Hatice Çoban: Barış istiyoruz 2025-12-12 09:03:47   Evin Çiftçi   RIHA - Özgürlük mücadelesinde yaşamını yitiren Sultan Çoban ve İbrahim Çoban’ın kardeşi Hatice Çoban, “Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin önemine dikkat çekerek, “Sürgünde olma haliyle, şehit verme haliyle barış istiyoruz. Çok uzun yıllardır barış için ağır bedel ödüyoruz” dedi.   Kürt halkına yönelik uygulanan soykırım ve ırkçı politikaların en ağır örneklerinden biri olan, 9-25 Aralık 1978 tarihleri arasında Alevi Kürtlere yönelik gerçekleşen Mereş Katliamı, yüzlerce insanın yaşamını yitirdiği, binlercesinin yaralandığı bir dönemi ifade ediyor. Resmi rakamlarda 105 olarak açıklanan can kaybı, tanıkların anlatımlarına göre çok daha yüksek. Yüz binlerce insanın yerinden edildiği, evlerin ve iş yerlerinin talan edildiği bu süreç, Kürtlerin yeniden dirilişinin başlangıcı olarak görülen PKK’nin kuruluş dönemine denk geldi.   Mereş’in Elbistan ilçesine bağlı Akdil (Yaltıntaş) köyünde 8 çocuklu bir ailenin ferdi olarak dünyaya gelen Sultan Çoban (Ruşen), katliamın tanıklarından biri olarak büyüdü. Daha sonra taşındığı İzmir’de sistemin Kürtlere dönük inkar ve imha politikalarıyla yüzleşti. 1996 yılında PKK saflarına katılan Ruşen, 28 Mayıs 1998’de yaşanan bir çatışmada hayatını kaybetti. Ondan önce 1993 yılında kardeşi İbrahim Çoban (Atakan Mahir) PKK’ye katıldı. PKK Merkez Komite ve HPG Askeri Konseyi Üyesi olan Atakan Mahir, 11 Ağustos 2018’de Dersim’de düzenlenen hava saldırısında yaşamını yitirdi.   Ruşen ve Atakan Mahir’in ablası Hatice Çoban, kardeşlerinin kişilikleri, yaşadıkları süreçler ve mücadelenin aile üzerindeki etkilerine dair konuştu.   ‘Yaşadığı çelişkiler onu mücadeleye yöneltti’   Aile olarak uzun yıllar ırkçılık ve ayrımcılığa uğradıklarını anlatan Hatice Çoban, kardeşi Sultan Çoban’ın yaşadığı çelişkilerin dönüştürücü etkisine değindi. Hatice Çoban, “Yaşadıklarımızın hemen hemen her şeyini birbirimize aktarırdık. En ciddi çelişkisi, Kürdistan’dan gelen Kürt öğrencilerinin batıda üniversitelerde, okullarda yaşadığı zorluklar ve ötekileştirilme durumuydu. Onu mücadelede aktif kılan bilincin de oralarda oluştuğunu düşünüyorum. Aile ile Kürtlük üzerine yapılan sohbetlerinin de genelde bu temelde geliştiğine tanıklık ettim” dedi.   ‘Atakan onun mücadelesinden etkilendi’   İbirahim Çoban’ın kardeşi Sultan Çoban’ın mücadelesinden derin biçimde etkilendiğini belirten Hatice Çoban, şunları anlattı: “Atakan’ın arşivinde; ‘Ablam bu yükü benden önce sırtlamıştı ama benden önce şehitlik unvanına kavuştu. Onun yüküyle birlikte kendi yükümü de taşımak durumundayım’ demişti. Oradan şunu anladık ki Atakan aslında onun mücadele başlayış sürecine ve kendisinden önce başladığına işaret ediyordu. Biz aile olarak bu kadar derin bilmiyorduk. Onların paylaşımlarının ne kadar derin olduğunu kamuoyuna yansıyan şeylerle öğrendik.”   ‘Ruşen’in Kürdistan’ın şehidi olduğunu söyledi’   Sultan Çoban’ın yaşamını yitirdiği dönemi hatırlayan Hatice Çoban, ailenin durumunu şu sözlerle anlattı: “Askerler ailemin evine yaptıkları baskında anneme şöyle bir cümle kurdular: ‘Kızınızı öldürdük, oğlunuzu da öldüreceğiz’ dediler. Kardeşimin şehadet haberi kesinleşince ‘anneme nasıl iletebiliriz?’ diye düşündüm. Ama beklediğimden çok daha metanetli bir anne gördüm. Sanıyorum bütün Kürdistanlı Barış Annelerinde böyle bir direngen mizaç vardır. Annem de öyle direngen bir kadındı. Kızıyla gurur duyduğunu, onun Kürdistan'ın bir şehidi olduğunu söyledi.”   ‘Kısa yolculuğunda derin izler bıraktı’   Hatice Çoban, kardeşi Sultan Çoban’ın kısa süren mücadelesinin yarattığı etkiye dikkat çekti. Hatice Çoban şunları dile getirdi: “Ruşen'in maalesef çok kısa bir yolculuğu oldu. 2 yıl kadar o yolculukta yürüdü. Birçok yol arkadaşından onu dinleme fırsatım oldu. O yolculuktaki önemli bir iz bıraktığını gururla öğreniyorum.”   ‘Çok uzun yıllardır barış için ağır bedeller verdik’   “Barış ve Demokratik Toplum” sürecine dair umutlarını koruduğunu söyleyen Hatice Çoban, sözlerini şöyle tamamladı: “Kürtler olarak barışı dile getirmemiz sadece sözde kalmıyor. Bedenimizi taşın altına koyacak kadar savunuyoruz. Barışın isteğine, barışın vücut bulmasına, toplumsallaşmasına, Türkiye'deki halklar arasında barışın oluşması için bedenimizi taşın altına koyuyoruz. Bunu yaşadığımız acıyla yapıyoruz. Sürgünde olma haliyle, şehit verme haliyle barış istiyoruz. Çok uzun yıllardır barış için ağır bedel ödüyoruz. Dolayısıyla bu süreç başarıya ulaşsın diye umudumu diri tutmak istiyorum. Bu anlamda barışa olan en ufak kırıntıda bile umudumu kaybetmek istemiyorum.”