
Ayla Akat Ata: Kadınların içinde olduğu alanlar, özgürlük alanlarına dönüşmeli
- 09:01 21 Şubat 2020
- Güncel
Beritan Canözer
DİYARBAKIR - Özel savaş politikalarını değerlendiren Rosa Kadın Derneği Yönetim Kurulu üyesi Ayla Akat Ata, Gülistan Doku’nun kaybolmasının masum bir olay olmadığını söyleyerek, “Yaşanılanlar Kürdistan gerçekliğidir. Madem kadın yaşamın her alanında, o zaman bu yaşam alanları özgürlük alanlarına dönüşmeli. Bunu da örgütlenerek yapabiliriz” dedi.
Bölgede her geçen gün artan kadın katliamları, intiharları devam ediyor. Diğer yandan ise kadınların yıllardır verdiği mücadelenin sonucunda elde ettiği kazanımlara yönelik ise ağır saldırılar gerçekleştiriliyor. Hem erkek hem devlet saldırısına maruz kalan kadınlar bulundukları her yerde bu saldırıları boşa çıkarmak için dirense de, iktidar bölgede yürüttüğü özel savaş politikaları ile saldırılarını derinleştirmeyi sürdürüyor. Rosa Kadın Derneği Yönetim Kurulu üyesi Ayla Akat Ata, bölgede yürütülen özel savaş politikalarını, bu politikaların sonuçlarını ve kadınların bu politikalara karşı mücadelesini değerlendirdi.
‘Duraksama, ağır toplumsal sonuçlar doğurabilir’
Türkiye’de son 3 yıldır kadınlara yönelik saldırıların ve baskıların arttığını dile getiren Ayla, özellikle 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişiminin ardından kayyımların atanması, KHK’ler ve kadın siyasetçilerin tutuklanması ile birlikle bu saldırıların had safhaya ulaştığını söyledi. Bu nedenle geçmiş 3 yıla dair değerlendirmeleri sağlıklı yapamadıklarını ifade eden Ayla, “Çünkü kadın sivil toplumunun ve örgütlü yapısının hedef alındığını düşünüyoruz. Bu nedenle artış ve eksilmeyi konuşmak yerine, olası artışın engellenmesi için gereken mekanizmaların kurulmadığını, önlemlerin alınmadığını söyleyebiliriz. Tabii ki toplumdaki bilinçlenme bir süreç gerektirir. Bu noktada bir duraksama, ağır toplumsal sonuçlar doğurabilir. Duruma bunun farkındalığı ile yaklaşıyoruz” ifadelerine yer verdi.
‘Basın ile resmi makamların raporları bir değil’
“Bu nedenle son bir yıl içerisinde ayda ortalama 25 kadının katledildiğini söyleyebiliriz” diyen Ayla, bir bütün olarak hem gerekçeleri hem de sonuçları bağlamında incelendiğinde, gerekli önlemlerin yerine getirilmediği ve kadın kuruluşlarının bu noktada engellendiğini belirtti. 25 Kasım itibariyle Bianet’in bir rapor açıkladığını aktaran Ayla, 1 Ocak ve 25 Kasım 2019 arasındaki kadın katliamlarının 302 olarak verildiğini hatırlattı. Aynı dönem İçişleri Bakanlığı’nın bu sayıya 299 dediğini de belirten Ayla, “Basından yola çıkarak aldığımız sayılarla resmi makamların verdiği sayılar arasında bir uyumsuzluk var. Bu, esasında konunun ne kadar ciddi olduğunu, kamuoyunun bilgilendirilmesinin gerekliliğini, bu şiddet olaylarını ve katliamları görünür kılmanın önemini ortaya koyan bir gerçektir” diye belirtti.
‘Gülistan Doku olayının üzerinde durmak gerekiyor’
Henüz kadın katliamları konusunda Türkiye kamuoyuna net bir bilgi verilmemesinin sebebi olarak hükümeti işaret eden Ayla, bu konudaki duyarsızlığı darbe girişimi sonrası kadın örgütlerine yapılan baskıların sonucu olarak ele aldı. Ayla, “Özellikle genç kadınlar her dönem politikaların hedefi olmuştur. Buna savaş politikalarını da örnek gösterebiliriz, daha ince detaylandırılmış politikaları da örnek verebiliriz. Bir toplumun genleriyle oynamak özellikle genç kadınlardan geçiyor. Bu yüzden Gülistan Doku’nun hala kayıp olma durumunun ve yaşamış olduklarının üzerinde durmak ve toplumda ciddi bir farkındalık yaratmak gerekiyor” ifadelerini kullandı.
‘Yaşanılanlar Kürdistan’ın gerçekliğidir’
Ayla, Gülistan’ın bir ayı aşkın zamandır kayıp olduğunu söyleyerek, “Bu olayın geçtiği yer Türkiye’de güvenlik açısından en çok yatırımın yapıldığı, il içerisinde en çok gözetlemenin yapıldığı kenttir. Bu ilde Gülistan kayboldu. Aradan geçen zamanda gerek kadın kurumlarının, gerek baroların, gerek ilgili kurumların bütün açıklamalarına rağmen soruşturmanın intihar şüphesi üzerinden yürütülmesi ile karşı karşıyayız. Halbuki daha farklı maddeler ve gerçekler gerekçesiyle bu soruşturmanın genişletilmesi ve Gülistan’ın öldürülmüş olma ihtimalinin de soruşturmaya dahil edilmesi gerekiyor. Gülistan’ın öldürülme ihtimali üzerinde yoğunlukla durulmasına rağmen bu göz ardı edildi. Gülistan özelinde yola çıkıldığında bu yaşanılanlar Kürdistan’ın gerçekliğidir” diye kaydetti.
‘Genç kadınlar gerçekliklerinden koparılmaya çalışılıyor’
Kafe kültürü içerisinde kendi gerçekliğinden koparılmaya çalışılan bir genç kadın örneğiyle karşılaştıklarının altını çizen Ayla, yaşanan sürecin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Şiddet ortamının en somut getirisinin göç olduğunu belirten Ayla, “Aileler sosyal çevrenin değişimi sonrası kırsaldan geldiyse değerlerini korumak istiyor. Genç kadın ise dört duvar arasına sıkıştırılıyor. Sosyal yaşam alanları, kendilerini ifade edebilecekleri, gerçekleştirebilecekleri bir alan olmaktan çıkıyor. Bunun sonucu da hayata küsen bir genç kadın gerçeği oluşuyor. Biz bugün intiharı bir vaka olarak ortaya koyuyoruz, sebeplerinin de bu vakaya dahil ve hatta cinayet olduğu konusunda ısrarlıyız. Ama aynı zamanda da genç kadınlarla yürüyebilme, onlarla üretme ve sosyalleşme noktasında da umut olmak istiyoruz” dedi.
‘Tüm mücadele kanallarımız açıktır’
Yoksa her dönem bütün savaş veya ince detaylı politikalarda gençlerin ve kadınların daima hedef olacağını ifade eden Ayla, “Ama bu noktada biz kendimize dönüp bakmalıyız: Biz neler yapabildik, yaşamlarına ne kadar dahil olduk, kendilerini gerçekleştirebilmeleri için ne kadar alan yaratabildik? Bu noktada artık hiçbir şeye şaşırmamalıyız. Özel savaş politikası olması bir bahane olmamalı artık. Çünkü bu toprakların gerçeği savaş, şiddet, ayrıştırma. Bu ortamda hukukun rafa kaldırıldığı ve hukuk dışı her türlü gerçekliğin hayata geçirilmeye çalışıldığı aşikar. Biliyorsunuz, 90’lardan beri ayrıntılanmış, değerlendirilmiş, hem oluşumlar hem de yaşananlar babında gerçeklikler mevcut. Biz bu koşullarda ‘özel savaş politikasıydı’ diyemeyiz. ‘Biz ne yaptık?’ noktasında kendimizi ortaya koyabiliriz. Bunun farkındayız ve tüm mücadele kanallarımız açıktır. Başta örgütlenme ve bilinçlendirme olmak üzere” ifadelerinin altını çizdi.
‘Yaşam alanları özgürlük alanlarına dönüşmeli’
Örgütlü olan insanın özgürlüğüne yakın olduğunu belirten Ayla, bilinçli olanın da yaşanılanların farkında olduğunu dile getirdi. Ayla, bu temelde hareket ettiklerini ve bu temelde bu politikaların boşa çıkarılacağını vurguladı. Ayla, "Herkesin bir komünü olmalı. Biz kadını dört duvar arasından çıkarıp farklı bir yaşam gerçeği ile buluşturmak istiyoruz. Kadın, bulunduğu bütün mekanlarda kendini gerçekleştirecek alanı açabilmeli. Mutlaka bir örgütlü gerçeklikle buluşması gerek kadının. Burada da bizlere çok iş düşüyor, işbirliği yapmamız lazım. Kadın artık yaşamın her alanında. Geçmişe göre çok farklı somut özgün koşulların gerçekleştiğini biliyoruz. Madem kadın yaşamın her alanında, o zaman bu yaşam alanları özgürlük alanlarına dönüşmeli. Bunu da örgütlenerek yapabiliriz. İş birliğini sağlayarak yapabiliriz. O zaman mücadelenin harcını karmış oluruz ve üzerine koyduğumuz her tuğla da eylemlerimiz olur” diye konuştu.
‘Kadını yeteneği ölçüsünde hayata katmak lazım’
Kadınların içinde bulunduğu ortamı doğru tanımlayabilmesi gerektiğine değinerek, bunu ne kadar gerçekleştirebilirler ise kendilerini de o kadar koruyabileceklerini söyledi. “Kadın kendi savunmasını geliştirmelidir” dediklerinde örgütlülüğü, bilinçlenmeyi kast ettiklerini aktaran Ayla, “O zaman olması gereken kadının kendi öz savunmasını gerçekleştirebileceği olanakların sağlanmasıdır. Ev ise evdeki, iş yeri ise iş yerindeki, okul ise okuldaki egemeni görmeli ve eşitlik mücadelesini verebiliyorsak bu demektir ki farkındayız. Kendimizi bunlar özelinde ifade edebileceğimiz alanlar yaratmalıyız. 1999 sonrası yerel yönetimlerde halkın bize yetki verdiği süreçte biz kadın kurumları olarak gözlemciydik ve bir profesör şunu ifade etmişti: ‘Bizim okullarda çocuklara ütopya diye anlattıklarımızı siz burada hayata geçirmeye çalışıyorsunuz.’ Bahsettiği şey kadını dört duvar arasından çıkarmaktı” sözleri ile ifade etti.
Ayla,son olarak şunları ifade etti: “Profesör, tandır evlerinden bahsediyordu.Evinde tek başına ekmek yapmak yerine kadın bu evlerde sosyalleşiyordu, çocuğu hemen yandaki parkta sosyalleşiyordu. Okuma yazması yoksa okuma yazma öğreneceği, varsa okuduklarını paylaşabileceği bir mekan üzerine tartışmıştık. Bu mekanların açık olduğunu görmek bu profesörleri şaşırtmış ve bu pratikler yerel yönetimlere saygı yarattı. Bu gerçeklikten hareket ederek var olmak lazım. Kadını yeteneği ölçüsünde hayata katmak lazım. Bunu başarabilirsek başta kadın cinayetleri olmak üzere şiddet olaylarını ortadan kaldırabilecek güç, bilgi ve birikime sahip olacağız.”