İnkar edilen çıplak aramaya ilişkin bir yılda 36 başvuru 2021-03-09 09:01:12     ANKARA - İktidar yetkilileri tarafından inkar edilse de İHD MYK üyesi Nilay Nayman, yalnızca 2019’da çıplak aramaya ilişkin tutsaklar tarafından 36 başvuru aldıklarını ancak tümünün takipsizlikle sonuçlandığını kaydetti.   Cezaevlerinde yaşanan insanlık dışı muameleler ve yaşanan hak ihlalleri her geçen gün artıyor. Bu ihlallerin başında da son süreçte gündeme gelen ancak yeni olmayan, “çıplak arama” işkencesi başı çekiyor. Çıplak arama işkencesini geçtiğimiz aylarda gündeme getiren HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu Uşak'ta cemaat üyeliği davasından 30’a yakın kadının gözaltına alınıp çıplak aramaya maruz kaldığını açıklamıştı. Aynı uygulama gözaltına alınan Boğaziçi Üniversite öğrencilerine uygulanırken en son HDP’nin yerine kayyım atanan önceki dönem Hakkari Eşbaşkanı Dilek Hatipoğlu darp edilerek çıplak arama işkencesine maruz kaldı.   AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin’in söz konusu uygulamayı inkar etmesi ve kadınları hedef almasına rağmen bir çok kadın bu uygulamaya maruz bırakıldığını açıkladı. Çıplak aramaya iktidardan her ne kadar itiraz edilse de İnsan Hakları Derneği (İHD) Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyesi avukat Nilay Nayman yalnızca İHD’ye gelen başvurulardan tespit edebildikleri kadarıyla, 2019’da 26 farklı cezaevinde çıplak arama uygulandığını ve bu uygulamaya ilişkin Derneğe 36 başvuru olduğunu kaydetti. Bu verilere 2020’nin dahil edilmediğini belirten Nilay, sayının daha fazla olabileceğini söyledi.   İHD MYK üyesi Nilay Nayman çıplak aramanın yasada karşılığını ve bunun tutsaklar üzerinde nasıl bir etki yarattığına ilişkin konuştuk.     * Öncelikle çıplak aramanın anayasada karşılığı var mı; yani bu durum hukuki mi?   Çıplak arama, yasal mevzuatta önce tüzükte sonra yönetmelikle düzenlenmiş bir uygulama. Yani kanunda düzenlenmemiş. Oysa çıplak arama işkence ve kötü muamele yasağı kapsamındadır ve temel hak ve özgürlükler Anayasa gereği ancak kanunla sınırlanabilir. Kanunda da böyle bir sınırlama bulunmadığından kanuni dayanağı olmayan bir uygulamadır ve Anayasaya aykırıdır. Öte yandan işkence yasağı, her koşulda yasaklanan hiçbir istisnası olmayan mutlak bir yasaktır. Anayasanın 17’inci maddesinde AİHS’in 3’üncü maddesinde düzenlenmiştir. Çıplak aramanın sona ermesi için bu uygulamanın faili olanların yargılanması gerekiyor. Etkili soruşturma ve yargılamanın yapılması gerekiyor ama maalesef biz Türkiye'de işkence suçundan bir kamu görevlisinin yargılandığını göremiyoruz.   Fiziki işkencelerde ve darp raporu bulunan durumlarda bile işkence suç duyurularımız maalesef ‘görevi kötü kullanmadan’ ya da ‘basit yaralanmadan’ iddianame düzenlenerek kovuşturuluyor. Dosyalar hükmün açıklanmasının geri bırakılması veya cezanın ertelenmesi gibi sonuçlarla kapanıyor. Yani bu suçun failleri aslında hiçbir şeklinde cezalandırılmadan ve gündelik hayatları sekteye uğramadan yaşamlarını sürdürüyorlar. Dolayısıyla yargılama amacına ulaşmamış ve bu uygulama sona ermemiş oluyor. Öte yandan buna karşı çıkan mahpuslar hakkında dosyalar açılarak “görevi yaptırmamak için direnme” suçundan cezalandırılıyor ve aynı zamanda cezaevinde iletişim, haberleşme yasağı gibi disiplin cezalarına maruz kalıyor. Yani cezaevinde bu uygulamaya maruz kalan ve karşı çıkan bir kişi şikayette bulunduğunda otomatik olarak kendisi şüpheli konumuna düşmüş oluyor. Çıplak aramaya direndiği için kendisi cezalandırılıyor ve asıl suçun failleri cezasız bırakılıyor.   * Son zamanlarda çıplak aramaya ilişkin İHD’ye başvuru oldu mu, güncel veriler mevcut mu?   “ Şu an istisnasız olarak cezaevine giren tüm mahpuslara, tutuklu hükümlü mahkûm ayırt etmeksizin çıplak arama uygulaması dayatılıyor.”   Çıplak aramaya ilişkin İHD’ye başvurular her zaman yoğundu ancak son zamanlarda gündeme gelip AKP milletvekilleri tarafından Meclis’te inkar edilip reddedilince insanlar eskiden maruz kaldıkları çıplak aramaları da anlatan mektuplar gönderdiler ve başvurular daha da arttı. Özellikle gözaltı merkezlerinde, cezaevleri girişlerinde çıplak aramaya maruz kalan çok sayıda insan var. 2020 yıllık raporumuz henüz hazır değil ancak sadece 2019’da İHD’ye toplam 26 farklı cezaevinden 36 başvuru var. Bunların hepsi de cezaevlerin girişlerinde yapılan çıplak aramaya ilişkin başvurular. Biz İHD olarak bu başvurulardan sonra Meclis İnsan Hakları Araştırma Komisyonunu bilgilendiriyoruz ve cezaevlerini ziyaret etmelerini istiyoruz. Aslında heyetlere cezaevlerinde bu uygulamaların devam edip etmediğini, aramanın nasıl gerçekleştiğini, böyle bir arama biçiminin hem mevzuata hem uluslararası normlara, en temelinde insan onuruna aykırı olduğunu anlatıp bir araştırma yapmalarını bekliyoruz. Bazı durumlarda kişilerin darp edilmeleri sonucunu doğuran ve işkenceye varan bazı durumlarda ise suç duyurularında bulunup süreci takip ediyoruz. Yine cezaevinde yaşanan bu uygulamalar için Adalet Bakanlığı’na cezaevini şikâyet edip denetim yapılmasını talep ediyoruz. Çünkü bu sistematik bir hal aldı. Şu an istisnasız olarak cezaevine giren tüm mahpuslara, tutuklu hükümlü mahkûm ayırt etmeksizin çıplak arama uygulaması dayatılıyor.   Yani bunlar spesifik bazı şüpheler üzerine güvenlik tedbiri nedeniyle uygulanan durumlar değil. Uzun zamandır çıplak arama yaygın bir şekilde uygulanıyor ancak Türkiye'de yeni yeni gündem olmaya başladı. Çıplak arama neredeyse cezaevine giren her tutukluya ve hükümlüye uygulanıyor. Bu nedenle de Adalet Bakanlığının cezaevlerinde sistematikleşen bu uygulamayı denetlemesi gerekiyor. Aslında bu durumun tüzüğe de anayasaya da aykırı olduğunu içeren başvurularımız oluyor. Ama maalesef ne Adalet Bakanlığı’ndan ne de Meclis Araştırma Komisyonu’ndan olumlu geri dönüşler alamıyoruz. Suç duyurularımız da genellikle takipsizlikle sonuçlanıyor ve Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) taşımaya çalışıyoruz.   * İHD olarak, çıplak aramaya yönelik başvuru geldiği zaman ne yapıyorsunuz süreç nasıl işliyor?     “Bizim hastalığımızı ayrıntılı bilgilerini içeren dosyalarımızı incelediklerini ve buna göre bize muamele ettiklerini düşünüyoruz. Örneğin; vücudumun bir yerinde bir rahatsızlığımız varsa orayı darp ediyorlardı ve özellikle bunu söyleyerek darp ediyorlardı.”   Öncelikle İHD, çıplak aramayı psikolojik ve cinsel bir şiddet olarak tanımlıyor. Görüştüğümüz başvurucunun çıplak arama sırasında/sonrasında fiziksel şiddete de maruz kalıp kalmadığını ve darp raporu alınıp alınmadığına bakıyoruz ve bu işkenceye karşı suç duyurusunda bulunuyoruz. Genellikle çıplak aramaya maruz kalan bir mahpus buna karşı çıktığı için darp ediliyor. Fakat çoğunlukla revirdeki doktorlardan darp raporu alınmıyor.  Mahpuslar bazen revire dahi çıkarılmıyor ya da hastaneye sevk edilmesi gereken durumlarda sevk bile edilmiyor. Bunun en son örneğini; geçen sene yeni açılan Afyon Cezaevi’nde yaşadık ve bunu Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD)  ve Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) ile ortaklaşarak kamuoyuna kapsamlı bir raporla duyurduk. Afyon Cezaevi’nde şöyle olmuştu: Yeni açılan bir cezaeviydi ve cezaevinde henüz revir yoktu, görevli bir doktor yoktu ve orada çıplak arama dayatmasına karşı çıkan tüm mahpuslar darp edildiler. Mahpuslar özellikle başvurularında bize şunu iletmişlerdi: “Bizim hastalığımızı ayrıntılı bilgilerini içeren dosyalarımızı incelediklerini ve buna göre bize muamele ettiklerini düşünüyoruz. Örneğin; vücudumun bir yerinde bir rahatsızlığımız varsa orayı darp ediyorlardı ve özellikle bunu söyleyerek darp ediyorlardı.” Mahpusların İnfaz koruma memurlarına ilişkin şikâyetleri vardı ancak darp raporları alamamışlardı. O yüzden maalesef bu işkencenin fiziksel boyutlarını ortaya çıkartamadık. Suç duyurularımız takipsizlikle sonuçlandı ve Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunduk.   *Suç duyuruları nasıl sonuçlanıyor?   Yani yapabiliyorsak delil toplamaya çalışıyoruz. Özellikle darp raporu alarak kişinin varsa darp raporunu ortaya koyup, suç duyurusunda bulunup ‘failler bulunsun, cezalandırılsın’ diyoruz ama maalesef suç duyurusunda bulunduğumuz savcı, zaten cezaevi savcısı olduğu için, cezaevinin güvenliğinden de sorumlu olduğu için tarafsız bir gözlemci sıfatı kalmıyor. Çoğu zaman savcının cezaevi yönetimini kollamaya yönelik bir tavır takındığını görüyoruz. Bu nedenle bazen kamera görüntüleri bile incelenmeden, dosyada tek kalem oynatılmadan ‘takipsizlik kararı’ veriliyor. Yani bizim araştırılmasını istediğimiz deliller toplanmıyor bile, sadece başvurucuların ifadeleri alınıyor. Tek bir infaz koruma memuru bile şüpheli konumunda olmadan, ifadesi alınmadan dosyalar kapatılıyor. Biz de hem çıplak aramanın hem sonrasındaki darp edilmenin işkence olması nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. Maddesi ve Anayasa’nın 17. Maddesi’nde düzenlenen kötü muamele ve işkence yasağını ihlal ettiği için hem de etkili bir soruşturma yürütülmediğinden etkili başvuru hakkı kapsamında AYM’ye başvurular yapıyoruz.   * Son süreçte çıplak arama uygulamasını Boğaziçi Üniversitesi’nde ‘kayyım rektöre karşı’ yapılan eylemlerde gözaltına alınan öğrencilere yönelik yapıldığını gördük. Çıplak aramada nasıl bir motivasyon var?   “Çıplak arama kişileri pasifize etmenin, korkutmanın ve devletin gücünü göstermenin bir aracı haline geldi. Cezaevinde de aynen bu amaçla uygulanıyor.”   Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin çıplak aramaya maruz kalmaları ne ilk ne de son. Çıplak arama uygulaması; kişilerin iradesini yok sayan, onu devletin gücü karşısında ezmeye çalışan, bir travma yaşatarak,  yurttaşların karşı duruşunu, muhalefetini söndürerek onu yok etmek ve kişiliksizleştirmeyi amaçlayan bir uygulama. Öğrenciler de muhalefet ettikleri için iktidarın gücüne bir noktada ‘dur’ dedikleri ve politikalarına ortak olmadıkları için; onların iradesini yok etmeye dönük bir eylem olarak karşımızda duruyor. Çıplak arama kişileri pasifize etmenin, korkutmanın ve devletin gücünü göstermenin bir aracı haline geldi. Cezaevinde de aynen bu amaçla uygulanıyor. Cezaevinde bize başvuran mahpuslar hep şunu söylüyordu: Bu uygulama ‘Hoş geldin dayağı’ şeklinde yapılıyor. Çünkü bu durum cezaevine ilk girişte infaz koruma memurları tarafından ‘cezaevine hoş geldiğin dayağı’ olarak söyleniyor. Boğaziçi Üniversite öğrencileri için de bu hal aldı. ‘Siz devletin gücüyle yarışamazsınız ve devletin gücü budur, biz istersek sizi bu hale sokarız’ diyerek, aslında öğrencilere tehdit, gözdağı ve sindirme politikası uyguluyorlar.   * İnsan onuruna aykırı bir işkence sistemi haline bürünmüş olan çıplak aranmasının bu denli yaygınlaşması nasıl değerlendiriyorsunuz?   “Bugüne kadar toplumda çıplak arama uygulanabiliyor olmasının nedeni toplumun tüm kesimlerinin karşı çıkışının güçlü olmamasıdır. Çünkü bu yeni bir uygulama değil.”   Çıplak arama uygulaması geçtiğimiz aylarda Uşak'ta Fetö davasından gözaltına alınan 20 kadına uygulanmıştı. Daha sonra Boğaziçi Üniversite öğrencilerine uygulandı. Meselenin özünde ne 20 kadın ne de öğrenciler var.  Çıplak arama maalesef uzun zamandır mevcut bir uygulama, nerdeyse polisle yüz yüze gelmiş, kapatılmış, özgürlüğünden mahrum bırakılmış her alanda bunun uygulandığını biliyoruz.  Ancak yeni yeni gündeme geliyor. İnsanlar bu durumdan utanç duymalarına rağmen artık anlatıyorlar. Tanımadığı bir kişinin hele ki bu bir devlet görevlisi ve üniformalı, karşısında çıplak kalmak, utanca neden oluyor. Söylenememesi, açıklanamaması çok normal bir durum ama bir yandan toplumda yeteri kadar karşılık bulmadığını da söylemek gerekiyor. Bunun önemli bir sebebi kişilerin ceza aldıkları, hükümlü oldukları dosyaları nedeniyle aslında sanki bu uygulamayı hak ettikleri gibi bir algı, ön yargı var. Özellikle bu muamele tutuklular için masumiyet karinesini ihlal ediyor. Bugüne kadar toplumda çıplak arama uygulanabiliyor olmasının nedeni toplumun tüm kesimlerinin karşı çıkışının güçlü olmamasıdır. Çünkü bu yeni bir uygulama değil. Sivil toplumlar kurumları, avukatlar veya tutuklu-hükümlü aileleri ile dayanışma dernekleri tarafından dile getirilmesine rağmen yıllardır bugüne kadar ses getirmediğini görüyoruz.   *Bu kadar kadının anlatımına, belgelere ve suç duyurularına rağmen iktidar kanadından bu durumun inkar edilmesinin nedeni nedir?   Çünkü bu suç ve kabul ederlerse bu suçun faili olacaklar. Artık herkes o kadar çok polisle, kollukla muhatap oldu ki yani hakkında soruşturmaya yürütülmeyen her halde çok az insan var.  O nedenle şu andaki bu yoğunluk Meclis’te ses getirmenin önemli nedenlerden biri. Tabi bunu gündeme getirmede milletvekillerin çabası önemliydi.  Ancak bu durum Meclis’te dile getirilirken inkar edildi. Özlem Zengin‘ Böyle bir şey yok, olsaydı daha önce söylerlerdi’ diyor. Yani mağdur tarafından ispatı mümkün olmayan bir olayda ispat beklenmesi çok komik. Bir tutuklunun veya hükümlünün kapatılmış alanda hiçbir delile erişemeyeceğini herkes bilir. Ayrıca bu uygulamayı gerçekleştiren devlet görevlilerinin delilleri karartma imkânı da var, en basiti kamera görüntülerine erişmek onların elinde mahpusun veya biz avukatların değil. İspat beklenmesi aslında bu durumun kabulü anlamına da geliyor, “Yapıldı ama ispat edemezsiniz” gibi bir anlam da çıkarabiliriz. Nitekim Afyon cezaeviyle ilgili yaptığımız suç duyurusunda verilen takipsizlik kararında, iddialarımız reddedilmemiş, aksine hem cezaevi idaresinin verdiği yanıtta hem savcılık kararında ‘yapılan tüm işlemlerin mevzuata uygun olduğu’ gerekçesiyle takipsizlik verildiğini gördük. Bu da çıplak aramanın mevcut olduğunu ancak suç olarak görülmediğini ortaya çıkarmaktadır.   Özlem Zengin’in bu söylemlerini bir kadın olarak utanç verici buluyorum. Kadın veya erkek fark etmez, çıplak arama insan onuruna aykırıdır.  Çünkü insanın tamamen karakterine saldıran, onu güçsüz hissettirmeye ve aslında manevi olarak onu karakterini yok etmeye çalışan bir uygulamadır. Bu nedenle sadece bedenimizin görülmesiyle ilgili bir şey değil, sadece kadınları utandıran bir uygulama değil.