Kültür ve gençlik 2021-12-17 09:09:50   “Gençler, kültürün temel süreklileştirici lokomotifi olarak değerlendirilmiştir, aynı zamanda toplumun bugünü, yarını ve geleceği olduğuna vurgu yapmıştık. Gençler bu anlamda yaratılan algıya dönük olarak bütünü için olmasa bile kendi kültürünü merak etme ve ortaya çıkarma temelinde ciddi bir çabanın sahibi olmaktadır.” Kibar Suvari   Gençlik toplumun en temel değişim dönüşüm dinamiği, enerjisi ve yeteneğidir. Bu yönü onun kategorik olmamış sorgulama yeteneği ve doğasıyla ilgilidir. Bilindiği üzere gençlik öncesi çocuklar yaşama hazırlanırken sorular sorar, anlamaya, tanımaya kimi zaman da yeniden bir tanımlama süreçlerini yaşar. Hemen her konuda ve korkusuzca sorduğu sorulara mantıklı cevaplar bulana kadar bu arayışını sürdürür, bu yönlü gerçekliğini gençliğine de yansıtır. Kültür kadar, yaşamı zorlaştıran gerileten unsurlar da gençliğin temel gündemleri arasına girer. Bütün bunlarla beraber tarihte kültürel değişim ve etkilenmeler dışında zora dayalı olarak da bir kültürden koparma, farklı bir kültürü empoze etme durumu yoğunca yaşandı. İlk klanlardan bugünkü okul sistemine kadar geçirdiği evrelerle son halini alan,  kültürden koparma, toplumsallığına yabancılaştırma, kültürel soykırım politikaları daha çok inceltilmiş, daha da korkunç sonuçlar doğurmuştur. Şimdilerde çocukken başlatılan bu uygulamalar hakim ulusun kendi kültüründeki çocuklarına da yansıtılırken kendisinden olmayan etnik unsurları kendine benzetirken acımasızlaşır, insani değerlerden uzaklaşır. Doğallığından uzaklaştırılarak eğitim sisteminin çarklarında şekillenen yeni nesiller, toplumdan kopmakta, toplumsal değerlere yabancılaşmaktadır.   Asimilasyon, kültürel soykırım   Çocuklar bu yabancılaşmaya sorgulayıcı süreçlerden geçerek gençliğe adım atarken belirlenen müfredat ve eğitim programı onlarda belli düzeyde kendi kültürüne yabancılaşmayla başlar. Hele ki eğitim ve öğretim genç bireyin kendi anadilinde değilse bu kendi kültürüne yabancılaşmayı ya da tamamıyla kopmayı beraberinde getiriyor. İzole olduğu toplumsal yaşamdan ve kültürden koparılırken hakim kültüre ve oluşturulmuş hakim egemen ulus kültürüne göre yeniden şekillendirilir. Bu şekillenme temel kültüründen yabancılaştığı oranda tamamlanır. Bu en basit tabiriyle asimilasyondur, kültürel soykırımdır. Peki devlet veya devletler bunu neden yapar? İnsanlar neden kendi kültürüne ve toplumsal gerçekliğine yabancılaştırılır. Asimilasyon, soykırım hatta kölelik ilk nerde nasıl başladı? Bu ve benzeri sorular çoğaltılabilir.    Kölelik yaşam boyu süren bir kadere indirgendi   Tarihte ilk toplumsallaşma ailenin biraz daha geniş bir formu olan klanla başlamış, klanlar kabileyi oluşturmuş. Yine bu klan-kabileler arasında çıkan çelişki ve çatışmalar güçlü olan lehine sonuçlanırken yenilen tarafın bütün maddi kaynaklarına el konulur, yaşlı, genç erkek, kadın ve çocukları öldürülürdü. Kimi araştırmacı ve tarihçilere göre, bu süreçler sınırlı imkanlara zor olan erişimi kendi lehlerine döndürmek için bir yoldu. İçinde sömürü, gasp, köleleştirme olmadığı için yaşamsal bir refleks olarak değerlendirildi. Tarımın gelişimini takip eden artık ürün ile birlikte özellikle artan iş yükü için diğer klan/kabile bireylerinin köleleştirilmesi durumu söz konusu oluyor. Bu köleleştirme onları kendi kültürü ve toplumsal gerçekliğine yabancılaştığı yani hakim kültürün egemen kılındığı koşullarda söz konusu olduğu görülünce tarih boyunca egemen sınıf ve devletler bu yöntemi esas alarak köleliği derinleştirmiş, asimilasyon ve soykırım politikalarıyla farklı kültür ve toplumsal yapıları aynılaştırmış ve yok etmiştir. Sınıflı toplumlar ve devletler bu köleleştirmeyi toplumsal bir tabakalaşmaya büründürmüş, köleliği yaşam boyu süren bir kadere indirgemiştir. Köleler karın tokluğuna ve bir ömür boyu itiraz etmeden din, dil, kültür haklarından mahrum bırakılır, bunların talebi karşılığında çeşitli cezalar ile karşılaşırdı.   Toplumsal rollere müdahale   İlk çağ devletlerinden alınan kölelik kurumu derebeylik döneminde kısmen yumuşatılmış mevcut köleler kısmi birtakım düzenlemeler ile belli haklar kazandırılmış derebeyi için çalıştırılarak daha fazla verim olma temelinde yine karın tokluğuna ve yine ömür boyu çalışmak zorunda bırakılırdı. Bu durum imparatorluklar ve sonrasındaki ulus devletlerin oluşum aşamalarına kadar farklı biçimlerde süregelmiştir. Bu süreçler egemen devletlerde asimilasyon ve soykırım politikalarında belli bir düzeyde uzmanlaştırmayı getirirken ne yazık ki birçok kültürü ve toplumsal kesimi ya kırıma uğratmış ya da asimilasyon politikaları ile kendi sisteminin ucuz iş gücü veya kölesi yapmıştır. Bu en fazla, toplumsal değişimin ve dönüşümün en büyük dinamiği olan kadın ve gençliğin toplumsal rollerine müdahalelerle olagelmiştir. Tarihsel süreçte bu durum belli aşamalardan geçerek kadını salt çocuk yapma makinesine indirgeyip eve hapsederken, gençliği ise eleştirel düşünme, sorgulama süreçlerinden büsbütün alıkoyarak gerçekleşmiştir.   Gençler toplumdan izole edilmiş    Günümüz gerçekliğini ele aldığımızda kadının konumu çok değişmemekle birlikte gençlerin durumu ise kendisi için toplumdan izole edilmiş eğitim kurumlarında adeta başını derslerden kaldıramaz bir duruma indirgenmiştir. Bunun en temel nedeni gençliğin sorgulayıcı ve değişim dinamiğiyle ilgili olduğu kadar, oluşan bu sınıflı toplumsal yapıya ucuz iş gücü yetiştirme, farklı kültür ve toplumsal tabakaları soykırıma uğratmak, mümkün olmadığı durumlarda ise asimilasyon politikaları ile yok etmektir. Böylelikle ulus devlet için gerekli tek tip toplumu inşa etme ve farklılıkları kendi içinde eriterek yok etmek suretiyle hedefine ulaşmak, bunun yanında gençliğin özgür karakteri ve sorgulayıcı eleştirel gerçekliği eğitim ve öğretim süreçleriyle dumura uğratmaktır.    Kültürün temel süreklileştirici lokomotifi   Bu durum nasıl tersine çevrilebilir, buna dönük neler yapılabilir, yapılanlar nelerdir? Öncelikle yaratılmaya çalışılan bu mevcut tablonun bir kültürel soykırım politikası olduğu anlaşılmalı, bu temelde yaklaşım gösterilmeli. Gençler, kültürün temel süreklileştirici lokomotifi olarak değerlendirilmiştir, aynı zamanda toplumun bugünü, yarını ve geleceği olduğuna vurgu yapmıştık. Gençler bu anlamda yaratılan algıya dönük olarak bütünü için olmasa bile kendi kültürünü merak etme ve ortaya çıkarma temelinde ciddi bir çabanın sahibi olmaktadır.   Yok sayılan kültürü gün yüzüne çıkarma    Tarihsel kimliğini araştıran, yok sayılan kültürünü gün yüzüne çıkaran, farklı sanat dallarıyla en rafine bir biçimde yeniden işleyen ve eserler ortaya çıkaran en başta gençliğin çabaları olmaktadır. Kültürel anlamda gerek halayları, klamları, stranları, dengbejleri gerekse de mutfağı, halılarına işledikleri desenleri, mimarisini yansıttığı evden tutalım da, neolitiğe uzanan hakikatini ortaya çıkarmak yine gençliğin önemli katkıları ve sahiplenmesi neticesinde ortaya çıkmıştır.   Her alanda gençliğin etkisi ve öncülüğü görülebilir   Gençliğin bu kültürel, tarihsel ve toplumsal mücadelesi, kendi varlığının reddedildiği, dilinin yasaklandığı, kültürünü yaşamasının alanları olabildiğince daraltılıp kriminalize edildiği bir ortam düşünüldüğünde, açlık, sürgün, hapis, işkence ve ölüm pahasına göze alma durumu söz konusu olmuştur. Dilini araştırıp öğrenerek kimlik bilincine, tarihsel gerçekliğini, kadim kültürünü, coğrafik konumlanmasını, kültürel kodlarını ve bunların derinliğini de katarak varlığını elde etmiştir gençlik. Dernekler yoluyla STK alanlarında; sportif aktivitelerle turnuvalarda; gençlik örgütlenmeleri ve meclislerle siyasi partilerde; çeşitli aktivitelerle sanat alanında; roman, şiir, yazınsal çalışmalarla dil edebiyat alanlarında bir bütün olarak kültürel yaşamın her alanında yer alan gençliğin etkisi ve öncülüğü görülebilir.