyoruz. Fakat unutmamak gerekir ki var olan düşman gerçekliğimizden dolayı her karış toprağımız üzerinde tehditler, pazarlıklar ve anlaşmalar yapılmakta. Bunun bilincine vararak ayak bastığımız toprakların tarihsel önemlerinin farkına varmamız gerekir. Evet, Nucan yoldaşla böylesine tarihi bir köyde karşılaşmam dahi aslında unutulmayacak bir yoldaşlığın temeli atıldığını da hissettiriyor. Tayinim bu köye olduğunda yaşayacaklarım biriktireceğim anıların ve yaşayacağım derin yoldaşlık izlerini bilmeden gidiyordum. Nucan arkadaş takım komutanıydı ve onunda düzenlemesi başka bir alana olmuş ve bu yüzden sadece 1 hafta gibi bir süre beraber kaldık. Karşılaştığımız da gece renginde ki gözleri ve geni, parlayan yüzünü unutamıyorum. Arkadaşlar bizi tanıştırdı ve devir teslimin bir hafta içinde tamamlayıp her ikimizin kendi görev yerine geçmesi gerektiğini belirtti.    Şimdi anlatacaklarım o arkadaş kutsal mertebeye ulaştığı için değil sadece, kendisini geçen onca zamana rağmen yüreğime nakış edip var edebilmesindendir. Ve hakkedilen değeri verilmesi gerektiğindendir. Hemen takımda ki arkadaşlarla beni tanıştırmış ve yeni geldiğimden yabancılık soğuk bir hava oluşmasına izin vermemiştir. Daha sonra beraber çaylarımızı yudumlarken bakışları yıllarca yaşamımda hep varmış gibi kalbimin derinliklerine dokundu. Anlam veremiyordum doğrusu yeni tanışıyoruz ama içten içe onunla hep yaşanmışlık duygusu nereden gelmiş neden böyle hissediyordum. Daha sonra erkek arkadaşlarla tanışmaya gidip Ş. Cudi Amed arkadaşın denetiminde olan tabur yönetiminde yer alan ekiple toplanmıştık. Nucan arkadaş ilk gece subaylığını bizim yapacağımızı ve bu şekilde diğer arkadaşları ve mevzilendirme sistemini tanıtacağını belirtti. Diğer tüm arkadaşlar kabul etmiş ve beraber gece vardiyasını görevine başladık. Tabi baharın serin gecesinde dümdüz bir ovada düşmanla arandaki çıplak gözlerle görünen mesafeyi anlattığında heyecanlanmamak elde değildi. Kadın arkadaşlarımızın mevzilerini dolaştık beraber daha sonra tek tek erkek arkadaşların yer aldığı mevzileri gezdik. Tabi bu şekilde erkek arkadaşlar tarafından Nucan arkadaşın ne kadar çok sevilip saygı duyduklarını da görüyordum. Belki o dönemde ve taburda yer alan onlarca arkadaş şehittir de ama inanıyorum şuan farklı alan ve mekanlarda bulunmamıza rağmen o geceleri nöbetleri devriyeleri yad ediyorlardır. Gittiğimiz mevzilerden birini boş görüp şaşırdık etrafımıza bakınma fırsatını vermeden gizli olan tünelden Ş. Zagros fırlamış ve bizi korkutmuştu. Geldiğimizi fark edince şaka yapmak istemişlerdi ve Ş. Nucan bunun yanlış olduğunu farklı bir reflekste daha zor duruma düşebileceklerini anlatmaya başlamıştı. Şimdi şunu paylaşmak isterim bazı anlarda içtiğimiz çayın, suyun veya yediğimiz bir lokma ekmeğin tadı damaklarda kalır ve başka bir yerde ne kadar çok arasan da bulamazsın. İşte o gece o mevzide içtiğimiz çayın tadını başka bir bardak çayda tadamıyorum. Devriye saatlerimiz üç turluk gezi ile tamamlanmış ve gidip diğer arkadaşlara aktarmamız gerektiğini belirtti. Bende saat olmadığını fark edince saatini bana vermiş ve burada ihtiyacımın çok olacağını söylemiş.    Nucan yoldaş Rojava’nın Serekani kentindendi. Hafif kilolu, 1.70 boylarındaydı. Birbirimize sorular soruyorduk ve sohbetlerimiz gittikçe demini alıyor tadına doyulmuyordu. Şimdi o gecelerden birini yaşamayı hayal etmek bile ölü hücrelerimi canlandırmaya yetiyor. Genel ve özgün cephe toplantıları olmuş beraber gidiyor ve oradaki tüm arkadaşlarla beni tanıştırıp pratik ve manevi boyutlarda zorlanmamam için arkadaşlara sürekli ilgilenmelerini ziyarette bulunup destek olmalarını anlatıyordu. Sanırım en fazla dil konusunda zorlanacağımı fark ettiğinden Kuzey Kürdistan’dan, katılım yapmış diğer arkadaşlara bana özellikle yardımcı olmalarını rica ediyordu. Bunun nedeni ise tüm gücün Kobane’li, arkadaşlar olmasıydı. Gece ve gündüzden oluşan saatlerin zamanı hızla geçiyordu, bizler için belirlenen sürenin son iki güne yaklaştığımız da ise birbirimize söz veriyor küçücük bir fırsat bulduğumuz da birbirimizle iletişime geçecektik. Serekani alanında kuzeni İbrahim arkadaş ile görüştü bu taburdan ayrılacağını ve bunun kendisinde yarattığı üzüntüyü paylaşıyordu. Son gece tekrar beraber mevzileri dolaştık, tüm arkadaşları görüp sabah gideceğini ve kendilerini korumaları için sürekli uyarılarda ve perspektiflerde veriyordu. Gece yarısından sonra aynı mevzide oturup şafağı bekledik. Kendal köyünde bulunan okulun stratejik konumunu konuştuk ve erkek arkadaşlardan o mevziyi alarak kadın arkadaşların oraya geçmesini böylece her arkadaş daha fazla düşmanın keşfini ve eylem planlamalarını çıkaracağını anlattık birbirimize. Nucan yoldaş taburdan ayrıldıktan kısa bir süre sonra hemen o mevziye ilişkin görüşlerimizi paylaştık ve olumlu bir şekilde karşılık aldık.    Sabah Nucan yoldaş takımda ki tüm arkadaşlarla vedalaşıp onu götürecek arabaya doğru yola koyuldu. Onu yolcu etmek için ilerledim ve dönüp bana seninle vedalaşmıyorum hissediyorum seninle zamanı gelince tekrar karşılaşıp şafağı bekleyeceğiz, belki aynı mevzide olmayacak ama mutlaka seninle güneşin doğuşunu izleyeceğiz. Ve benimle vedalaşmadan araca binip oradan uzaklaştı. Bizleri bekleyen zorlu günleri hisseder gibi camdan Kendal Köyü’nü gözlerinin derinliklerine alıyordu. Bir fotoğraf karesini çekmek ister gibi gözlerini gezdirdi…   Rakamların dilini öğrenmeyecek kadar yeniydik, tecrübesiz ve heyecanlı idik. Yaklaşık 4 ay aradan geçmiş ve düşmana pusu atılan gecelerde ki gibi heyecanlı ve düşman yakınlaşınca darbeyi vurmak isteyen savaşçılar gibi fırsat kolluyorduk. Birbirimizle görüşmek için fırsatları değerlendiriyor ve çocuklar gibi seviniyorduk. Arkadaşları şaşırtan bir şeydi bu, bir hafta gibi kısa bir sürede nasıl olurda bu denli sevebilmiş ve birbirimize ısınmıştık. Doğrusu bizde bunu anlamamıştık fakat şöyle bir gerçeklik var ki, devrimin ve devrimin temeli olan topraklarda sevgi, yoldaşlık gibi duygular kutsaldı. Önemli olan kutsanması bilmek öğrenmekti.   Farkında olmasak da bizler tarihi zamanları yaşıyorduk kutsal topraklar da. Zamana sığdırdıklarımız ile var olmayı başarmış ve yaşanmışlıklara karşı bir nebze de olsa hükmedilen yalan yaşamları tarihin sayfalarından siliyorduk. 15 gün düşününce kısa bir zaman ve bu zaman sürecine bizler hangi duygularımızı, düşüncelerimizi, anılarımızı ve isimleri sığdıracaktık. Kobane’nin güney köylerinden biri olan Edike köyünde karşılaştık kara gözlü Nucan yoldaşla. Birlikte askeri ve ideolojik eğitimleri arkadaşlara veriyorduk, bu şekilde yaşanılacak olan zorlu günlerin düşüncelerinden biraz da olsa uzak tutuyorduk. Yada bizler öyle kendimizi kandırıyorduk. Cepheye arkadaşlara olan özlemlerimizi anlatarak yüreklerimizi acıtıyorduk, çünkü biliyorduk ismini dilimize aldığımız arkadaş belki o dakikalar da kutsanmış toprağın savaşçılığını yapıyordu. Gencecik bedenler hayatın sırlarına muradına ermiş bir şekilde anlamın özgürlüğünü yaşamın özüne çeviriyorlardı. Böylesi bir atmosfer de Nucan yoldaşla birlikte olmamız yapmamız gerekenlerin sorumluluğunu bilince çıkararak olduğumuz mekana cephenin ruhunu taşımaya çalışıyorduk. Bir gece gel seninle tekrar güneşin doğuşunu karşılayalım ve son kez olacağı için bu anı hep güneşin doğuşu ile hatırlayalım. O gece sabaha karşı sorduğu bir soru vardı ve hiç mi hiç aklımdan çıkmadı. Acaba zamanla birbirimizi unutur muyuz? Birkaç dakikalık sessizliği bozmak bana düştü ve ona söyleyebildiğim tek şey eğer DİRENEN KENDAL KÖYÜNÜ UNUTURSAK, BİRBİRİMİZİ UNUTURUZ…   Bu köy bizler için başlangıç olmuş ve sonucu da bu köy belirleyecekti. Arkadaşlar cephelere takviye istedi ben güney cephesine, Nucan arkadaş doğu cephesine tekrar gitmişti. Birkaç gün orada kalmış ve geri çekilme süreci başlamıştı. Yaşanan çatışmayı daha sonra arkadaşlardan öğrendim. Düşman yoğun saldırmış ve arkadaşların sayısı ve cephanesi az olduğundan bu köyü bırakmaya başlamışlar fakat, suikastçılar stratejik konumları ile arkadaşları hedef almış. Nucan arkadaş suikast ile şehit düşüyor. Cenazeyi arkadaşlar almaya çalışsa da başaramıyorlar ve Ş.Dılgeş cenazeyi çıkarmak için uğraşsa da cenazeyi çıkaramıyorlar.     Nucan arkadaşın şahadetini duyunca sadece kendal köyü için olan sözümüzü hatırlayıp doğu cephesine tayinimi istedim. Ş. Cudi ve Narin arkadaşlar doğru bulmamıştı yaklaşımımı. Aradan bir yıl geçti, Kobane ve köyleri yeniden özgürleşmiş ve Kendal köyüne gitmiştim. Anılar gözerimde düşüncelerimde canlanırken içimde yaşanan acıyı, hüznü tarif etmek çok zor olacak. 27 savaşçıdan oluşan taburdan 4 arkadaş sağ kalmıştık. Herkes gibi bizde kızardık kendimize neden bizler de onlarla beraber değiliz, daha sonraları şunu fark ediyor insan yaşanmışlıkları eğer yazacak birileri olmasa o destan yazmış kahramanlar isimsiz olarak tarihin sayfalarında kaybolacaklardı. Tabi vicdanen zorlanmak, kendinle savaşmak ve yaşamı yaratanlara cevap olmak için kendimi hep sorgulamak ile bilinçli mücadeleyi veririz. Direnen her karış toprak, hakikat savaşçılarının yoldaşlığında anılır…