'Türkiye'nin insan hakları karnesi kırık notlarla dolu' 2018-12-10 15:47:15   DİYARBAKIR - Baro ve STÖ'ler, İnsan Hakları Haftası kapsamında gerçekleştirdiği ortak basın açıklamasında, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ne uymadığına dikkat çekilen Türkiye'nin insan hakları karnesinin kırık notlarla dolu olduğunu vurguladı.   10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilişinin 70'inci yıl dönümü kapsamında Koşuyolu Parkı'nda bulunan İnsan Hakları Anıtı önünde bir araya gelen Baro ve  Sivil Toplum Örgütleri  (STÖ) temsilcileri, insan hakları ihlallerinde yoğun bir artışın yaşandığına dikkat çekti. Düzenlenen ortak basın açıklamasına Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır İl Eşbaşkanı Filiz Buluttekin'in yanı sıra, Diyarbakır Barosu, İnsan Hakları Derneği (İHD), Hak İnisiyatifi, Diyarbakır Tabip Odası (DTO) ve İnsan Hakları Vakfı temsilcileri ve üyeleri katıldı.   'Türkiye'de ciddi hak ihlalleri yaşanıyor'   Açıklama öncesi kısa bir konuşma yapan Diyarbakır Baro Başkanı Cihan Aydın, insan hakları haftasının  anlam ve önemine dikkat çekerek, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin  her dönemde devletler ve iktidarlar tarafından uygulanmadığını kaydetti. Devletlerin bu beyannameyi uygulamayışının ciddi hak ihlallerine yol açtığını belirten Cihan, söz konusu hak ihlallerinin hala devam ettiğini ifade etti. Cihan, "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin  uygulanışı konusunda Türkiye iyi bir noktada durmuyor. Dolayısıyla bizler bugün burada maalesef bir kutlama değil, bir anma gerçekleştiriyoruz. Ülkenin insan hakları karnesi kırık notlarla dolu" diye konuştu.   'Tahir Elçi'ye söz veriyoruz: Failler mutlaka bulunacak'   Ardından ise İHD Diyarbakır Şube Başkanı Abdullah Zeytun, düzenledikleri ortak basın açıklamasını okumak üzere söz aldı. Abdullah, açıklamaya 28 Kasım 2015 tarihinde Sur ilçesinde bulunan Dört Ayaklı Minare önünde katledilen Baro Başkanı Tahir Elçi'yi anarak başladı. Abdullah, "Tahir Elçi katliamının aradan geçen bunca zamana rağmen hala aydınlatılmamış olması, dosyada tek bir fail ya da şüphelinin yer almamış olması, faili meçhule bırakmak istendiğinin bir işareti ve cezasızlık kültürünün en çarpıcı tezahürü olarak görüyoruz. Huzurlarınızda Tahir Elçi'ye bir kez daha söz veriyoruz: Buna asla izin vermeyeceğiz, failler mutlaka bulunacak ve yargılanacaktır" diye belirtti.   'OHAL baskı aracına dönüştürüldü'   Savaşların ne denli kolay yaşandığını ve büyük kayıplara yol açtığını son altı yılda deneyimlediklerini ifade eden Abdullah, özellikle 2013-2015 yılları arasında 'çözüm süreci' adıyla başlatılan sürece dikkat çekti. Abdullah, bu sürecin ilk yıllarının toplumsal yaşamın yarattığı pozitif sonuçların yaşanmasını sağladığını kaydederek, 2015 yılının ikinci yarısından itibaren ise çatışmalı ortama dönülmesiyle barış ve huzur ortamının nasıl sonlandırıldığına şahit olduklarını kaydetti.    OHAL rejiminin, hukuk güvenliğinden yoksun ve toplumsal yaşamımızda muhalif kesimlere karşı otoriter bir baskı aracına dönüştürüldüğünü belirten Abdullah, yaşanan hak ihlallerini ise şu sözlerle aktardı:"Yayınlanan KHK ile yüz otuz bini aşkın kamu personeli ve akademisyen ihraç edildi. 160 basın-yayın organı süresiz olarak kapatılarak  mal varlıklarına el konuldu. Onlarca gazeteci tutuklandı, yine onlarcası hakkında soruşturma ve davalar açıldı. Bu davalarda sırf mesleklerini yaptıkları için gazetecilere hapis cezaları verildi. İfade ve örgütlenme hürriyeti, Valilikler ve Kaymakamlıklarca alınan yasaklama kararıyla bir bütün olarak baskı altına alındı. İnsan hakları, hukuk, çocuk, kadın, yoksullukla mücadele odaklı hak savunuculuğu faaliyetleri yürüten yüzlerce dernek ve vakıf, haklarında hiç soruşturma bulunmaksızın kapatıldı. 95'i DBP'li belediyeler olmak üzere 102 belediyeye kayyım atandı. DBP'li Belediye Eş Başkanları kayyım atamaları sonrası haksızca tutuklandı. Ülkenin ikinci muhalefet partisi olan HDP'nin Eş Genel Başkanı da dahil olmak üzere on beş milletvekili tutuklandı. HDP'li kimi vekillerin vekilliği düşürülürken, kimi vekillere çeşitli hapis cezaları verildi."   'Yerel mahkemeler Anayasa maddelerini ihlal ediyor'   Abdullah, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ( AİHM) ve Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) vermiş olduğu ihlal kararları sonrasında siyasilerin yapmış oldukları açıklamalar ile mahkemelerin bağımsız karar verme yetkisini tamamen ortadan kalktığının altını çizdi. Yakın tarihte AİHM'in HDP'nin önceki Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş hakkında vermiş olduğu karara değinen Abdullah, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın açıklamaları sonucu yerel mahkemelerin Selahattin Demirtaş'ı serbest bırakmayarak açık ve net bir şekilde Anayasanın 90'ıncı maddesini ihlal ettiğini vurguladı.   'En yoğun hak ihlalleri cezaevlerinde'   Türkiye'de 2018 yılında da  yaşam hakkı ve işkence yasağı başta olmak üzere sistematik ve yaygın insan hakları ihlallerinin meydana gelmeye devam ettiğine dikkat çeken Abdullah, bu hak ihlallerine ise her geçen gün yenisinin eklendiğini ifade etti. Yaşanan hak ihlallerinin en yoğun yaşandığı yerlerin cezaevleri olduğunu belirten Abdullah, "OHAL ilanı ve uygulama süreciyle paralellik gösteren hapishane ihlalleri, sürgünler, sağlık hakkı, işkence ve kötü muamele, disiplin soruşturmaları, tecrit etme, haberleşme, iletişim, aile görüşü haklarının kısıtlanması gibi konularda karşımıza çıkmıştır. Hapishanelerdeki mahpusların mektup aracılığıyla ve gerekse de yakınlarının insan hakları örgütlerine bizzat yaptıkları başvurularda, mahpusların sevkler sırasında çıplak arama ve fiziki işkence, tek kişilik hücrelerde tecrit etme, kelepçeli tedavi, hastane ve revire çıkarılmama gibi yaşanan mağduriyetleri ifade etmişlerdir" diye konuştu.   'Leyla Güven'in talepleri dikkate alınmalı'   Abdullah, cezaevleriyle ilgili bir diğer ve en önemli konunun ise İmralı Cezaevi'nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan'a yönelik devreye konulan tecrit uygulamaları olduğunun altını çizdi. Tecridin sonlandırılması için süresiz ve dönüşümsüz açlık grevi eylemi başlatan Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven'in açlık grevi eylemine dikkat çeken Abdullah, söz konusu tecrit uygulamalarının ise derhal sonlandırılması çağrısında bulundu. Abdullah Öcalan'ın 27 Temmuz 2011'den bu yana avukatlarıyla, yine aynı hapishanede bulunan 3 siyasi tutsağın aileleriyle 104 haftadır görüştürülmemesinin insan hakkı ihlalli olduğuna dikkat çeken Abdullah, yaşanan ihlallin 10 Aralık 2018 tarihi itibariyle devam ettiğini kaydetti.   Abdullah konuşmasını şu şekilde sürdürdü:    "Abdullah Öcalan'ın 2013-2015 yıllarından kendisine sunulan imkanlarla Kürt sorununun demokratik çözümüne ve çatışmasızlık ortamının oluşumuna ne denli katkı sağladığı tecrübe edilmiştir. Bu nedenle uygulanan tecrit politikasının, aynı zamanda coğrafyamızda devam eden çatışmalı sürecin sona erdirilmesine hiçbir katkı sağlamadığı, aksine çatışmaları derinleştiren bir duruma yol açtığı görülmelidir. Abdullah Öcalan'a yönelik sürdürülen tecrit uygulamalarını protesto  etmek amacıyla Leyla Güven süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine girmiş, 10 Aralık itibariyle 33'üncü güne girmiş bulunmaktadır. Kuşkusuz insan hakları, hukuk ve hak örgütleri olarak, yaşam hakkını ve vücut bütünlüğünü tehdit eden ve risk altına alan her türlü eylemi ilkesel açıdan doğru bulmuyor ve bir hak arama mücadelesi yöntemi olarak kabul etmiyoruz. Ancak hapishanelerde kişiye özgü uygulamaların, insan hakları anlayışı ve insancıl hukukla bağdaşmayan bir durum olduğunu, tecrit ve izolasyonun ulusal ve uluslar arası sözleşmelere aykırı olduğunu belirterek Sayın Leyla Güven'in yaşam hakkına yönelik ciddi riskler başlamadan taleplerinin dikkate alınması gerektiğini ifade etmek istiyoruz. Ayrıca bir milletvekili olan Leyla Güven'in yeri hapishane değil meclistir. Kendisinin serbest bırakılmasını talep ediyor ve taleplerini meclis çatısı altında sürdürmesini bekliyoruz."   'Kadına yönelik şiddetin en büyük nedeni iktidarın söylemleri'   Kadına yönelik şiddet ve katliamların 2018 yılında da devam ettiğini vurgulayan Abdullah,  söz konusu artışın  ise iktidarın kadını ayrımcı ve ötekileştirici söylemlerinden kaynaklandığını vurguladı. Türkiye'de kadına dönük şiddetin ve cinsiyetçi söylemlerin derinleşerek devam ettiğine değinen Abdullah, bu durumun ise mevcut hukuki düzenlemelerin hayata geçirilememesi ve hukukun kadını yeterince koruyamadığının göstergesi olduğunu vurguladı. Çocuk hak ihlallerine de değinen Abdullah şunları belirtti: "Şiddet sonucu katledilen çocukların yanı sıra yurt, okul gibi kapalı kurumlar başta olmak üzere toplumsal yaşamda çocuklara yönelik artış gösteren cinsel istismar vakaları dikkat çekmektedir. Şiddet sonucu katledilen çocukların yanı sıra, çatışmalı ortamların varlık gösterdiği bölgelerde sahipsiz bırakılan patlayıcılar sonucu da çocukların yaralanmalarına ve yaşamlarını yitirişine, yine Türkiye'de 0-6 yaş arasındaki 700'ü aşkın çocuğun annesiyle birlikte cezaevinde bulunuyor olmasına tanıklık ediyoruz. Türkiye'de çocukların hakları güvence altına alan koruyucu yasaların yetersizliği ve uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmediği görülmektedir."   Hak ihlallerinin basın açıklaması ile ifade edilemeyecek kadar geniş olduğunu belirten Abdullah, yaşam hakkının kutsal olduğuna vurgu yaptı. Abdullah son olarak, BM Evrensel beyannamesine taraf olan ülkelerin, yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiğini söyledi.   Açıklama yaşanan hak ihlallerinin okunmasının ardından sona erdi.