‘Savaş, çözüm değil krizi derinleştiriyor’

  • 09:08 31 Ekim 2024
  • Güncel
 
Rozerin Gültekin 
 
İSTANBUL - Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik gerçekleştirdiği saldırıya dair konuşan İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, “Bu ülkenin pratiğinde bu var; barış deniliyor, operasyon yapılıyor. Savaş ve çatışmayla sorunun çözülemeyeceğini 2013-15 yılları arasında gerçekleşen çözüm sürecinde de iktidardakiler tarafından çokça dile getirildi. Bu politikalar değişmediği müddetçe, maalesef bu saldırıları yaşamaya devam edeceğiz” dedi.
 
 Türkiye, 23 Ekim gecesinden bu yana savaş uçakları, insansız hava araçları ve ağır silahlarla Kuzey ve Doğu Suriye'de hizmet merkezleri, elektrik ve su istasyonları, petrol kuyuları ve temel yaşam malzemelerinin bulunduğu yerleri hedef alıyor. Kuzey ve Doğu Suriye İç Güvenlik Güçleri'nin saldırılara dair paylaştığı veri şu şekilde: “Keşif uçaklarıyla 99, savaş uçaklarıyla 13, top atışlarıyla 573 olmak üzere toplam 685 kez saldırı düzenlendi. 14’ü sivil, 3’ü güvenlik gücü olmak üzere 17 kişi şehit düştü. 39’u sivil, 9’u güvenlik gücü olmak üzere toplam 48 kişi yaralandı." Sivilleri ve yaşamı hedef alan saldırılar, aynı zamanda elektrik santralini hedef alması nedeniyle Kobanê'nin merkezi ve 366 köy elektriksiz kaldı. İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, yaşanan saldırılara dair değerlendirmelerde bulundu. 
 
Çözüm Yolu: Barış mı, savaş mı?
 
Yıllardır savaşların son bulması için mücadele yürüttüklerini ifade eden Gülseren, özellikle sivilleri hedef alan ya da sivillere zarar vereceği bilinen saldırıların kabul edilemez olduğunu belirtti. Gülseren, “Ülkenin politikalarının bu saldırılarda önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Yaşananlar, barıştan uzak, savaş ve çatışmalardan yana politikaların ağır bir sonucu. Bir meselenin nasıl çözüleceği konusunda ‘barışçıl mı yoksa savaşçıl yöntemleri mi’ sorusuna saldırılar cevap oluyor. Bu politikalar değişmediği müddetçe maalesef bu saldırıları yaşayacağız. Adli vakalar boyutundaki şiddetin dahi savaş ve çatışma dönemlerinde arttığına dair araştırmalar var. Dolayısıyla Türkiye’de şiddetin giderek yaygınlaşması, sıradanlaşması savaş politikaları ile doğrudan ilgili. Savaş harcamaları artıyor ve bunun için bütçe, halka değil, savaşa ayrılıyor. Diğer yandan, savaş politikaları toplumda düşmanlığı da artırıyor. Bu noktada uluslararası insan hakları örgütlerinin ve mekanizmaların sorumlulukları var, bu mekanizmaların harekete geçmesi gerekiyor” sözlerini kullandı. 
 
‘Savaşla sorunun çözülemez'
 
Bir yandan “barış” söylemlerinin konuşulduğu, diğer yandan savaşta ısrar edilmesinin yarattığı çelişkiye değinen Gülseren, “Bu çelişki çok sıradanlaştı. Daha önceki süreçlerde de barışın ve çözümün konuşulmaya başlanmasıyla ülkede şiddet olaylarının ve saldırıların olduğu dönemler iç içe geçmişti. Tekrar bir ‘barış sürecine’ girilebilir mi sorusunun güçlendiği andan itibaren toplumda ‘Acaba bu süreci zorlaştıracak hangi tür şiddet olaylarıyla karşılaşacağız?’ diye bir kaygı ortaya çıktı. Çıkar hesabıyla hem yumuşak hem de sert söylemlerin iç içe geçtiğini görüyoruz. Yaşananları insan hakları ve hukuka uygun açıklamak mümkün değil. Ama ne yazık ki bu ülkenin pratiğinde bu var; barış deniliyor, operasyon yapılıyor; müzakere edilecek kesimleri tutuklayarak devre dışı bırakan anlayışları gördük. 
 
Şimdi tekrar yanlış politikayı uyguluyorlar. Savaş ve çatışmayla sorunun çözülemeyeceğini sadece biz söylemiyoruz; 2013-15 yılları arasında gerçekleşen çözüm sürecinde de iktidardakiler bunu çokça dile getirmişti. Bu bir gerçek. Böyle bir gerçek varken savaş politikasında ısrar etmek anlaşılır değil. 2000 sonrası AB görüşmeleri sırasında iktidar insan hakları ve demokrasi söylemlerini dile getirmişti. İnsan hakları örgütleri olarak bu söylemlerin samimiyetini sorgulamıştık. ‘Bu ülke değişime mi gidiyor yoksa mecbur kaldıkları kadar mı alan açılıyor?’ sorusu çok gündemdeydi. Sorunun cevabı çok olumlu olmadı. Bu sorumuzu değiştiren bir tablo ile karşı karşıya değiliz” dedi.
 
‘Her türlü savaşa karşı çıkılmalı’
 
Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik gerçekleşen saldırılara dair değerlendirme yapan Gülseren, halkların saldırılara karşı çıktığını, devletlerin ise çıkarlarına göre hareket ettiğine dikkat çekti. Gülseren, “Filistin’de bir yılı aşkın süredir devam eden saldırılar var. Bütün bunlara karşı devletler açıktan İsrail taraftarı politika izliyorlar. Kürtlere karşı susarken Filistinliler için kimler konuşuyor sorusunu sormak lazım. Çıkar hesabı yoksa samimiyetle savaşa karşı çıkanlar her türlü savaşa karşı çıkacaktır. Bugün Filistin’e, Kürtlere; yarın diğer uluslara aynı politik yaklaşım olacak. Devletler çıkarları üzerinden hareket planı yapıyor, ama halklar insani duyarlılıkla tepkilerini ortaya koymaya devam ediyorlar. 
 
İlkeler belirlenmeli
 
Manipülatif politikalar halkın algısını bozabiliyor; insanlara öyle şeyler gösteriyorlar ki halklar kutuplaşıyor. Bu nedenle halkların doğru hat üzerinden tepki göstermesi zorlaşıyor. Halklar olarak devletleri neye zorlamamız gerektiği konusunda ilkelerin belirlenmesi gerekiyor. Savaş karşıtlığı, soykırım karşıtlığı, barıştan yana olmak gibi ilkeleri egemen kılabilirsek bir yandan şiddete karşı çıkarken, diğer yandan şiddete onay veren bir yaklaşımla karşılaşmayız. Savaşa karşı barışı savunmaya devam edeceğiz. Soyut bir hak savunuculuğunun ötesinde, bölgelerde yaşanan insan hakları ihlallerinin takibi, raporlaştırılması, duyurulması ve önlenmesi noktasında hem ulusal hem de uluslararası mekanizmaların uyarılması konularında çalışmaya devam edeceğiz” diye konuştu.