Farklı coğrafyalardan yola çıkanların ortak hikayesi: Göç 2025-10-04 09:06:14   Filiz Zeyrek    BELÇİKA - Savaş, baskı ve şiddetten kaçan kadınlar, göç yollarında taciz ve sınır politikalarının şiddetiyle, Avrupa’da ise ayrımcılık ve mülteci politikalarının engelleriyle yüzleşiyor. Farklı coğrafyalardan yola çıkan kadınların ortak hikâyesi: Göç, hem hayatta kalma hem de özgürlük mücadelesi.    Kadınlar baskıdan kaçıyor, ancak göç yollarında ve Avrupa’da da yaşadıkları bitmiyor. Suriye’de savaşın yarattığı yıkım, Afganistan’da Taliban’ın kadınlara yönelik yaşamın her alanında getirdiği yasaklar, İran’da kadın bedeni ve yaşamı üzerindeki katı devlet denetimi, Türkiye’de ise devletin baskıcı politikaları ve erkek şiddeti kadınları göçe zorluyor. Her biri farklı coğrafyalardan, farklı nedenlerle yola çıkan kadınlar, yalnızca hayatta kalmak için değil, aynı zamanda özgürlük ve onurlu bir yaşam için sınırları aşıyor. Ancak göç yollarında da kadınlar taciz, ayrımcılık ve sınır politikalarının yarattığı şiddetle yüzleşiyor. Avrupa’ya ulaştıklarında ise mülteci politikaları, bürokratik engeller, ayrımcı söylemler ve dil bariyerleri kadınların yaşamlarını zorlaştırmaya devam ediyor. Kadınlar, bir yandan hayatta kalma mücadelesi verirken, diğer yandan göçmenlik kimliğiyle ötekileştirilmenin yükünü taşıyor.   İran’dan Belçika’ya: Başörtümden sesime kadar kontrol altındaydım   Ülkesinde, kadın olmanın her an tehdit altında yaşamak anlamına geldiğini söyleyen 38 yaşındaki İranlı Bita Abedi, “İran’da kadın olmak, sürekli tehdit altında olmak demektir. Başörtümü doğru bağlamadığımda, kıyafetin ‘edepli’ bulunmadığında, araba kullandığında bile tehdit altındasın. Sevdiğim erkekle evlenmeme izin verilmiyordu. Parfümden, ojeden, kıyafetimin renginden korkuyordum. Her an ahlak polisleri tarafından sorgulanıyorduk. Geleceğe dair hayal kuramıyordum” diyor.    Bita Abedi, annesiyle beraber aldığı kararın hayatını değiştirdiğini söylüyor. Bita Abedi, “Annem, kızını görmese bile Avrupa’da daha güvende olacağımı düşündü. İran’da kalmam, onun için daha büyük korkuydu” diye belirtiyor. Belçika’ya vardığında ise yeni zorluklarla karşılaştığını kaydeden Bita Abedi, “Göçmen olmak, dili bilmeden, işsiz, çaresiz ve görünmez bir şekilde sıfırdan başlamak demektir. Bir doktora gittiğimde milliyetimi öğrenince ‘sizi muayene edemem’ diyerek kapıyı gösterdi. Bu, gördüğüm en ağır ayrımcılıklardan biriydi” diye ifade ediyor.    Bita Abedi, hâlâ ikamet belgesinin kabul edilmemesi nedeniyle belirsizlik yaşadığını belirtiyor.  Bita Abedi,  “Her şeye rağmen ‘Jin jiyan azadî’ diyerek mücadelesine devam ediyor.    Türkiye’den Fransa’ya: Göç zorunlu bir karar oldu   Türkiye’de hem kadın hem de politik kimliği nedeniyle büyük baskılar yaşadığını aktaran 34 yaşındaki Evin Yemlihanoğlu ise, henüz 15 yaşında iken evlendirildiğini, eğitim hakkının elinden alındığını ve şiddete maruz bırakıldığını paylaşıyor.  Evin Yemlihanoğlu, “Kadın olarak susmam, itaat etmem ve çocuk doğurmam bekleniyordu. Eşim şiddet uyguladı; kitap okuduğum için saçım yolundu, kaşım yarıldı. Bu koşullarda hem kendi geleceğim hem de çocuklarım için Avrupa’ya göç etmekten başka yol kalmadı” sözleriyle yaşadıklarını dile getiriyor.    Evin Yemlihanoğlu, Fransa’ya ulaştığında mülteci kimliği nedeniyle yeni engellerle karşılaştığını ancak kadın dayanışmasının kendisine güç verdiğini belirtiyor. Evin Yemlihanoğlu şöyle devam ediyor: “Evde susturulan bir kadındım. Burada kendi kararlarımı alıyorum. Kültürümü ve dilimi yaşıyor, Fransızca öğreniyor ve üniversiteye hazırlanıyorum. Kadın örgütleriyle dayanışma bana güç veriyor.”   Çocuklarının özleminin en büyük yükü olduğunu vurgulayan Evin Yemlihanoğlu, kadınlara çağrı yapıyor: “Hiçbir kadının kendi topraklarından koparılmasını istemem. Ama göç etmek zorunda kalan kadınlar olarak mücadelemizi her yerde büyütelim, örgütlenelim. Birbirimizin sesi birbirine değince tüm dünyayı saracak.”   Suriye’den Belçika'ya: Sidra’nın hikâyesi   Suriye’den Belçika’ya göç eden 20 yaşındaki Sidra Alnayef ise, göç yolunda yaşadığı en zor anın deniz yoluyla geçiş olduğunu belirtiyor. Sidra Alnayef, “Sınır geçişlerinde aşağılayıcı aramalara maruz kaldık. Sağlıksız ve güvensiz koşullarda yol aldık. Bu anıları unutamıyorum” diyor.    Belçika’da barınma ve dil konusunda zorluk yaşadığını söyleyen Sidra Alnayef, ayrımcılıkla karşılaşmadığını, ancak belirsizlikler nedeniyle geleceğe dair kaygılar taşıdığını aktarıyor. Sidra Alnayef, “Beni en çok etkileyen şey, ailemden uzak kalmak ve bilinmez bir geleceğin korkusuydu” ifadesini kullanıyor.    Sidra Alnayef, sözlerini şöyle bitiriyor: “Endişelenmeyin. Her duyduğunuz doğru değil. Kendiniz denemeden hiçbir adım atamazsınız. Zor olabilir ama bu sadece başlangıç.”   Gudrun Platteau: Eğitim ve rehberlik hayati önem taşıyor   Belçika’nın başkenti Brüksel’deki Ligo okullarında görev yapan öğretmen Gudrun Platteau, 20 yıldır kadınlarla çalışmalar yürütüyor. Gudrun Platteau, kadınların toplumsal ve ekonomik destek ihtiyacına dikkat çekerek, “Kadınlar çocuklarına bakmak, ev işlerini yürütmek ve kendilerini geliştirmek zorunda. Bu nedenle eğitim ve rehberlik hayati önem taşıyor” diye belirtiyor.    Kadınlara desteğin yalnızca eğitimle sınırlı olmadığını vurgulayan Gudrun Platteau, “Kadınlara destek vermek sadece eğitim vermek anlamına gelmez. Özgüven kazandırmak, topluma katılımı artırmak ve bağımsız bir yaşam sağlamak esas hedefimizdir” diye ekliyor.