
Sınırların ötesinde yükselen mücadele (1)
- 09:02 1 Mart 2025
- Dosya
Farklı seslerin buluştuğu direnişin geçmişi ve bugünü
Derya Ceylan
HABER MERKEZİ – Kadınlar, yüzyıllardır eşitlik, özgürlük ve adalet için mücadele ediyor. Kıtalar arasında değişen toplumsal dinamikler, kadın hareketlerini farklı şekillerde etkilerken, kadınlar her yerde hakları için direnmeye devam ediyor. 8 Mart, kazanımları kutlamanın ve süregelen eşitsizliklere karşı dayanışmayı büyütmenin günü olmaya devam ediyor.
Kadın mücadelesi, insanlık tarihinin en köklü hak arayışlarından biri olarak yüzyıllardır devam ediyor. Kadınlar, farklı coğrafyalarda ve çeşitli siyasi, toplumsal koşullar altında haklarını kazanmak için büyük fedakârlıklarla mücadele etti. Seçme ve seçilme hakkından eğitim hakkına, iş gücüne katılımdan şiddete karşı korunmaya kadar uzanan bu uzun süreç, feminist hareketlerin yükselişiyle birlikte daha güçlü bir ses kazandı. Ancak günümüzde hâlâ birçok ülkede kadınlar, eşitsizlik, ayrımcılık ve şiddetle mücadele etmek zorunda kalıyor.
8 Mart’a doğru ilerlerken hazırladığımız dosyanın ilk bölümünde, kadınların kıtalar arasındaki mücadelesini tarihsel bir perspektiften ele alarak günümüze kadar uzanan süreci inceliyoruz. Avrupa’dan Asya’ya, Afrika’dan Amerika’ya ve Okyanusya’ya kadar kadın hareketlerinin nasıl şekillendiğini, hangi kazanımları elde ettiğini ve günümüzde hangi zorluklarla karşı karşıya olduğunu mercek altına alıyoruz.
Avrupa’da kadın haklarının hukuki temeli ve kadın hareketleri
Avrupa, kadın hakları mücadelesinin hem düşünsel hem de hukuki temellerinin atıldığı kıtalardan biri olarak öne çıkıyor. Kadınlar, tarih boyunca savaşlarda, toplumsal değişim süreçlerinde ve devrimlerde aktif rol oynadı. Ancak eğitim, çalışma hakkı ve siyasal temsiliyet gibi konularda eşitliği sağlamak uzun ve zorlu bir süreç gerektirdi. Kadın hareketlerinin yükselişiyle birlikte, kadınlar tarihsel olarak dışlandıkları alanlarda daha fazla görünürlük kazandı ve yasal haklarını genişletmek için örgütlü mücadele yürüttü.
Kadın hakları mücadelesi özellikle 18. yüzyılda Aydınlanma Çağı ile ivme kazandı. Mary Wollstonecraft’ın Kadın Haklarının Savunusu (1792) adlı eseri, kadınların eğitim ve toplumdaki rollerine dair en erken feminist metinlerden biri olarak kabul edildi. 19. yüzyılın sonlarında kapitalist modernitenin gelişimiyle kadınlar iş gücüne daha fazla katılmaya başladı. Ancak uzun çalışma saatleri, düşük ücretler ve kötü çalışma koşulları, kadınları ekonomik hakları için örgütlenmeye itti.
20'nci yüzyılın başında İngiltere’de başlayan Süfrajet Hareketi, kadınların oy hakkı için büyük bir mücadeleye dönüştü. Emmeline Pankhurst liderliğindeki süfrajetler, polis şiddetine ve tutuklanmalara rağmen geri adım atmadı. Nihayetinde İngiltere, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde kadınlara oy hakkı tanındı ve bu kazanımlar, tüm dünyadaki kadın hareketlerine ilham verdi.
Avrupa’da kadın hakları konusunda büyük ilerlemeler kaydedilmiş olsa da günümüzde hâlâ çözülmesi gereken önemli sorunlar bulunuyor. Kadına yönelik şiddetle mücadele için kabul edilen İstanbul Sözleşmesi, kadın hakları açısından önemli bir hukuki dayanak oluşturdu. Ancak Polonya gibi bazı ülkelerin bu sözleşmeden çekilmesi, kadın hakları savunucuları arasında büyük endişe yarattı. Avrupa’da kadın katliamları, iş gücündeki ücret eşitsizliği ve göçmen kadınların hakları, feminist hareketlerin en önemli gündem maddeleri arasında yer almaya devam ediyor. Kadın hakları mücadelesi, yasalarla güvence altına alınan hakların korunması ve genişletilmesi için sokaklarda, akademide ve siyaset sahnesinde güçlü bir şekilde sürdürülüyor.
Asya’da geleneksel yapılar ve direniş
Asya, kadın mücadelesinin en çarpıcı değişim gösterdiği kıtalardan biri olarak öne çıkıyor. Geleneksel toplum yapıları, dini normlar ve ataerkil sistemin köklü etkisi, kadın haklarının gelişimini yavaşlatsa da kadınlar, eğitimden siyasete, çalışma hayatından sivil toplum mücadelesine kadar pek çok alanda büyük ilerlemeler kaydetti. Özellikle 20. ve 21. yüzyılda kadın hareketleri, hem hukuki hem de toplumsal farkındalığın artmasıyla daha geniş kitlelere ulaştı. Ancak kazanılan haklar birçok ülkede hâlâ siyasi baskılar ve sosyal normlarla tehdit altında.
Asya'da kadınların siyasi arenada öne çıkışı, bağımsızlık mücadeleleriyle doğrudan bağlantılıydı. Hindistan'da Sarojini Naidu, İngiliz sömürgeciliğine karşı yürütülen direnişte kadınların örgütlenmesini sağladı. Çin'de Mao Zedong, "Kadınlar gökyüzünün yarısını tutar" diyerek kadın emeğini destekleyen politikalar geliştirse de toplumsal cinsiyet eşitliği tam anlamıyla sağlanamadı. Orta Doğu’da ise kadın hakları hareketleri 20. yüzyılın ortalarında güçlenmeye başladı. Türkiye, İran ve Mısır gibi ülkelerde kadınlar eğitim ve siyaset alanında daha fazla yer edinmeye başlasa da hâlâ birçok konuda toplumsal baskılarla karşı karşıya. Özellikle İran'da başörtüsü zorunluluğuna karşı protestolar, kadınların özgürlükleri için verdiği mücadelenin nasıl baskıyla karşılandığını gösteriyor.
Günümüzde Asya’da kadın hakları mücadelesi birçok farklı cephede devam ediyor. Afganistan'da Taliban yönetimi kadınları eğitimden ve çalışma hayatından dışlayarak kazanılmış hakları geri alırken, Japonya ve Güney Kore'de kadınlar iş hayatındaki cam tavan uygulamalarına ve cinsiyet temelli ücret eşitsizliğine karşı mücadele ediyor. Hindistan’da son yıllarda artan toplu tecavüz vakaları, kitlesel protestolarla gündeme gelirken, kadınlar daha sıkı yasalar ve adalet talep ediyor. Çin’de ise "996 çalışma sistemi" (sabah 9’dan gece 9’a, haftada 6 gün) özellikle kadın çalışanları olumsuz etkileyerek toplumsal cinsiyet rollerinin iş hayatında da yeniden üretilmesine yol açıyor.
Tüm bu zorluklara rağmen Asyalı kadınlar, geleneksel baskılara karşı koyarak haklarını savunmaya devam ediyor ve feminist hareketler her geçen gün daha güçlü bir ses buluyor.
Sömürgecilikten günümüze: Afrika’da kadınların direnişi
Afrika’da kadın mücadelesi, kıtanın sömürge geçmişi, toplumsal cinsiyet normları ve ekonomik zorluklarla iç içe geçmiş bir şekilde gelişti. Kadınlar, sömürgecilik karşıtı hareketlerde ön saflarda yer alarak ülkelerinin bağımsızlığı için savaşırken, aynı zamanda ataerkil yapılarla da mücadele etmek zorunda kaldı. Pek çok ülkede kadınlar, hem siyasi hem de sosyal haklarını kazanmak için örgütlenerek büyük değişimlere öncülük etti.
20'nci yüzyılda Afrika’daki bağımsızlık hareketlerinde kadınlar önemli roller üstlendi. Kenya’da Mau Mau direnişi sırasında kadınlar hem lojistik destek sağladı hem de doğrudan savaşın içinde yer aldı. Güney Afrika’da Albertina Sisulu, ırk ayrımcılığına karşı yürütülen mücadelede kadın haklarını da savunarak tarihe geçti. Öte yandan, 2004 yılında Nobel Barış Ödülü’nü kazanan Wangari Maathai, sadece çevre koruma alanında değil, kadınların ekonomik özgürlüğü ve eğitimi için de büyük çabalar sarf etti.
Ancak günümüzde Afrika’da kadın hakları mücadelesi hâlâ büyük engellerle karşı karşıya. Nijerya’da terör örgütü Boko Haram’ın kız çocuklarını kaçırarak eğitim hakkını engellemesi dünya çapında büyük tepki topladı. Güney Afrika, kadın katliamları ve cinsel saldırı oranlarının en yüksek olduğu ülkelerden biri olarak öne çıkarken, kadın hakları savunucuları hükümetin bu konuda daha sert önlemler almasını talep ediyor. Sudan ve Kenya gibi ülkelerde ise kadına yönelik cinsel işkence yöntemlerinden biri olan kadın sünnetine karşı yürütülen kampanyalar, toplumsal baskılara rağmen kadın aktivistlerin öncülüğünde devam ediyor. Afrika’da kadınlar, eğitim, sağlık, güvenlik ve ekonomik özgürlük konularında haklarını savunmaya devam ederken, mücadelelerini uluslararası platformlara taşıyarak küresel dayanışmayı artırıyor.
Kuzey Amerika: Feminist hareketlerin doğuşu ve küresel etkisi
Kuzey Amerika, modern feminist hareketlerin doğup geliştiği kıtaların başında geliyor. 19. yüzyılın ortalarında başlayan kadın hakları mücadelesi, özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’da hız kazandı. 1848’de düzenlenen Seneca Falls Konferansı, kadınların oy hakkı ve toplumsal eşitliği için yapılan ilk büyük toplantı olarak tarihe geçti. Bu konferansın ardından kadınlar, seçme ve seçilme hakkı için uzun yıllar süren bir mücadele verdi ve 1920’de ABD’de, 1917’de ise Kanada’da kadınlara oy hakkı tanındı.
20.yüzyılın ikinci yarısında kadın hareketi, sadece hukuki haklar değil, aynı zamanda toplumsal ve ekonomik eşitlik talepleriyle büyüdü. 1960’larda başlayan ikinci dalga feminizm, doğum kontrol hakkı, eşit işe eşit ücret gibi konular etrafında şekillendi. 1990’lara gelindiğinde üçüncü dalga feminizm, ırk, sınıf ve cinsiyet kimlikleri üzerine daha kapsayıcı bir perspektifle hareket etmeye başladı.
Bugün Kuzey Amerika’da kadın hakları mücadelesi, özellikle cinsel taciz ve toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine yoğunlaşıyor. #MeToo Hareketi, 2017 yılında büyük bir ivme kazanarak dünya çapında kadınların yaşadığı taciz ve tecavüz vakalarını görünür hale getirdi. ABD'de kürtaj hakkı konusunda büyük tartışmalar sürerken, özellikle muhafazakâr eyaletlerde kadınların üreme hakları kısıtlanıyor. Kanada’da ise yerli kadınların maruz kaldığı sistematik şiddet, kadın hakları savunucularının öncelikli mücadele alanlarından biri haline geldi.
Güney Amerika: Kadın katliamlarına karşı direniş
Güney Amerika’da kadın hakları mücadelesi, toplumsal şiddetle doğrudan bağlantılı bir şekilde ilerliyor. Latin Amerika ülkeleri, dünyada en yüksek kadın katliamı oranlarına sahip bölgeler arasında yer alıyor. Özellikle Meksika, Arjantin, Brezilya ve Kolombiya’da kadın cinayetleri, devletlerin yetersiz önlemleri nedeniyle büyük bir toplumsal sorun haline geldi.
Bu duruma tepki olarak 2015 yılında Arjantin’de başlayan "Ni Una Menos" (Bir Kadın Daha Eksilmeyeceğiz) hareketi, tüm Latin Amerika’ya yayılarak kitlesel bir kadın isyanına dönüştü.
Kadın hareketleri sadece şiddetle mücadele etmekle kalmıyor, aynı zamanda ekonomik ve siyasi temsiliyet için de büyük çaba sarf ediyor. Latin Amerika’da kadınlar tarih boyunca toplumsal hareketlerin içinde yer aldı. 1970’lerde Arjantin’deki "Plaza de Mayo Anneleri", kaybolan çocuklarını ararken, Şili’de kadınlar diktatörlük rejimine karşı önemli bir direniş gösterdi.
Son yıllarda kadınlar, kürtaj hakkı için de büyük bir mücadele verdi. Arjantin’de 2020 yılında kürtaj yasallaştı ve bu karar, kıtanın birçok ülkesindeki kadın hakları aktivistlerine ilham verdi. Ancak Brezilya ve El Salvador gibi ülkelerde kürtaj hâlâ yasak veya ağır cezalarla engelleniyor. Latin Amerika’da kadınlar, patriyarkal sistemin dayattığı eşitsizliklere karşı sokaklarda, meclislerde ve sosyal medya platformlarında seslerini yükseltmeye devam ediyor.
Okyanusya: Yerli kadınların hak mücadelesi
Okyanusya, kadın hakları açısından dünyanın en ilginç bölgelerinden biri. Avustralya ve Yeni Zelanda, kadınların siyasi haklarını en erken kazandığı ülkeler arasında yer alıyor. Yeni Zelanda, 1893 yılında kadınlara oy hakkı tanıyan ilk ülke olarak tarihe geçti. Avustralya ise 1902 yılında kadınlara oy hakkı verdi, ancak yerli kadınlar için bu hak ancak 1962’de tamamen yürürlüğe girdi.
Ancak kıtada kadınların mücadelesi sadece siyasi haklarla sınırlı kalmadı. Yerli kadınlar, uzun yıllar boyunca sömürge politikalarının yarattığı ayrımcılıkla mücadele etti. Avustralya’da Aborjin kadınları, toplumsal dışlanma, şiddet ve ekonomik eşitsizlikle karşı karşıya kaldı. Yeni Zelanda’da Maori kadınları, toprak hakları ve kültürel kimlikleri için verdikleri mücadeleyi günümüzde de sürdürüyor.
Son yıllarda Okyanusya’da kadınlar, hem toplumsal cinsiyet eşitliği hem de çevre ve iklim değişikliği gibi konularda aktif rol oynuyor. Pasifik ada ülkelerinde kadın liderlerin artışı, umut verici bir gelişme olarak görülüyor. Ancak aile içi şiddet ve cinsel saldırı oranları hâlâ yüksek seviyelerde seyrediyor. Kadınlar, eğitim ve iş gücüne katılımda erkeklere göre büyük engellerle karşılaşsa da kadın hareketleri bölgede sosyal değişimi hızlandırmaya devam ediyor.
8 Mart’ın anlamı ve gelecek mücadeleler
Kadınlar, dünyanın dört bir yanında haklarını kazanmak için uzun ve zorlu bir mücadele verdi. Avrupa’da oy hakkı için savaşan süfrajetlerden, Asya’da başörtüsü zorunluluğuna direnen kadınlara; Afrika’da sömürgecilik karşıtı hareketlerde ön saflarda yer alanlardan, Güney Amerika’da kadın cinayetlerine karşı sokakları dolduranlara kadar bu mücadele küresel bir direnişin parçası oldu.
8 Mart, sadece bir kutlama günü değil, kadınların tarih boyunca verdikleri mücadelenin ve hâlâ süren eşitsizliklerin hatırlatıldığı bir dayanışma günü. Dünyanın her yerinde kadınlar, daha eşit, adil ve özgür bir gelecek için seslerini yükseltmeye devam ediyor.
Yarın: Zincirleri kıran kadınlar