Farklı yaşamlar aynı sözde buluşuyor: Özgürlük (14) 2025-11-14 09:01:25   ‘Kadınlar yargıda yeniden travmatize ediliyor’   İZMİR - Kadına yönelik şiddetin, tacizin ve tecavüzün ardından başlayan yargı süreci, kadınlar için yeni bir travma alanına dönüşüyor. Psikolog Dilan Yılmaz, “Kadınlar hem fail tarafından hem de hukuk sistemi tarafından suçlanıyor; bu da bireysel travmayı toplumsal bir travmaya dönüştürüyor” diyor.   25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü yaklaşırken, Türkiye’de kadınlar için yalnızca sokakta değil, adliye koridorlarında da şiddetin sürdüğü gerçeği bir kez daha görünür oluyor. Erkek şiddetinden sağ çıkan kadınlar, adalet arayışına yöneldiklerinde bu kez de yargıdaki cinsiyetçi yaklaşım ve cezasızlık politikaları ile karşı karşıya kalıyor. Birçok kadın için şiddet, faillerin saldırısıyla bitmiyor; hukuk sistemi tarafından yeniden ve yeniden üretiliyor.   Kadın hareketinin yıllardır dile getirdiği gibi, “yargı süreçleri kadınlar için ikinci bir şiddet alanı”na dönüşmüş durumda. Tam da bu nedenle 25 Kasım’ın yaklaşması, kadınların adalet mücadelelerinde karşılaştıkları görünmez travmaları, yargıdaki eşitsizliği ve hukukun kadınlar aleyhine işleyen yapısını yeniden gündeme getirmek açısından kritik bir önem taşıyor.   Erkek şiddetine karşı adalet arayışına devam eden kadınların direnişine dair dosyamızın bu bölümünde psikolog Dilan Yılmaz’ın değerlendirmelerine yer veriyoruz.   ‘Cezasızlık güveni yok ediyor’   Failin avukatının suçlayıcı üslup kullanmasının kadında ikincil bir travma yarattığını, bu sebeple de toplumdaki cezasızlık kuşkusunun doğduğunu belirten Dilan Yılmaz, fail avukatlarının kadının hakkını savunmadığını söylüyor. Dilan Yılmaz, “‘Ben ne yaparsam yapayım, hukuk sistemi benim yanımda olmayacak’ diye düşünüyor kadın. Bu da toplumdaki ikinci travmanın ve kolektif travmanın yaygınlaşmasına neden oluyor. Bu mağdur suçlayıcılık… İşte mesela fail avukatları şöyle söyleyebiliyor: ‘Kadın neden mini etek giymişti? Neden o gece o saatte dışarıdaydı?’ Ya da mesela Türkiye’de şöyle bir uygulama vardı, belki hatırlayanlar vardır: Pembe otobüs gibi. Bu pembe otobüslerde ya da ESHOT saatlerinde saat 22.00’den sonra istediğin yerde inebilme her ne kadar kadını destekleyici bir konumda olduğu görünse de aslında şöyle bir şeye sebep oluyor: Çünkü kadın o saatte inmediğinde ya da pembe otobüse binmediğinde, ‘Bak kadın şiddet görmeyi hak etti, bak kadın tecavüze uğramayı hak etti’... İşte bu tür şeyler bunlara yol açıyor ve kadına çok zarar veriyor. Kadının yaşam tarzının sorgulanması: ‘Orada ne işi vardı? O saatte?’ gibi” sözlerine yer veriyor.   ‘Fail erkek ne yaparsa yapsın toplum onun yanında’   Özgecan Aslan, İpek Er, Şule Çet katliamlarını hatırlatan Dilan Yılmaz, bu tür katliamlarda kamuoyu desteği olmadığı müddetçe faillerin hiçbir ceza almadığını vurguluyor. Faillere “haksız tahrik indirimi” uygulandığını kaydeden Dilan Yılmaz, “Failler düzgün kravat taktığı için, iyi giyindiği için, bazen sadece avukatı sayesinde indirim alabiliyor. Bazen sadece ‘Dışarıda mini etek giymişti’, ‘O saatte neden dışarıdaydı?’ ya da ‘Benim mesajlarıma cevap verdi’ gerekçesiyle haksız tahrik indiriminden yararlanabiliyor. Dolayısıyla bu tür durumlarda kadınların hukuk sistemine olan güveni azalıyor. Diyor ki: ‘Ben ne yaparsam yapayım zaten hukuk erkeğin yanında.’ Dolayısıyla artık bir kadın tacize uğradığında ya da bir kadın duygusal manipülasyona, psikolojik sisteme maruz kaldığında bunu dile getirmeye, bunu biriyle paylaşmaya bile çekiniyor. Çünkü toplumsal olarak da hep kadın suçlu” ifadelerini kullanıyor.   ‘Kadınlar şiddet sarmalının içerisindeler’   Kadınların partnerlerinden, babalarından, evli olduğu ya da boşandığı erkekler tarafından sistematik şiddete maruz bırakıldığına dikkat çeken Dilan Yılmaz, “Daha çok yeni bir haber… Mesela daha yeni izledim bunu. Kadın üniversite kampüsünde, derse giderken eski partneri, eski kocası tarafından şiddete uğruyor ve öldürülüyor. Ve bu üniversite kampüsünde oluyor. Güvenlik önlemleri çok yetersiz ve kadınlar artık hani bazen şey diyoruz: ‘Kadınlar neden önlem almıyor?’ ya da ‘Kadınlar neden doğru insanı seçmiyor?’ Ama şunu da gözden kaçırıyoruz: Kadınlar aslında tanımadığı insanlar tarafından, eski eşleri tarafından, babaları tarafından… Yani her an şiddet sarmalının içindeler. Kadınlar zaten şiddetle hayatının her alanında tanışıyor ve hayatının her alanında şiddet görüyor” sözlerini kullanıyor.    ‘Kadınlar hukuk sistemine güvenmiyor’   Kadının toplumsal olarak her zaman hedef alınmasının, hukuk sistemine olan güveni de azalttığını aktaran Dilan Yılmaz, “Mağdur suçlayıcılığın yaygın olduğunu ve fail avukatlarının sürekli olarak ‘Kadın kısa giyinmişti’, ‘Mesajlara cevap verdi’, ‘Tahrik etti’ gibi sözlerle kadını suçladığını biliyoruz.  Bu durum, failin ceza almamasına neden oluyor. Kadının hukuk sistemine güveni azalıyor ve artık kimse karakollara gitmiyor. Polis sizi kadına şiddet birimine yönlendiriyor. Oraya gittiniz… Bu sefer orada sizin ifadenizi almayabiliyorlar. Ya da siz şikayet yaptığınızda sizin bilgileriniz, adres bilgileriniz, iletişim numaranız faile gidiyor. Ve kadın bu gizlilik olmadığı için problem yaşıyor; korktuğu için, tedirginlik ve kaygı içinde olduğu için şikayet etmekten de vazgeçebiliyor”  diye belirtiyor.   ‘Kadınlar tek başına da güçlü’   Dilan Yılmaz, kadınların fail tarafından takip edilmemek için iletişim bilgileri bilinmesin diye şikâyet etmekten, karakola gitmekten ya da avukata dilekçe yazdırmaktan, adliyeye gitmekten kaçındığını  dile getiriyor. Kadınların failin ceza almayacağını düşündüğünü paylaşan Dilan Yılmaz, “Bunu bilmek kadında hukuk sistemine karşı güvensizlik oluşturuyor. Kadın tamamen kendini suçlu görüyor. ‘Ben mi sebep oldum? Acaba ben mi mağdur konumda değilim de farklı bir konumdayım?’ diye kendini sorgulamaya başlıyor. Bu da ikinci bir travma işte. Çünkü artık gece geç saatte dışarıda olmak kadın için bir şiddet sarmalına döndü. Kadın artık şunu düşünüyor: ‘Ben özgür değilim sokakta. Ben kadın kimliğinde var olamıyorum.’ Kadınlar çok küçük yaşlardan beri… Her zaman toplumsal cinsiyet rollerini vurgulamamın sebebi de bu. Kadınlar tek başına da güçlüdür. Kadınlar istediği saatte, istediği yerde olabilir. Kadınlar her işi yapabilir” şeklinde konuşuyor.     ‘Güvenli bir toplum oluşturulmuyor’   Kadınlar için güvenli bir sokak oluşturulmadığını kaydeden Dilan Yılmaz, “Güvenli bir toplum oluşturulmuyor. Çünkü biz cezasızlık politikalarıyla kadının kendini güvende hissedeceği bir alan oluşturamıyoruz. Kadın özgürce sokakta var olabilse, özgürce yürüyebilse, özgürce istediğini giyebilse zaten… Eğer bu cezasızlık politikaları olmasa ve failler ceza alsa, dışarıda tecavüzcüler, tacizciler, şiddet failleri gezmeyecek ve kadınlar sokakta daha güvenli bir şekilde dolaşabilecek. Ve şunu diyecekler: ‘X kişisinin faili ceza aldı, demek ki bir yaptırımı var bunun. Demek ki ben şiddete uğradığımda fail ceza alacak.’ Buna güvenmek, hukuk sistemine güvenmek bir kadın için bambaşka” ifadelerine yer veriyor.    ‘Tecavüz mağduru kadınlara travmaları tekrar hatırlatılıyor’   Kamuoyu oluşturmanın, kadın olarak örgütlenmenin ve kadınların birbiriyle dayanışması gerektiğinin altını çizen Dilan Yılmaz şunlara dikkat çekiyor: “Kadın kadının yurdudur. Tecavüz mağduru kadının mahkeme süreçlerinde yaşadığı süreci tekrar anlatması isteniyor mahkeme esnasında. Bu da mesela çok yaygın olarak karşılaştığımız bir şey. Mesela kadınlar bir şikâyette bulundu diyelim ve duruşma başladı. Yıllar sürüyor ve kadın her duruşmada tekrar tekrar o travmatik anı anlatmak zorunda kalıyor. Bu hem zihin olarak hem beyin olarak hem de duygusal olarak kadına çok zarar veriyor. İkincil travma dediğimiz şey kadında travmatizasyon bırakıyor ve bunun etkileri çok büyük. Travma sonrası stres bozukluğu geliştiriyor, anksiyete geliştiriyor, kaygı bozukluğu geliştiriyor ve yıllarca bunlarla birlikte yaşamak zorunda kalıyor. Hukuk öğrencileri diyelim bir duruşmaya gidecek; bir duruşma, tecavüz duruşması dosyası… Orada 40 kişi, 50 kişi bir arada bir tecavüz dosyasını, bir duruşmayı izleyebiliyor. Dolayısıyla o kadar kişinin önünde yeniden bunu anlatmak, yeniden travmatize olmak kadın için çok ağır bir duygusal yıkım. Yani çok büyük psikolojik etkileri var.”   ‘Anadilde hizmet almak istiyoruz’   Fail ve toplum tarafından suçlanmanın kadında ikincil bir travmaya dönüştüğünü vurgulayan Dilan Yılmaz, hâkimin ve savcının sorduğu “O saatte orada ne işin vardı? Neden kısa giyindin?” sorularının travmaya sebep olduğunu söylüyor. Kadının artık şiddete uğradığında bunu dile getiremediğini ifade eden Dilan Yılmaz, “Ana dilde hizmet alamıyoruz biz hiçbir şekilde. Kürtçe ana dilinde hizmet alamadığı için kadın karakola derdini söyleyemedi ve eski partneri tarafından öldürüldü. Ana dilde hizmet alabilmek istiyoruz. Biz Suriyeli kadınlar olarak da Kürt kadınlar olarak da hastaneye gittiğimizde, karakola gittiğimizde ana dilimizde hizmet almak istiyoruz” diyor.    ‘Aile yılında erkek şiddeti meşrulaştırılıyor’   “Aile Yılı” planlamasında, erkek şiddetinin psikolojik sorunlara bağlandığına işaret eden Dilan Yılmaz, şöyle devam ediyor: “Raporlar isteniyor. Erkek şiddeti meşrulaştırılıyor. Bilimsel araştırmalar bazen şunu gösteriyor ki şiddet bazen genetik olabilir. Bazı çocuklar patolojik olarak şiddete eğilimli olabilir. Ama hiçbir şiddet, hiçbir psikolojik şiddet ve fiziksel şiddet psikolojik tanılarla meşrulaştırılamaz. Çünkü hiçbiri psikolojik değil aslında. Bu tamamen bir erkeğin bir kadın üzerinde hegemonya kurmak istemesi, otorite kurmak istemesi ve sadece o kadının kadın olduğu için şiddet uygulaması. Dolayısıyla zaten toplumsal cinsiyeti anlamadan bireysel terapiler faydalı olamaz.”    ‘Travmalar şiddetin gerekçesi olamaz’   Çocukların çok küçük yaşlardan itibaren şiddet içerikli görüntülerle karşılaştığını belirten Dilan Yılmaz, bu durumun çocukların şiddeti normalleştirerek büyümesine yol açtığını kaydediyor. Medyanın kadın katliamlarını aktarırken kullandığı dilin de bu şiddeti besleyen bir diğer etken olduğunu vurgulayan Dilan Yılmaz, “ ’Aşk şiddeti, cinnet geçirdi, delirdi, bir anlık sinirine yenildi, çok öfkelendi’ gibi söylemler oluyor haberlerde. Aslında bunların hiçbiri şiddetin gerekçesi değil. Çünkü hepimiz zaman zaman öfkeleniyoruz. Hepimiz zaman zaman psikolojik problemler yaşıyoruz. Ama bu demek değildir ki bir insana şiddet uygulayalım. Evet, travmalarımız var. Evet, çocukluk travmalarımız var. Her erkeğin de vardır, her kadının da vardır. Ama bu birine şiddet uygulamak için bir gerekçe ve bir bahane olamaz” diye kaydediyor.   ‘Toplumsal cinsiyet eğitimleri kamuda verilmeli’   Çocuk izleme merkezlerinin yetersizliği üzerinde duran Dilan Yılmaz, bu durumu şu sözlerle özetliyor: “Şimdi çocuk cezaevleri var. Buralarda da şiddet olayları oluyor. Kadın cezaevleri var. Buralarda hem polisin, hem savcının, hâkimin, psikoloğun, pedagogların travma bilgisinin olması lazım. Mağdur çocuk karakola geldi diyelim; istismara uğrayan bir çocuk geldi. Burada polisin travma bilgisinin olması, psikoloğun travma bilgisinin olması çocuğun karşılaştığı şeyi çok rahatlatan bir şey. Çünkü bir psikolog eğer travma bilgisi varsa, kamuda çalışıyorsa gerçekten çocuğa ve kadına yardımcı olabilir. Ama travma bilgisi olmayan, klinik psikoloji bilmeyen, toplumsal cinsiyet eğitimi almamış bir psikoloğun ve bir devlet çalışanının bir kadına ya da çocuğa faydalı olması imkânsız. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet eğitimleri devletteki bütün kamu çalışanlarına verilmeli. Aynı zamanda travma eğitimleri, psikoloji eğitimleri devlet çalışanlarının hepsine verilmeli ve devlet kurumlarında daha çok psikolog atanmalı. Çünkü son 10 yılda antidepresan kullanımı yüzde 67 arttı ve bunun yüzde 80’ini kadınlar oluşturuyor. Çünkü kadınlar hem fabrikada çalışıyor, işte çalışıyor, dışarıda çalışıyor, hem evde çalışıyor.”   ‘Hâkimler travma eğitimi almalı’   Görünmeyen emek denilen olgunun kadını psikolojik olarak yıprattığını belirten Dilan Yılmaz, sermayenin kadınlar sayesinde ayakta durduğunun altını çiziyor. Artan antidepresan kullanımı karşısında daha nitelikli psikologlara ihtiyaç olunduğunu paylaşan Dilan Yılmaz kamu çalışanlarına da  destek verilmesi gerektiğini kaydediyor. Dilan Yılmaz, “Kamu çalışanlarının travma, klinik psikoloji alanında eğitimler almasını sağlayalım. Çoğu kadın travma sonrası yaşadıklarını unutuyor ve çelişkili ifadeler nedeniyle tecavüz faili atlanabiliyor. Travma dediğimiz şey bilişsel olarak, nörolojik olarak beyne çok zarar veren bir şey. Dolayısıyla kadın çelişkili ifadeler kullanabilir. Ama az önce de söylediğim gibi eğer polisler, hâkimler, savcılar ve psikologlar travma eğitimi alırsa, travmanın kadın üzerinde nasıl etki bıraktığını daha iyi anlayacaktır. Böylece mağdur suçlayıcılık yapmak yerine kadının nasıl travmatize olduğunu, ikincil travmanın ne olduğunu, kolektif travmanın ne olduğunu bilirsek aslında kadının çelişkili ifadesinin ne olduğunu da anlamlandırabiliriz. Hepimizin empati yeteneğinin bu konumda olması gerekiyor. Eğer biz empati yeteneğimiz iyi olursa ve bu ikincil travma, kolektif travma hakkında bilgili olursak o çelişkili ifadenin ne olduğunu daha iyi anlarız ve kadının yanında daha kolay konumlanırız” diye ifade ediyor.    ’25 Kasım’da örgütlü olarak sokaklara dökülelim’   Şiddetin dilde başladığını vurgulayan Dilan Yılmaz, cinsiyetçi söylemlerden sonra tacizin başladığını dile getiriyor. Dilan Yılmaz, tacizden sonra tecavüzün, tecavüzün ardından ise şiddetin geldiğini kaydederek, sözlerine şunları ekliyor: “Öldürmeye kadar gidiyor ve piramidin en sonu cinayet. Dolayısıyla oraya gitmeden önce dilde başlaması lazım. Dilimizdeki cinsiyet içi konuşmaları atalım. Günlük hayatımızda cinsel şakalar birbirimize yapmayalım. Kamuoyu oluşturmak, örgütlenmek, kadınların birbirinin içinde dayanışma olması ve kadının her zaman kadının yurdu olması çok önemli. O yüzden ben bütün kadınları örgütlenmeye ve kendi haklarını savunmaya davet ediyorum. 25 Kasım’da kesinlikle örgütlü bir şekilde 25 Kasım’a katılalım. Sosyalist Kadın Hareketi, Mor Dayanışma, Jin TV… Yani böyle kadın hareketlerini çok önemli buluyorum. Ve kadınlar… Çağdaş Hukukçular Derneği’nin de mesela ÇHD’nin kadın şubesi var, ÖHD’nin kadın şubesi var. Avukat olabilirsiniz, psikolog olabilirsiniz ya da sadece bu ülkenin bir vatandaşı olabilirsiniz. Bir kadın olarak örgütlenip 25 Kasım’da sokaklarda sözümüzü söyleyelim ve haklarımızı savunalım.”      Yarın: Şiddete karşı çözüm öz savunma ve örgütlenme