Eve dönüş, göç, kadın, ırkçılık… 2021-10-23 09:04:15   “Türkiye metropollerine göç eden kadınları ucuz ve güvencesiz çalıştıran emek sömüren erkeklik, açlık ve ölümle yüz yüze kalan kadınların yaşadıklarından yararlanarak kuma olmaya zorlayan erkeklik, fuhşa kadınları zorlayarak onları esir alan çete ve tacir şebekesi olan erkeklik, kadınların sağlık, barınma, sosyal ve kültürel, hukuksal haklarına ulaşmasını sağlamayan, mekanizma oluşturmayan erkeklik, savaşı başlatan ve işgal siyaseti yürüten erkeklikle aynıdır.”   Aylin Karakaş   Bir Mayıs ortası, ılık bir akşamın gözlerine tutulurken ışıklar,    Korku ilk kez elle tutulur oldu.   Erkeklerin savaşında  göç ve ölüm..   Ulus devletin sınırında yalnızlık ve yabancılık..   Aynı mavi göğün altında, dikenli tel örgülerinin ardında,   Ve şimdi ardımda    Toz bulutları altında anılar, 3 kurşunlu ahşap kapı.   Bahçesinde filizleri kuruyan kiraz ağacı   Evim…   Kadının Tarihsel bilinci yaşam akışı içinde kendisini her zaman diri tutması gereken panoramik bakış sunar. Bilince çıkarılmış bu deneyimler gösteriyor ki ulus devletler ve inşa ettikleri sınırların tarihinden bu yana kadınlar göç etmek zorunda kalmış, yerlerinden edilmişlerdir. Ekonomik, kültürel, sosyolojik, psikolojik ve daha pek çok açıdan göç ele alınabilinir. Hatta uluslararası ilişkilerden sosyal bilimlere, antropolojiden sosyolojiye birçok alan göç konusu olarak işleyebilir. Kim nerden ele alırsa alsın, göçün ilk mağdurları kadınlardır. 21.yy da savaşların yarattığı çatışma şiddet ve yoksulluk temelli zorunlu göçlerde kadınların göç yolunda yaşadıkları fiziksel şiddet, cinsel sömürü ve istismar insan tacirlerinin tehditleriyle karşı karşıya kalma, açlık ve köle olarak satılmak, sağlık haklarına ulaşamama gibi daha birçok sorun travma yaratıyor.   Kendi topraklarından göç etmek zorunda kalan ve hayatta kalmayı başarmış kadınların bundan sonra yaşamlarına olağan akış içinde devam etmesi kolay olmuyor. Sınırları aşıp yaşama tutunan kadınları ulus devletin aklından doğan ırkçılık bekliyor. Öyle ki bu ırkçılık biyolojik temelleri aşarak kültürel yeni ırkçılık olarak kendisini tanıma kavuşturuyor.   “Biz” ve “yabancının” çelişki ve çatışmaları bu zeminde kendisini doğuruyor. Biz olanın yabancıyı kültürel ayrımcılık ile hedefine alması, göçün sadece biyolojik değil kültürel kodlarının da olduğunu gösteriyor. Daima yerli kültürün diğer bir kültür istilasına uğrayacağı kaygısını normalleştiren, buna göre güncel politika üreten bir akıl ortaklaştırılmaya çalışılıyor. Kuşku yok ki ırkçılığın kendini beslediği en önemli gedik cinsiyetçiliğin kendisidir. Cinsiyetçiliğin militarizmin sapağından ayrılarak sınırları aştığını göç eden tüm kadınlar gündelik yaşamlarının her evresinde hissetmektedir. Kaçakçıların, diğer göçmenlerin, polislerin ve sınır görevlilerinin taciz ve istismarından kendini kurtaran kadınların sosyal yaşamda normalleşmeyi yaşamak için politik bir alt kültür yaşadıkları açıktır. Hakim kültüre benzeşerek dikkat çekmemek onun gibi giyinmek, onun dinlediğini dinlemek, onun yediğini yemek, düğünlerini ve cenazelerini ona benzetmek, onun dilini öğrenmek bir yaşama tutunma çabası olurken, özde travmanın büyütülmesi oluyor. Yerli olanın yabancı olanı sürekli tehdit olarak algılaması,yaşam akışında yaşanan her olumsuzluğu yabancıya yüklemesi,ekonomik yada aile içi sorunların bile sorumlusu olarak kılınması göçün sadece sınırlarda yaşanmadığını gösteriyor.Aynı zaman da ulus ötesi işgal ve fetih anlayışında olan erkeklik demografik yapıyı değiştirmeye çalışarak tek tip ,insan yaratımını kendi çıkarlarına göre dizayn etmek istemektedir.Asimilasyon politikasının sınır içine ya da dışına göre esnetildiği,azınlıklar arasında kültürel bir hiyerarşi belirlediği ama en nihayetinde ise beka  potasında eriten, kimliksizleştiren bir devlet gerçeği var.Kürt diline ve kültürüne beslenen düşmanlık politikaları bugün Suriye’den göç eden diğer halklarla kıyaslandığında eşitlikçi bir tablo sunmuyor.Egemenlere karşı koz olarak elde tutulan mülteciler demografyayı değiştirmeye yada taviz elde edilecek geçici konuklar olarak ele alınıyor.Bu geçicilik evresinde çıkarlara denk tutulacak noktada duruyor.Ulus devletin işgal  politikasına uyuşmadığında gözden çıkarmak ise hiç zor olmayacaktır.   Yerlerinden zorla ettirilen birçok insanın yerine bugün Suriye’de yeni bir yerleştirme politikası uygulanıyor.Kadınların geçmişte bıraktıkları ve gelecekteki belirsizlik arasında konumlanmaları ise hakim kültür ve oluşan alt politikanın çıkmazları arasında sıkışmalarına sebep oluyor.Asimilasyon ve şiddet sarmalın da yabancılık ve yalnızlık yaşayan kadınların deneyimleri ne yazık ki ilk değil. 90’lı yıllarda zorla metropollere göç eden Kürt kadınlarının yaşadıkları, bugün Rojava ve Suriye’den göç eden kadınların yaşam öykülerinden farksız değil. Yüzlerce hatta binlerce katledilen Efrînli, Şengalli Kürt kadının, köle pazarlarında satılan, tecavüze maruz kalan, Hala akıbeti bilinmeyen yüzlerce kadının hikayesi ulus devletlerin savaşlarından en çok kimin etkilendiğinin en somut ifadesidir. Bugün Türkiye metropollerine göç eden kadınları ucuz ve güvencesiz çalıştıran emek sömüren erkeklik, açlık ve ölümle yüz yüze kalan kadınların yaşadıklarından yararlanarak kuma olmaya zorlayan erkeklik, fuhşa kadınları zorlayarak onları esir alan çete ve tacir şebekesi olan erkeklik, kadınların sağlık, barınma, sosyal ve kültürel, hukuksal haklarına ulaşmasını sağlamayan, mekanizma oluşturmayan erkeklik, savaşı başlatan ve işgal siyaseti yürüten erkeklikle aynıdır.   Ortadoğu’yu bir savaş cenderesine hapseden ulus devlet anlayışı kendi krizlerini yaşarken, sağcılığın ve militarizmin karşısında örgütlenen kadın mücadelesinin sesleri birbirini buluyor. Sınırsız ve sömürüsüz bir mücadele perspektifine sahip olan kadın mücadelesi, Efrîn’den Suriye’ye, Şengal’den Afganistan’a, Antep’ten Yunanistan’a zorunlu göç eden kadınların ortak mücadele hattını ve taleplerini en haklı yerden eşit bir şekilde yükseltmek zorunda. İtirazların en yüksek sesten yapıldığı mücadelenin kapsayıcılığı hiç kuşkusuz sınırları da ortadan kaldıracaktır. Bu mücadelenin hattında göçe zorlanan kadınlar yabancılaşma ve evsizlikte bir nebze olsun uzaklaşarak kendilerini eve dönmüş hissedecektir.