Ayşe Gökkan: Direniş bir yaşam alışkanlığıdır 2023-10-23 09:03:22     Dilan Babat   ANKARA - Yıllardır Kürt kadın özgürlük mücadelesi içerisinde yer alan bugün de cezaevinde direnen TJA Sözcüsü Ayşe Gökkan, direnişin bir yaşam alışkanlığı olduğunu bunun ne tank, ne top ne de kimyasal silahların durdurabileceğini belirtti.    Kürt kadın özgürlük mücadelesine dönük saldırılar her geçen gün daha fazla artıyor. İktidar tarafından yaratılmak istenilen “makul kadın” anlayışını kabul etmeyen kadınlar tutuklanarak bedel ödettirilmek istenilirken, cezaevlerinde bulunan ve dışarıda bulunan kadınlar her alanı direniş ve mücadele alanı çevirmeye devam ediyor. Yıllardır Kürt kadın özgürlük mücadelesinin her alanında mücadele eden, Tevgera Jinên Azad (TJA) Sözcüsü Ayşe Gökkan da verdiği mücadeleden dolayı “suçlanan” ve tutuklanan kadınlardan biri.    Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutsak bulunan Ayşe Gökkan, JINNEWS’in sorularını yanıtladı.    “Örgütsüzken bu saldırılara karşı tek başımıza direnmenin getirisizliğini yaşayan tanığım. Anadilim için işkence edilirken bile savunamaz durumda olmaktan kadın, Kürt, Kurdistani kimliğimin yasağına karşı savunmasız olmaktan daha ağır bir işkence yoktur. Örgütlenmenin özsavunma olduğunu öğrenerek o ağır işkencelerden kurtulabildik ve ataerkil devlet zihniyetine karşı var olmayı yaşayabildik (im).”   * Uzun yıllardır Kürt kadın mücadelesinin içerisinde yer alıyorsunuz? Sizi mücadeleye iten etkenler nelerdi?   Öncelikle bize bu direniş geleneğini yaratan, bu uğurda yaşamını yitiren tüm kadınları minnetle anarak başlamak istiyorum. TJA’lı olmaktan büyük onur duyduğumu söyleyerek devam edeyim. Uzun yıllardan beri Kürt kadın mücadelesinde yer almaya iten en önemli etken örgütsüz olduğumuz zamanlarda uğradığımız saldırılara karşı sessiz kaldığımızda beni, bizi nasıl yaralandığının etkisidir. Örgütsüz olmaktan daha ağır yaralayan bir durumun olabileceğine inanmıyorum. Örgütsüz nefes alınmayacağını yaşayıp, tanıklık edenlerdenim. Çünkü Kürt kadın, Kurdistani, Êzidî, Alevi, engelli söz ve karar sahibi olmada ısrar, farklı cinsel eğilimde olmanın sekiz kat ırkçı, cinsiyetçi, iktidarcı, militarist, dini istismar eden saldırılara maruz kalıyoruz. Örgütsüzken bu saldırılara karşı tek başımıza direnmenin getirisizliğini yaşayan tanığım. Anadilim için işkence edilirken bile savunamaz durumda olmaktan kadın, Kürt, Kurdistani kimliğimin yasağına karşı savunmasız olmaktan daha ağır bir işkence yoktur. Örgütlenmenin özsavunma olduğunu öğrenerek o ağır işkencelerden kurtulabildik ve ataerkil devlet zihniyetine karşı var olmayı yaşayabildik (im).   Nasıl başladık, yaşadığımız zorluklarla nasıl baş ettik, örgütlenmeye nereden, nasıl ulaştık, her mekanı (ev, iş yeri sokak, siyasi parti, dernek…) nasıl kadın mücadele alanına dönüştürdük, ataerkil yargıya dönük ne zaman kadın bakış açısıyla yol aldık, eşitsizlik üzerine inşa edilmiş yargıyla nasıl mücadele ettik, emeğimizin hırsızlarıyla baş etme yöntemlerini nasıl geliştirme çabası verdik. Yok edilen ormanlarımız, sularımız, bir bütün nefes aldığımız doğamız için nasıl mücadele ediyoruz. Onurlu toplumsal barış mücadelesini nasıl ele aldık, ataerkil yasal güvence altındayken ‘kadıncılık’ suçlamalarına karşı nasıl direndik. Cinsiyetlendirilmiş aile, toplum, devlet, din, tarih, teori, felsefe, eğitim, sağlık, hukuk, ekonomiyle nasıl baş ediyoruz. Ataerkil devrimcilikle yaklaşanlara karşı duruşumuz nasıl? Kürt ve kadın olmaktan, sahip olduğumuz haklarımızın hiçbirinden vazgeçmememiz direniş pusulamızdır. ‘Bunlar kadın mücadelesi vermiyor sadece ulusalcılık yapıyor’ diyenler diğer yandan Kürt feminizmin gölgesinde Kürt milliyetçiliği diyenlere yanıtımız; kadın özgür olmadan toplum özgür olmaz ile yol alma çabamızı arttırdık. Hiç ama hiç kolay değil ağırlığını bile bile yolu yürüdük.     “Zulme başkaldırıdır bizim hikayemiz, sınırlarla paramparça edilmiş yerleşim alanlarımızın öfkesiyle büyüdük. Kürt, kadın, Kurdistani olmanın açık işkencehanesinde mücadele etmenin imkansızlığında doğduk, yol aldık. Derin devlet denilerek üstü örtülen Hizbulkontra, JİTEM işbirliğinde kaçırılarak maruz kaldığımız işkencelere direnerek öğrendik.”   * Belediye Eşbaşkanlığı’ndan tutalım, TJA aktivistliğine kadar mücadelenin tüm alanlarında yer aldınız? Mücadele içerisinde direngenliğiniz ile kadınlara örnek de teşkil ediliyorsunuz? Dünden bugüne gelen Kürt kadın özgürlük mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?   Gazetecilikten, belediye başkanlığına, TJA’ya kadar Kürt kadın mücadelesinin tüm alanlarında dünden bugüne Kürt kadın mücadelesi bir yaşam yoludur. Ne zaman ve nereden başladık sorusunun yanıtı; zaten zulmün içinde doğduk. Zulme başkaldırıdır bizim hikayemiz, sınırlarla paramparça edilmiş yerleşim alanlarımızın öfkesiyle büyüdük. Kürt, kadın, Kurdistani olmanın açık işkencehanesinde mücadele etmenin imkansızlığında doğduk, yol aldık. Derin devlet denilerek üstü örtülen Hizbulkontra, JİTEM işbirliğinde kaçırılarak maruz kaldığımız işkencelere direnerek öğrendik. Ataerkil, aile-toplum-devlet-din kıskacında üzerimizde yürütülen özel savaş politikalarının haddi hesabı yoktur. 90’lı yıllarda hizbu-kontra ortaokul ve liselerin önünde okulu bırakmamaları halinde ölümle tehdit ediyorlardı. Hem de iktidarın denetiminde. Silvan’da genç bir kadını pantolon giydiği için jiletli saldırıyla pantolonunu yırttılar, saldırdılar. Yine Melike Alp (6 Şubat depreminde yitirdik), Yurtsever Kadınlar Derneği’nin yöneticisiyken, hizbu-kontranın satırlı saldırısına uğradı. Kadınlarda kaygı yaratmasın diye evde tedavi gördü. Biz kadınlar kaçırılarak, işkence edildik. Nisêbin’de 3 kadın Hizbullah tarafından kaçırılıp katledildi. ‘Kadına yönelik şiddet Kürt işidir kızlarını okula göndermezler hadi bizler ‘haydi kızlar okula’ projeleriyle ve Kürt kadınlarına kısırlık aşısıyla uyguladıkları vahşetin ırkçılığını yapmaktan geri kalmadılar. Bu tarifi yapılmayan saldırıların arasında eve geri dönmedik, kapatılmadık da. Tutsak kadınlar zindanları kadın yaşam alanlarına dönüştürdü. Özgürlük mücadelesindeki ve bu nedenle tutsak edilen kadınlar o kadar itibarlıydılar ki (bugün de öyle) zindanlarda sorunları çözerek, sorun yaşayan kadınların aileleriyle konuşarak kadının siyasal, sosyal, eğitim, sağlık, örgütlenme söz ve karar haklarından yoksun bırakılmamaları için ataerkil devlet sistemiyle mücadele ediyordu hala da ediyorlar.   Köy yakmalar, faili beli cinayetler, sürgün, zorunlu göç, soykırım, işkence saldırılarında göz gözü görmüyordu ama bunun içinde kadının örgütlü, özgürlük mücadelesi çıktı. Dünyadan kopuk (Türkiye dahil) kendi deneyimlerimizi biriktirdik. Hiçbir örgütlü yapılanmamızı ‘Kürt’ sözcüğüyle tanımlamadık tek bir kadın bile bundan etkilenip birbirimizden kopmayalım diye. Tüm kurumlarımız (YKD, DÖKH, KJA, TJA) Kurdistani kadın mücadelesi, kendi direniş ilkelerini ortaya çıkardı. Ağırlıkta dünya kadın mücadelesi kentli kadınlarla tarif edilirken, Kurdistan’da gerilla kadınlar, ilk temaslarını köydeki kadınlarla kadına yönelik şiddete karşı farkındalığı yarattıklarından köyleri yakılmış, zorla göç ettirilen ve Kurdistan ve Türkiye kentlerinde yaşayan kadınlar eylem ve etkinliklerinde aktif rol aldılar. Kadın özgürlük mücadelesinin bir sinerjisi olarak şehirlere akışın öncüsü oldular. Yine dünyada savaş ve çatışmalarda cinsel taciz ve tecavüzler çatışma ve savaş bittikten sonra ele alınırken şiddetli savaş dememek için en hafifletilmiş tanımla ‘düşük yoğunluklu’ savaşın ortasında Derik karakolundan tecavüze uğrayan S.E. AİHM’de tecavüzcüleri mahkum etti. Gözaltılarda cinsel şiddet yargıya taşınmaya devam ediliyor. Ulusal sorun devam ederken kadın özgürlük mücadelesinin paralel sürdürülmesi, bağımsız kadın örgütlenmesi (birçok dernek, DÖKH, KJA, TJA) kadına özgüven kazandıran, kadınların yol almasının pusulası olduğu dünya ilkelerindendir. Tüm bunları kamuoyuna taşıyarak her birimiz raportör hafızalı toplumun öğrencileriydik. Kadın intiharları ve cinayetlerinin politikliğinin peşinden yaşamların, yaşananların gazetecisiydik. Kadın katillerinin korucu adıyla nasıl kol gezdiğinin izlerini sürmekti gazeteciğimiz. Bugün eşbaşkanlık, jineoloji, belediye eşbaşkanlığı, dünya kadim deneyimlerinin ilkeleri arasında bir mirastır. Tüm feminist kadın hareketleri gibi.   “Direniş bir yaşam alışkanlığıdır. Bu ne tank, top ne kimyasal silahlarla durdurulabilir. Mücadelenin toplumsallaşmasıdır. Yetiyor mu tabi ki değil, kazanımlarımıza el koymayı hedefleyen rejime karşı aralıksız mücadeleye devam etmeliyiz.”   * Bugün kadın mücadelesine baktığımızda dünyadan Orta Doğu’ya ve Rojava’ya uzanan bir kadın özgürlük mücadelesinden söz edebilir miyiz?  İran’da Jîna Emînî için başlatılan eylemler bir yılını geride bıraktı. “Jin jiyan azadî” ile başlayan eylemlere Kürt kadınların mücadelesi ve Rojava’daki kadın devriminin ilham olduğunu söyleyebilir miyiz?   İran’da Jîna Emînî için başlatılan eylemler bir yılı geride bıraktı. Jin jiyan azadî Rojava da dahil Kurdistani devrimin ilhamıdır. On yıllardır kadın öncülüğünde demokratik Kürt özgürlük mücadelesi ataerkil ideolojiyle kıran bir mücadelededir. Hizbukontra, JİTAM, paramiliter güçlere karşı Amed, Riha, Dersim, Çewlîg, Mêrdîn, Colemêrg, Êlih, Qers… Kurdistan’da mücadele edip eve kapatılamayan Kürt-kadın-Kurdistani kadın mücadele geleneği Rojava’da, Şengal’de DAİŞ’e karşı mücadelenin devamıdır. Jîna Emînî serhildanları da dahil Mezopotamya ve Orta Doğu’da ataerkili ve militarist katliamcı ideolojiye sahip ulus devletlere karşı mücadelenin devamıdır ve dünyaya yayıldı Biz dünya kadınlarının ortak yorumu, ataerkilliğin yükselmesiyle birinci kadın cins kırılmasına neden olduğu, tek tanrılı dinlerle de ikinci kadın cins kırılmasına yol acıktıkları ancak (AKP-MHP-HUDA PAR) ile biz kadınlara Orta Doğu’da üçüncü kadın cins kırımı dayatıldı. Tabi kadının örgütlü özgürlük mücadelesiyle ataerkil zihniyetin kırılması gerçekleşti. Bizim aralıksız kadın cins kırılmasına karşı mücadelemiz aralıksız saldırıya uğramamızın nedenidir. Ataerkil ideoloji, bizi kendine tehlike olarak görüyor. Jîna Emînî bu mücadele geleneğinin İran’da sürdürücüsü oldu. Kurdistan’ın dört tarafından bize uygulanan zulmün yöntemleri, kadın, Kürt, Kurdistani kimliğimizin inkarı, kaçırılma, katledilme, egemen ulus devletin istediği gibi giyinme, yaşama, onların diliyle, onların istediği gibi konuşma yoksa kadın soykırımına uğrama, jiletlenme, satırlanma, zorla alı konulma, pazarlarda satılma… Buna karşı direnme yöntemlerimiz de benzerdir. Yani ‘jin jiyan azadî’dir. Jîna Emînî’nin başı açık değildi, başörtüsüyle katledilmesi ile Kürt, Kurdistani kimliklerinin yok sayılması saçı gibi başörtüsünün altına gizlemeyi denediler (sadece egemenin istediği gibi örtünmemişti.)    Direniş bir yaşam alışkanlığıdır. Bu ne tank, top ne kimyasal silahlarla durdurulabilir. Mücadelenin toplumsallaşmasıdır. Yetiyor mu tabi ki değil, kazanımlarımıza el koymayı hedefleyen rejime karşı aralıksız mücadeleye devam etmeliyiz. Bugün İstanbul Sözleşmesi de dahil, Kurdistani kadın kazanımlarına, belediyelere, kadın alanlarına, dayanışma alanlarımıza sahip çıkıyoruz. Siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik kazanımlar ve haklarımızı gasp edenlere hiçbir hakkımızdan vazgeçmiyoruz diyoruz. Kurdistan’ın dört bir tarafında ve birlikte yaşadığımız halklarla, kadınlarla ‘Jin jiyan azadî’ ile kazandığımız tüm haklarımızı birlikte koruma ve ortak mücadele etme kararlılığı içerisindeyiz.    “Direnişçi, politik Kürt kadının zindan tanımı; politik tutsaklar iradesizleştirme, teslim almayı amaçlayan mekanlardır. Zindanlardaki baskı, zulüm, işkence, inanç ile irade ve görkemli direniş tarihi ile birbirine paralel olarak yaşanıyor ama direniş belirleyicidir. Toplumun direnen kesiminin öncülerini rehin almak, toplumu kendi egemen politikalarına karşı savunmasız bırakma temellidir.”   * Yeniden size dönmek istiyorum. Uzun yıllardır mücadelede olduğunuz gibi yaptığınız çalışmalardan dolayı yargılanıyorsunuz tutuklusunuz. Cezaevini nasıl değerlendiriyorsunuz, nasıl tanımlarsınız?    Uzun yıllar mücadeleden sonra zindanda olmaktan söz etmek, 30 yılı aşkındır aralıksız zindanlarda direnenlerle yan yana olunca bundan söz etme haddini kendimde bulmuyorum. Tabi onların direnişi olmasaydı uzun yıllar biz adı dışarısı olan zindanda mücadeleyi sürdürebilir miydik emin değilim. Edemezdik! Düzmece senaryolarla zindana kapatılan kadınlardan oldum. Zindan direnişi hiçbir senaristin yazmayacağı ve hiçbir yönetmenin çekemeyeceği bir film, hiçbir yazarın yazamayacağı bir roman, hiçbir araştırmacının varamayacağı bir var oluştur. Ama zindanlardaki kadınlar, yaşam araştırmacısı, usta yazar, senarist. Her biri direnişin dava avukatı. Öyle bir savunma avukatlarıdır ki madde, fıkra, bentlere gerek duymaz. Ortak mutabakat bir yaşam biçimidir, yazmışlar bile. Bunun için, kadınların tanımıyla zindanları tanımlamak daha doğru olur. Direnişçi, politik Kürt kadının zindan tanımı; politik tutsakları iradesizleştirme, teslim almayı amaçlayan mekanlardır. Zindanlardaki baskı, zulüm, işkence, inanç ile irade ve görkemli direniş tarihi ile birbirine paralel olarak yaşanıyor ama direniş belirleyicidir. Toplumun direnen kesiminin öncülerini rehin almak, toplumu kendi egemen politikalarına karşı savunmasız bırakma temellidir. İnsanlığın toplumsallaşma mücadelesi karşısında sürekli bir pasifize etme, iradesizleştirme ve özünden uzaklaştırma egemenlerin hedefidir. Buna karşı en keskin direnişler, zindanlarda verilmektedir. Teslim alma etkisizleştirme ataerkil ulus devletin hizmetine almaya karşı kadınların zindan direnişi daha fazla umut yaymaktadır. Asla ara vermedikleri hakikat yolunda hakikate ulaşma yolculuğudur.   Bugün zindanlarda insanlığa karşı işlenen suçların başında gelen tecritle politik tutsakların, infazı erteleniyor, yakılıyor. Akla hayale gelmeyen uydurma gerekçelerle disiplin soruşturmaları, hücre, işkence, baskı zulmü sürüyor. Ağır hasta tutsakların tahliye edilmemesiyle zindanlar tabuthaneye çevrilmiştir. Zindanda kalabilir diyen ATK raporları aslında zindanda ölebilir raporudur. İnsanlığa karşı işlenen suçları işleyenler bırakılıyor. Covid-19 affa dönüştürüldü. Tekrar aynı suçu işleyip oluk oluk kadın kanı akıtanlar ödül gibi cezalar alıyor. Ama politik Kürt tutsaklar (rehin alma içinde) rehin alınıyor. Barışın öncülüğünü yapan Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit büyük bir suçtur. Barış aktörü olarak Sayın Öcalan ile Dolmabahçe Mutabakatı’nı imzalıyorlar hemen ardından bunu reddederek mutlak tecritle toplumu sindirmeye çalışıyorlar. İmza attığı uluslararası sözleşmelere ihanet eden bir AKP-MHP rejimi var. Asla kabul edilemez, Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğü, umut hakkı inkar edilemez.   “Utanç sınırlarından, utanç duvarlarına karşı biz parçalanmış Kurdistani halklardan, inançlardan kadınlar ta yüreğimizin, bilincimizin, ruhumuzun, derinliğinden gelen parçalanmışlığa karşı yürütülen başkaldırının devamıdır. Utanç duvarlarına karşı durmak. Bu sınırsız Kurdistan, Türkiye ve dünya oluşuncaya kadar hiç bitmeyecek bir mücadeledir. Bu coğrafyada utanç duvarına karşı kadınların mücadelesi bitmeyecek.  Çünkü zihinlere kazılan sınırların da karakolların da sökülmesi gerekir.”   * Nisêbin’de “utanç duvarına” ilişkin yaptığınız eylem hala akıllarda. Bu da sizin için bir suçlama konusu yapılmış. Biraz bundan bahseder misiniz? Neydi bu eylem?   Belediye başkanlığım döneminde sınıra örülen utanç duvarlarına karşı 10 yıldır yargılanıyorum. Sınırlarla paramparça edilmiş, Kurdistan’da mücadele sınırsız bir deneyim kazandırıyor. Sınır, mayın, duvarlar devlet yapılanmasını sürdürenlerin alnından hiç ama hiç silinmeyecek bir utanç lekesidir. Ulus devletler sayılamayacak kadar çok suç işliyorlar. Dünyayı parçalıyorlar. Bu öyle bir parçalanmadır ki sadece sınır, mayın, duvar örme değildir. Toprağı, suyu, börtü böceği, kadın, erkek, çocuk, yaşlı, kültür, tarih, halklar, inançlar, hafıza, ortak duyguların, sevincin ve üzüntünün paylaşılmasını paramparça ediyor. Tüm kadınlara yönelik böyle organizeli bir kötülük tarihte rastlanmayacak utanç verici özelliğe sahiptir. Nisêbin’in yarısı Qamişlo’da yaşar, (tüm sınırlar) .Her bir bireyin bir yarısı parçalanmıştır. Kürt, Arap, Süryani, Asuri, Êzidî, Alevi, Hristiyan ve tüm canlılar. Sınır tanımayan kadın mücadelemizin bu utanç verici evrensel doğa canlılığına ihanet olan sınırlara karşı mücadele sorumluluğu var. Biz kadınlar, 8 Mart’ta Nisêbîn’de Kurdistan, Mezopotamya, Türkiyeli kadınların katılımıyla yapılan direniş mitinginde sınır, duvar, mayınları reddettiğimizi ve nedenlerini pankart alarak polis, asker ablukasını aşarak astık.    Yılda iki milyon kadına sınırlar nedeniyle devletler arası zorla fuhuş yaptırılıyor. (O dönemki BM verileri) buna kadın ticareti deniliyordu yani bir sektör. Dünyada milyarlara ulaşan sayıda insan adına insan kaçakçısı dedikleri bir sektörle yerinden yurdundan (zorla) edilerek ucuz iş gücü köle olarak çalıştırılıyor. Çocuk işçiliği sınırsız kâr edenlerin hizmetine sunuluyor. Sayısı tespit edilemediği kadar insan, kara mayınlarıyla yaşamını yitiriyor yani katlediliyor ya da hayatı boyunca engelli kalıyor. Sınır yerleşimlerinde engelli sayısının daha fazla olduğu biliniyor. Unutulmayan Roboskî katliamı da dahil. Su, toprak, savaşlar, işgal, sömürgecilik sınırlar sayesinde yapılıyor. Toplumlar açlık, susuzluğa mahkum edilerek terbiye edilip egemenlerin iktidar hırsına kurban ediliyor. Mültecilik sınırlar nedeniyle ortaya çıktı. Hegemonlar mültecilik üzerinden birbiriyle pazarlığa oturuyor. Devletler bu sayede kendi suçlarını hasır altı edip, güvenlik adıyla topluma yalan söylüyor. Savaşları çıkaran hegemonlar, savaş ortamından çıkanları da katlediyorlar. Sınırlar, nehirler, denizler mezarlığa dönüştü. Kıyılara çocuk cesetleri vurdu. Canlılara ait dünya bir avuç egemenin ve destekledikleri şirketler eliyle ediliyor. Kadına yönelik her türlü şiddet, ırkçılık, militarizm sınırlar sayesinde güvenlik yalanı ile sürdürülüyor. DÖKH de dahil tüm örgütlü kadın oluşumlarımız, sınır tanımayan tutuma sahiptir. Ben de hem sınır tanımayan kadın inisiyatifinde hem de mayınsız Türkiye platformundaydım. Sınıra duvar örüldüğünde biz kadınlar insani, vicdani, ahlaki, meşru olan direnme hakkımızı kullandık. Yukarıda sıraladığım nedenlerden en çok biz Kurdistani kadınlar ve Nisêbîn etkileniyordu. Bu yükü egemenlerin keyfi için kaldırmayı artık kabul etmiyoruz, direneceğiz dedik. Yanı başımızdaki Qamişlo’da sınır eyleminin dünyada gündem olması Kurdistan’ın dört tarafından Nisêbîn’den Qamişlo’ya akması, utanç verici sınırlara duydukları öfkeydi. Sadece biz Nisêbîn’deki kadınların utanç duvarına karşı eylem başlatmış olması nedeniyle değildi. Utanç sınırlarından, utanç duvarlarına karşı biz parçalanmış Kurdistani halklardan, inançlardan kadınlar ta yüreğimizin, bilincimizin, ruhumuzun, derinliğinden gelen parçalanmışlığa karşı başkaldırının devamıydı. Bu sınırsız Kurdistan, Türkiye ve dünya oluşuncaya kadar hiç bitmeyecek bir mücadeledir. Bu coğrafyada utanç duvarlarına karşı kadınların mücadelesi bitmeyecek.  Çünkü zihinlere kazılan sınırların da karakolların da sökülmesi gerekir. Bunun için cesaret ve insanlık gerekir. Utanç duvarına karşı 8 gün süren açlık grevi süresince ben ve eyleme destek verenler hariç, devletin yetkililerinden tutalım, polis, askerin uyguladığı şiddete kadar herkes suç işledi. Biz hariç. Kentin yerel yönetiminden sorumlu olanlardan biri olarak parçalanmış coğrafyanın daha da paramparça edilmesine, toplumun hizmetindeki kenti, kendi malları gibi görmelerini, yerelin haklarına, belediye hizmetlerine zarar vermelerini asla kabul etmeyeceğimizi ısrarla tekrarlıyorum. Eylem, devlet yetkililerinin duvar örmeyi durduklarını açıklayacağız demelerinden sonra  (Erdoğan’ın yardımcısı Bülent Arınç)  sona erdi. İşte devletin bir yüzü daha; on milyonların gözünün içine bakıp açıklama yapıp sonradan tekrar duvarı örmelerinin izahı yoktur. Sınır, mayın, duvarlarla dünyayı parçalıyorlar çok büyük bir yalana sarılarak izah ediyorlar. ‘Halkın huzur ve güvenliği ‘ adı altında. Biz biliyoruz halk dedikleri bir avuç egemenin keyfi içindir. Bir TJA’lı olarak soruyorum; Halk ve toplumun en büyük güvenlik sorunu utanç duvarları mı?.   Ekolojik düzenin bozulmasına yol açan tüm toplumu Kürt, Türk ve canlıları yok eden devlet politikalarınıza yangın, sel, depreme karşı halkın güvenliğini tehlikeye atan militarist (kimyasal silahlar) kapitalist uygulamalarınıza son vermiyorsunuz? Sınırsız kâr hırsıyla ormanlar, dağlar, nehirler, ovalar, kıyılar, savaşlarla, barajlarla, kimyasal madde üretimiyle ve sayılmayacak kadar talan, rant, yıkım politikalarıyla Kurdistan başta olmak üzere Türkiye ve dünya yok ediliyor. Nesillerin nefes alma hakkını, konforunuza feda etmeniz, kurban etmeniz, en büyük ihanettir. Huzur ve güvenliğin yok edilmesidir. Bize güvenlik duvarı, sınırlar, mayınlar, dizemesiniz. Kocaman yalanlarınıza inanmıyoruz, direniyoruz. Dünyada çocuklar iklim krizine karşı kapitalist sınırsız kâr şirketlerine dönüşen devletlere başkaldırıyor. Hani çocuk hakları bildirgesiyle onlar koruma altındaydı? Bildirgenizin kocaman yalan olduğu gibi ilk sömürdükleriniz çocuklardır. Çocukların gözlerine bakıp yalan söylüyorsunuz. Biz TJA olarak; çocuk sağlığı için yaptığınız açıklamalarınıza inanmıyoruz. Çocuklar gibi direnmenin ömrümüzü uzattığını biliyoruz.   “Kobanê Davası ile AKP, MHP ve HÜDA PAR’ın tek adam rejimi; kadınlara siz neden DAİŞ’in de Taliban gibi kırmızı halılarda karşılanmasına yol vermediniz, özsavunmanızla, örgütlenmenizle, tililerinizle,  ‘Jin jiyan azadî’ direnişinizle set gibi durdunuz diyor ve  hesabını bize soruyor. Özcesi bunun peşine düşmüş.”   * Kürt kadın özgürlük mücadelesinde yer alan birçok kadın siyasetçi cezaevinde tutuluyor. Keza Kobanê Davası’nda yargılanan kadınlar var. İktidarın çözüm sürecinin bir tarafı olmasına rağmen, kadınları en ağır cezalarla yargılamasına dair neler söylemek istersiniz?   Kobanê Davası’nın bir iddianamesi yok, görülen bir mahkeme de yok. Bir bütün bakıldığında  6 yaşındaki çocuğu evlendiren tarikat, cemaatlerin çocuklara yönelik cinsel taciz, tecavüzü ile DAİŞ’in fetvalarıyla örtüşüyor. Yine kendisinden olmayanlara, KHK, TMK ile saldıran AKP-MHP ile DAİŞ, Taliban’ı kabul etmeyenlere uyguladıklarının benzerliği kamuoyu gözü önünde cereyan ediyor.  HÜDAPAR avukatının adına mahkeme denilen yerde DAİŞ’e karşı mücadele eden kadınları, tehdit etmesi 8 bin sayfalık mütalaa denen yazı yığınının tek bir satırında DAİŞ’in suçlanmaması… Mevcut rejimin asıl derdinin ‘Jin jiyan azadî’ direnişiyle DAİŞ devletine karşı kadınlardan intikam alma davasıdır. “Kobanê Davası ile AKP, MHP ve HÜDA PAR’ın tek adam rejimi; kadınlara siz neden DAİŞ’in de Taliban gibi kırmızı halılarda karşılanmasına yol vermediniz, özsavunmanızla, örgütlenmenizle, tilililerinizle,  ‘Jin jiyan azadî’ direnişinizle set gibi durdunuz diyor ve  hesabını bize soruyor. Özcesi bunun peşine düşmüş.” DAİŞ dışında DAİŞ’e karşı olan herkesi yargıladığının mesajını sahibine ulaştırmak istiyor. Bu mesajını empoze etmeye çabalıyor. Ortak hayalin yolcuları olduğunun altını çiziyor. Biz kadınlar bu yargılanmayı kabul etmiyoruz.      TJA’lı kadınlar ve DAİŞ’e karşı ortak mücadele eden kadınlar olarak diyoruz ki; Evet sınırlara rağmen ortak mücadele ile DAİŞ kırmızı halılarla karşılanmasın diye direndik ve yaptık, direnmeye devam edeceğiz. Kaos ve çatışmadan beslenen rejim, çözüm sürecini onurlu barışı sonlandırmanın bedelini ödüyor bugün. Mermi fiyatı, domates fiyatı politikasıyla Kürt, Türk çocuklarının aç midelerinin sesini bomba, SİHA, F-16’ların sesiyle bastırarak direnen dinamikleri rehin alarak, zindanlar yetmeyince özgür irade ile seçilen belediyelere kayyım atayarak iradeyi işgal etme yöntemine sarılıyor. HÜDA PAR’a sarılıyor? Kobanê adıyla kurulan mahkeme büyük yok oluşun göstergesidir. Bu mahkemeden rejime ekmek çıkmaz. Şimdi Kobanê Davası’nda yargılanan Zeynep Ölbeci, Aynur Aşan ve Zeynep Karaman ile birlikteyim. Meryem, Pervin, Ayşe, Dilek, Ayla, Sebahat, komşularımız. Gültan, Figen duruşmalarla aramızda. Zulme tanıklık eden kadınlar birbirimizin direniş sinerjisini sosyolojik etkinin kökleşmesiyle dopdolu yaşıyoruz. Katilleri kırmız halıda karşılamak zorunda kalmaması için herkes bu direnişin parçası olmalı.    “Bugün ‘Jin jiyan azadî’ sonu olmayacak bir direnişin gelişimidir. Tabi ki kadınlar ataerkilliğin başlamasından bu yana buna karşı direniyorlar. Ataerkilliğin, cinsiyetçi, ırkçı, militarist, farklı yöntemlerine karşı kadınlar da farklı yöntemlerle direniyorlar. Ama mücadelenin ortaklaşması bu dönem daha da gelişti.”   * Uluslararası alanda Kürt kadın özgürlük mücadelesine dönük bir sahiplenme var. Sizce yeterli düzeyde mi?   Uluslararası alanda Kurdistani kadın mücadelesi dünya kadınlarının kazanım mirasına dönüştü. Bugün Jin jiyan azadî sonu olmayacak bir direnişin gelişimidir. Tabi ki kadınlar ataerkilliğin başlamasından bu yana buna karşı direniyorlar. Ataerkilliğin, cinsiyetçi, ırkçı, militarist, farklı yöntemlerine karşı kadınlar da farklı yöntemlerle direniyorlar. Mücadelenin ortaklaşması bu dönem daha da gelişti. Bu çok kıymetlidir. Daha önceleri kısmen çok kıymeti bilinmemekten ortaya çıkan tablodan ataerkil zihniyetin nefes aldığını kadın deneyimlerinden ve kendi yaşamlarımızdan biliyoruz. DAİŞ sadece Kurdistani kadınlar ve ortaya çıktığı coğrafya için soykırımcı değildi. Başkenti olan, fetva anayasası olan, baş kesmeyi, kadını pazarlarda satmayı, memeli hayvanlardan tahrik olan bir örgüt tüm insanlık için tehlikeliydi. Bunu gerileten Kurdistani (Kürt, Türkmen, Arap, Asuri, Suryani…) kadınların mücadelesine yeterince sahip çıkamamak bu zihniyetin gelişmesine yol vermektir. Bir yerde saldırı varsa bu diğer yerlerin saldırıya uğramayacağı anlamına gelmeyeceğini DAİŞ ile gördük. Kazanımlarımızın gasp edilmesi, yerel yönetimler, kadın derneklerimiz, kadın dayanışma merkezlerimiz, kadın örgütlerimiz, İstanbul Sözleşmesi, Gezi Direnişi.. Bunlara ortak sahip çıkmak. Artık kadın nerede saldırıya uğruyorsa hepimizin saldırı altında olduğumuzu deneyimledik. Deneyimlerimize sahip çıkmadan kazanımlarımıza sahip çıkamayız.   “Uyuşturucudan alınan çocuğu için karakola çağrılan kadının şok olmasına polisin ‘ne var gençtir denemiş, PKK terör suçuna mı bulaşmış’ demesi herkesi derinden düşündürmeli. İktidarı için feda etmeyeceği bir şey bırakmayan iktidarın düşman olarak gördüğü Kurdistani çocuklara yapmayacağı kötülük yoktur.”   * Kadınlara yönelik özel savaş politikasına da değinmek istiyorum. Yakın zamanda Mêrdîn’de 3 korucu 22 yaşındaki bir kadına sistematik tecavüzde bulunmasına rağmen “adli kontrol tedbirleri ağır gelir” gerekçesiyle serbest bırakıldı. Korucuların ifadelerinde ise, “dağa gidecekti” dedi.  Ne söylemek istersiniz?   Ajanlaştırma, uyuşturucu, fuhuş, hırsızlık,  mafya, çete, gasp, dolandırıcılık bu sayede toplum iradesizleştirildi. (Gizli tanık da bir sektördür)  ki bunlar aslında görülüyor, devletin güvenlik elemanları ve iktidar yanlısı kişiler olmadan iş yapamazlar. Türkiye ve dünya bu örneklerle doludur.  Ben Mêrdîn ve Nisêbîn’de yerel yöneticilik yaptım. 5 yılda kadının katledilmediği demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bakış açısıyla toplumun tüm farklılıklarını kendini örgütlediğine tanıklık ettim.  Sayısız örnek var ama hayal edilen ‘kadının katledilmediği bir dünya mümkündür’ü’  Nisêbîn  gerçekleştirdi. Bu AKP, MHP devletini tehdit eden bir bomba olarak görülüp rejim saldırısına uğradı. 2015 ile özel savaş 90’lı yılları da aşarak o kadar derinleşti ki tüm Kürtler TMK kapsamına alındı. Bir genç kadının ifadeleriyle bu derinleştirilmeyi anlatmaya çalışayım; Bir kafeye uğrayıp kendi başına çay içmek isteyen genç kadına bir erkek gelip tanışmak, konuşmak ister. Kadın konuşmak istemez, erkek masasına bir telefon numarasını bırakıp aramasını baskılı ses tonuyla ısrar eder. Kadın bir saat içinde  üç ayrı erkeğin bu talep ve telefon numarası bırakmasına maruz kalır. Dışarı çıktığında o erkeklerden birinin sivil polislerin yanında onu işaret ettiğini görür tabi ki tepkisini gösterir. Daha sonra bir bahaneyle TMK’yi arkasına alan polislerce gözaltına alınır. Gözaltına ‘PKK’li’ olduğu için onların teklifini kabul etmemekle sorgulanır. Polisler, ‘biz artık dağlarda PKK’yi aramıyoruz kafelerde çalışıyoruz’ der. Özel savaş politikalarının nasıl olduğunu, TMK ile işlendiğini tahmin etmek zor değil. TMK’ye dayandırılarak TEM’in hazırladığı iddianamelerle delil olarak koyulan kadın hakları mücadelesi veriyorsan PKK’li, evlenmek istemeyen kadın PKK kadrosu, telefon kullanmayan PKK kadrosu, uyuşturucu, mafya, hırsızlık yapmıyorsan buna karşı mücadele ediyorsan PKK’li oluyorsun. Kadın katliamlarına, taciz, tecavüze karşı çıkıyorsan PKK’li, fuhuş yapmıyorsan PKK’li, kadınlar birbirine güvenip ortak mücadele ediyorsa PKK örgüt üyesi, doğa yıkımına karşı çıkıyorsan PKK’li oluyorsun. Bu özel savaş ağının politikalarıdır. TMK’nin PKK tarifidir.   Êlih’te İpek, Dersim’de Gülistan, Agirî’de Büşra, Wan’da Dilan, Şırnak, Riha, Mêrdîn… üniformalı erkek devlet şiddetinin sadece birkaç örneği. TJA bu nedenle, ‘Em xwe diparêzin’ kampanyasını uyuşturucu, mafya, fuhuş konularıyla en temel ayaklarından biri olan üniformalı erkek devlet şiddetine karşı yaptı. JÖH, PÖH, MİT, TMK, korucu, bekçi şimdi HÜDA PAR, cemaat, tarikatlar kol geziyor. Süleyman Soylu HÜDAPAR için bir projedir dedi. Soylu’nun mafya, baronlarla boy boy fotoğraflarıyla, atadığı kayyımlarla kendisinin de nasıl bir proje olduğunu bilmeye gerek yok. Eğer ‘bu bir projedir’ deniliyorsa bir genç kadın, erkek, yaşlı, çocuk bu projenin ağına düşmemek için başta kendisini ve çevresini bilinçlendirmelidir. Demokratik, masumane bir proje gibi asla bakılmamalıdır. 90’lı yıllara tanıklık eden herkes, toplum yeniden uyanmalıdır. En büyük tuzak; HÜDA PAR’ın artık değiştiğini, demokratik örgütlenme hakkı olan bir parti olarak göstermesidir. Bu proje ile toplumu zehirlemeyi hedeflediklerini böylece gizliyorlar. Bunun farkında olunması en büyük mücadeledir. Şimdi AKP ve MHP taşeronluğu HÜDA PAR’a verilip sosyal yardımları HÜDA PAR üzerinden Kurdistan’da dağıtması projenin bir parçasıdır. Açlıktan ölseniz, HÜDA PAR’ın yardımlarını almayın, reddedin. 90’lı yıllardaki saldırılara bir kez daha dönüp bakın. AKP, MHP rejimi kimseyi sırtında taşıyıp Meclis’e getirmez. Kürdüm diyeni katleden AKP, MHP, HÜDA PAR’ı neden Kurdistan’da korumaya alıyor? Kadın öncülüğünde demokratik ekolojik, kadın özgürlükçü kazanımlarımızı geriletmeyen rejim HÜDAPAR ile gericiliği istiyor, parçalamak istiyor. Demokratik moderniteye karşı HÜDA PAR’ı kullanıyor. HÜDA PAR bu ihanetin parçası olmasaydı AKP’nin arkasına saklanıp seçime girmezdi. Bu bir projedir dedikleri Kurdistan’a ihanetin adı HÜDA PAR’dır.   Özel savaşın beslendiği taciz ve tecavüz, uyuşturucu, fuhuşla mücadele bu dönemin en önemli sorumluluğudur. Özel savaş politikalarının paramiliter güçler olmadan uygulanamayacağını sistem çok iyi bilir. Bir örneği de örgütlenmeden kimse kendini koruyamaz üzerinden vereyim. Uyuşturucudan alınan çocuğu için karakola çağrılan kadının şok olmasına polisin ‘ne var gençtir denemiş, PKK terör suçuna mı bulaşmış’ demesi herkesi derinden düşündürmeli. İktidarı için feda etmeyeceği bir şey bırakmayan iktidarın düşman olarak gördüğü Kurdistani çocuklara yapmayacağı kötülük yoktur.  . Kadın ruhu ve bedenini ataerkil zihniyete teslim etmeyip mücadeleye devam etmek; sürekli saldırıya uğrarken artık neden diye sorup sebep aramayı bırakmalıyız. Kadın özgürlüğüne saldırının AKP, MHP, HÜDA PAR, tek adam rejiminin varlık gerekçesi olduğunu bilerek bunu reddetmek önemli.    “Biz bedel ödedik onlar kullanıyorlar. Artık Türkçe değil bize Kürtçe küfür ediyorlar. Biz Kürtçe konuşunca Türkçe biliyorlar mahkemeyi oyalamak için Kürtçe konuşuyorlar denilerek anadilde savunma hakkımız reddediliyor. TBMM’de Kürtçe yasak. Biz, ‘zimanê me hebûna me ye’ dediğimizde bölücü oluyoruz. Kazanımlarımızı kendi kirli emelleri için kullananlara yol vermeyin.”   * Uzun süredir mahkemelerde Kürtçe anadilde savunma engelleniyor. Buna ilişkin ne söylersiniz?   Rıiha’da, rejim partisinin bir adayı meydan konuşmasında (gözleri ağlamaklı rolünde) ben de Kürt değil miyim, sadece HADEP’mi Kürt, Kürtçülük yapıyor. Topluluktan biri; onlar mücadele etmeseydi sen şimdi bu kürsüde Kürt olduğunu söyleyebilir miydin, hiç değilse saygılı ol diyor.  Özgürlük mücadelesi veren bizler Kürtçülükle suçlanıyoruz. Şimdi zindanda TRT Kürtçe radyo frekansı var. 14-28 Mayıs tarihlerinde ara ara, ‘zimane mê hebûna me ye’ anonsu yapıldı. Anadil için uğradığımız saldırıların hadi hesabı yok. (Kürt, kadın, demokratik mücadelemiz süresince) okullarda işkenceyle Türkçe öğretiliyordu. Kürtçe konuşana para cezası kesilirdi. Kürtçe ıslık çalmak da ceza konusuydu. Siyasi partilerde, seçim dönemlerinde dahil Kürtçe konuştuğumuz için cezalandırıldık, kayıtlarda sabıkalı yazılırdık. KCK yargılanmalarında 5 yıl Kürtçe savunma yapmak için direndiler. Şimdi AKP, MHP, HÜDAPAR vb. tüm siyasi partililer Kurdistan’da Kürtçe propaganda yapmadan sokağa çıkamıyorlar. Biz bedel ödedik onlar kullanıyorlar. Artık Türkçe değil bize Kürtçe küfür ediyorlar. Biz Kürtçe konuşunca Türkçe biliyorlar mahkemeyi oyalamak için Kürtçe konuşuyorlar derilerek anadilde savunma hakkımız reddediliyor. TBMM’de Kürtçe yasak. Biz, ‘zimanê me hebûna me ye’ dediğimizde bölücü oluyoruz. Kazanımlarımızı kendi kirli emelleri için kullananlara yol vermeyin. Bizim özgürlük mücadelemizin nimetlerinden yararlandıklarını ve hadlerini bilsinler. Biz direndik, aldık. Buna sahip çıkalım.   “Talankirina têkoşîna azadiyê talankirinae jiyana azad e’ olduğunu bilmek, ataerkil ulus devletin projelerimizi, zihnimizi, bedenimizi ele geçirilmesine yol açan tüm yapılanmalara (projelere) karşı direnmek. Çünkü biliyoruz; efendiler sadece bilincimizi, bedenimizi, ele geçirip kontrol altına almak istemiyor. Kadın, Kurdistan’i geçmişimiz, geleceğimiz, günümüz için verdiğimiz özgürlük mücadelemizi itibarsızlaştırmak, hiçleştirmek istiyor.”   * Tüm bu saldırılar karşısında kadınlara mesajınız var mı?    Tecridin insanlığa karşı işlenmiş en utanç verici suç olduğunu ve buna karşı direnmek; biz kadınların koruyanın korku olmadığını, bizi korkutarak yutmak isteyen korkudan korkmadığımızı korkması gerekenlerin yerine korkmayacağımızı, utanması gerekenin yerine utanmayacağımızı, yargılanması gerekenlerin yerine yargılanmayı reddettiğimizi, özgüveni kırılmış, zulmü uygulayan zalimden ‘merhamet’ dilenmeyeceğimizi haykırmak. ‘Talankirina têkoşîna azadiyê talankirina jiyana azad e’ olduğunu bilmek, ataerkil ulus devletin projelerimizi, zihnimizi, bedenimizi ele geçirilmesine yol açan tüm yapılanmalara (projelere) karşı direnmek. Çünkü biliyoruz; efendiler sadece bilincimizi, bedenimizi, ele geçirip kontrol altına almak istemiyor. Kadın, Kurdistan’i geçmişimiz, geleceğimiz, günümüz için verdiğimiz özgürlük mücadelemiz itibarsızlaştırmak, hiçleştirmek istiyor. Buna karşı direnmek kendimizi ve kentimizi, köyümüzü, yerleşim alanlarımızı biz yöneteceğiz diyerek kayyımlara karşı direnmek ve bir daha kayyımlarla özgür irademizin işgal edilmemesi için mücadele etmek, toplu olarak saldırıya uğruyorsak, toplu olarak direnmenin özgürlük yolu olduğunu bu direnişi illegalize, kriminalize, terörize, eden faşist rejimi, sömürgeci zihniyeti kalıcılaştırılmasına yol vermemek…   Biz biliyoruz; tutsaklık olağanlaşmadan faşizm olağanlaşmaz. Faşizm olağanlaşmasın diye tutsaklığın olağanlaştırılmasına karşı zindan direnişi aralıksız devam ediyor. Xwebûn olma direnişidir. Edindiğimiz örgütlü deneyim ile Kurdistani kadınlar ve tüm farklılıklar için umarım ve dilerim hiç kimse örgütsüz kalmaz. Bu umutla örgütlenmenin can simidine sarılmamız dileğiyle, zindansız bir ülkede, dünyada buluşacağımıza olan inancımız tamdır.