‘11’inci Yargı Paketi suçla değil çocukla mücadele ediyor’ 2025-11-04 09:04:20     ANKARA – DEM Parti Çocuk Hakları Komisyonu Eş Sözcüsü Beritan Güneş Altın, 11’inci Yargı Paketi’nin çocuğun üstün yararını gözetmediğini belirterek, “Kapatılmayla birlikte çocuğun tekrar suç işlemesine zemin oluşturuluyor” dedi.   Önümüzdeki günlerde Meclis gündemine sunulması planlanan 11’inci Yargı Paketi, çocuk adalet sisteminde onarıcı ve koruyucu adalet mekanizmalarını güçlendirmek yerine, çocukları “suç” üzerinden tanımlayan bir anlayışı esas alıyor. Taslakta yer alan “çocukların suçta araçsallaştırılması” gibi muğlak ifadeler, yargı sürecinde keyfi uygulamaların önünü açabileceği yönünde endişelere yol açıyor.   DEM Parti Çocuk Hakları Komisyonu Eş Sözcüsü Beritan Güneş Altın, paketin çocukların üstün yararını gözetmek yerine onları sonuçlar üzerinden yargılayan ve “çocukla mücadele eden” bir bakış açısıyla hazırlandığını belirtti.   “Yargı paketinin rehabilitasyon, onarıcı, önleyici, koruyucu faaliyetlerin ya da buna ilişkin düzenlemelerin yerine salt çocukları sonuçlar üzerinden yargılayan, aynı zamanda suçla mücadele etmeyen, çocukla mücadele eden bir bakış açısıyla yazıldığını ve sunulduğunu görebiliyoruz.”   *Çocuk adaleti sisteminde rehabilitasyon ve infaz sonrası destek mekanizmalarını nasıl görüyorsunuz? 11’inci Yargı Paketi taslağında rehabilitasyon odaklı hükümler eksikse, neden bu tercih yapılmıştır?   Yargı Paketi’nin rehabilitasyon, onarıcı, önleyici, koruyucu faaliyetlerin ya da buna ilişkin düzenlemelerin yerine salt çocukları sonuçlar üzerinden yargılayan, aynı zamanda suçla mücadele etmeyen, çocukla mücadele eden bir bakış açısıyla yazıldığını ve sunulduğunu görebiliyoruz. Şimdi bunu değerlendirirken aslında neden kapatılmayı hedeflediğini değerlendirecek olursak, bu yol bizi bir kapatma geleneğine götürür.   100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti, problemleriyle başa çıkma mekanizması olarak her zaman bastırmayı ve aynı zamanda kapatmayla sorunu çözebileceğine ilişkin bir illüzyonla karşı karşıya. Tam da bu günlerde bu illüzyonun aslında değiştiği, dönüştüğü; yok saymanın, bastırmanın hiçbir problemi çözmediği, aksine problemleri daha derinleştirdiği ve Türkiye’yi yoksullaştırdığı, bir açmaza doğru sürüklediğiyle yüzleştiğimiz bu günlerde, çocuk adalet sistemi içerisinde yapılmak istenen bu değişimlerin de 100 yıl önce denenen yöntemlerden alınacak farklı bir sonucunun olmayacağını vurgulamak gerekiyor.   Yani kapatmayla aslında suçla mücadele edilmez. Kapatmayla sadece çocukla mücadele edilir. Çocuğu toplumdan izole etme yoluyla bir çeşit suç oranını düşürme hedeflenir. Fakat suçu üreten mekanizma aktif olduğu sürece ve çocukları suça iten meseleler aktif olduğu sürece, bizim bunu önleme ya da suçu düşürme gibi bir hedefimize ulaşamayacağımızı bir kez daha söylemek gerekir.   Bizler çocukları ya da çocuk algımızı nereden oluşturuyoruz? Neyi referans alıyoruz? Eğer bizler çocuğu, çocuk algısını ve suçla mücadele ederken kullanacağımız yöntemlerde Pekin Sözleşmesi’ni, Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni değil de klasik, sonuç vermeyen yöntemlerle sadece kamuoyunun nabzını tutma ve gündemleşen meseleler üzerinden bir süspansiyonel çözüm üretme girişimine girersek; evet, bu kısa vadeli, sonuç alınmayan yöntemler medyada bir şeyler yapıldığı illüzyonu yaratabilir. Ama bunun uzun vadede çocuklar ve toplum için karşı karşıya olduğumuz toplumsal çürüme riskine ilişkin bir çözüm olmadığını hep birlikte görebiliriz.   Bugün ceza infaz sistemi içerisinde bir çocuğun suçla ihtilaflı hale gelmeden önce yapılabilecek tedbirlerinin kaçının alındığını sormak gerekir. Hangi tedbirler, hangi politikalar çocukları suçtan korumaya ilişkindir? Hangi politikalar suçu önlemeye ilişkindir? Ve hangi politikalar çocuğu suçla ihtilaflı hale geldikten sonra onarıcı adalet mekanizmalarını devreye sokarak bu bağı bozmaya ilişkindir? Bunları sormak gerekir.   Biz bu üç soruyu sorduğumuzda bir cevap alamıyoruz. Bunun aksine, koruyucu, önleyici ve onarıcı mekanizmaların sağlanmadığı bu sistem, gittikçe daha da katmerleşen bir şekilde çocuğun suçla itilaflı hale gelmesinin zeminlerini yaratıyor. Bu sebeple bakış açısı kapatma geleneği, rehabilitasyon yolunu değil de cezalandırmayı, son seçenek olması gereken kapatmayı çocuklara ilişkin bir politika olarak önümüze sunuyor.   Fakat biz her fırsatta bu politikanın sonuca götürmeyeceğini, çocukla suç arasındaki bağı koparmayacağını, aksine güçlendireceğinin altını çiziyoruz. Bunu sadece Parti Çocuk Komisyonu olarak biz söylemiyoruz; 160 çocuk kurumunun olduğu platformlar açıklama yapıyorlar. Yakın bir zamanda Çocuk Hakları Merkezi olan barolar tarafından bir ziyaret gerçekleştirilecek. Çocukla psikoloji üzerinde çalışma yapan Mezopotamya psikologlarının konuya dair açıklamaları var. Dolayısıyla bu sadece bizim muhalefet etmek için söylediğimiz bir argümanın ötesinde, bilimsel temelleri olan, sosyolojik temelleri olan, psikolojik temelleri olan ve aynı zamanda dünyada denenmiş, güvenirliği ve geçerliliği yüksek olan yöntemleri önermemiz sebebiyle kof bir muhalefetten değil, gerçek bir çözüm önerisi olarak karşımızda duruyor.   “Bizler hem Çocuk Koruma Kanunu'nda hem de yargılama yapılırken kullanılan mekanizmaların tümünde çocuğun üstün yararını gözeten daha net ifadelerin yer alması gerektiğini savunurken, daha da muğlaklaşmış bir paketle karşı karşıyayız.”   *“Çocukların suçta araçsallaştırılması” gibi muğlak kavramlara düzenlemede yer verilmiş durumda. “Araçsallaştırma” ifadesi yargı uygulamalarında nasıl riskler barındırıyor?   Muğlaklaştırma ve çocuk adalet sistemi içerisinde çocuk yargılanırken açık uçlu olmayan hükümlerin zaten uzun bir süredir infaz sistemi içerisinde çocuklara ciddi faturalarının olduğunu hep birlikte görüyoruz. Bunun çok basit bir örneği olarak; sosyal hizmet uzmanları tarafından yapılan inceleme raporlarının dahi bir zorunluluk değil, bir olasılık olarak bırakılması, kanunda sosyal inceleme raporlarının çocuk yargılamalarında kullanım oranlarının çok düştüğünün geri bildirimini hem Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği’nden hem de ilgili meslek uzmanlarından sıkça alıyoruz.   Bu muğlaklaştırma zaten çocuk infaz sistemi içerisinde çocukları mağdur ederken, şimdi de daha muğlak ifadelerin kanuna eklenmesi, takdir yetkisinin genişletilmesine ve bu yetkinin standardize bir çocuk yargılamasının yapılamamasına, bunu tamamen yargılayan kişinin inisiyatifine bırakmasına; dolayısıyla çocuklar için adil olmayan bir ceza sistemi oluşturmasına sebep olacak.   Bunu bir antidemokratik uygulama ve adaletsizliğin çocuklara yansıması olarak da görebiliriz. Çünkü uzun bir zamandır bizler antidemokratik uygulamaların yetişkinler, halklar ve inançlar üzerinde nasıl muğlaklaştırılarak yol aldığını gözlemliyoruz. Şimdi bununla birlikte çocuklar da hedeflenmiş durumda ve bu muğlak olan adalet sistemi aslında kişiye, zamana ve mekâna göre değişen, takdir yetkisini genişleten, adalet sistemi içerisindeki standardizasyonu düşüren bir noktada karşımızda duruyor.   Bizler, hem Çocuk Koruma Kanunu'nda hem de yargılama yapılırken kullanılan mekanizmaların tümünde çocuğun üstün yararını gözeten daha net ifadelerin yer alması gerektiğini savunurken, daha da muğlaklaşmış bir paketle karşı karşıyayız. Dolayısıyla biz bunun çocuk adalet sistemi içerisindeki çocuklar için çok ciddi bir risk oluşturacağını, sadece çocukları değil bütün toplumu da hedef alan bir adım olduğunu değerlendiriyoruz.   “Reaksiyona göre hazırlanacak olan ve bütün çocukları etkileyecek olan bir tasarının da kapsayıcı gücünün çok az olacağını, sorunlara çözüm olmayacağını; bilimsel, sosyolojik ve gerçekçi adımların atılması gerektiğini her fırsatta dile getiriyoruz.”   *Mattia Ahmet Minguzzi davası üzerinden böyle bir paket geliştirmek, “reaktif yasama” yaklaşımı hakkında ne düşünüyorsunuz?   Çocuklara ilişkin gündemler ne zaman bir toplumsal baskı oluşturulacak olursa, o zaman Meclis’in ve iktidarın gündemine düşüyor. Mesela Narin Güran cinayetinde, Ahmet Minguzzi cinayetinde olduğu gibi.   Çocuklara ilişkin meselelerde ısrarla altını çizerek, çocukların bir kriz içerisinde olduğunu ve bu krizin giderek toplumu, çocukları hedef alacak sonuçlara sebep olabileceğini söylüyoruz. Çocukları yok sayan iktidar, ne zaman ki kamuoyunun gündemine gelse, sonuçlar üzerinden çocukları da yargılayan, sistemi değiştirmek isteyen, gerçekten reaktif bir refleksle tamamen kamuoyunun nabzını tutmak için bir takım girişimlerde bulunuyor.   Narin Güran cinayetinden sonra muhalefetin ve iktidarın da talebiyle çocuğa yönelik bütün suçları hedefleyen ve bunun çözüm mekanizmalarını oluşturmak isteyen bir komisyon kuruldu. Biz bu komisyon kurulduğunda, komisyonun çocuğa yönelik bütün suçlar üzerinde ciddi politikalar oluşturacağını düşünerek büyük bir motivasyon ve hazırlıkla komisyonda yerimizi aldık.   Fakat ne yazık ki, bir önceki komisyonlarda da olduğu gibi bu sadece Meclis’in çocuğa ilişkin meselelerde “çalışıyor” illüzyonu yaratmak için bir araçsallaştırma görevi gördüğünü söylemek gerekiyor. Çünkü Narin Güran cinayetinden sonra şu an adını bilmediğimiz binlerce çocuğun istismara uğradığını, mağdur edildiğini, katledildiğini biliyoruz.   Nitekim yakın bir zamanda, 48 çocuğa cinsel istismar suçunda bulunmuş bir okul müdürünün nasıl cezasızlık zırhıyla korunduğuna hep birlikte şahitlik ettik. Dolayısıyla çocuğa ilişkin meseleler iktidar için çok siyasi ve politik meseleler. Çocuk, bütün toplum için çok hassas bir mesele; ne zaman ki kontrol dışına çıkıyor, insanların tepkisi artıyor, iktidar bu hassasiyeti yönetmek için adım atıyor.   Ne yazık ki, biz bu son yaşananların da 11’inci Yargı Paketi ile getirilmek istenenin de, zaten daha önceden olduğu gibi, çocukları kapatmaya, baskılamaya dair bir talebin ve refleksin olduğu; bu refleksin de toplumu etkileyen bir olayla bir araya getirilerek meşruluğunun artırılmak istendiğini düşünüyoruz.   Fakat bunun çözüm olmadığını düşünüyoruz. Gerçekten Ahmetlerin katledilmesini istemiyorsak, toplumdaki suç oranını düşürmemiz lazım. Ve toplumdaki suç oranını düşürmek de intikamcı duygularla değil, sonuçlar üzerinden değil, çocukları yargılayan değil, sistemi değiştirerek ve çocukları suçtan koruma mekanizmasının ana odağında devlet olduğunu unutmadan; devletin yükümlülüğünü her an hatırlayan ve buna dair politikalar üretmesi gereken, kendi yapıp etmediklerinin faturasını çocuklara keseceği bir konumdan değil; iktidarı çocukları koruyucu, önleyici ve onarıcı mekanizmaları geliştirmek için dürtmek zorunda olduğumuzu söyleyebilirim.   Dolayısıyla biz bu kanun yapma biçiminin de reaktif olduğunu düşünüyoruz. Reaksiyona göre hazırlanacak olan ve bütün çocukları etkileyecek olan bir tasarının da kapsayıcı gücünün çok az olacağını; sorunlara çözüm olmayacağını, bilimsel, sosyolojik ve gerçekçi adımların atılması gerektiğini her fırsatta dile getiriyoruz.   “Çocuğun gelişim dönemlerini, psikolojisini, sosyolojisini ortak bir şekilde ele alan multidisipliner bir yaklaşıma ihtiyacı var. Yani biz eğer çocuğu yargılayacaksak, o yargılamanın çocuğun üstün yararına hizmet etmesi gerekir.”   *Bu yargı paketi çocuklar üzerinde psikolojik, sosyolojik pek çok açıdan nasıl bir etki yaratır? Yine adalet sisteminde bütüncül ve koruyucu bir bakış açısı için hangi adımlar atılmalıdır?   Çocuğun gelişim dönemlerini, psikolojisini, sosyolojisini ortak bir şekilde ele alan multidisipliner bir yaklaşıma ihtiyacı var. Yani biz eğer çocuğu yargılayacaksak, o yargılamanın çocuğun üstün yararına hizmet etmesi gerekir.   Yapılacak o yargılamanın gerçekten çocuğun suçla olan bağını koparması gerekir ve yargılamanın infaz süresi bittikten sonra çocuğu cezaevinden daha suçlu, suç bağlantıları edinmiş ve tekrar suç işlemeye meyilli bir şekilde değil; gerçekten onarıcı adalet mekanizmalarıyla buluşmuş, bir noktada rehabilitasyonunun zemini hazırlanmış ve suçun ne demek olduğunu, toplumsal, bireysel ve kendine dair sonuçlarını kavramış, suçla ilişkisi yok olmuş bir şekilde tahliye olmasını bekliyoruz.   Fakat şu anki mevcut sistemin buna hizmet etmediği çok açık. Öncelikle şunu söylemek gerekiyor: gelişim dönemlerine göre suçun ne demek olduğunun çocuktaki algısının değerlendirilmesi gerekiyor. Çünkü suç algısı her çocukluk yaşı için aynı düzeyde değil. Yani suçun bir oyun algısıyla yapılma biçimi var. Çünkü bahsettiğimiz kişi bir çocuk ve zaten çocuk olduğu için uluslararası ve evrensel sözleşmelerde de “Çocuk, yetişkinden farklı bir şekilde yargılanması gereken kişidir ve kapatılma son çaredir” ibaresi var.   Öyle bir yapı oluşturmalıyız ki, bir çocuğun neden suç işlediğinin cevabını verebilelim; çocuk suç işledikten sonra onun bir daha tekrar etmemesinin mekanizmasını oluşturabilelim. Dolayısıyla bu önemli bir mesele. Aynı zamanda dünyada yapılmış çalışmalar bize çok açık veriler veriyor: suç ardından çocuğun kapatılması, çocukta suç oranını tekrar ettiriyor.   Çocuğun kapatılması, yeni suç modellerini cezaevinde öğrenmesinin önünü açıyor. Aynı zamanda çocuğun kapatılması, çocuğun cezaevinde suça maruz kalmasına cinsel istismardan tecavüze, yaralanmaya, ölümüne kadar gidebilecek biçimde çocuğun suçun mağduru olmasının zeminini açan ortamlar sunuyor. Bir diğer taraftan psikolojik olarak da kapatılma, çocukta ciddi depresyonun artmasına, kaygı bozukluklarına, travma sonrası stres bozukluğu gibi pek çok psikolojik rahatsızlığa sebebiyet veriyor.   Sağlıklı bir zihin yapısı zaten beklemediğimizi bütün kaynaklar ifade ediyor. Dolayısıyla kapatılmanın sosyolojik bir karşılığı, bilimsel bir karşılığı yok.   “Cezaevine bir kez girmiş bir çocuğun ikinci kere cezaevine girme olasılığı yüzde 80’lerde. Bir kere kapatılmayla birlikte çocuğun tekrar suç işlemesine zemin oluşturuluyor.”   *Eğer “caydırıcılık” hedefiyle hareket ediliyorsa, çocuk adaleti ve önleyici hizmetler açısından neler yapılmalıdır?   11’inci Yargı Paketi ile birlikte çocukların yargılama tarzına yönelik yapılan değişikliklerde en önemli argümanlardan biri, kapatmanın caydırıcı olacağı yönünde. Fakat buradan açıkça ifade edelim: caydırıcılık, kapatmayla ne yazık ki mümkün olmuyor. Çünkü şuradan biliyoruz oranlar çok açık. Cezaevine bir kez girmiş bir çocuğun ikinci kere cezaevine girme olasılığı yüzde 80’lerde. Eğer kapatılma ile sonuç alınmış olsaydı, bir çocuk cezaevinden çıktıktan sonra suçlu bir yetişkin olarak tekrar cezaevine girmezdi. Bir kere kapatılmayla birlikte çocuğun tekrar suç işlemesine zemin oluşturuluyor.   Bu dünyada da böyle. Zaten dünyada böyle olduğu için çeşitli farklı modeller, onarıcı adaleti tesis eden bir takım arabuluculuk, rehabilitasyon, psikososyal destek mekanizmaları bu sebeple oluşturulmuş. Buradaki asıl meselenin caydırıcılık değil, kolaycılık olduğunu düşünüyoruz; suçla baş etmeyi bilmeyen bir iktidarın en kolay yöntemi ve en bilindik yöntemine verdiği reaksiyon olarak görüyoruz.   Fakat ne yazık ki eğer kapatılma işe yaramış olsaydı  bu uzun bir zamandır zaten yapılıyor  işe yarar olurdu. Caydırıcılığın ne yazık ki bu noktada işe yaramadığını biliyoruz. Caydırıcılık ancak öz farkındalığın gelişmesiyle, bilincin gelişmesiyle ve çocuğu koruyan mekanizmaların inşa edilmesiyle oluşur.   Bu da sadece Adalet Bakanlığı’nın tek başına yapabileceği bir sistem değildir. Eğer bir çocuktan bahsediyorsak ve çocuğun koruyucu, önleyici ve onarıcı mekanizmaların inşasıyla suçla ihtilaflı hale gelmesinin önüne geçmesini hedefliyorsak, bizim Adalet Bakanlığı’ndan Milli Eğitim Bakanlığı’na, Sağlık Bakanlığı’na, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na, İçişleri Bakanlığı’na kadar kök nedenleri araştıran, bulan ve buna dair bir mekanizma üreten multidisipliner bir çalışma pratiğine ihtiyacımız var.   Ya da bizim de defaatle önerdiğimiz gibi bir Çocuk Bakanlığı’na ihtiyaç var. Çocuk Bakanlığı içerisinde, çocuk koruma mekanizmasından çocuğun adalet sistemi içerisindeki pozisyonuna kadar yeniden düzenlenen, dünyaya uyum sağlayan ve bilimsel olan yaklaşımların ele alınması gerektiğini vurguluyoruz.   Eğer bu sistem sadece Adalet Bakanlığı’na bırakılırsa, işte sonuç kapatma oluyor. Oysa çocuğu tanıyan, çocuğun psikolojisini tanıyan, çocuğa dair mekanizmaların nelere ne sonuç verdiğini bilen bir yerden konuşacak olursak, ne yazık ki kapatma son çaredir.   Bütün bunları ele alacak olursak, hem evrensel çocuk hakları sözleşmesine uygun, hem Çocuk Koruma Kanunu’ndaki “çocuğun üstün yararını gözeten” ibaresine uygun, hem de Pekin Sözleşmesi gibi pek çok devletin imzacısı olduğu sözleşmeye uygun ve aynı zamanda Türkiye’de yaşayan çocukların sorunlarını gören yoksulluktan yoksunluğa, eğitimden koparılmaya, geleceksizleştirilmeye, mülksüzleştirilmeye ve kimliksizleştirmeye kadar pek çok riske açık olan çocukların gerçek sorunlarını tanıyan, kök nedenleri bulan, sonuçlarla değil nedenlerle mücadele eden, çocuklarla değil suçla mücadele eden bir mekanizmanın inşası gerekiyor.