İHD: Tecridin kaldırılması için bir an önce adım atılmalı 2021-04-01 13:37:44     ANKARA - İHD, ‘2020 Cezaevi İhlal Raporu’nu açıkladı. Açlık grevlerine dikkat çekilen açıklamada, “Hapishanelerde süresiz ve dönüşümlü açlık grevi yapan mahpusların sağlıklarının tehlikeye girmemesi için ilgili kurumları hak ihlallerinin sonlandırılması ve tecridin kaldırılması için bir an önce adım atılması gerekmektedir”   İnsan Hakları Derneği (İHD), Ankara’da Genel Merkez binasında düzenlediği basın toplantısı ile “2020 Cezaevi İhlal Raporu”nu açıkladı. Toplantıya İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan ve birçok kişi katıldı. Raporu okuyan Öztürk Türkdoğan, İHD’nin kurulduğu günden beri hapishaneleri izleyen bir dernek olduğunu ve özellikle cezaevlerine yönelik sürekli olarak yapılan çalışmaları olduğunu ifade etti. Çalışmaları kapsamında İHD’ye 2020 yılında tutuklulardan gelen 266 mektup, 54 ayrı başvuru olduğunu söyleyen Öztürk, bu başvuruların tamamının bin 182 tutuklunun çeşitli konularla ilgili hak ihlali ihbarları olduğunu belirtti. Gelen başvurularla ilgili Adalet Bakanlığı ile görüşmeler yaptıklarını ifade eden Öztürk, başvuruların konusuna göre Kamu Denetçiliği Kurumu ile de görüştüklerini söyledi.   ‘Kapasite resmi rakamlara göre 188 bin 437 kişi arttırılmış’   2020 yılı içerisinde Adalet Bakanlığı ile bir kere görüştüklerini ifade eden Öztürk, 2020 Cezaevi İhlal Raporu’nu da kendileriyle paylaşacaklarını belirtti. Öztürk, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre Türkiye’de 2 Şubat 2021 tarihi itibariyle 264 kapalı, 78 müstakil açık ceza infaz kurumu, 4 çocuk eğitim evi, 9 kadın kapalı, 7 kadın açık, 7 çocuk kapalı ceza infaz kurumu olmak üzere toplam 369 ceza infaz kurumu bulunduğunu ifade etti. Kurumların toplam kapasitesinin 244 bin 896 kişi olduğunu söyleyen Öztürk, bu sayının artırılmış kapasite olduğunu sözlerine ekledi. Öztürk normal koşullar altında bu hapishanelerde verilen sayının 2/3’ü kadar mahpusun kalması gerektiğini söyleyerek, son yılda yapılan 40’a yakın yeni hapishane ile kapasitenin resmi rakamlara göre 188 bin 437 kişi arttırılmış olduğunu ifade etti.   ‘Pandemide yoğunluk ‘geçici’ olarak azaltıldı’   Türkiye’deki mahpus sayısı ve hapishanelerin doluluk oranının ciddi bir artış eğilimi gösterdiğini kaydeden Öztürk, 2019 yılı dahil son 7 yılın verilerini içeren 2020 yılı verilerinin özellikle değerlendirme dışı bırakıldığını belirtti. Öztürk, Covid-19 salgını bahane edilerek 7242 sayılı kanunla İnfaz Kanunu’nda yapılan değişiklik ile çıkarılan kısmi ve özel af sayesinde hapishanelerdeki bu yoğunluğun “geçici” olarak azaltıldığını söyledi.   ‘Başvurularda 489 mahpusun Kovid-19’a yakalandığı iddia edilmiştir’   Öztürk, salgın döneminde hapishanelerde toplam 17 mahpusun Covid-19’a bağlı gerekçelerle yaşamını yitirdiğini ifade ederek, “Çok sayıda hapishane personeli ve mahpus ise virüse yakalandı. Ne yazık ki kaç kişinin virüse yakalandığına ilişkin elimizde kesin bir veri bulunmuyor. Adalet Bakanlığı’nın 2020 Kasım ayı içerisinde açıkladığı verilere göre 368 ceza infaz kurumunun 117’sinde pozitif vakaya rastlanmış ve toplam 120 mahpusun testi pozitif çıkmıştır. Buna karşın derneğimize 20 farklı hapishaneden yapılan başvurularda 489 mahpusun Covid-19’a yakalandığı iddia edilmiştir. Üç hapishaneden yapılan başvuruda ise hapishane içerisinde pozitif vakalara rastlandığı iddia edilmiş fakat herhangi bir sayı belirtilmemiştir. Bununla birlikte, Covid-19 belirtileri gösteren mahpusların muayene ve tedavi taleplerinin karşılanmadığına ya da geç cevap verildiğine ilişkin çok sayıda başvuru bulunuyor” dedi.   ‘Temel hak ve özgürlükler ihlal edilmiştir’   Hapishanelerde özgürlüğünden alıkonulan istisnasız herkesin sağlık ve yaşam hakkının korunması ile güvence altına alınması devletlerin sorumluluğuna ait olduğuna dikkat çeken Öztürk, “Tedbirlerin yoğun bir şekilde uygulandığı dönemde, çok sayıda insan hakları örgütünün raporladığı üzere hapishanelerde bilgi edinme hakkı, yaşam hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, işkence yasağı, ayrımcılık yasağı, sağlığa erişim hakkı, çalışma hakkı, sosyal güvenlik hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü, barışçıl toplanma özgürlüğü, eğitim hakkı, bilgiye erişim hakkı gibi pek çok temel hak ve özgürlük ihlal edilmiştir” ifadelerini kullandı.   ‘Tutuklularla ilgili herhangi bir düzenleme getirmemiştir’   Öztürk, uzun yıllardır hükümetin gündeminde olan kısmi ve özel affın çıkarılması için küresel Covid-19 salgınının büyük bir fırsat yarattığını dile getirerek, “Covid-19 salgını nedeniyle hapishanelerde acilen alınması gereken önlemler bulunmaktaydı. Tutuklu veya hükümlü konumda bulunan mahpuslarla ilgili olarak bu ölümcül salgın nedeniyle, serbest bırakılmaları sağlanıncaya kadar gerekli hijyen ve sağlık koşullarının sağlanması beklenirdi. Bunun dışında alınması gereken önlemlerin başında, henüz yargılamaları devam eden ve haklarında kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı bulunmayan tutukluların durumu gelmekteydi. İnfaz teklifi, yalnızca hükümlülerle ilgili durumu düzenlemektedir. Tutuklularla ilgili herhangi bir düzenleme getirmemiştir. Avrupa Konseyi istatistiklerine göre Türkiye, çıkardığı af ile cezaevi nüfusunun yüzde 35'ini, yani 102 bin 944 tutukluyu serbest bıraktı. Ancak bu sayıya Covid-19 tedbirleri kapsamında cezasının infazı durdurulan yaklaşık 50 bin mahpus da dahildir ” dedi.   ‘604’ü ağır toplam bin 605 hasta mahpus bulunmaktadır’   Türkiye gündemini uzun zamandır meşgul eden ve bir türlü çözülemeyen hasta mahpusların tahliye edilmemesi sorununun Covid-19 ile beraber kendini daha görünür kıldığının altını çizen Öztürk, “Derneğimizin Merkezi Hapishane Komisyonu’nun çalışmaları sonucu hazırlanan ‘Ağır Hasta ve Hasta Mahpus Listesi’ güncellenmiştir. Buna göre derneğimize ulaşabilen ve tespit edebildiğimiz kadarı ile Türkiye hapishanelerinde halen 604’ü ağır hasta olmak üzere toplam bin 605 hasta mahpus bulunmaktadır. Bu sayının çok daha yüksek olduğunu özellikle belirtmek isteriz” şeklinde konuştu.   Öztürk, sağlık hakkı açısından hapishanelerde yaşanan temel sağlık sorunları şöyle sıraladı:   “* Aşırı kalabalık koğuşlar,   * Revire geç çıkarılma, revirlerden polikliniklere ve polikliniklerden 3. basamak sağlık hizmetlerine sevk işlemlerinde aylarca sıra beklenmesi,   * Yoğunluğu kaldıracak nitelik ve kapasitede sağlık hizmeti koşullarının olmaması,   * Revirlerde her zaman doktor olmaması,   * Bazı hapishanelerde güvenlik görevlilerinin kelepçeleri açmadığı ve hekimlerin de açılmasını talep etmemesi,   * Hastane sevklerinin ya geç yapılması ya da hiç yapılamaması,   * Sevklerde arama baskısı ve (özellikle astım hastalarını kötü etkileyen) tek hücreli ring araçlarıyla sevk zorlaması,   * Ağır hasta mahpusların, hastalıklarının son dönemlerine gelmelerine rağmen tahliye edilmemesi,   * Gerek hapishane revirlerinde gerek hastanelerde, hasta mahpusların gerçekten tedavi edilmeyip (ağrı kesici gibi) geçici ile belirtileri önleyici ilaçlarla baştan savılması,   * Yetersiz iaşe bedelleri,   * Isıtılmayan ve havalandırılmayan koğuşlar,   * Mahpusların gün ışığından yeterince faydalandırılmaması,   * Diyet yemeklerinin verilmemesi,   * Temiz suya erişim sorunları.”   ‘Açlık grevine son derece ciddiyetle yaklaşılması gerekir’   Öztürk, cezaevlerindeki açlık grevlerine de dikkat çekerek, “Türkiye’de hapishanelerdeki uygulamaları ya da sorunları, ceza infaz sistemindeki çarpıklıkları ya da bu sistemdeki sorunların suiistimalini protesto etmek için uzun yıllardır pek çok ölüm orucu, süresiz ve dönüşümsüz açlık grevi ya da açlık grevleri yaygınlaşmıştır. Bu türden eylemler, karşı karşıya olunan hukuksuzlukla mücadele için elde kalan son araç olarak ortaya çıkmaktadır. Ortaya çıkarabileceği sonuçlar bakımından da son derece ciddiyetle yaklaşılması gereken eylemlerdir” dedi.   ‘Tecridin kaldırılması için bir an önce adım atılması gerekiyor’   Açlık grevindeki tutsakların kaldıkları hapishanelerde düzenli sağlık kontrollerinin yapılması, protokollere uygun beslenme ihtiyaçlarının karşılanması, tıbbi bakımlarının yapılması gerektiğini vurgulayan Öztürk, “Daha önceki açlık grevi süreçlerinde de tıbbi olarak yapılacaklar ceza infaz kurumlarına iletilmiş olup bu prosedürlere uyulması sağlanmalıdır. Hapishanelerde süresiz ve dönüşümlü açlık grevi yapan mahpusların sağlıklarının tehlikeye girmemesi için ilgili kurumları hak ihlallerinin sonlandırılması ve tecridin kaldırılması için bir an önce adım atılması gerekmektedir” ifadelerini kullandı.   ‘Çocuk mahpusların genel toplamı bin 615 kişidir’   Türkiye’deki 4 çocuk eğitimevi ile 7 çocuk kapalı ceza infaz kurumunda ise 12 ile 18 yaş arasında 487’si erkek ve 10’u kız toplam 497 hükümlü çocuk, bin 77’si erkek ve 41’i kız toplam bin 118 tutuklu çocuk bulunduğu bilgisini aktaran Öztürk, “Çocuk mahpusların genel toplamı ise bin 564 erkek ve 51 kadın olmak üzere bin 615 kişidir. Ancak bu sayının belirttiğimiz gibi 12-18 yaş arasındaki çocuk mahpusları kapsadığının bir kere daha altını çizmek isteriz. Aileleri ile hapishanede kalmak zorun olan daha küçük yaştaki çocuklar bu sayıya dahil değildir. Türkiye hapishanelerinde 600 ile 650 arasında 0-6 yaş aralığında çocuk bulunmaktadır. İHD’nin bu konudaki tutumu uzun yıllardır bellidir ve ‘Çocuk Cezaevleri Kapatılsın’ sloganıyla çocuk hapishanelerinin kapatılmasından yanadır” diye konuştu.   ‘İntiharlar insan onuruna aykırılığı ortaya çıkarmaktadır’   Cezaevlerinde artan intihar vakalarına da işaret eden Öztürk konuşmasını, şu şekilde sürdürdü: “İntihar vakalarının oldukça fazla olması ve özellikle adli mahpuslar arasında yaygın olması bu mahpusların yaşamış oldukları hak ihlallerinin yoğunluğunu ve koşullarının da insan onuruna aykırılığını ortaya çıkmaktadır. Bu intihar vakalarında önleyici tedbirleri almak, intihara sürükleyen koşulları düzeltmek, şiddet vakalarına karışanlar hakkında soruşturma yürütmek ve sebepleri ortadan kaldırmak gerekmektedir. İntihara sürüklemek suçtur ve TCK madde 84/1 intihara yönlendirme suçunu düzenlemiştir. Ayrıca 3’üncü kişiler bir insanın beden bütünlüğüne zarar vermek suretiyle o kişinin yararını bozacak bir eylemde bulunamaz ve bu suçtur.   İşkenceye maruz kalan mahpusların net bir sayısı bulunmuyor   Mahpuslar şiddet, hakaret ve kötü muameleye ve hak ihlallerine maruz kalmakta, hasta olanların tedavileri aksatılmakta, iletişim ve bilgi edinme hakları engellenmektedir. Hapishanelerde sürekli ve yoğun bir biçimde yaşanan hak ihlalleri, mahpusların yaşamına ilişkin hemen her şeyin (haberleşme yasakları, hastane sevkleri, sohbet/spor haklarının kısıtlanması, temiz içme suyu ve sağlıklı/yeterli yemek verilmemesi gibi) işkence ve baskı aracı olarak kullanılması nedeniyle ‘işkenceye maruz kalan mahpusların’ net bir sayısını vermenin olanağı bulunmuyor. Ancak, Türkiye’deki tutuklu ve hükümlü sayısı kadar ‘işkence gören’ mahpus bulunduğu söylenebilir.   TİHV’e başvuran 241 kişi gözaltında çıplak aramaya maruz kalmıştır   2010 ile 2019 yılları arasında TİHV başvuran toplam 241 kişi gözaltında çıplak arama ile soyma uygulamasına maruz kaldığını belirtmiştir. Ayrıca bu kişilerden 28’i vücut boşluklarında arama yapıldığını belirtmişlerdir. Bu veriler, gözaltına alma yönetmeliğinde çıplak aramaya yönelik bir düzenlemenin bulunmadığı da düşünüldüğünde söz konusu fiilin keyfi, yaygın bir uygulama ve sadece günümüzde değil uzun yıllardır var olan ciddi bir sorun olduğuna işaret etmektedir.   Pandemi koşullarının eklenmesi ile birlikte ihlaller giderek artmıştır   Türkiye hapishanelerinde tecrit, çeşitli biçimlerde uygulanmaya devam ediyor. Başta İmralı Hapishanesi’nde uzun zamandır sürdürülen ağır tecrit ve izolasyon olmak üzere pek çok hapishanede tecrit bir cezalandırma yöntemi olarak varlığını sürdürüyor. Türkiye Hapishanelerinde uzun süredir hak ihlalleri yaşanmaktadır ve bu durum sürekli hale gelmiştir. Özellikle pandemi bahane edilerek çıkarılan 7242 sayılı infaz kanunu değişikliği ile Yıllara Göre Çıplak Arama Sayıları Vajina / Makat Araması Çıplak Arama / Soyma 34 mahpuslar bakımından infaz koşulları ağırlaştırılmış ve aleyhlerine bir durum yaratılmıştır. Pandemi koşullarının eklenmesi ile birlikte ihlaller giderek artmıştır.   Anadili Türkçe olmayan tutuklular ciddi sorunlarla karşılaşmakta   Türkiye hapishanelerinde ne yazık ki adil yargılanma hakkı kullandırılmayan pek çok mahpus bulunmaktadır. Bu mahpusların adil yargılanma hakkı tutuklu bulundukları dönemde engellendiği gibi daha sonraki dönemde de çabalarının önünün alınması şeklinde tezahür etmektedir. Özellikle anadili Türkçe olmayan tutuklu ve hükümlüler ciddi sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Savunmalarının alınmasından hüküm kurulmasına kadar bütün süreç boyunca bu sorun uygulamada aşılamamaktadır.   Türkiye’de yaşanan bu adalet krizi köklü değişiklikle mümkündür’   Türkiye’de yaşanan bu adalet krizinin çözümü ancak ve ancak ceza mevzuatında yapılacak köklü değişikliklerle mümkündür. Bu değişikliklerin de Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmeler, Avrupa 43 İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları ve içtihadı, evrensel insan hakları değerleri ile uyumlu olacak bir biçimde yapılması zorunludur.”