ÇED süreçleri kısaldı talan büyüdü: Kürdistan’ın her yeri ihaleye açıldı 2025-11-21 09:10:06   İZMİR - Devletin yollarda insanlarla savaşla çektirdiklerini şimdi madencilik ve eko kırım suçu işleyerek çektirdiğini belirten Avukat İpek Sarıca, “Kürdistan'ın her yerinde bir ihale süreci hızlanmış” dedi.    7554 Sayılı Maden Yasası’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte Türkiye ve Kürdistan’da madencilik faaliyetlerinin önü açıldı. Yasayla birlikte maden arama, işletme ve izin süreçlerinin kolaylaştırılması hedeflenirken, çevresel etki değerlendirme (ÇED) süreçlerinde esneklik getirildi. Yasanın uygulanmaya başlanmasıyla birlikte özellikle Kürdistan’da ormanlık alanlarda, zeytinliklerde ve tarım sahalarında yoğun kesim, kazı ve sondaj faaliyetleri yürütüldü. Şirnex, Colemêrg, Bêdlis, Dêrsim ve Mêrdin başta olmak üzere pek çok bölgede “güvenlik” gerekçesiyle yapılan ağaç kesimleri, maden ve petrol aramalarıyla birlikte genişledi. Zeytinliklerin talan edildiği Ege ve Marmara bölgelerinde de benzer şekilde maden şirketlerinin faaliyetleri arttı; köylülerin geçim kaynağı olan zeytin üretimi zarar gördü.    Doğa talanına ilişkin,Avukat İpek Sarıca, JINNEWSe değerlendirmede bulundu.   ‘Anayasaya aykırılık itirazları görüşülmeli’   Kürdistan’da ormanların, meraların ve su kaynaklarının hızla sermayeye açıldığını ifade eden İpek Sarıca, bu talanın yalnızca Kürdistan’a özgü olmadığını, doğal varlıkların artık her yerde sermayeye rant kapısı açmak için kullanıldığını belirtti. 2000’lerdeki ekonomik kriz sonrası sermayenin üretim yerine ham madde alıp satarak para kazanmayı öğrendiğine dikkat çeken İpek Sarıca, “Türkiye'de 2000'lerde madenciliğin para ettiği öğrenildi. Bir ekonomik krizin etkisiyle de bu bir talan haline geldi. Bu talan parçası da talandan dolayı da su varlıkları, doğal varlıklar, meralar her yer etkileniyor şu an ve bu süreçte daha da etkilenecek gibi duruyor. Başımızda büyük bir bela olan 7554 sayılı kanun var. Kanunun şu an eğer ki Anayasa Mahkemesi hızlı bir şekilde bir karar çıkarmazsa veyahut Danıştay'dan veya herhangi bir açılan davadaki anayasaya aykırılık itirazları görüşülmezse işimiz daha da zorlaşacak” şeklinde konuştu.   ‘Şırnak’ta ormanlar yok edilmek isteniyor’   Özgürlük için Hukukçular Derneği'nin Şirnex’te açmış olduğu bir davayı örnek gösteren İpek Sarıca, davanın ağaç kesimlerine karşı açıldığını kaydetti. İpek Sarıca, “Bu ağaç kesimleri ne için yapılıyor? Hangi işleme göre yapılıyor? diye bir dava sürecini başlatmıştık. Bize dosyalar geldi. Bu kesimlerin güvenlik gerekçesi gösterilerek orada üç tane gerillanın öldürüldüğü veya tespit edildiği gibi bir yazıyla orası güvenlik gerekçesiyle büyük bir mezra alanını kestiklerini de söyleyen bir kâğıt vardı. Diğer bir kâğıtta da güvenlik gerekçesi karakollar yapılması ve petrol arama faaliyetlerinin yapılması içindi. Bu petrol arama faaliyetlerinin yapılması için ilgili kâğıtta çok daha ilginç bir şey var. Şırnak'taki ormanların kesilmesini hızlandırılmasını istiyordu. Dosyada kamu yararı ve ülkenin ekonomik geleceğinin çıkarı için büyümesi açısından faydalı olacağı açıklaması var. Faydalı olacağı belirtilen yazıda Şırnak'ta başlayan kesimlerin ileri süreçte Siirt'te de gerçekleşeceği için ağaçların kesilmesi ve Siirt Orman İl Müdürlüğü'ne de yazı yazılmasının talep edildiği görülüyor. Bunu Şırnak İl Jandarma Komutanlığı talep ediyordu. Bunun ilerideki sonuçları veyahut bugünden başlayan yerelde tutulan kirliliği zaten ortada. Bir Gabar Dağı kalmamış, Cudi kalmamış kesimlerden dolayı. Bir kamu yararı, faydası yok” dedi.   ‘Tüm bu talanın karşısında tek çıkış yolu direniştir’   Kamu yararı ortaya çıkmaz kararının çıkmasına rağmen jandarma komutanlıklarının orman kesimi yapılmasını talep ettiğini dile getiren İpek Sarıca, işlemlerin hızlandırılmasının jandarma komutanlıkları tarafından talep edildiğini söyledi. Bu süreçlerin sermayenin ne kadar kötü bir durumda olduğunu gösterdiğini belirten İpek Sarıca, “Bunun hiçbir meşrulaştırılacağı veya kamu yararı olan bir yanı da yok. Yargı eliyle denetim, dilekçe hakkını kullanarak denetim bulunuyor. Bir de idarenin kendi yapması gereken prosedür olarak yapması gereken denetimler var. Bunlar fayda etmediği zaman direnişten başka bir şey görmüyorum ben. Bu, bir çevre ekoloji mücadelesinin çok boyutlu olmasından da kaynaklanıyor. Yıllarca ‘siyasi ayağı yok’ denilerek veya ‘çevre hareketi siyasetten üstün’ denilerek bir çevre ekoloji anlayışı gelişmiş Türkiye'de. Şimdi ise biz özellikle Haziran sürecinde bunun eksikliğini çok net bir şekilde yaşadık” sözlerine yer verdi.   ‘Devlet denetim yapmak zorundadır’   Ekoloji mücadelesinin dört ayaklı olduğunu aktaran İpek Sarıca, siyaset, hukuk, toplumsal mücadele ve basın eksenine vurgu yaptı. Kanun görüşmesi sırasında komisyona girmek isteyen yurttaşların katılım sağlamalarına izin verilmediğine dikkat çeken İpek Sarıca, “Çünkü maalesef ki Meclis'te bulunan partiler bir ekoloji anlayışına tam olarak sahip değiller. Bizler o parça haline getirmeye çalışıyoruz bir şekilde mücadele ederek. Biz bunun en büyük eksikliğini 19 Haziran tarihinde gördük. Eğer ki bu hukuk kısmı bir fayda getirmiyorsa, denetimlerle de bir fayda getirilmiyorsa direnişten başka bir çaresi yoktur. Bir de devlet bunu denetim yapmak zorundadır. Kanuni olarak zorundadır. Belki en çok konuşulması gereken durum budur. Hem Kürdistan'da hem Türkiye'de” ifadelerine yer verdi.   ‘Kürdistan’ın her yerinde ihale süreci hızlanıyor’   Barış sürecinden önce Kürdistan bölgesine sermayedarların girmesinin daha zor olduğunu belirten İpek Sarıca, daha öncesinde yaşanan güvenlik problemlerini hatırlattı. Kürdistan sahasına kimsenin giremediğini kaydeden İpek Sarıca, “Barış süreci ile işler değişti. Bu barış karşıtı olarak anlaşılmasın ama bu süreçte alandan çekilme ile oraya girme, sermayedarların girmesi için bir alan yaratıldı. Devlet yıllarca orada insanlara savaşla çektirdiklerini şimdi orada sermayenin işleriyle, madencilik ve eko kırım suçu işleyerek çektiriyor. Kürdistan'ın her yerinde bir ihale süreci hızlanmış, özellikle sendikacılar da bu konuları konuşuyor. Maden sürecinde ÇED süreçleri de kısaldı. Süreç şu an tamamen sermayenin lehine geliştiriliyor. Kürt iş insanları da süreçlere hemen girelim, madenlerimizi açalım diye bekliyorlar. Bu da aslında bir çelişki ve aynı zamanda bir süre sonra Kürdistan'da bir tek bu Kürt Özgürlük Hareketi’nin verdiği mücadele yanında başka mücadeleler de göreceğimiz anlamına geliyor” sözlerini kaydetti.    ‘Politik sorumluluk hepimizin’   Sınıf çelişkisinin de eko kırım mücadelesiyle beraber yaşanmaya başladığını ifade eden İpek Sarıca, buna yönelik hareket etmenin yararlı olacağını söyledi. Politik sorumluluğun herkesi ilgilendirdiğini dile getiren İpek Sarıca, “Devlet zarar veriyorsa, eko kırım suçu işliyorsa direniş göstermeliyiz. Hepimiz için sorumluluk bir anayasal sorumluluk hem de var olma kavgası artık. Sağlıklı yaşayabilme kavgası aynı zamanda. Böyle olduğu zaman hepimizde bir politik sorumluluk doğuyor. Ekolojinin siyasetini yapmak zorundayız bizler. Bunun da eksikliğini yaşıyoruz bugünlerde ve gerekirse eğer ki bir gün iktidar da bizden yana olursa o zaman sorumluluğumuz daha da büyük olacak. Hukuk bu sorumluluğu görünür kılmaktan çok kişiye ‘Sen sorumlusun.’ demekle mükelleftir. ‘Sen eko kırım suçu işleyeceksin.’ demekle mükelleftir. Aynı zamanda hakikatli düzenlemeler de içermeli. Hukuk şu an Türkiye'de 600 kişinin ağzından çıkan bir süreç. Ama bu sürecin yanında da yürütülen bir süreç var. İdari süreci de var, yürütme kısmı da var” şeklinde konuştu.   ‘Ekokırım suç sayılmalıdır’   Hukukun düzenlemeleriyle koruma görevini yüklediğini, Anayasa’nın 56. maddesinin bu hakkı güvence altına aldığını kaydeden İpek Sarıca, “Hukuk caydırıcı mekanizmalar getirmelidir; örneğin ceza hukukunda ‘ekokırım’ tanınmalıdır. Ekokırım suç sayıldığında, çevreye zarar verenler cezalandırılacaktır. Hukuk denetim mekanizmalarını kanunda açıkça düzenlemelidir. Davalar bazen bilgi edinme aracı olur; bu sayede kesimlerin gerekçeleri ve evraklar ortaya çıkar. Şırnak örneğinde ağaç kesimlerinin neden yapıldığını artık belgelere dayanarak biliyoruz. Hukuk yararlı olduğu anlar olsa da uygulamada büyük aksaklıklar var. Mahkemeler karar verse de idari uygulama çoğunlukla gecikiyor veya uygulanmıyor” sözlerine yer verdi.   ‘Köyler göçe zorlanıyor’   Hukuka erişimin zorlaştığını, dava masraflarının halka ağır geldiğini vurgulayan İpek Sarıca, avukat ücretlerinin ve keşif bedellerinin yurttaşların karşılayamayacağı düzeye çıktığını aktardı. İpek Sarıca, “Danıştay’da keşif için önce 180 bin TL istendi; itirazla 120 bin  TL’ye indi. Sinop örneğinde dosya başına 250 bin TL istenmesiyle keşif maliyeti milyonlara ulaşıyor. Bilirkişilik ücretleri ve diğer masraflar yurttaşın dava hakkını fiilen kısıtlıyor. Asıl sorun yürütme kısmında: idari süreçler ve denetim eksik. Tire’de acele kamulaştırma davası sürerken zeytinlikler yok edildi; idare, karar uygulanmadan işe başladı. Mahkeme kararlarının uygulanma süresi bu yüzden etkisiz kalıyor. ÇED süreçlerinde adil katılım sağlanmıyor; 13 bin sayfalık rapor 6 saatte görüşülüp halka 15–20 dakika verildi. Bölgede içme suyu ve geçim kaynakları yok; köyler göçe zorlanıyor” şeklinde belirtti.   ‘Kadınlar direnişin ön safında yer alıyor’   Ekolojik tahribatın en ağır etkisini gündelik yaşamında hissedenlerin genellikle kadınlar olduğunu ifade eden İpek Sarıca, “Kadınlar, yaşam alanlarını ve çocuklarını korumak için direnişin ön safında yer alıyor. Toplumsal destek, davaların etkisini artırabiliyor; toplumsallaşan davalar mahkemeleri etkiliyor” dedi.   ‘Barış süreci ekolojiyi kapsamalı’   “Barış sürecine ekoloji dahil edilmezse barış eksik kalır” diyen İpek Sarıca, denetim ve rehabilitasyon mekanizmalarının kurulmasının önemini belirterek, “7554 sayılı düzenleme gözden geçirilmeli; doğanın hak öznesi sayıldığı bir çevre hukuku için düzenleme yapılmalıdır. Yerel toplulukların ve kadınların karar süreçlerine katılımı güçlendirilmeli; sahada rehabilitasyon çalışmaları planlanmalıdır. Eğer bunu yapmazsak, Kürdistan’da ekoloji açısından barış hiçbir zaman anılamayacaktır” sözlerine yer verdi.