Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi: Öcalan dahil tüm taraflarla görüşme yolu açılsın 2025-10-15 17:25:36   ANKARA - Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu ikinci  oturumda kadın örgütleri dinleniliyor. Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi, “Barış süreci tüm taraflarla, özellikle de Abdullah Öcalan’la yürütülmeli” çağrısında bulundu.   Kürt sorununun çözümü noktasında Meclis'te kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nu 15’inci toplantısını gerçekleştirmek için bir araya geldi. İkinci oturumda; Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM), 29 Ekim Kadınları Derneği (29 EKD), Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi, Türkiye İş Kadınları Derneği (TİKAD) ve Hazar Eğitim Kültür ve Dayanışma Derneği dinleniyor.   İlk olarak Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi adına Ruşen Seydaoğlu ve Feride Eralp, hazırladıkları sunum ile söz aldı.   ‘Savaşa rağmen yaşam alanları kurdular’   İlk olarak söz alan Ruşen Seydaoğlu, savaşlardan ve çözümsüzlükten en çok kadınların etkilendiğini ortaya koyan örnekler paylaştı. Katliam, zorla kaybettirilme, göç ve tutuklamalara rağmen kadınların yaşamı yeniden kurduğunu belirten Ruşen Seydaoğlu, “2016 yılında, 79 günlük ablukanın ardından Cizre’nin dümdüz edilmiş Sur, Nur, Cudi ve Yafes mahallelerini gösterebiliriz. O dönem Barış için Kadın Girişimi olarak oraya gidildiğinde, yıkık binaların önüne hüzünle çökmüş erkekler ve yıkıntıların arasında enkazlardan topladıklarıyla yaşam alanı kurmaya, ateş yakmaya, üstünde bir şeyler kaynatmaya gayret eden kadınlar vardı. Sorduğumuzda, ‘Beslememiz gereken çocuklarımız var, oturup üzülecek vaktimiz yok’ dediler. Yani kadınlar için hayatlarının yıkımına üzülecek vakit bile lükstü. Bu komisyonun barış için nasıl bir yasal çerçeve önereceğini tartışırken, kadınların bu deneyimlerini görmezden gelemeyiz. Kadınlar bunu sadece çatışmada yaşamadı; yaşamlarını, bedenlerini savaş alanı haline getiren politikalar barış arayışları sırasında da sürdü, sorgulanmadı. Örneğin, 2013-2015 yılları arasında çözüm sürecindeki güvenlikçi yaklaşımın, kalekol inşaatları ve askeri sevkiyatların kadınlara yansıması bambaşkaydı” dedi.   ‘Devletin atacağı adımlar belirsizliğini koruyor’   Bu savaşta en çok kadınların yoksullaştırıldığını belirten Ruşen Seydaoğlu, kadın istihdamının en düşük olduğu Kürdistan kentlerini sıralayarak, “Bölgesel savaş ile Kürt illerinde 1990’lardan bu yana uygulanan kalkınmayı engelleme, göç ettirme, geçimlik ekonomiye el koyma politikası ve kadınların katmerli yoksulluğu arasında bir bağ var. Bizim için barış, Kürt sorununda tekçi ve güvenlikçi anlayışın terk edilerek, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü yaşamın kurulmasıyla mümkündür. Kurulması murat edilen yeni yaşam, kadınları dışlayarak, eşitsizliği derinleştirerek, savaşın kadınlara ne yaptığını görmezden gelerek olmaz. Ayrıca sürecin toplum için şeffaf ve öngörülebilir olabilmesi için devletin hangi adımları atacağı hâlâ belirsizliğini koruyor. Biz kadınların, bu adımlara dair sözümüz var” diye belirtti.   Giriş konuşmasının ardından Ruşen Seydaoğlu ve Feride Eralp, “Şimdiye kadar üç acil talebimizi kamuoyunda, hatta bu Meclis’in kapısında ifade ettik. Burada genişletilmiş taleplerimize geçmeden önce, barışın konuşulabiliyor olması için öncelikle askeri operasyonların durduğu, tezkerelerin iptal edildiği bir ortamın elzem olduğunu belirtmek istiyoruz. TBMM’nin ve ilgili tüm kurumların yerine getirmesi gereken taleplerimizi Komisyon’un dikkatine sunuyoruz” diyerek inisiyatif adına taleplerini açıkladı.   'Siyaset suç olmaktan çıksın'   İnisiyatif, ilk olarak siyasetin suç kapsamından çıkarılmasını ve TMK ile benzeri yasal düzenlemelerin kaldırılmasını talep ederek, bugün adaletsiz bir suç ve infaz rejiminin yürürlükte olduğuna dikkat çekti. Kadın katliamlarında faillerin cezasız kalmasına rağmen, demokratik haklarını kullanan vekillerin, gazetecilerin, akademisyenlerin, belediye başkanlarının ve öğrencilerin rehin tutulduğunu belirterek, bu çifte standardın barış açısından ciddi bir risk oluşturduğunu ifade etti. “Bugün değilse yarın barış talep etmek suç olabilir” diyen kadınlar, hukukun siyasallaşmasının önüne geçilmesini, hasta tutsakların serbest bırakılmasını ve ATK’nin siyasi bir baskı mekanizması olmaktan çıkarılmasını istedi.   'Kayyımlar geri çekilsin'   İkinci talep, kayyım uygulamalarının derhal sonlandırılması ve bu uygulamaların yasal zeminini oluşturan OHAL dönemli Cumhurbaşkanı Kararnamesi’nin iptali yönünde oldu. inisiyatifi, 2016’dan bu yana 164 belediyeye kayyım atandığını ve bunların neredeyse tamamının Kürdistan’daki belediyeler olduğunu belirterek, “Kayyım sadece bir idari müdahale değildir; eşitliğe de bir darbedir” dedi. Kadınların uzun yıllar mücadelesiyle kurulan sığınakların, danışma merkezlerinin ve kadın birimlerinin kayyımlar eliyle kapatıldığını ifşa etti.   Wan’da kayyımların kadınlara yönelik uygulamaları örnek gösterilerek, kadınların ücretsiz ulaşımını sağlayan Jin Kart’ın iptali, Şahmerdan Kadın Merkezi’nin kapatılması, kadın üretim kooperatiflerinin dağıtılması gibi uygulamalara dikkat çekildi. Kadın inisiyatifi, kayyım sisteminin eş başkanlık modelini kriminalize ettiğini belirterek, CEDAW Sözleşmesi’nin 7. maddesine atıfla, kadınların siyasal yaşama eşit katılımını güvence altına almanın devletin yükümlülüğü olduğunu söyledi.   Anadilde eğitim ve eşitlik   Üçüncü talep, sürecin altyapısının oluşturulmasında tüm kimlik ve aidiyetler için eşitlik ve kapsayıcılığın temel alınması oldu. Anadilde eğitim ve hizmet alma hakkının, Kürt halkının eşit yurttaşlık hakkının ayrılmaz bir parçası olduğu vurgulanarak, Türkiye’de 15–20 milyon kişinin konuştuğu Kürtçenin hâlâ “bilinmeyen dil” olarak sayılması, kadınların gündelik yaşamda maruz bırakıldıkları ayrımcılığın en somut örneklerinden biri olarak ifade edildi.   Okuma-yazma bilmeyenlerin yüzde 80’inden fazlasını kadınların oluşturduğu, Türkçe bilmeyen kadınların ise kamusal hizmetlere erişimde ciddi engeller yaşadığı vurgulanarak Fatma Altınmakas katliamı hatırlatıldı. Kadın inisiyatifi, anadilinde eğitimin bir kadın meselesi olduğunun altını çizdi ve çok dilli toplumların dünya genelinde daha güçlü, daha demokratik örnekler sunduğunu hatırlattı. Eşit yurttaşlık anlayışının yalnızca etnik kimlikle sınırlı kalmaması; toplumsal cinsiyet, LGBTİ+ hakları ve kadın eşitliği için de geçerli olduğu belirtilerek, İstanbul Sözleşmesi’ne dönülmesi çağrısında bulundular.   'Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu kurulsun'   Barışın kalıcı olabilmesi için mutlaka savaş suçlarını araştıracak bağımsız bir Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu kurulması yönünde dördüncü talepleri olduğunu söyleyen inisiyatif, savaş dönemlerinde kadın bedenine yönelmiş cinsel şiddetin görünmezliğine dikkat çekti. Kürt illerinde yaşanan tecavüz, işkence, taciz vakaları ve bunların cezasız bırakılmasının barışın önünde ciddi bir engel oluşturduğu vurgulandı. “Cinsel şiddet savaş silahı olarak kullanılamaz” vurgusu yapıldı. Gülistan Doku ve Feleknaz Keskin gibi kayıp kadınların akıbetinin aydınlatılması, faillerin ve onları koruyan yapıların yargılanması inisiyatifin bir diğer talebi oldu. Zorunlu göçlerle boşaltılan köylerin sahiplerine iade edilmesi, tahrip edilen doğanın ve kadınların emeğine el konulan alanların telafi edilmesi de bu talebin kapsamına dahil edildi.   'Abdullah Öcalan dahil tüm taraflarla görüşme yolu açılsın'   Beşinci talep ise barış sürecinin şeffaf yürütülmesi ve sürecin tüm taraflarıyla, özellikle de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la görüşme yolunun açılması yönünde. Kadın inisiyatifi, Kürt Halk Önderi’nin, Kürt halkı açısından yüksek temsil gücüne sahip olduğunu ve bu nedenle diyalogdan dışlanmaması gerektiğini komisyona açık biçimde aktardı. Sürecin yalnızca devlet ve hükümetle sınırlı kalmaması, kadın örgütleri ve sivil toplumun aktif olarak dahil edilmesi gerektiği ifade edildi. Kadınlar, gerillaların sivil hayata güvenli biçimde katılımının yasal çerçevesinin oluşturulması gerektiğinin de altını çizdi. Kadınların dağa katılım nedenleri arasında yalnızca etnik değil, aynı zamanda patriyarkal baskı ve erkek şiddetinden kaçış gibi toplumsal faktörlerin bulunduğuna dikkat çekildi. Bu nedenle dönüş sürecinde kadınların yeniden eşitsiz bir yaşama zorlanmasının yeni çatışmalara yol açabileceği uyarısında bulunuldu.