Abdullah Öcalan: Toplum ve komisyonla demokratik müzakere süreci başlatacağım

  • 21:13 3 Ekim 2025
  • Güncel
HABER MERKEZİ - JIN TV’de yayınlanan özel programın konuğu DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, bugün yapılan İmralı ziyaretinde Abdullah Öcalan’ın sürecin oyalayıcı ve geciktirici bir hal aldığını söylediğini belirterek, Meclis Komisyonu’nun ziyaret gerçekleştirmesi durumunda Abdullah Öcalan’ın demokratik müzakere sürecini başlatacağını dile getirdi.
 
JIN TV’de yayınlanan özel programa katılan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Nezahat Doğan’ın sorularını yanıtladı.
 
*1 Ekim’de Meclis açılışında verilen fotoğraf kareleri ve tartışmalar gündeme oturdu. Öncelikle bu tartışmalara bir açıklık getirir misiniz?
 
Dün Meclis açılışı öncesi ve sonrasında asıl gündem yerine ne yazık ki farklı konular tartışıldı. Biz DEM Parti olarak o gün Meclis’e gitmeye karar verdik ve gitmeyen siyasi partiler vardı. Ondan kaynaklı olarak sosyal medyada birçok tartışma ve eleştiri yaşandı. Biz DEM Parti olarak bir müzakere ve mücadele partisiyiz. Geçen yıl 1 Ekim’de Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına gelmesiyle bir süreç başladı ve 1 yıl oldu. Bu kez de Cumhurbaşkanı DEM Parti sıralarına geldi. Bu bir sene boyunca bir müzakere yürüttük. Bu yürüyen müzakeredeki en temel amaç Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi, Türkiye'de artık silahların susması, barışın konuşulması, demokratik yasaların konuşulması, demokratikleşme sürecini barışla bütünsel bir biçimde konuşmak. Biz bu diyaloğu sürdürürken elbette ki bu diyaloğun devam ettiği bir dönemde parlamentoya gitmemiz gerekiyordu. Tabii akabinde yaşanan selamlaşmayla ilgili yaşanan sorunlar daha sonra biliyorsunuz özür dilendi bizden. Sonuç itibariyle geçen sene normalleşme süreci konuşuluyordu, CHP grup olarak gittiler, ayağa da kalktılar, diyalog da kurdular cumhurbaşkanıyla ama bu dönem böyle bir şeyi tercih ettiler. Biz onların tercihlerine sonsuz bir saygı duyuyoruz.
 
Aynı şekilde Sayın Özgür Özel de bu konuyla ilgili açıklama yaptığında DEM Parti'nin tercihine saygı duyduğunu belirtti. Sosyal medyada linçe dönüşecek yaklaşımlar oldu. Elbette DEM Parti olarak bizlerin de eksik yaptığı şeyler olabilir. Bizler bu konuda kendi toplumumuza, halkımıza, sol sosyalist yapılara, bileşenlerimiz ittifak güçlerimize yeri geldiğinde de öz eleştirel bir tutum içinde de oluruz. Olacağız da ihtiyaç duyuldukça. Ancak siyasette bazı imgelerin, bazı fotoğrafların dönemsel önemi olabilir. Ama politik sonuçlara bir fotoğraf karesinden varılması doğru değil.
 
Bir kareden seçim ittifakı tartışılamaz
 
Dosttan, sosyalistlerden, devrimcilerden, halkımızdan gelen eleştiriler, değerlendirmeler baş göz üstüne. Ama bu süreç başladığı ilk günden yani geçen senenin 1 Ekim'inde Devlet Bahçeli bizim sıralarımıza gelip selam verdiğinde hatırlarsanız bir çevre vardı ki böyle feveranlar içinde oldu. “İşte barış böyle mi olur, böyle barışılır mı?” Oysa bu feveranlık yapan kesimin önemli bir bölümünü Kürt halkıyla bugüne kadar hiç dayanışmamış, hiç Kürt halkıyla ortaklaşmamış bir kesim olarak da görüyorum. Ama bütün eleştiri yapanları da bu kategoriye koymadığımın altını özel olarak çizmek isterim. Ama bir tarafı var ki gerçekten bu sürece karşı olan, barışın olmasını, Türkiye'nin demokratikleşme ve barış sürecinin inşa edilmesini istemeyen bir kesim var. Bu kesim AKP olmadan önce de tarihsel olarak Kürt sorunuyla mesafeli duran bir kesim. Bu kesimde bir şeyi köpürtüyor. Bunu barış siyaseti ve demokratikleşme açısından tehlikeli buluyorum. Ayrıca bir televizyon, bir fotoğraf karesinden bir seçim ittifakı, bir anayasa değişim ittifakı gibi sonuçların çıkartılması son derece abartılı.
 
*Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan da zaten daha önceki görüşme süreçlerinde DEM Parti’nin yürüttüğü siyaset içerisinde bir 3’üncü yol olarak tarif ettiği yerde herkese ittifakların demokratikleşme ekseninden kurulabileceği ifadesi vardı. Dolayısıyla bunda herhangi bir beis yok değil mi?
 
Şimdi bu müzakere dönemi esasen devlet ve PKK arasında yürütülmektedir. Türkiye'deki demokratik siyaset olarak hem DEM Parti hem Türkiye'deki demokrasi güçlerine düşen en önemli görev barışın toplumsallaşmasını sağlamak ve Türkiye'de barış inşa edilirken bunu demokrasiyle birlikte inşa etmektir. Çünkü biz kalıcı bir barış istiyoruz. Geçici bir barış değil.
 
Ve dolayısıyla biz hiçbir zaman DEM Parti olarak gerek parti programımız, ilkelerimiz, uğrunda bu kadar bedel ödediğimiz, uğrunda mücadele ettiğimiz değerlerimiz, tarihimiz açısından dönüp baktığımızda biz antidemokratik olan bir şeyle zaten uzlaşamayız.
 
Biz barışı reddeden, demokrasiyi reddeden, şiddeti ön plana çıkaran, çatışmayı ön plana çıkaranları asla kabul etmeyiz ve özellikle burada demokrasinin altını kalın kalın çiziyorum. Biz dikkat ederseniz bu süreci tanımlarken onu demokrasiyle bütünleşik olarak her zaman ifade ettik.
 
*AKP iktidarı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan süreç başladığı andan itibaren “terörsüz Türkiye” olarak tarif ediyor bunu. Şimdi halen Cumhurbaşkanı o resmi dilini tam olarak “terörsüz Türkiye'den” çıkararak barış ortamına getirecek bir kavrama oturtmadı. Bu hala neden böyle?
 
Dil değişmeli. Bu hepimiz açısından öyle, başta iktidar, devlet açısından. Şimdi siz “sürekli terörsüz Türkiye” dediğinizde ve kimi medya gruplarının ya da kişilerin kullandığı bazı kelimeler ve kavramlar var. Bunlar hakikaten toplumu barışa hazırlayan, barışın toplumsallaşmasını sağlayan, barışın tesis edilmesini sağlayan dil olmuyor. Bu bakımdan barış dilini hep birlikte güçlendirelim. Barışın dili ve demokrasinin dili bu topraklarda güçlenirse, biz gerçekten kalıcı bir barışı hep birlikte tesis edebiliriz. Dil değişmeden tavır değişmez.
 
Dil, tavrın, beynin, ruhun, fikrin yansımasıdır. Dil değişirse bizim düşüncemiz de değişir. Dil boyutu, ana dil boyutu olan bir meseleyi “terörle” yaftalayarak konuşmaya devam ederseniz o zaman bahsini ettiğim tanımlardan uzaklaştırmış, dolayısıyla çözümü de buradan uzaklaştırmış olursunuz ve sadece ve sadece Kürt sorununu “silah bırakmaktan” ibaret olarak görmüş olursunuz.
 
*Bütün bu eksende komisyona bile baktığımızda Kürtçe ana dilin dahi konuşulmadığı yerde toplumdaki o güvensizlik bir kez daha keskinleşiyor. DEM Parti burada sözünü ne kadar güçlü kurabiliyor acaba?
 
Meclis’te oluşan komisyonun hangi amaçla oluştuğu çok net ortada. Kürt sorunu bir çatışmasızlık zemininden siyasi ve hukuki zemine taşıma ana fikriyle kuruldu. Dolayısıyla bu komisyonda belki en çok eleştirilecek ve tarihi kayıtlara geçen en negatif şey Kürt annelerin Kürtçe kendilerini ifade etmelerine izin verilmemesidir. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Komisyonun birçok konuda kamuoyu nezdinde, halk nezdinde ve başta Kürt halkı, Kürt anneleri nezdinde güven zedeleyen tutumları olmuştur. Bir annenin kendi ana diliyle kendini ifade etmeye tahammülünüz yoksa doğal olarak halk döner der ki: “Arkadaşım, barış olacaksa nasıl bir barış olacak acaba?” Bize bu soru çok geliyor.
 
*DEM Parti olarak birçok toplantı da gerçekleştirdiniz. Bütün bu toplantılar yeterli miydi? DEM Parti’ye bir eleştiri var mı? Özellikle Batı’da bunu yeteri kadar göremiyoruz tartışmaları ya da değerlendirmeleri de var.
 
DEM Parti olarak sürekli sahada olan, bir yandan müzakereyi yürütürken mücadeleden asla taviz vermeyen bir siyasi partiyiz ve hep böyle çalıştık. Elbette eksiklerimiz var. Kürt sorunu devasa bir sorun. Ve Kürt sorununu farklı halkların ve inançların gündemi haline getirmek o kadar kolay bir mesele değil. Bizim en büyük amacımız gerçekten Türkiye'de bütün farklılıkların, bütün ezilen ve sömürülenlerin gündeminin aynı zamanda barış olmasıdır.
 
Bugün Türkiye'de bir işçi, emekçi ekmeği küçülüyorsa, aldığı ücret pula dönüyorsa, para pul oluyorsa bunun en önemli sebeplerinden biri kapitalist sistemin sömürgesiyse diğer bir tarafı da savaştır.
 
*Şimdi esas konuya gelmek istiyorum. Bugün DEM Parti İmralı Heyeti adaya bir görüşme yaptı. Bu görüşmeden detaylar neler oldu?
 
Öncelikle Sayın Öcalan'ın dışarıda olan herkese çok selam ve sevgileri var. Gayet iyi ve morali oldukça yüksek. Tabii süreç konuşulmuş ve değerlendirilmiş. Şimdi 1 Ekim'den bu yana tam bir sene geçti. Bu bir sene boyunca neler yapıldı, neler yapılmadı, bunlar değerlendirilmiş. Şunu söylemeliyim: Sayın Öcalan bu sürece dair gereklilikler büyük bir ciddiyetle yerine getirilmelidir, bunun altını özel olarak çizmiş.
 
Aslında birçok görüşmede ısrarla herkesi bir ciddiyete davet etme hali var. Neden bu ciddiyete davet etme hali oluyor? Komisyon biliyorsunuz bir süredir dinlemeler yapıyor. Biz bu dinlemelere kesinlikle çok değer veriyoruz, çok önem atfediyoruz. Ancak yeterli değil. Biz bu dinlemelerin Meclise bağlı bir alt komisyon tarafından devam etmesini önerdik. Bunların hepsi tarihi belgeler, hafıza ve aynı zamanda yüzleşme; aynı zamanda barışın toplumsallaşmasına çok büyük katkı sağlayacak bir rıza oluşuyor.
 
Sayın Öcalan geç kalındığını düşünüyor
 
Bu bakımdan çok kıymetli ama yine bu süreçte altını çizdiğimiz en temel noktalardan biri yasal ve hukuki düzenlemelere bir an önce başlanmasıdır. Bize göre çok geç kalındı. Sayın Öcalan da öyle görüyor ve zaten bugünkü görüşmede bunun altını özellikle çizmiş. Zaman kaybetmeden bu sürecin artık bir siyasi zeminde daha güçlü konuşulması, yasal ve hukuki düzenlemelerde de zaman kaybetmeksizin bir an önce o çalışmalara girilmesi gerektiğini vurgulamış.
 
Siyasi zeminde güçlü konuşulması derken neyi ifade ediyor? Çözümün siyasi zeminde güçlü konuşulmasını kastediyor. Şunu ifade ediyor: Komisyonun oluşup dinlemesi yeterli olmaz. Aynı zamanda komisyonun en temel görevlerinden bir tanesi de yasama faaliyetidir. Dolayısıyla Sayın Öcalan bu görüşmede parlamentoyu bilhassa bu görevi icra etmek üzere bir an önce görevini yerine getirmesi, bu sorumluluğun hayata geçmesinin ne kadar tarihsel bir öneme sahip olduğunun altını özel olarak çizdi.
 
Somut adımlar için yoğun görüşmeler başlayacak
 
Ve tabii yine bu görüşmelerde açığa çıkan noktalardan biri bu adımların karşılıklı atılmasıdır. Yani somut adımların karşılıklı atılması için heyetler daha yoğun bir görüşmenin içine girecekler. Bu önemli bir gelişme. Sonuçta bu süreç taraflar arasındaki görüşmelerle ilerlemektedir. Ve bazı adımlar karşılıklı atılmalı diye hep ifade ettik. Bugüne kadar en somut adımı bir taraf attı. 27 Şubat'ta Sayın Öcalan bir çağrı gerçekleştirdi. Akabinde PKK kongresini topladı ve fesih kararı aldı ve daha sonra 11 Temmuz'da Süleymaniye'de silah yakma töreni gerçekleşti. Bir barış grubu, 30 kişilik bir barış grubu ve içinde PKK'nin eş başkanının bulunduğu bir silah yakma töreni gerçekleşti. Bütün bunlar atılmış çok somut adımlardır.
 
Bu somut adımlara karşılık elbette bizim en büyük beklentimiz Türkiye'deki demokratik siyaset olarak da yasal düzenlemelerin yapılmasıdır. Yani silah bırakan PKK ile ilgili bir yasal düzenleme. O yüzden buna biz “özel düzenleme” diyoruz.
 
Sayın Öcalan demokratik müzakere süreci başlatmak istiyor
 
Meclis Komisyonu’nun adaya gitmesi yine gündeme gelen konulardan biri. Sayın Öcalan elbette komisyonun buraya gelmesi halinde “ben kendileriyle bir demokratik müzakere yürüteceğim” diyor. Ve aynı zamanda bütün kesimlerle, sadece komisyon değil, kendisi birçok kesimle görüşmek istiyor ve onlarla bir demokratik müzakere sürecini başlatmak istiyor.
 
Bu demokratik müzakere sürecini kendisi talep ediyor ve başlatmak istediğini belirtiyor.
 
Bir oyalama, sürünceme hali var
 
Yasal konular büyük bir ciddiyetle ele alınmalı. Oyalanmadan vazgeçilmeli. O, süreci bir oyalama ve sürünceme hali olarak görüyor. Bunların bir an önce bitmesi lazım.
Sayın Öcalan bütün bunları tabii ki ifade etti ve aynı zamanda özellikle komisyonda annelerin Kürtçe konuşturulmaması nedeniyle son derece üzgün olduğunu ve tepkili olduğunu ifade etmiş. Bu amaç için kurulmuş bir komisyonun anneleri Kürtçe konuşturmamasının kabul edilebilir bir şey olmadığını da kendisi ifade etmiş.
 
*Şunu da sormak istiyorum, bu görüşmenin ardından ve tüm bu tartışma başlıklarına baktığımızda heyet trafiği artacak dediniz, komisyonun İmralı’ya gidip görüşme gerçekleştirmesinde bir hızlanma olabilir mi?
 
Komisyon bir an önce İmralı'ya gitmeli. Bizim yaklaşımımız çok açık. Sayın Öcalan sadece baş müzakereci değil, aynı zamanda bu sürecin baş aktörü. Dolayısıyla biz umut hakkı derken, 25 sene cezaevinde kalmış bütün insanları kapsayan bir hak olduğunu söylüyoruz. Umut hakkı ya da Sayın Öcalan'ın özgür yaşayıp özgür çalışabileceği koşulların oluşması demek bu sürecin ilerletilmesi için baş aktör olarak kendi görevlerini yapması, bu emeği sarf edebilmesi, bu çabayı daha güçlü ve etkili kullanabilmesi için çok önemli. Bu bakımdan biz çok acil bir biçimde umut hakkının gündeme gelmesi, Sayın Öcalan'ın koşullarının çok daha hızlı bir şekilde ivedilikle düzenlenmesi, komisyonun da bütün bunlardan önce en ivedi, en hızlı şekilde adaya gitmesi ve bu görüşmeyi gerçekleştirmesi gerekliliğinin üzerinde duruyoruz. Özgürlükler yasası derken toplumun özgürleşmesi üzerinden de kendisinin özgür olabileceğini ifade ediyor.
 
*Hızlı atılacak adımlar derken, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan artık İmralı kapılarının da sadece heyetin sınırlı gidip gelmesi koşulunda değil daha geniş ölçekli bir zaman diliminde görüşmelerin yapılmasından bahsediyor, öyle mi? Komisyon hızlı adım atacak mı?
 
Aynen öyle. Elbette kendisi de bazı görüşmeler yürütüyor, adada devletle görüşmelerini sürdürüyor ve kendisinin bu konudaki yaklaşımı ve söylemleri, talepleri çok net. Yani biraz önce saydığım hukuki ve yasal düzenlemeler yapılmalı. Oyalama olmamalı. Hatta bir önceki görüşmesinde “Biz Muaviye oyunlarını iyi biliriz. Muaviye oyunlarına karşı bir direniş de sergileriz” diyor. Biz Hüseyni direniş diye tarif ediyoruz. Yani Muaviye'ye karşı bir Hüseyni direnişle durulur. Dolayısıyla gerçekten kendisinin ısrarla üstünde durduğu konu: ciddiyet, aciliyet, görevler. Görevler belli. Yani yapılması gereken adımlar nedir; biraz önce konuştuğumuz yasal düzenlemeler. Özgürlük yasalarının çıkması, demokratikleşme yasalarının çıkması. Mesela deniyor ki entegrasyon. Bunu Suriye için daha çok tartışıyorlar, Rojava için.
 
Ne dendiği çok net
 
Şimdi demokratik entegrasyon demek demokratik yasalar çıkacak, o demokratik yasalar çerçevesinde bir entegrasyon demektir. Mevcuda şu an Suriye üzerinden söylersek mesela entegre olmak o kadar eklektik durur ki yani olmaz böyle bir şey. Ne neye entegre olacak o bile belli değil. Mekanizma nedir, hangi mekanizmaya entegre olunacak mesela Suriye için özellikle söylüyorum. Türkiye için de Sayın Öcalan ısrarla barış, barış, demokratik toplum ve demokratik entegrasyondan bahsediyor. Demokratik entegrasyonun tanımı çok net. Bu söylenirken ne denmek istendiği net. Sonuçta demokratik yasalar çıkacak, özgürlük yasaları çıkacak. Cezaevlerinde hasta mahpuslardan tutalım da infazı yakılanlara kadar aslında bunlar yasal düzenleme istemeyen adımlar. Bunların hayata geçmesi lazım. Mesela AİHM kararları var. 8 Ekim'de AİHM kararlarıyla ilgili itirazın son günü 8 Ekim.
 
Demokratik müzakere sürecine hız verelim
 
Şöyle toparlayacak olursak bu süreç sürüncemede bırakılmamalı. Evet. Herkes net olmalı. Herkesten kastım, zaten bir taraf gerçekten önemli adımlar atmıştır. Şu anda adım atmak devletin, iktidarın inisiyatifinde. Bu adımların atılması için de mevcut olan komisyonun artık hangi yasal düzenlemeler yapılacaksa onunla ilgili taslak önerileri hazırlamalı ve ihtisas komisyonuna bir an önce göndermeli. 1 Ekim'de Meclis açılması ile birlikte zaten artık aktif olarak bütün ihtisas komisyonları toplanacak. Bir an önce bu konuları ilk konular olarak ele alıp yasal düzenlemeler yapılmalı. Umut hakkı, bununla beraber TCK, TMK tartışmaları, yerel yönetimler yasası, kayyum yasası lağvedilmeli. Bütün bunlar için net olmak lazım. İvedi davranmak lazım. Hem Ortadoğu'daki gelişmeler, dünyadaki gelişmeler, Türkiye'deki gelişmeler bizim oyalanmamıza müsaade etmeyen koşullarla karşı karşıyayız. Dolayısıyla oyalanmayalım. Bir an önce bu yasal düzenlemeleri yapalım ve somut adımlar atalım. Bizim şu dönemde altını ısrarla çizeceğimiz nokta budur. Demokratik müzakere sürecine hep beraber hız verelim.