Sema Yüce’nin kaleminden yayınlanmamış mektupları 2021-06-17 09:01:04     Rabia Önver   AĞRI - Kürt kadın mücadelesinin öncülerinden Sema Yüce’nin daha önce yayınlanmamış mektuplarını okurlarımızla buluşturuyoruz. Sema bir mektubunda bugüne ayna tutan şu ifadeleri kullanıyor: “Anam diyecek ki kızım bana mektup yazmış sanki. Hep savaştan bahsediyor. Bende isterdim mektubumla sana bir tutam karanfil kokusu, bir türkü tadında şeyler yazayım. Ama şimdi bu şansımız yok…”   Kürt halkına yönelik baskılara ve ihanete karşı 21 Mart 1998’de Çanakkale Cezaevi’nde bedenini ateşe veren Sema Yüce’nin yaşamını yitirişinin üzerinden 23 yıl geçti. Sema, 21 Mart’ta gerçekleştirdiği eyleminin ardından 89 gün sonra yaşamını yitirdi. Jinnews olarak, Sema’nın cezaevindeyken farklı tarihlerde ailesine yolladığı ve daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış mektuplarına yer veriyoruz.   Sema’nın kendi kaleminden mektuplarını siz okuyucularımızla paylaşıyoruz…   * 31 Mart 1994 abisine yazdığı mektup   Sana yazmak seninle paylaşmak istediğim çok şey var ancak önce mektubun eline geçtiğine inanmak istiyorum. Anlıyorsun değil mi? Bil ki devrimin gerçekleştiği gün sizinle her şeyin en güzelini en derininden paylaştığım en uzun mektubu bizim yüreğimizde tarihin kalemleri yazacaktır. Şu koşullarda yazılanların sınırlandığı da sizi mutlu edebilmelidir. Sadece ben değil tüm gerillalarımız sizleri uğruna ölecek tüm devrim tutsakları sizlerin uğrunda dört duvar arasında sıkıştırılma pahasına çok seviyorlar. Buradaki tüm yoldaşlardan hepinize selamlar.. Sevgilerimizle.   * Annesine mektup    Değerli anam;   Çoktandır sana mektup yazamadığım için beni affet seni tüm saygım ve sevgimle kucaklıyorum ellerinden öpüyorum. Sen anaların en güzeli en emektarı en yiğidisin. Senin sütünün helal olması senin hakkının karşılanması ancak seni ve senin gibi yiğit analar özgür eden bir savaşta yer almakta mümkün olur. İşte ana sütün helal olsun diye bende bugün analarımızın özgürleşmesi uğrunda bir savaş içindeyim. Zindanda oluşum seni ne üzsün ne de kaygılandırsın. Bu zindan da benim için onur kaynağıdır.   …Canım anam;   Ülkem Kürdistan’a yeni bir savaşçı kazandırdın. Hepimizin gözü aydın olsun Mizgin, hoş geldin Mizgin. Mizgin senin yeni umudun olacak ama bil ki sadece senin değil tüm Kürdistan halkının umudu olmaktadır. Onu bir PKK’li olarak yetiştireceğine inanıyorum. Ülkemizde savaş her geçen gün biraz daha büyüyor. Her gün bir kaç özge can yere düşüyor, kanlarıyla ülkemizin toprakları suluyor özgürlük tohumunu yayıyor. O yiğitlerin yeri boş kalmamalı. Bir evlat değil bin evlat bile bu uğurda feda edilse yeridir. Bu emekler hiçbir zaman boşa gitmeyecektir. Bu emekler en sonunda bağımsız- özgür Kürdistan'a dönüşecektir. Kadınlarımız, analarımız Kürdistan'ın tek çalışan fabrikaları gibidir. Düşman katlettikçe analarımız doğuruyor, düşman toplu mezarlara koydukça, zindanlara koydukça analarımız büyütüp, savaşa gönderiyor. Bu yüzden düşman en çok analarımıza düşmandır, en çok onların emeklerine düşmandır. Unutmayın ki her gün şehit düşen gerillalar, sizin emeğinizdir, doğum sancınızdır, açlık, yoksulluk içinde büyüttüğünüz çocuklarınızdır onun için siz daha fazla savaşmalısınız.   İşte anacığım tüm bunlar seninde savaşındır bu yüzden geçmişi düşünerek kendini üzme. Sen benim yaşamıma yön veren güçlerden birisin. Söylerdin ya 'aslınızı inkar ederseniz sütümü helal etmem' ve söylerdin ya 'namus namusla temizlenmez'. Bak görüyorsun hem aslımızı inkar etmiyor hem de aslımızı inkar edenlere karşı savaşıyoruz. Artık namusu namusla değil kanla temizliyoruz. Bu yüzden sen üzülmemelisin düşmanların üzülsün. Senin kin değil, gurur duymak; zalimin, celladı, iş birlikçinin karşısında sonuna kadar dimdik durmalısın. Çünkü sen Kürdistan'lı bir anasın. Yanı başındaki Cizreli, Şırnaklı kadınları düşün onlar bugün bütün zorlukların bedelini ödüyor ve tüm kinlerini düşmanın suratlarına kusuyorlar. Geçmişi kendine dert etme sanma ki ben zindanda mutsuzum, sanma ki çevre ne diyor diye dertliyim. Ana ben bugün geçmişteki hatalarımı PKK sayesinde her gün biraz daha zemzem suyuyla yıkanır gibi temizliyorum ve her gün başım biraz daha rahat oluyor. Her gün biraz daha mutlu oluyorum.   Beni kendine dert etme. Mizgin'i büyüt bütün isteklerini, umutlarını, düşüncelerini Mizgin'de büyüt. Mizgin büyüdükçe senin umutların da büyür. Senin artık bir kızın değil binlerce kızın ve oğlun var dağlarda, onlar savaştıkça senin ve tüm Kürdistanlı anların umudu büyüyüp kök salacak. Unutma ki yanında bir sürü cahil köylü kadın var. Eski düşmanlıkları, dedikoduları kafandan sil ve o kadınlara el uzat onlara bu savaşın ne demek olduğunu anlat. Onlarında evlatlarıyla gurur duymaları için Kürdistan'ın kutsal topraklarına bir çocuklarını vermeleri gerektiğini öğret.   * 14 Mart 1994 Perşembe annesine mektuplar…   Merhaba anacağım başlamadan önce selam eder ellerinden öperim. Mektubunuzu aldım bu yıl 27 Kasım’ımı kutlayan ilk siz oldunuz. Size ve tüm halkımıza da kutlu olsun. Ana, mektubunuzdan önce babam görüşe geldi. Ben biraz hastaydım zayıflamıştım bu yüzden iyi karşılayamadım, buradan baya üzgün ayrıldı. Eve gelirse ona iyileşmeye başladığımı ama açlık grevlerimiz devam ettiği için yeniden kilo alma konusunda kendisine garanti veremeyeceğimi söylersiniz. Dediğim gibi bir süredir rahatsızdım buna grip ve açlık grevi eklenince epey yıprattı ama şimdi oldukça iyiyim merak edeceğiniz bir durum yok.   Sizlerden de böyle peş peşe haber almak çok iyi oldu. Fecri’nin yazmamasına (veya abim ile Nihal’in) bir şey demiyorum. İçinizden tek bir kişiye yazarsa yeterlidir ben aramızda ki diyaloğu ve haberleşmenin kesilmesini istemiyorum yoksa hepinizin değeri aynıdır benim yanımda. Birinizden geldi mi hepinizden gelmiş sayılır.   Daye, anlaşılan o ki buraya gelmek sizleri hem üzüyor hem de gelmek için çaba, koşullarınızı zorluyor. Bu yüzden size söyleyebileceğim şu ki, orada benim gibi yüzlerce evladınız var onlarla bütünleşebiliyorsanız en büyük mutluluktur. Tabi buraya gelmenizin anlamı farklıdır ama gelmemekte sizi üzmemelidir. Ayrıca sana benim için niye üzülüyorsun? Boş yere üzülme demeyeceğim. Çünkü kim bu konuda konuşursa “ana yüreği başkadır” diyor. Sadece size şunu hatırlatabilirim sorunlarınız üzüntüyle çözülmüyor. Üzüntümüz yalnızca düşmanı sevindirir. Mümkün olduğunca üzülmemeye çalışmalıyız değil mi?   Bu arada unutmadan belirteyim sınav içinde Besna adına çok sevindim. Tabi Arap’ın yeniden mektebe alınması içinde. Ne olursa olsun bilimi öğrenmek, okumak, aydınlanmak gerekiyor. Bu yüzden Nihal’e el işi, çeyiz falan yaptırmasan iyi olur diyorum. Evde bir sürü kitabımız vardı kitap okusun hangi düşüncede olursa olsun, kitapları insan inceleyerek, eleştirebilerek okuyorsa yararladır. Ana geçenlerde sanırım babamın görüşe geldiği gün Ağrı’da bir yurtsever arkadaş gazeteye ilan vermişti okuyunca çok heyecanlandım. Birde öğrendiğim kadarıyla orada da köyleri yakıp boşaltmaya başlamışlar size de bu yönlü baskılar oluyor mu? Bu tür gelişmeler oluyorsa uygun bir şekilde yazarsanız sevinirim.   Kazları nasıl getireceğini sormuşsun size nasıl kolay geliyorsa öyle yaparsınız. Ama sanırım pişmiş daha rahat getirilir. Bu arada Mizgin’in yeni çekilmiş fotoğrafları varsa kendinizle getirseniz iyi olur. Benim gönderebileceğim bazı fotoğraflar var ama postayla göndermek istemiyorum gelirseniz veririm.    Ana, daha önceki mektuplarda da dediğim gibi burada size yazabileceğim değişik bir şey yok. Bir süre önce Diyarbakır Cezaevi’ne saldırı olmuştu bir arkadaş şehit düşmüştü, sürgünler olmuştu. Şimdi de oradan Antep Cezaevi’ne gidip ölüm orucuna giren arkadaşlar için açlık grevindeyiz. Bizim grevimiz destek niteliğinde olduğu için dönüşümlüdür. Gördüğümüz gibi cezaevleri de savaştan payını alıyor bu yüzden her şeye hazırlıklı olmamız gerekiyor. Evet bugün de yazabildiklerim de bu kadar. Aslında mektuplarımın bu haliyle çok ilkel olduğunun farkındayım ama elinize geçebilsin diye böyle kısa yazmayı tercih ediyorum. Bir gün imkanım olursa bu açığı konuşarak telefi ederiz. Hepinizi sevgiyle kucaklıyor ve öpüyorum selamlar.   Sema’nın yazdığı şiir   Gün 28 Mart derler ey dost! Gabar’da yanıyor özgürlük ateşi Koşsam bir yol ısınsam Dumandan bir cigara tüttürürsem Bir de kızıllığında bir gül koparsam bu ateşim Bacaklarıma zincirlerle takılı Dışarda deli bir rüzgar ıslık ıslık Köh bir kıleşin nazlı sesi Köh bir yiğidin yıllık aşk ezgileri O ezgiler ki alıp beni götürsün Özgürlük senedim ölüm fermanım eden dağlar Zından küçülmüş zından zavallı Zından karanlık, zından korkak İhtimasında kudurmuş Durdurmaz dağların kollarına sessizce gidişim Gabar’ın bir yanı Bagok’a bakar Herekol sabırsız sırtına döner Yiğitlere selam gider söz gider Silahım yerde kalmasın benden düşer.! Serhıldan 28 Mart 1993   * 8 Mart mektubu    Güzel Annem sevgili Nihal değerli yengelerim ve köyümüzdeki tüm kadınlar …   Önümüzde 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü var. Bugün bir grev sırasında ölen işçi kadınların ölüm günüdür.   Onlar emekleri hakları için grev eylemi yaparken ölümü kucaklamışlar.   Çünkü onlar dünyanın dört bir yanında kadınların nasıl ezildiklerini biliyorlardı. Ve kadınların da özgür olmasını istiyorlardı.   Analar çocuk acısı çekmesin genç kızlar kötü kaderlerin kurbanı olmasın binlerce kadın geçim derdi ile perişan olmasın çocuklarıyla kendi dilleriyle Türkü ve ninni söyleyebilsinler diye biz de bugünü hem Kürt kadınların hem de Dünya Emekçi kadınların bayramı olarak kabul ediyoruz.   Bugün ülkemizde sizin gibi anaların bacıların doğurduğu on binlerce genç kız ve erkek en büyük namus olan vatan davasında gittikçe direniyorlar. Berivanlar, Beritanlar, Mizginler direnişleriyle sizlere ve hepimize özgür yarınları müjdeliyorlar. Siz de artık ayağa kalkın evinizi, mahallenizi, köyümüzü devrimin bir mevziisi yapın. Kendinizi ateşten bir kuruşun yapıp özgürlük silahının namlusuna sürün. Sürün ki yılardır çektiğiniz acı, dert, keder, hasret ve kölelik bir kurşun gibi düşmanın belini parçalasın. Sizler yiğit anamız Kürdistan’ın murat nehri, Dicle nehri gibi ırmaklarında süt içmiş Serhat’ın Botan toprağında kavrulmuş analarımızsınız. 8 Mart Kadınlar Gününüzü bu inançla kutlarken sizi savaşımızın en ön saflarından en fedakar, cesur, savaşçılar olarak görmek istediğimizi belirtiyoruz. Biz sizleri ak sütünüzden sevmeye başladık sizde hem Kürdistanı ve dünya emekçi kadınları özgürlük savaşın bilinci ve aşkıyla sevmelisiniz.   Size selam olsun Ararat’ın güzel kadınları   Kızınız Sema ve PKK’li kadın tutsaklar-Çanakkale     * Anneye mektup   Can Anama.   Her şeyden önce almış olduğum mektubun coşkusuyla seni en içten duygularımla kucaklar o güzel ellerinden saygıyla öperim. Biliyorsun anacığım partiye katıldığım günden beri yüzlerce yere gittim ve her yerde analarımız bizi kendi öz evlatları gibi kucakladılar. Onların sevgisi ve ilgisi bizim gözümüzde öz analarımızın değerini daha da büyüttü. Onlarda senin gibi bu onurlu mücadeleye ya evlatlarını vermişlerdi ya da bir yakınını. Kendileri de tüm imkanlarını mücadelenin hizmetine koymuşlardı.   Ülkemizde verilen mücadele kadınlarımızın, analarımızın, kızlarımızın geleceğinin bir garantisidir. Eskiden kimse kadınlarımıza sahip çıkmazken sesleri, solukları hiçbir yerde duyulmazken bugün halkımızın içinden Azimeler, Berivanlar, Bınevşler, Zozanlar kahramanca direnişleriyle bayraklaşıyorlar. Beyinleri örümcek ağıyla sarılmış olanlar bunu anlamayabilirler, bazıları belki yarın da anlamayacaklar ama Azimelerin, Beritanların, Berivanların ruhu tüm Kürdistanı soracak. Bundan şüpheniz olmasın ve anacığım inanıyorum ki sende bu şanlı kavga içinde bedeli ne kadar ağır olursa olsun yerini en onurlu bir biçimde alacaksın. Sadece benim değil tüm gerillanın anası olacaksın. Çünkü her gerilla hiç tanımadığı bir Kürdistanlı anayı uğruna ölecek kadar seviyor.   Anacığım ömrümüzün baharında bize Mizgin’i kazandırdın. Mizgin senin ve hepimizin çağdaş, bağımsız, özgür Kürdistan’daki umududur. Mizgin’i öyle onurlu öyle saygılı, ölçülü ve bilinçli yetiştirmelisin ki geleceğin Kürdistan’ında ülkemizin en büyük emekçilerinden biri olmalıdır. Ülkemiz öyle bir yenilenmeyi yaşıyor ki, öyle bir altı üstüne geliyor ki eskiye ait ne kadar çürümüş şey varsa yerle bir ediyor. Her şeyin en güzelini en çağdaşını yaratıyor. Tabi bu demek değildir ki hiçbir olumsuz şey ortaya çıkmayacak. Bin yıldır köle, başı eğik gidene ağam gelene paşam diyen bir halkın içinden güzel şeyleri yaratmak başlı başına bir sorundur. Bu yüzden çevrenizde her türlü olumsuz sorun çıkabilir. Bunları salt kendi düşmanınız görmeyin, öyle ele almayın. Bugün verilen mücadelenin düşmanı olarak görün ve onları zamana, giderek keskinleşen devrimin adaletine bırakın. Anacığım bunları yazarken sana akıl verdiğimi sanma. Partinin bakış açısını size tanıtmaya çalışıyorum. Parti bugün düşmanın çözemediği kutsal bir güçtür. Ona sadece bağlı olmak yetmiyor. Onun ruhunu anlama onunla bütünleşmek onun uğrunda malını canını vermek çocuklarını seve seve vermek gerekiyor. İnan ana bugüne kadar ailece verdiğimiz ödediğimiz bedeller hep köle zihniyetler, gerici mantıklar uğruna boşu boşuna gitti. Asıl kutsal bedel, asıl kutsal emekler bizi büyütecek emekler bu şanlı mücadele uğruna her şeyimizi hem de hiçbir kaygı taşımadan feda etmektir. Hem günde onlarca gencimizin kanının dağlara, taşlara döküldüğü binlerce köyümüzün yakılıp yıkıldığı, talan edildiği binlerce insanımızın işkence tezgahlarında inlediği, ülkemizde bırakalım insanların, hayvanların bile yaşamasına izin verilmediği bir dönemde hala ailelerimizde kavga olursa hala düğün dernek peşinden koşarsak tarih bizi affetmez. Düşmanda yapmamız gereken kadın, erkek, ana, baba çocuk arasında olması bizi tarihin affedemeyeceği suçların sahibi eder. Çevremizdekiler bizi henüz anlamıyor olabilirler ama onlara örnek olmakta bizim görevimizdir.    Ana can!   Sen o aile içinde eski ölçülere göre hiçbir istediğini yapmamış, dertli bir anasın. Ama anacan bak tüm gerillalar sana selam durmuş sana aydın gelecek Kürdistan’ı müjdeliyorlar. Sen o köhnemiş zihinler içinde devrime evladını hediye eden ilk anasın. Ülkeme kazandırdığın son evladına Mizgin dememin nedeni de odur. Mizgin sana müjdedir. Bağımsız Kürdistan’a giderken o aile içinde başı ilk dikilen, bu onur ve şerefin ilk sahibi sensin. Mizgin sana bunu müjdeliyor anacığım. Fakat yine bir noktaya değineceğim, bu onura ilk sahip olmak bazılarının yaptığı gibi şehitlerin kanı üstünde isim sahibi olma hakkını bize vermiyor. Eğer bu davaya bağlıysak, dürüst isek ki bundan şüphemiz yoktur. Bu onur bizi mücadeleye daha fazla borçlu ediyor. Bu onur demektir ki herkesten daha fazla emek katmamız gerekiyor.   Biliyor musun mektubu yazarken aklıma gelen şu oldu. Anam diyecek ki kızım bana mektup yazmış sanki. Hep savaştan bahsediyor. Suç benim değil düşmanın. Beni yanı kızını Serhıldan eden tüm anlattıklarımdır. Bende isterdim mektubumla sana bir tutam karanfil kokusu, bir türkü tadında şeyler yazayım. Ama şimdi bu şansımız yok. Şimdi ülkemizin dört tarafında savaş var, onurlu ama çok zor bir savaş.   Beni merak ediyorsan söyleyeyim benle Roza (Gülser) burada kalıcıyız. Ya bir ölüm orucu eyleminde şehit düşeceğiz dört duvar arasında ya da yüzümüzün akıyla çıkacağız buradan. Başka seçenek yok. Bizim konumumuzda olanların ihaneti seçmesi söz konusu olmadığına göre daha buralardayız. Tek sorunumuz ailelerimizin buraya yeterince sahip çıkmaması. Yani gelip görmek anlamında demiyorum. Bir eylem yapıyoruz dışardan hiç destek yok. Diyarbakır’da arkadaşlar eylem yaptı mı aileler de açlık grevine başlıyor. Bizim böyle bir desteğimiz yok.   Evet anacağım mektubuma son verirken Azize halayı, Amojını, Yosma ablayı, (buna de adını değiştirsin) Pembıx, hepsini tek tek selam ediyorum, ellerinden öpüyorum. Ayrıcı köyden soran olsun olmasın hepsini devrimci duygularla selamlıyor büyüklerin ellerinden öpüyorum.   Seni de hepimiz en derin saygı ve sevgilerimizi (Gule, Cavhize ve ben) selamlıyor ve ellerinden öpüyoruz.   (Bana köydeki son gelişmelere ilişkin nasıl olduğunu yazarsanız iyi olur)   Özgür gelecek günlerde buluşmak dileğiyle.   Sema Yüce   * Abisine mektup   …Şimdi gelelim senin şu mini orman meselene. Duyduğum kadarıyla eve kim geliyorsa selam sabah vermeden kalk benim ormana gidelim diyormuşsun. Kendine bulduğun bu uğraşa çok sevindim. Kaç gündür yanı başımızdaki Gelibolu’daki ormanlar yanıyor. Ne kadar üzüldüğümüzü anlatamam. Düşünsene bir tarihin yattığı bir alan iyi, kötü bugüne kadar korunmuş, doğanın, insan sağlığının en güzel koruyucusu ormanlar düşüncesiz, bilinçsizce gelişen bir hareketle, belki de üç bin yıllık ömrüne üç günde veda ediyor harabeye dönüşüyor. Cehalette en az faşist güçlerin vahşeti kadar tehlikelidir. Botan’da, Garzan’da, Behdinan’da binlerce yıllık çınarları faşist terör odaklı sömürgeci güçler katlederken, tarihin beşiği Ege’yi de bir köyün cehaleti yakıyor. Eğer köylü özel mülkiyet cenderesinde sıkışmış olmasaydı tüm dünyası alanı yaktığı tarlası olsaydı daha geniş bir dünya görüşüne sahip olsaydı tarlasındaki sapları yakmadan önce biraz düşünecek ve belki de Gelibolu ormanları kurtulacaktı. Ülkemizde kirli savaşı yürütenler şövenizm kıskacında öylesine vahşileşmişler ki “amaca ulaşmak için her yol mubahtır” deyip köylere varıncaya insanlara varıncaya kadar tüm bir tarihi yok etmeye çalışıyorlar.   İşte bu vahşete inat ağaç dikebiliyorsak yaşamı hala yeşille süsleyecek kadar seviyorsak ne mutlu bize. Fakat unutmayalım ki yemyeşil bir dünya ancak özgür, sınıfsız, sömürüsüz bir toplumda olur. Ona ulaşmanın yolu da tek yolu da savaşmaktan geçer.   Evet değerli heval, bugün tüm güzel umutlara, amaçlara, özlemlere ulaşmanın yolu, insanca yaşamanın, rahatça konuşmanın, iyi güzel kalıcı ilişkilere ulaşmanın kısacası her şeyin yolu savaştan geçiyor. Fakat savaşmayı gerilla ile sınırlı görmeyelim. ( ama gerillasız bir ülke olmayacağını bu ülkeyi de her koşulda korumayı da unutmayalım)   Bugün tüm baskı, zulüm, işkence ve barbarlığa rağmen ülke topraklarında kalabiliyorsa düşmanın kahpe kurşunlarına göğüs gerebiliyorsa en büyük savaşı verebiliyor demektir. Ölmek bile insanın kendi toprağında bir başka güzeldir. Konuya değinmem boşuna değil.   Dikkat edersen bugünlerde gazetelerde göç eden halkımızın çektiği sıkıntılar kan, katliam var. Satır aralarıma halkımızın kemikleri yerleşiyor. Adeta gazetelerin mürekkebi oldu insanlarımızın kanı. Yetmezmiş gibi Kars’ta şehit düşen yoldaşlarımızın cenazeleri boy boy teşhir edildi o güzelim cenazeler o gencecik bedenler o ülkemin kızıl yıldızları (haşa onlardan) bir kemik yığını gibi üst üste atılı bir avuç kontra güruhunun alkışları altında günlerce tv ve gazetelerde teşhir edildiler. Kısacası bugün Kürdistan’da sadece canlılara değil ölülerimize bile (ki daha önce olmuştu) saldırıyor düşman. Deyim yerindeyse dünyamızı kana buladıkları yetmezmiş gibi ölülerimizin dünyasına da el attılar.   Tüm bunlar bize bir kez daha şunu öğretiyor, kimiz biz? Bunca vahşeti görecek ne yaptık? Bize bu vahşeti reva görenlerden intikam alma hakkımızı kullanmayacak mıyız? Bugün boş oturmak ihanet demek değil midir? Yanan insanlarımızın, gerillalarımızın acısını ne kadar yüreğimizde hissediyoruz? Sorularına cevap vermek ve gereğini yerine getirmek gerekiyor. Evet can kardeşim diyorum ki tüm bu sorulara cevap vermek ve gereğini yerine getirmek gerekiyor. Biliyor musun, zindana düşeli en çok bu dönemde dışarda olasım geliyor. Yüreğim hiç bu kadar savaş kızıllığında boyanmamıştı. Şimdi daha iyi anlıyorum keleşe sarılıp usulca uyurken nöbete kaldırılmanın anlamını. Ve şimdi çok daha derinden yaşıyorum ülkemin buram buram rıhan, heliz kokan dağlarında sıcacık halkım içinde ulusal mücadelenin bir neferi olmanın da güzelliklerini. Ve biliyor musun öfkeleniyorum dışarda olup da bedenini bir atom bombasına çeviremeyenlere. Belki böylesine öfkelenmeye hakkın yok diyebilirsin. Evet zindana düşmek bir devrimci için bir yenilgi bir zaaftır. Ama heval insan yenilgiyi zafere dönüştürmenin gerçekliğini bilince çıkardıkça, sorumluluklarının ağırlığını hissettikçe öfkesi kabarıyor. Fakat şu da bir gerçek öfke tek başına yetmiyor. Öfkeyi, kini, nefreti, örgüte, eyleme, serhıldana, gerillaya dönüştürmeyince bir anlamı kalmıyor. Bu yüzden güzel abim çocuklarımızın geleceğini savaşı büyüten bir savaşta görmek bugün bir yurtseverlik görevi bir vatan borcu. Evinden, aşından ocağından, tarlasından, canından edilen köylümüzün bizlerin büyüteceği savaşa ihtiyacı var.   Çözüm ne ABD meclislerinde önerilen reformlarda ne de Avrupa’nın sahte yüzlü insan hakları savunuculuğunda Çinlilerin havada iken karaya indiği gibi çark ettiği reçetelerde. Çözüm şehitlerin silahını, kanını yerde bırakmamakta.   Evet seni bu düşünce ve duygu yoğunluğunda hasretle sarıyorum. İçerden sana başka bir şey yazamıyorum. Çünkü bizde burada yaşam birkaç kilometreye sığdırılmış. Tek zenginlik beynimizde ve yüreğimizde. Bende sana var olanları anlatmaya çalıştım.   Seni Yılmazı ve sizin şahsınızda tüm aileyi sevgiyle selamlıyor, gerilla tadında selamları gönderiyorum.   Tüm dost ve yurtseverlere selamlar.   Devrimci selamlar   Sema..”