Homofobik ve milliyetçi duvarların ardında mülteci LGBTİQ+ olmak 2018-11-09 09:04:15   İSTANBUL- Türkiye’deki mülteci LGBTİQ+’lerin yaşadıkları problemleri anlatan MÜHAD kurucusu Ebrar Sultan Başar, “Zaten homofobik ve transfobik bir topluma kendilerini kabul ettirmeleri zorken, bir de milliyetçi duvarlara tosluyorlar. Kendilerini savunacakları bir mecra olmadığı için gizli saklı yaşıyorlar. Devletin polisi bile onlara neler yapıyor, kime gitsin bu insanlar güvenlikleri için?” diye sordu.   İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, 11 Ekim 2018 tarihi itibariyle Türkiye'deki biyometrik verileriyle kayıt altına alınan Suriyeli mülteci sayısını açıkladı. Açıklamaya göre, Türkiye'deki kayıtlı Suriyeli sayısı bir önceki aya göre 33 bin 435 kişi artarak toplam 3 milyon 585 bin 738 kişi oldu. Hem Geçici Koruma (misafir) statüsünde hem de mülteci statüsünde olan LGBTİQ+’ler ise Türkiye’de birçok sıkıntıyla kendi başlarına mücadele etmek zorunda kalıyor. Türkiye’deki sığınmacılar ve mülteciler İçişleri Bakanlığı’nın belirlemiş olduğu şehirlerde ikamet ederlerken, sadece akrabalık ilişkileri ve sağlık sebepleriyle şehir seçimi yapabiliyorlar.    Hevi LGBTİ’nin yaptığı araştırma sonucuna göre, LGBTİ+’li mültecilerin çoğu taciz, tecavüz ve şiddet olaylarına maruz bırakılıyor.    Birçok LGBTİQ+ taciz ve emek gaspına uğruyor   Sağlık hakkına erişimi engellenen mülteciler, gittikleri sağlık kuruluşlarında da ayrımcılığa uğruyor. Birçok mülteci hak ettiği iş gücü bedelini alamazken, mülteci LGBTİQ+ler de de benzer sorunlar yaşanıyor ve çalıştıkları iş yerinde taciz, emek gaspına maruz bırakılıyor.    Mülteci LGBTİQ+’lerle dayanışmak için Mülteci Halklarla Dayanışma (MÜHAD) oluşumunu kuran Ebrar Sultan Başar, kuruluş amaçlarını anlattı. Mültecilerin maruz kaldığı hak ihlalleriyle mücadele etmek amacıyla oluşumun kurulduğunu vurgulayan Ebrar, mülteci LGBTİQ+’lerin homofobi ve transfobiye maruz kaldığını, ayrıca cinsel kimliklerinin dışında başka bir milletten oldukları için de yerel halk tarafından ırkçılığa maruz kaldıklarını aktardı.     ‘Mülteci oldukları gerekçesiyle ambulansa alınmıyorlar’   Mülteci transların sağlık alanında ve cinsiyet geçiş süreçlerinde birçok zorluk yaşadıklarına değinen Ebrar, kayıt dışı mültecilerin geçiş sürecinde bulunmak istediklerinde hiçbir işlem yapılmadığını belirtti. Transların Türkiye’de cinsiyet geçiş sürecini başlatamadıkları için İran gibi ülkelerden kaçak bir şekilde hormon getirttiklerini söyleyen Ebrar, “Yanlış hormon kullanımı nedeniyle de böbrek yetmezliği gibi sağlık problemleri açığa çıkıyor. Herhangi bir sağlık problemiyle karşılaştıklarında hizmet almakta güçlük çekiyorlar. Bir danışanımız darp edilmişti ve ambulans çağırdığında mülteci oldukları gerekçesiyle ambulansa alınmamışlardı. Hastaneye gittiklerinde ise yüksek miktarda para talep edilmiş, karşılayamadıkları için de müdahalede bulunulmamış. Burada görünür bir transfobi ve insan hakları ihlali var. Bu da sistemin ne kadar yetersiz olduğunu gösteriyor” diye konuştu.   ‘Kendilerini savunacak bir mecraları yok’   Hukuki olarak da LGBTİQ+’lerin polis şiddetine de maruz kaldıklarını ifade eden Ebrar, “Bir Türkiyeli LGBTİQ+ bireyle mülteci olanların yaşadıkları problemler de çok farklı çünkü Türkiyeli olan LGBTİQ+’ye yapacağın her türlü yaptırım yasal olmak zorundayken mültecilerde bu durum öyle olmuyor. Darp ediliyorlar, kötü muameleye maruz kalıyorlar. Türkiye’de yaşayan lubunyaların durumu belliyken üstüne hem lubunya hem de mülteci oldukları için kolluk güçleri tarafından orantısız bir şiddet ve ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Beyoğlu’nda polislerin mülteci lubunyaları çalıştırmamak için özel bir gayretleri var. Polis amirinin ‘ellerindeki telefonlara el koyun’ dediğini kendi kulaklarımla duydum. Çoğu lubunya da kendini savunacakları bir mecra olmadığı için gizli saklı yaşıyorlar. Sonuçta devletin polisi bile neler yapıyor, bu insanlar güvenlikleri için kime gitsinler?” diye sordu.   ‘En büyük bariyerleri dil’   Ebrar, LGBTİQ+’lerin en büyük engellerinin ise dil olduğunu belirterek, iş imkanı bulamadıkları için daha kapalı bir hayat yaşadıklarını, o yüzden de dili geliştirmekte zorlandıklarına değindi. Mültecilerin her ortama giremedikleri için rahatça arkadaşlık da kuramadıklarına dikkat çeken Ebrar, şunları aktardı: “O yüzden de kendi aralarında dayanışmaya çalışıyorlar. Gidebilecekleri mekanları çok sınırlı.  Bir trans mülteci kadın başka bir mülteci trans kadınla ev arkadaşı oluyor. Emlak konusunda da yine sabit tanıdık yerleri var. Güvenlik kaygılarından dolayı dışarıda toplu bir şekilde dolaşıyorlar.”   ‘Milliyetçi duvarlara tosluyorlar’   Pozitif Yaşam Derneği ve Spot LGBTİ+ gibi derneklerin de dayanışmaya destek verdiğini hatırlatan Ebrar, yine de mültecilerin kayıt dışı olduklarından dolayı oturma izni ve eğitim haklarının olmadığına dikkat çekti. Ebrar, “Çoğu güzel işler yapmak istiyor. İyi resim yapan, şarkı söyleyen, herhangi bir mesleği olan birçok lubunya sırf cinsel kimlikleri ve mülteci oldukları için görmezden geliniyor. Zaten homofobik ve transfobik bir topluma kendilerini kabul ettirmeleri zorken bir de milliyetçi duvarlara tosluyorlar. Sadece bir insan topluluğunu onların bulunduğu cinsiyet kimliğine göre yargılamak oturup insanlığımızı sorgulamamız gereken bir mesele. Mülteci lubunyalar vardır. En azından görünür olmalarını istediğim için de bu oluşumu kurdum. Güzel günlerin olması ve hepimizin aynı şemsiye altında birleşeceği günler için de mülteci lubunyaların haklarını savunmaya devam edeceğim” dedi.   Yaşadıklarını Hevi’ye anlattılar   Hevi LGBTİ’nin Kürtçe, Arapça ve Türkçe olarak hazırladığı “Mülteci LGBTİ’ler” adlı kitabında Türkiye’deki mülteci LGBTİQ+’lerin yaşadıkları sorunları anlattığı kısımlardan bazıları ise şu şekilde:   Suma: “… Buraya geldiğimden beridir çok şey yaşadım. Türkiye’nin de LGBTİ haklarında çok geri olduğunu gördüm. Pride olacağını öğrenince çok sevinmiştim. Polisin saldırılarını gördükten sonra çok üzüldüm. Burada da devlet LGBTİ sorunlarıyla ilgilenmiyor.”   Nadir: “… Türkler Suriyelilere çok kötü davranıyor. Çalışırken ve sokakta broşür dağıtırken başta birileri gülümseyerek yaklaşıyor, nereli olduğunuzu sorup Suriyeli cevabını alınca yüzleri asılıyor ve tepki veriyorlar. Bu durum çok onur kırıcı…”   Ezdiyar: “… Suriye ve Türkiye arasındaki farklılıklar ve benzerlikleri gözlemiyorum burada. Gördüğümü söyleyebilirim ki tüm Arap coğrafyasına diktatörlük hüküm sürüyor. Şu an Suriye’de hayat yok. Halk sessiz, korkmuş, sinmiş durumda. Hükümet çok sert ve insan hakları yok. Türkiye’de durum biraz daha farklı.  Ben ‘Erdoğan diktatör’ diyemiyorum çünkü adamı tanımıyorum; ama baktığımda görebiliyorum ki Türkiye’deki hükümette çok kötü. Sizin de yaşam hakkınız yok bir kere, burada hayat yok.”   Almira: “… Çok korkum var. Burada çok tacize uğruyorum, öldürülmekten korkuyorum…”   Ne yapılmalı?   Doç. Dr. Zeynep Kıvılcım’ın “Mülteci LGBTİ” kitabında yayınlanan yazısında, kadın ve LGBTİQ+’lerin savaş ve iltica sırasında sığındıkları yerlerde her türlü nefret söyleminin hedefi olduğunu belirterek, çözüm önerilerini sıralıyor. Zeynep, o önerileri şöyle sıralıyor: “Kadın ve LGBTİ sığınma evlerinin sayılarının arttırılması, yönetimlerinin toplumsal cinsiyet duyarlılığına sahip, bu konuda uzman sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülmesi ancak devletin de Türkiye ulusal mevzuatı ve uluslararası hukuk yükümlülüklerine uygun olarak bu sığınma evlerinin maddi ihtiyaçlarının karşılanması gerekir. Suriyeli mültecilere yönelik nefret söylemiyle mücadele için acilen hukuki ve idari tedbirlerin alınması gerekir. Bunun yanı sıra Suriyeli mültecilerin ve LGBTİQ+’ların sesinin, beklentilerinin aracısız ve yorumsuz bir şekilde topluma aktarılması ve onlarla şeffaf diyaloğun kurulması toplumun onları doğru tanıması açısından önemlidir. Bu bağlamda mültecilerin örgütlenerek kendi çözümlerini geliştirmeleri ve bununla ilgili mücadele yürütmeleri açısından dernekleşmeleri önemlidir. Göçmen ve mültecilerin dernek kurmaları ve üyelikleri önündeki yasal engellerin kaldırılması gereklidir.”