Kadın Devrimi (6) 2025-03-01 09:03:28   3 temel boyut ve mücadele perspektifi   HABER MERKEZİ – Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin demokratik modernite inşasında direnişin devrime dönüştürülmesi mücadelesi ve bunun ”Kadın devrimi” ile sonuçlanmasında yoğunlaştığı 3 temel boyut güncel olarak mücadele perspektifi sunuyor.    Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin kadın özgürlüğüne ilişkin tartışmaları ve ortaya çıkardığı perspektif dünya çapında kadın mücadelesine önemli bir ilham kaynağı oluyor. Sistem karşıtı hareketlerin neler olduğu ve nasıl bir mücadele olduğuna ilişkin Kürt kadınların yaptığı tartışmalarda kadın direnişinin esas halkayı, temeli oluşturduğu ortaya çıkıyor.   Yazı dizimizin bu bölümünde bir önceki bölümün devamı olarak “Demokratik modernitenin inşasında kadın direnişinin, devrime dönüştürülmesi” konusunu yine Özgür Kürt Kadın Hareketi’nin yürüttüğü tartışmalardan ortaya çıkardığı teorik çerçeveye yer vereceğiz.   Herkesin takdir ettiği gerçeklik   Çağın karakteri gereği bu yüzyılda en önemli sistem karşıtı hareketin kadın özgürlük hareketi olduğu artık herkesçe takdir edilmektedir. Kadınların binlerce yıldır süren direnişi modern çağda form kazanarak örgütlü mücadeleye, kuramsal çerçeveye kavuştu. Kadın kimliğini görünür kılınması, erkek egemen sistemi deşifre edilmesiyle devlet ve iktidar gerçeğinin aydınlatılmasında kadın özgürlük hareketleri önemli bir rolün sahibi oldular. Kadın özgürlük bilinci ve örgütlü mücadelesinin deneyimleri kadın hareketinin tüm dünyada yükselmesine ve sistem karşıtı mücadeleye öncülük etmesine yol açan süreci ördü.   Kadınlar bu sistemde yaşamayı reddediyor   Milyonlarca kadının katıldığı, devletin, erkek egemenliğinin ve kapitalizmin protesto edildiği eylemlerin temel mesajı; kadınların bu sistemle yaşamayı reddetmeleriydi. Sitemin değiştirilmesi kadar alternatifin kadın özgürlüğü olduğunu ortaya koyan “gelecek kadındır” sloganı bunun ifadesidir. Bu yükselişi kadın devrimine dönüştürebilme imkanları var mı? Bu soruyu yanıtlayabilmek için kadın özgürlük mücadelesinin durumunu ve tıkanma noktalarını değerlendirmeye ihtiyaç var.   Mücadelenin gelişim çizgisi   Kadın özgürlük mücadeleleri çoğunlukla feminizm adıyla anılıyor. Fransız devrimi ile başlayan hak mücadelesi, İngiltere ve Amerika’daki oy hakkı ve eşit işe eşit ücret talebiyle gelişen feminizm bugün farklı kuramsal çerçevelere dayalı birçok akıma ayrışmış olarak mücadelesini sürdürüyor. 1970’li yıllarla birlikte kadınların bağımsız örgütlenmesini esas alan akımlar daha fazla öne çıkıyor. Aile, cinsellik, şiddet, taciz-tecavüz, kürtaj hakkı politik gündemlerini belirledi. Kadınların sınıfsal, etnik, dinsel, kültür farklılığına bakılmaksızın ataerkil sistem tarafından ezildikleri tespitine dayalı olarak tüm kadınları ortaklaştıran “kız kardeşlik” fikrine dayalı mücadele perspektifini geliştirdi. 1980’li yıllarla birlikte modernizm ve Avrupa merkezli kadın tanımının evrenselliğinin eleştirileri ile kadınların etnik, dini, bölgesel, sınıfsal farklılıklarını dikkate alan kuram ve örgütlenmeler daha etkin hale geldi. Feminist kuram, örgütlenme kadın özgürlük hareketlerini etkilemekle birlikte gelişim dinamikleri, dayandıkları tarihsel toplumsal gerçeklik ekseninde yürüttükleri mücadeleyi feminizm olarak tanımlamak istemeyen kadın hareketleri de vardır. Afrikalı kadınların bir kesimi feminizmin Avrupa merkezli, modernist yaklaşımının eleştirisi temelinde kendilerini Womanizm (kadıncılık) hareketi olarak tanımlamayı tercih ediyorlar. Sol-sosyalist gelenek içerisinde mücadele eden kadınların bir kesimi ise kendilerini kadın kurtuluş hareketi olarak adlandırıyor. İslami feminizm kavramını kabul etmeyen ve Müslüman kimliği ile kadın özgürlüğü mücadelesi yürüten kadınlar yine modernizm ve batı merkezcilik eleştirileri temelinde feminizm kapsamında ele alınmaya karşı çıkarlar.   Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi   Kimi çevrelerce Kürt feminizmi, post-kolonyal feminizm kapsamındaki tanımlar ya da etnik temeldeki bir tanım olan Kürt Kadın Hareketi’yle anılıyor olsa da Kürt kadınlar kendileri için kullandıkları isim Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’dir. Kürt kadın hareketi kavramı giderek yaygınlaşmış olsa da Kürdistan eksenli kadın özgürlük mücadelesinde sadece Kürt kadınlar değil birçok halktan kadın yer aldığından bu isim tercih ediliyor.   ‘Feminizm öldü’ iddiası   Kadın özgürlük hareketi ve feminizm sistem karşısındaki en radikal hareketlerden biri olma potansiyelindedir. Ancak bu potansiyel istenilen düzeyde açığa çıkarılmış değildir. Bunda neo liberalizmin saldırıları da oldukça etkilidir. Kuramda, eylemde, yaşam ve ilişki biçimlerinde radikallik iddiasının aksine liberalizmin etkileri yoğundur. 70’li yıllarla birlikte başta Kuzey Avrupa ve Amerika’da olmak üzere birçok alanda hareketin kuramcıları eylem ve örgütlenme zeminlerinden koparak akademik alanda etkinlik göstermeye başladılar. Başlangıçta mücadele ederek girilen bu alanlardaki kadın çalışmalarının gelişimi giderek tercih ve teşvik edilen bir duruma dönüştü. Kadın özgürlük düşüncesini akademik alana yansıtmak, bilimde cinsiyetçiliği aşma hedefi ile kurulan kadın araştırmaları bölümleri bir süre sonra feminizmin içinin boşaltılmasında kullanılır hale geldiler. Son dönemde Amerika’da gelişen ve daha çok akademik alandaki tartışmalara yansıyan yeni toplumsal cinsiyet teorileri ile feminizmin öldüğü post-feminist dönemden bahsedilmeye başlanması bunun ifadesidir.   Liberalizmin ideolojik saldırısı   Sabitlenmiş, pasif, mağdur ezilmiş kadın kimliği ile aktif, ezen, egemen erkek kimliklerine dayalı karşıtlıkları aşmak adına başlayan tartışmalar giderek daha farklı boyutlara saptırıldı. Tüm kimliklerin inşa edildiği düşüncesinin uçlaştırılması temelinde kadın kimliğinin yapı sökümü üzerinde oluşan teorilerle cinsiyetsizlik ya da cinsiyeti kadın-erkek olmaktan çıkaran çokluklara dayalı tanımlar öne çıkarılıyor. Kadın ve erkeğin kolektif mücadele ile dönüşümünden ziyade kimlikleri, ezilmişleri, özneleşme biçimlerini çoğaltmak temel çelişkiyi görünmez kılmaya yol açıyor. Esasta liberalizmin ideolojik saldırısı olarak ele alınması gereken bir durumla kadın özgürlük hareketlerinin dayandığı birçok tarihsel, toplumsal kuram boşa çıkarılıyor.   Kadınların bireycilercileştirilmesi   Benzer biçimde, kadın özgürlük mücadelesine ihtiyaç olmadığı, kadınların zaten özgürleştiği fikri de bir başka cepheden gelişen liberal bir saldırıydı. İş dünyasında yükselmek, kadın özgürlüğü ve hareketi ile hiçbir bağı olmadan erkek egemen siyasette koltuk kapmak, yer edinmek isteyenler için kadın özgürlüğü söylemi bir malzeme olarak kullanılmak istendi. Kadın özgürlük hareketlerinin kadınların öncüleşmesi, ekonomik özgürlüğü, erkek egemen sömürü mekanizmalarının dışına çıkması olarak formüle ettiği söylemler, 70’li yıllardan itibaren Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB) ve Dünya Bankası öncülüğünde geliştirilen cinsiyet eşitliği eylem planları ile kadın emeğinin neoliberal piyasaya sürülmesinde kullanıldı. Günümüzde kadın hareketlerinin radikalizmini kırmak için kullanılan ve "mikrokredi feminizmi", "proje feminizmi" ya da "sivil toplumcu feminizm" olarak adlandırılan çalışmalar, esasen bu politikaya hizmet eden projeler oldu.   Sistemi temel noktalarda dönüştürecek eylemler   Eylemsel alanda, devletlerin kadınları koruması, hukuk alanındaki adaletsizliklerin giderilmesi, kadın katillerinin ve tecavüzcülerin yargılanması, kürtaj ve boşanmanın kolaylaştırılması temelindeki talep ve eylemler öne çıktı. Kadınlara yönelik söylem, eylem ve kararlar sonucu alevlenen, devletlerin kısmi adımlarıyla sönümlenen ancak ilk fırsatta tekrar uygulamaya konulan kadın karşıtı yasa ve uygulamalar, eylem politikasını belirler hale geldi. Kadın karşıtlarına karşı hemen eyleme geçmek ve protesto etmek yerinde olmakla birlikte, eylem politikasını buna dayalı geliştirmek, yönlendirmelere açık hale gelmeye yol açtı. Tüm dünyada iktidara gelen sağcı ve faşist yönetimlerin sürekli olarak kadın düşmanı söylem, karar ve eylemlerine karşı tepki göstermek elbette gerekliydi. Ancak, sistemi temel noktalarda dönüştürecek eylem, örgütlenme, kurumsallaşma ve stratejiler geliştirilmediğinde, gelecek on yılları ve yüzyılı hesaplayarak adım atan bir sistem karşısında sonuç alma imkanı yakalanamaz.   Kadın kırımı gerçekliği kadın özgürlüğü için hem kuramda hem de eylemde köklü çıkışların gerekliliğini gösterir. Kadınların öncülük ettiği direniş dalgasının kadın devrimine dönüşümü ancak böylesi çıkışlarla gerçekleştirilebilir.   Kadın özgürlüğüne dayalı çıkış, ideoloji ve paradigma   Kadın özgürlüğüne dayalı ideoloji, paradigma, örgüt ve eylemlerin 21’inci yüzyıl devrimlerine yön vereceği tespiti, en somut biçimde PKK Lideri Abdullah Öcalan tarafından geliştirildi. Abdullah Öcalan’ın, daha 1991 yılındaki 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde yaptığı “Devrimimizin önemli oranda kadın devrimi olduğu bilinciyle hareket ediyoruz. Çabalarımız, bize bu konuda oldukça yenileştirici, oldukça özgün olmayı öğretmiştir.” değerlendirmesi, reel sosyalizmin tıkanmasını kadın özgürlüğü temelinde aşma arayışının bir ifadesiydi. Kadının mülk olma konumundan çıkarılması ile sosyalizm arasındaki bağ, sömürge halkların, özelde de Kürt halkının esasta kadınlaştırılmış halklardan biri olduğu tespiti ekseninde derinleştirildi. Özellikle 1994 yılında, bu çözümlemeler giderek kapsam kazanarak kadın ordulaşmasının gelişimiyle paralel şekilde ilerledi ve bugün doğruluğu herkesçe değerlendirilen öngörülere yol açtı. Abdullah Öcalan, o yıllardaki çözümlemelerinde yaptığı “Kürdistan Devrimi, uluslararası çapta bir kadın devrimi olabilir” tespitiyle, klasik olarak “her türlü milliyet, mezhep, cinsiyet üzerindeki baskı kaldırılmalı” demek yerine, kapsamlı bir kadın devriminin dönemine girildiğini belirtti. Ayrıca, partinin buna yüksek düzeyde teorik çözümlemeler kadar pratik cevaplar da verdiğini, PKK’nin bu anlamda kadın devrimine gidişte önemli bir öncü örgüt olduğunu ve bunun mücadelesini verdiğini ifade etti. Bu değerlendirmeler, Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin gelişim rotasını belirledi.   3 temel konu çözümlendi   Kürdistan Özgürlük Mücadelesi içindeki kadın-erkek ilişkileri dönüştürülerek, devrimin kadın devrimi karakterine kavuşması hedeflendi. Abdullah Öcalan, 1995 yılında bunu üç temel konuya yoğunlaşarak yaptığını belirtti. Birincisi, kadının mülk olma durumunu çözümleyip aşmak; ikincisi, cinsiyet etrafındaki tabuların yıkılması ve siyaseten ya da erkek tarafından kullanılacak şekilde kadının kendisini sunması konumundan çıkarılması; üçüncüsü ise mücadeleye göre şekillenmeyen kadın-erkek ilişkisinin reddedilmesiydi. Daha sonraki yıllarda, bu eksende derinleşen çözümlemelerle egemen erkekliğin öldürülmesi sosyalistliğin ilkesi olarak belirlendi, kadınların kendi kurtuluş ideolojisini ve özgün-özerk örgütlenmesini geliştirmesi adımları atıldı ve böylece cinsler arası mücadele, partinin temel dinamiklerinden biri haline geldi. Kadın ordulaşması, kadın kurtuluş ideolojisi ve kadın partileşmesi ile bu dönüşüm somut bir forma kavuştu.   Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi’nin, 21’inci yüzyılın kadın yüzyılı olacağı tespitine dayalı yürüttüğü mücadele, çağın karakteri ve kadınların bu sisteme karşı gelişen isyanıyla bağlantılı olduğu kadar, ideolojik, paradigmasal ve bilimsel temellere de dayanıyor. Cinsler arası çelişkinin derinleştiği bir süreçte, diyalektik olarak karşı çıkış noktasının da cins çelişkisinin kadın lehine ve devrimle çözüleceği iddiası giderek güçleniyor. Bunun dayanakları ise oldukça güçlü bir biçimde ortaya konuyor. Bu noktaları belli başlı maddeler halinde sıralamak mümkün.   Temel toplumsal sorunlar   Temel toplumsal sorunlar iktidar ve devlet, ahlâk ve politika, zihniyet, ekonomi, endüstriyalizm, ekoloji, cinsiyetçilik, aile, kadın ve nüfus sorunu, kentleşme, sınıf ve bürokrasi, eğitim ve sağlık, militarizm, barış ve demokrasi meseleleri kaynağını ezen-ezilen ilişkisinden alırken, bu ilişkinin ilk ve en belirleyici biçimi erkeğin kadın üzerindeki hakimiyetiyle şekillendi. Doğa üzerindeki tahakküm, sınıfsal ve ulusal temeldeki sömürü ilişkileri ile ahlaki ve moral krizler olarak yansıyan iktidar ilişkilerinin ilk modeli, bu egemenlik biçimiyle ortaya çıktı. Bu açıdan bakıldığında, kadın eksenli iktidar, devlet ve uygarlık çözümlemelerinin hakikati açıklayıcı niteliği çok daha yüksek bir düzeyde bulunuyor.   Sınırsız sömürü kadın bedeni ve emeği üzerinde gerçekleşmiş   Sınırsız sermaye birikiminin kaynağını oluşturan ilk sömürü, kadın emeği ve bedeni üzerinde gerçekleşti. Günümüze kadar süren bu sömürü düzeni, sistemin yeniden üretiminin temel dayanağı olmaya devam ediyor. Çocuk doğurmak, beslemek, bakımını üstlenmek ve erkeğin ya da aile bireylerinin ihtiyaçlarına harcanan duygusal ve fiziki emek, karşılıksız ve değersiz görülerek binlerce yıldır süregelen bir emek hırsızlığı perdelendi. Marks da dahil olmak üzere, emek-değer teorilerinin temel zaafını oluşturan bu gerçeklik, kapitalist sömürgeciliğin tanımının eksik kalmasına yol açtı. Kadının, tarihteki ilk ve günümüzdeki son sömürge olarak konumunu aydınlatmak; emeğinin, bedeninin ve ruhunun özgürleşmesini sağlamak, kapitalist sistemin ve uygarlığın temellerini sarsıcı bir karakter taşıyor.   Savaş, militarizm, faşizm   Savaş-militarizm, faşizm erkeğin kadın üzerindeki baskı ve şiddetinin kurumlaşmış ifadeleridir. Erkek egemen sistemin işbirlikçisi bir kesim kadını saymazsak esas olarak egemen erkek değerlerine dayalı yönetme ve siyaset tarzı, savaş ve şiddete dayanır. Barışçıl çözümler, halkların kardeşliği, farklılıkların bir arada yaşadığı demokratik siyaset ağırlıkta kadınların temsil ettiği, özlemini duyduğu ve mücadelesini yürüttüğü değerlerdir. Kadın özgürlük hareketlerinin siyasetteki etkinliği egemen erkekliğin yarattığı devasa sorunları çözerek, demokratik siyasetin esasını oluşturur.   Hegemonik temeldeki ilişkiler kriz üretiyor   Hegemonik temelde gelişen eş yaşam ilişkileri, ister geleneksel ister modern formlarda olsun, sürekli kriz, cinnet, bunalım ve cinayetler üretiyor. Bu durum, kadın ve çocukların yaşamını tehdit ederken, sağlıklı ruhsal ve bedensel gelişimlerini engelliyor ve toplumsal ahlaki ile estetik değerleri ortadan kaldıran bir rol oynuyor. Bu nedenle, her iki cinsin eşitliği ve özgürlüğünü esas alan bir temelde eş yaşamın yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Kadın-erkek ilişkilerinin yalnızca cinsellik ekseninde şekillenmekten çıkıp bilimsel, felsefi, siyasi ve kültürel temellerde gelişmesiyle, bu sorunlara daha köklü çözümler bulunabilecektir.   Devletin kök hücresi-aile   Aile, ideolojik bir kurum olarak devletli uygarlığın kök hücresi konumundadır. Kadın ve erkeklerin cinsiyetçi kültürle şekillendirilmesi, kadın emeği ve bedeninin sömürülmesi, genel toplumsal amaçlar yerine aileyi geçindirme ve koruma anlayışının yerleştirilmesi, bireyleri teslim almak adına devletlerin ve iktidarın en işlevsel aracı haline gelmiştir. Günümüzde derin bir kriz yaşayan aile kurumunun, toplumsallıkta oynadığı rolü gözeterek dönüşüm geçirmesi, birçok sosyal sorunun çözümünü sağlayacaktır.   Kapitalizmin afyonu   Erkeğin sınırsız haz ve iktidar alanı olarak şekillenen cinsellik, kapitalizmin afyonu niteliğinde bir araç haline getirilerek topluma karşı kullanılıyor. Kadının metalaştırılmasına ve sürekli bir tecavüz kültürü altında yaşamasına yol açan bu cinsellik anlayışı, toplum üzerinde son derece yıkıcı etkiler yaratıyor. Fuhuş, porno ve eğlence sektörlerinde milyonlarca kadın, çocuk ve erkek köle olarak sömürülerek kapitalizme muazzam kazançlar sağlanıyor. Cinselliğin iktidar ve kapitalizmden arındırılarak doğayla ve insan toplumunun ulaştığı bilinç düzeyiyle uyumlu bir form kazanması, iktidar, ahlaksızlık, sermaye ve çirkinlik kaynağı olan bu kültürün dönüşümünü sağlayacaktır.   Ekolojik sorunun kaynağı haline gelen nüfus artışı   Ekolojik sorunun kaynağı haline gelen nüfus artışı, devletlerin, erkek egemen anlayışın ve dinlerin kadını bir çocuk fabrikası olarak görmesinden kaynaklanıyor. İdeolojik yanılgılar yaratılarak, hukuki ve tıbbi tedbirlerle sürdürülen çocuk doğurma kültürü, en başta kadını, ardından toplumu ve doğayı tehdit eder hale geldi. Kadınların sağlık, ekonomik ve yaşam koşullarının yanı sıra kararının da esas alındığı, ekolojik dengeyi gözeten bir çocuk doğurma anlayışının geliştirilmesi, demografik sorunun köklü çözümünü sağlayacaktır.   İnsan-doğa ilişki dengesinin bozulması   İnsan-doğa ilişkileri başlangıçta, doğayı kadınla ve anneyle özdeşleştiren, insanın kendisini onun bir parçası ya da çocuğu olarak gördüğü bir anlayış temelinde gelişti. Ancak bu dengenin bozulmasına yol açan, insanlığın gelişimini doğanın aşılması ve denetim altına alınması temelinde ele alan erkek egemenliğiydi. Doğayı insana hizmet edecek sınırsız bir kaynak ya da sırları ele geçirilerek tecavüz edilecek bir kadın olarak görmek, erkek egemenliğinin yarattığı çirkin bir kurguydu ve ekolojik krizin başlıca nedenlerinden biri haline geldi. Ekolojik yaşam felsefesinin gelişebilmesi için, birinci doğa ile ikinci doğa arasındaki bağın kadın bakış açısıyla yeniden kurulması gerekiyor. Bu bağın yeniden inşası, can çekişen doğanın kurtarılmasını sağlayacak ve insan toplumu ile denge içinde var olacak üçüncü doğanın açığa çıkmasını mümkün kılacaktır.    Bilgi-iktidar-sermaye işbirliği   Bilginin iktidar ve sermayeyle iş birliği yapması ve cinsiyetçi karakteri, uygarlık ve kapitalizmin meşrulaştırılmasına hizmet ediyor. Cinsiyetçi tarih bilimi, sadece kadını görmezden gelmekle kalmayıp, tarihsel gelişimi çarpıtarak sömürü sisteminin ezeli ve ebedi olduğu yanılgısını yaygınlaştırıyor. Devletlere, toplumu sömürmede danışmanlık yapan ve toplumsal sorunların nedenleri ile çözümlerini örtbas etmeye çalışan sosyoloji; silah sektörü ve sermaye birikiminin gelişimi adına etik değerlerden yoksun biçimde bilgi ve teknoloji üreterek insan ve doğa tahribatında rol oynayan fizik, kimya, biyoloji ve tıp bilimleri; toplumsal sorunları bireyleri rehabilite etmekle görünmez kılan psikoloji ve daha birçok bilim dalı, yaşanan sorunların suç ortakları haline geldi. Bilim ve bilginin yeniden yaşamla, özgürlükle ve ahlakla bağ kurması gerekiyor. Doğa bilimleri ile insani bilimler arasındaki bağın sosyal bilimler aracılığıyla yeniden inşa edilmesi, özünde tüm bilimlerin yaşam ve toplumla ilişkisini yeniden kurmasını sağlayacaktır. Sosyal bilimin, pozitivizmin dar görüşlülüğünden kurtarılması sürecinde, kadın bilgisini esas alan sosyolojik yaklaşımlar ve kadın bakış açısına dayalı sosyal bilim anlayışları, bilimde paradigmasal bir devrimin önemli aktörleri olacaktır.   Devrim içinde devrim   Demokratik uygarlık ile kapitalist dünya sistemi arasındaki temel çelişkinin cinsler arasında olduğu, ele alınabilecek pek çok temel hususla daha da netleşmektedir. Abdullah Öcalan’ın, “İlk karşı devrim cinsel alanda yapıldığı gibi, en büyük ve son devrim de cins ilişkilerinde gerçekleşecektir” belirlemesinde ifade ettiği gibi, kadının mevcut konumu sistemin temel dayanak noktalarından birini oluşturuyor. Aile kurumu, ekonomik sistem, siyaset anlayışı, bilgi-bilim yaklaşımı, sanat ve moral değerler gibi iktidarın kurumlaştığı her alanda hâkim olan erkek egemenliğinin karşısında, özgür kadın değerleri yer alıyor. Kadının yaşamını ve konumunu değiştirmeye odaklanan kadın devrimi, bu yönüyle diğer toplumsal devrimlerin fitilini ateşleyen öncü bir devrim niteliği taşıyor. Abdullah Öcalan’ın tanımlamasıyla bu, “devrim içinde devrim”dir.   Yarın: Devrimin mekanı