'Ne kadar zorlanırsa zorlansın Türkiye bu diktatörlüğe sığmıyor' 2018-09-12 09:07:02   İSTANBUL - Cinsel kimliğinden dolayı bir doktor tarafından ayrımcılığa maruz bırakılan kuir aktivist Cem Öztürk, tırmandırılan şiddetin nedenlerine dikkat çekerek, “Bizi kurtaracak olan radikal bir toplumsal dönüşümdür. Sınıfsız, sömürüsüz ve cinsiyetsiz bir yeni toplum inşa etmenin yolu budur. Ne kadar zorlanırsa zorlansın Türkiye bu diktatörlüğe sığmıyor. Yeter ki kamusal alanı dönüştürmek için sesimizi yükseltmeye devam edelim" dedi.    İstanbul Maltepe Devlet Hastanesi Üroloji Polikliniği’nde randevu sırasında bir doktor tarafından cinsel kimliğinden ötürü mobbinge maruz bırakılan Kuer aktivist Cem Öztürk, #MeToo ve #MeQueer kampanyalarını ve Türkiye’de var olan ötekileştirme politikasına ilişkin soruları yanıtladı.    * Öncelikle seni tanıyabilir miyiz?   Kuir aktivistim. 23 yaşındayım, İstanbul’da ikamet ediyorum. Atatürk Fen Lisesi mezunuyum. Nottingham Üniversitesi’nde İnsan Genetiği okudum. 17 yaşından beri sosyalistim ve LGBTİ+ hareketinin içindeyim.   * Türkiye'de artan şiddet daha çok kadınları ve LGBTİ+'ları etkiliyor. Toplumda yaygınlaştırılan bu şiddetin nedenlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?   Kadına yönelik şiddetin nedenleri arasında iktidar ilişkileri, cinselliğin kontrolü, hakim ideoloji, mahremiyet tabusu, devletin ihmali gibi birçok faktör var. Kadınların eşit ve özgür olmadıkları bir dünyada cinsiyetçilik, ataerki ve heteroseksizm, şiddet ve nefret doğurmaya devam ediyor. Bu gerici ideolojiler diğer iktidar ilişkileriyle iç içe geçerek kurumsallaşıyor, birbirini yeniden yaratarak şekillendiriyor. Toplumsal cinsiyet, sistemin ihtiyaç duyduğu kadınlık ve erkekliği üretiyor, bu rollere başkaldırmaya cüret edenleri en sert şekilde cezalandırıyor. Bu saldırıdan etkilenenler sadece kadınlarla sınırlı kalmıyor; erkekler diğer cinsiyetler ve cinsiyetsizler de paylarına düşeni fazlasıyla alıyor. Geçtiğimiz haftalarda peş peşe yaşanan trans cinayetlerine tanık olduk. Hatta biri için geçtiğimiz günlerde Beyoğlu’nda bir eylem yapıldı. İfadede katillerden biri, polis karakoluna yüz metre mesafede öldürdüğü maktul için 'kadın mı, erkek mi, anlamadım' derken diğeri 'erkekliğimle alay etti, öldürdüm' dedi. İşin sırrını çözen katiller nasıl 'tahrik indirimi' alacaklarını iyi biliyorlar. Zehirli erkeklik sistematik bir şekilde öldürmeyi sürdürürken devlet başını çevirip bakmıyor bile.   * LGBTİ+ olarak günümüz Türkiye’sinde yaşadığın sorunlar neler? Yakın zamanda bir doktor tarafından mobbinge maruz kaldığını biliyoruz, süreci kısaca anlatır mısın, yaşanan olayla ilgili son durum nedir?   Türkiye’de her iktidar kendi homofobi ve transfobisini yarattı. Ancak ülkemiz özellikle son 10 yıllarda ağır bir dinci ve gerici saldırının altında. Siyasal İslamcı iktidar, her ihtiyaç anında kitleleri konsolide etmek için şiddeti ve nefreti körüklüyor. İktidarın bu siyasal İslamcı kimliğiyle asla örtüşmeyecek bir toplumsal kesim olarak LGBTİ+’lar, bu saldırılardan en fazla etkilenenler arasında. En temel haklarımız olan barınma, eğitim ve çalışma haklarımız gasp ediliyor, her gün nefret cinayetlerine kurban gitme tehdidi altında yaşıyoruz. Toplum bana her fırsatta öteki olduğumu büyük bir memnuniyetle hissettiriyor. Ancak ben biliyorum ki öteki değilim, bu toplumun bir parçasıyım. Sosyalist bir kuir aktivist olarak kendimi toplumsal muhalefetin öznesi olarak konumlandırıyorum. İdealim bir bilim insanı olmak ancak akademinin eril duvarlarına çarpmak beni bu idealden biraz soğuttu diyebilirim. Yine de görünürlüğümüzle bu alanı dönüştürecek olan yine biziz.   Evet, yakın zamanda bir uzman doktor tarafından muayene esnasında homofobik ayrımcılığa ve hakarete maruz bırakıldım. Bunu ifşa etmem üzerine doktor, kızı, kızının sevgilisi ve avukatı tarafından hakkımda bir linç kampanyası başlatıldı. Bu süreçte kimlik bilgilerim, hasta kayıtlarım ve hatta ev adresim internet üzerinden yasadışı bir şekilde teşhir edildi. Hedef gösterildim, tehdit mesajları aldım. Sıkıntılı günler yaşadım, bir süreliğine İstanbul’dan ayrılmam gerekti ancak dayanışmanın gücüyle zorlukları bir nebze olsun atlatmayı başardım. Savcılığa, Tabip Odası’na, CİMER’e, SABİM’e ve TİHEK’e gerekli başvuru ve şikayetlerde bulunduk. Bundan sonra yapmamız gereken konuyu gündemde tutarak, hukuki sürecin takipçisi olarak adaletin tecelli etmesini sağlamak. Mümkün olduğu ölçüde...Yaşadıklarım Türkiye’de tıp eğitiminin ilkelliğini bir kez daha açığa vurdu. LGBTİ+’ların tıpla imtihanı yeni değil stigmayla, patolojizasyonla, fiziksel ve ruhsal müdahaleyle dolu acı bir tarihi var bunun. Ancak tıp da yeniden yazılıyor ve hatalardan yavaş da olsa dönülüyor. Ne yazık ki Türkiye’de önceki yüzyılın arkaik zihniyetini yaşatmaya çalışan tıpçılardan çok sayıda var. Bunların hızla eğitilmesi, eğitilemeyenlerin meslekten men edilmesi şart. Eğitimciler homofobik ve transfobik oldukları sürece nefretlerini, gerici fikirlerini öğrencilerine saçmaya devam edecekler.   * Hollywood’da başlayan #MeToo kampanyası bu kez LGBTİ+’ların sesini duyurmasının önünü açtı. Binlerce LGBTİ+, karşılaştıkları sözlü taciz ve şiddeti Twitter’da #MeQueer etiketiyle paylaşıyor. Senin de yapmış olduğun ifşa buna bir örnekti aslında, bu hareketi nasıl değerlendiriyorsun?   Ayrımcılığı, hak ihlallerini ifşa etmenin bir insanlık görevi olduğunu düşünüyorum. Mağdurun, failini ifşası politiktir. Türkiye gibi hukuk sisteminin tümden yok olmasa bile kesinkes ayrımcı olduğu bir ülkede hukuki mücadelede kamuoyu oluşturmak önemli. Kadın cinayetlerinde kamuoyu tepkisinin katillerin cezalandırılmasındaki önemini defalarca gördük. İfşanın diğer işlevi de toplumu uyararak yeni tacizlerin, yeni hak ihlallerinin doğmasını önlemek. Benim ifşam özellikle başka doktorlardan çok tepki aldı, bazıları 'hak etmişsin, senin yaptığının aynısını yapmış doktor, demokratik hakkını kullanmış' şeklinde utanılası yorumlarda bulundu. Görmek istemedikleri şey bir danışanın uğradığı ayrımcılığı paylaşmasıyla bir doktorun yetkilerini suistimal ederek meslek etiğini hiçe saymasının taban tabana zıt olduğu.   #MeToo kampanyasının birçok tacizcinin, kadın düşmanının, LGBTİ+ düşmanının gözünü korkuttuğuna eminim. Ancak Türkiye gibi hızla geriye doğru koşan bir ülkede ne yazık ki olumsuz sonuçları da yaşıyoruz. Set çalışanı bir kadının erkek dizi oyuncusunun tacizini ifşa etmesi olayının akıbeti malum. Toplum erk figürünü koruyup mağduru linç etme eğiliminde. Benim ifşamda da böyle oldu. Mücadeleyi büyütmemiz, Türkiye’de feminist ve LGBTİ+ hareketlerini güçlendirmemiz ve toplumu eğitmemiz gerekiyor.   * Artan kadın cinayetlerinin, cinsel saldırıların cezasız kaldığını görüyoruz. Bu durum toplumun her kesiminde bir içine kapanma durumuna neden oldu. Ülkedeki yargı sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz?    Türkiye’de adalet sistemi siyasal iktidar eliyle korkunç derecede tahrip edildi. Gelinen noktada bir sistemden çok sistemsizlik görüyoruz ki bu sistemsizlik durumunun kendisi iktidarın bize reva gördüğü sistem aslında. Şiddet ve istismar hiç olmadığı kadar yükselişte, faillerin cezalandırılması şöyle dursun iktidarca korunuyor. Bunda şaşılacak bir yan da yok çünkü adalet sistemin adaleti ve sistem kendi aktörlerini her zaman korur. Unutmayalım ki kamusal alanın belirleyici normları radikal bir değişim geçirmeden özel alanlardaki sorunlar da çözülemez. Dolayısıyla meseleyi daha bütünlüklü bir perspektiften ele almak gerekiyor. Adaletsizliğin normlaşmasında toplumsal muhalefetin geri çekilmesinin büyük rolü var. Halk o denli sindirildi ki bu durumu kanıksayarak sessizliğe gömüldü. Fakat hemen enseyi karartmamalı, bu sessizliğin altında birikmekte olan bir toplumsal öfke var. Biliyoruz ki gerici iktidarın dayattığı kurallar ve kuralsızlıklar muhalif kesimlere dar geliyor. Ne kadar zorlanırsa zorlansın, Türkiye bu diktatörlüğe sığmıyor. Ne kadar zorlanırsa zorlansın, tarihin ileri doğru akışını engellemek mümkün değil. Yavaşlatabilirler, duraklatabilirler; ama engelleyemezler. Yeter ki kamusal alanı dönüştürmek için sesimizi yükseltmeye devam edelim.   * Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?   Burada konuştuklarımızın tümü yaşamlarımıza doğrudan dokunan, çok değerli mücadeleler. Ancak güncel siyasetin ötesi var. Nihayetinde bizi kurtaracak olan radikal bir toplumsal dönüşümdür. Ben bunun en kolay, en kalıcı ve muhtemelen biricik yolunun sosyalist devrim olduğunu düşünüyorum. Eşitlik ve özgürlük için bugünden verilen mücadelenin, ancak bir düzen değişikliğiyle taçlanması halinde başarıya ulaşacağına inanıyorum. Sınıfsız, sömürüsüz ve cinsiyetsiz bir yeni toplum inşa etmenin yolu budur. Kendi emeğinden başka bir geçim aracına sahip olmayan bizlerin örgütlenmesi bu nedenle bir zorunluluk.