Ateşle yazılan hakikat: Direniş ve umut 2025-07-18 09:09:03 “Besê Hozat’ın  duruşu, sadece orada bulunan gerillaların değil, 52 yıldır mücadele eden tüm yoldaşların yansımasıydı. Sesinde Mizgîn’in, Delila’nın name yüklü tınısı; bakışlarında Lêgerîn’in arayışı; duruşunda Beritan’ın kararlılığı vardı.”   Harika Peker   Zaman, varlığın sessiz tanığı, oluşun bitimsiz dansıdır. Her an, bir öncekinin gölgesinde doğar ve bir sonrakine yer açmak için silinir. Ne tam olarak yakalanabilir ne de bütünüyle kaçar avuçlarımızdan. Ancak bazı anlar vardır ki zamanı adeta durdurur ve silinmez izler bırakır. Evrenin ritmi, insan bilincinin kırılgan aynasında yansır. Varlık, zamanın kucağında şekillenirken, oluş, onun akışında kendini yeniden yaratır. Bu sonsuz döngüde zaman ne başlangıçtır ne de son; yalnızca her şeyin içinden geçtiği görünmez bir nehirdir.   Bazen tarih, bir ana tanıklık eder ve bu an, kendi içinde büyük bir anlam taşır. Tıpkı bir bestenin notalarla yeniden yazılması gibi, kendini yaratır. Bazı zamanlar söze gerek kalmaz; bir duruş, bir bakış her şeyi anlatır. 11 Temmuz’da, Süleymaniye de hem tarihî sözlere hem de duruşa tanıklık ettik. Mekânsal olarak ne kadar uzak olsak da, o anın içinde yaşamanın imkânsız olmadığını anladık. Ülkenin yakıcı ateşten kapısına yüzümüzü dönmüşken, onlar yürüyüşleriyle ve yaktıkları yaşam ateşiyle “Döneceğiz!” dediler. Artık kavuşma günlerinden bahsedebiliriz. Alevden yarattıkları umudun yakıcılığı, kilometrelerce uzaktan hissedildi. Yüz yıllardır sağırlaşmış yürekleri yeniden yaşamla buluşturan bir tören izledik. Bu, aramıza uzak mesafeleri, acıları ve zulmü yerleştirenlerin kendi zulmünde boğulduğu bir andı. Ve onların, izleyenlerin medet umdukları tek şey, çağın dervişleriydi.   Kadınların öncülüğünde insanlığa büyük bir umut   Yaşamın içinde hep geçmişin tınısını hissederiz; belki bin yılların öğretilmişliğinden süzülen bir anlam, bir histir bu. Kadının doğayla ve yaşamla kurduğu kopmaz bağ, günümüze kadar ulaşır. En büyük çıkmazlarda bile yüzünü gökyüzüne ve dağlara çevirerek yol bulur, yol gösterir. 11 Temmuz’da, Kürt halk önderinin çağrısıyla Süleymaniye’de gerçekleşen silahları yakma töreni, 21. yüzyılda dağlardan   kadınların öncülüğünde insanlığa büyük bir umut hediye etti. Savaşın, ihanetin ve zulmün ortasında, büyük bir cesaret ve kararlılıkla barışa ve demokratik ortak yaşama kapı aralandı.   Yaşamın ateşle bağı, belki de ateşin ilk keşfiyle başladı. İnsanlık, doğanın armağanı olan ateşi kutsadı. Karanlığı aydınlatan, soğuktan koruyan, aynı zamanda yakıp yok eden ateş, saygıyla yaklaşılan bir güç oldu. İnsan, doğaya duyduğu saygıyı ateşe de gösterdi ve onu yaşamın merkezine yerleştirdi.   Prometheus’un hikayesi, Yunan mitolojisinin en çarpıcı öykülerinden biridir. Titanlar soyundan gelen Prometheus, insanlığa olan bağlılığıyla tanınır. Tanrılar ve insanlar arasındaki çatışmalarda, insanlığın gelişmesi için ateşe ihtiyaç duyduğunu düşünerek Zeus’a karşı geldi. Olimpos’tan ateşi çalarak insanlara hediye etti. Bu ateş, sadece ısınma ve yemek pişirme değil, aynı zamanda yaşamı aydınlatma aracıydı. Zeus, bu isyankâr hareket karşısında Prometheus’u Kafkas Dağları’nda bir kayaya zincirledi. Her gün bir kartal, ciğerini yedi; her gece ciğeri yenilendi. Belki de Prometheus’u ayakta tutan, insanlıkla kurduğu o derin bağdı.   Yeni bir yaşamın kapıları aralandı   Kürt halk önderinin Prometheus’a benzetilmesi, İmralı işkence sisteminde sergilenen insanüstü direnişi anlamak için bir anahtardır. 21. yüzyılda, kapitalist sistemin Ortadoğu’da ve dünyada modernizm adı altında dayattığı kölelik ve sömürüye karşı yeni bir yaşamın kapıları aralandı. Tıpkı Prometheus’un insanlığa ateşi hediye etmesi gibi, bu direniş de insanlığa umut oldu. Demokratik komünal toplumu yaratmak halklar için ortak yaşamın çimentosudur. Bugün dünyada yaşanan kaos ve savaşlar, bu hakikatin ne kadar hayati olduğunu bir kez daha göstermiştir.   Bir de hakikati arayan kelebeklerin hikayesi var. Ateşin aydınlatan, ısıtan ve yakan gerçeğini anlamak için cesur olmak gerekir. Yaşadığımız zamanda  kendini anda var etmenin dayanılmaz sancıları içinde kadınlar, halklar. Bir çıkışın arayışında mücadele yürütülmekte. Silah yakma töreninde, yüzlerce yıllık bir hakikati yüklenenler, iradeleriyle geldiler. Bütün dünyaya bunun bir son değil, yeni bir başlangıç olduğunu hatırlattılar. Besê Hozat’ın  duruşu, sadece orada bulunan gerillaların değil, 52 yıldır mücadele eden tüm yoldaşların yansımasıydı. Sesinde Mizgîn’in, Delila’nın name yüklü tınısı; bakışlarında Lêgerîn’in arayışı; duruşunda Beritan’ın kararlılığı vardı. Dağların arasında yükselen bu ses, “Bu mekanlar bizim ve her zaman bizim kalacak!” diye yankılanıyordu.   Yaşamda bu kadar kötülüğün arasında o anda varolan duygu yeni yaşamın kapılarını ardına kadar araladı. Zaman, mekan ve hakikat bir kez daha kendini ateşle var etti. Ve artık biliyoruz dördüncü kelebeğin hakikatine  dağın dervişleri  ulaşmış, demokratik komünal yaşamı insanlığa armağan ediyorlar.