İran’da başörtüsüz son 8 Mart’ın tanığı 2021-03-07 09:02:39     Gözde Çağrı Özköse-Habibe Eren   ANKARA - İran’da 1979’da başörtüsüz gidebildikleri son 8 Mart eylemine katılan ICAVI Sözcüsü Rouhi Shafii, “Neden biz İranlılar bu kadar büyük ve tarihi hata yaptık ve bizi dünyanın alay konusu yapan İslami bir rejimi iktidara getirdik?Peki neden Türkiyeliler, ülkenin rayından çıkmasına ve ülkeyi gericileştiren bir iktidarın bu kadar uzun süre iktidarda kalmasına, yurttaşlarının yaşam şekillerini değiştirmesine ve tarihi bir felakete sürüklemesine izin verdi?” diyor.   28 Aralık 2017’den beri İran’da İslam Cumhuriyeti karşıtı bir protesto ve grev dalgası gitgide yayılıyor. Bu protestolara İran işçi sınıfından kadınlar ve erkekler, özellikle genç olanlar katılıyor. Çalışanlar ve işsizler, öğrenciler, öğretmenler, sağlık sektörü işçileri, emekliler, mülksüzleştirilmişler, siyasi tutuklular ve onların aileleri, bu protesto ve grevlerin başını çekiyor. Aralarında Araplar, Kürtler, Azeriler gibi birçok ezilen ulusal azınlıklar ve Bahailer gibi zulüm gören dini gruplar da var.   İran’da kadınların protestoları yeni değil, uzun bir geçmişi var. 8 Mart 1979, Tahran’da yüz bini aşkın İranlı kadın, Ayetullah Humeyni’nin getirdiği başörtüsü yasasını protesto etmek için sokaklardaydı. Altı gün süren protestolara katılanlardan biri de Rouhi Shafii idi. Şiddete Karşı Uluslararası Koalisyon (ICAVI) Sözcüsü Rouhi Shafii, 1979 yılında var olan baskı ve şiddet ortamından dolayı ülkesini terk ederek İngiltere’ye yerleşmek zorunda kalıyor.    Rouhi ile başörtüsüz son eylemlerini ve İran’da kadın mücadelesinin geldiği noktaya ilişkin konuştuk.   *Daha önce verdiğiniz bir demeçte İran’da başörtüsüz gidebildiğiniz son 8 Mart eyleminin 1979’da olduğunu belirtmiştiniz. O günü biraz anlatır mısınız?   O günlerde bizler, laik kadınlar olarak parlak bir gelecek ve yeni bir İran konusunda umut ve özlemlerle doluyduk. Ne yazık ki Ayetullah Humeyni'nin ülkemiz için ve biz kadınlar için farklı planları vardı. İlk vaazlarında kadınlara mütevazı giysiler giymelerini ve “çıplak” gibi dışarı çıkmamalarını öğütleyerek başladı. Kadınlar olarak bu durumdan biraz telaşlandık ama yine de daha ileri gidemeyeceğine inandık. Bir hafta kadar sonra İslami bir ülkede kadınların İslami değerlere bağlı kalması gerektiğini söyledi. Bir dizi kadın aktivist bu sözlerinden dolayı rahatsız oldu ve sağda solda bazı toplanmalar, eylemler oldu. Sonunda 8 Mart 1978'de Tahran Üniversitesi’nde toplandık. Sayımız binlere ulaştı ve toplantının ön saflarında yer alanlar üniversiteden çıkarak yürüyüşe geçme kararı aldı. Planlanmış bir şey değildi. Kampüsten çıktıktan sonra sayımız daha da artmaya başladı. Ben de bir kaç arkadaşım ve başka bir kaç kadınla en öndeydim tesadüfen. Kar altında yürüyüşümüze başladık. Ne tarafa gideceğimize dair kimsenin bir fikri yoktu. Caddenin ortasında kadınlar arasında nereye gideceğimize dair bir tartışma başladı. Ayetullah Taleghani Genel Merkezi'ne doğru mu gidecektik yoksa Başbakanlık Ofisine mi? (Ayetullah Telaghani zorunlu başörtüsüne karşı ılımlı bir müslümandı) Başbakanlık ofisine gitmek isteyen grup tartışmayı kazandı ve Başbakan Bazargan'ın ofisinin olduğu Kakh Caddesi’ne doğru yürüyüşe geçtik.    Kar gittikçe şiddetleniyordu. Neredeyse 20 bin kadın ve genç kız yürüyorduk. Yürüyor ve slogan atıyorduk, "Bizi geriye götürecek bu devrimi biz yapmadık", "Özgürlük batılı da değildir doğulu da, özgürlük herkes içindir".. Başbakanlık ofisine ulaşmamız 4 saatimizi aldı. Başbakanlık ofisi bir meydandaydı ve o meydana pek çok sokak çıkıyordu. Durduk. Meydan ve çevre sokaklar kadınlarla doluydu. Çatılardaki keskin nişancıları fark ettik. Pek umursamadık. İçerden birisi 6 kadından oluşan bir heyet göndermemizi söyledi. İçeri gidenlerden birisi benim arkadaşımdı. Kadınlar içeri girdi biz de dışarıda slogan atarak onları bekledik. Biz beklerken kar da yağmaya devam ediyordu. Çok uzun bir süre bekledik. Sokaklar da meydan da yavaş yavaş boşalmaya başladı. Kadınlar çok yorulmuştu. En sonunda oradan ayrılmaya karar verdik. Akşam arkadaşımı aradım ve arkadaşım Başbakan yardımcısının onları arkadaki bir odada çarşaf giymiş bazı kadınların olduğu bir odaya götürdüğünü söyledi. Yetkili kimse yokmuş. Komite orada bu kadınlarla tartışmak zorunda kalmış ve hiç bir sonuç alamadan saatler sonra binadan çıkmak zorunda kalmışlar. Bugün, hala herhangi bir sonuç alınamadı.   *Kadınlar başörtüsü yasağı geldiğinde ne gibi bir tepki verdi? Ondan sonraki süreçte İranlı kadınların ve sizin mücadelenizden bahseder misiniz?   Başörtüsü zorunluluğu öyle bir anda gelmedi. Uzun yıllar boyunca Humeyni ve hükümeti bir adım ileri bir adım geri stratejisi ile halkın tepkisini test etti. Ne zaman güçlü bir itirazla karşılaşsalar bir adım geri attılar ve sonra tüm güçleriyle o konuya odaklandılar. Humeyni İran'ın artık bir İslam devleti olması nedeniyle kadınların sokağa 'çıplak' çıkmaması gerektiğinden bahsedip duruyordu. İlk kararname hükümet için çalışan kadınlar için geldi. Bu kadınlar tarafından reddedildi fakat zamanla, baskı arttıkça ya direnmekten vazgeçtiler, ya erken emekli oldular ya da ihraç edildiler. 1982'de başörtüsü zorunluluğu meclisten geçti ve kadınlar buna uymaya zorlandı.   *Siz nasıl ve ne zaman İran’dan ayrıldınız?   1985'te çeşitli sebeplerle İran'ı terk ettim. Bir havayolu şirketinde müdür olarak çalışıyordum. İşten çıkarıldım. Evde oturmaya başlayınca yazmaya ve çeşitli kitapları çevirmeye başladım. Bunların bir kısmı yayınlandı, bir kısmına da, tam baskıya girmek üzereyken yayınevine yapılan çeşitli baskınlarda el konuldu ve imha edildiler. Bu arada Irak ile olan savaş şiddetleniyordu ve ne zaman biteceği hiç bir şekilde öngörülebilir değildi. Tek oğlum da 14 yaşına girmek üzereydi ve bu da binlerce diğer çocukla birlikte Saddam Hüseyin'in ordusu tarafından yerleştirilen mayınları bulmak üzere cepheye gönderileceği anlamına geliyordu. Ama her şeyden önemlisi baskı atmosferi çok boğucuydu. Onlarca arkadaşım ve meslektaşım tutuklanıp hapse atılmış onlarcası da idam edilmişti.   *Ülkenizden ayrıldıktan sonra İngiltere’de mücadelenin içinde nasıl yer aldınız, neler yaptınız? İCAVİ bünyesinde neler yapıyorsunuz?   İngiltere'ye taşındığımdan beri yazarak, TV programlarında, söyleşilerde, İranlı kadınlarla çalışan örgütlerle işbirliği içinde dünyaya İran'da olan biteni anlatmaya çalışıyorum. 2009 yılında İran'da Yeşil hareket başladığında, İran dışından çok sayıda kişi koalisyonlar kurmak ve İran'daki kadınların sesi olmak için daha organize bir şekilde birlikte çalışmaya başladık. Şiddet arttıkça kadınlara ve erkeklere yönelik yaygın şiddet olgusunu aynı şekilde ele almamız gerektiğini anladık ve bu örgütü İran'da Şiddete Karşı Uluslararası Koalisyon’u (ICAVI) kurduk. O zamandan beri, hem İngiltere hem de Avrupa'daki diğer ilgili taraflarla uluslararası konferanslar düzenledik. Mecliste bir takım ortak konferanslar düzenledik. Sonuncusu Covid sınırlamalarının öncesinde gerçekleşti. Ne yazık ki web sitemiz hacklendi ve tüm dokümanlarımızı kaybettik. Şu anda elimizde yalnızca sosyal medya hesaplarımız ve kontaklarımız var.   *İran’da son süreçteki kadın mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?   Şu anda ülke içindeki kadın hareketi tek bir çatı altında mücadele etmiyor. Bireysel olarak veya başka ülkelerden kadın aktivistlerle birlikte, kadınlar durmak bilmeden çalışıyorlar. Şu anda 'namus cinayetleri'ne odaklanan bir kampanya yürüyoruz ve içeriden (İran'da yaşamakta olan) pek çok kadın kampanya için emek veriyor. Sosyal medyanın ortaya çıkışı, haklarını bilen, ne istediğini bilen ve sosyal medyayı ustaca kullanan kadın ve erkek nesillerini de ortaya çıkarmıştır. Kadınların örgütlü bir platformu yok ama milyonlarcası, haklarından bahsediyor ve baskıya çeşitli şekillerde karşı çıkıyor. Bu nedenlerden ötürü, özgür bir toplumda her insan hakkının temelinde yatan çeşitli suçlamalarla hapiste olan çok sayıda kadın var.   *Türkiye’de 18 yıllık AKP iktidarı boyunca kadına yönelik şiddet, katliam, tecavüz artarken kadın kazanımlarına yönelik ciddi bir saldırı var. Ama tüm bu saldırılara rağmen kadınlar sokakları terk etmiyor. Türkiye’deki kadın mücadelesini nasıl görüyorsunuz?   Türkiyeli kadınların mücadelelerini takip ediyorum ve çok cesur davrandıklarını düşünüyorum ve komşu ülkelerdeki diğer kadınlarla bağlantılı olur ortak bir mücadele yürütebilirsek, ülkelerimizdeki kadına yönelik her türlü şiddet ve ayrımcılığı ortadan kaldırmak için önü alınamaz bir hareket olacağımıza inanıyorum. Türkiyeli kadınların da namus cinayetleri konusundaki kampanyamızda bizle beraber çalışmalarını umuyorum. Beraber her iki ülkedeki namus cinayetlerini durdurabiliriz.   *Şili’den Hindistan’a Lübnan’a kadar 2020 yılı kadınların eylemsellikleri ile geçti. Pandemi nedeniyle sokaklar kadınlara yasaklansa da kadınlar mücadelelerinden vazgeçmediler. Sizce tüm dünyada yükselen bir kadın mücadelesi olmasının nedeni ne? Kadınlar neden isyan ediyor, ne istiyor?   Son yıllarda sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla farklı ülkelerdeki kadınların arasındaki diyaloğun değiştiğine ve kadınlar arasında evrensel bir diyaloğa dönüştüğüne inanıyorum. Kadınlar yalnız değildir ve hiç bir ülkenin içinde tecrit edilmiş durumda değildir. Kadınlar bir çırpıda birbirlerine ulaşabilir ve bu durum kadınlar için bulunmaz bir fırsat. Tüm dünyada kadınların aynı şeyi istediğine inanıyorum. Özgürlük, seçim hakkı, yaşamın her alanında eşit yurttaşlık ve insanlık onuru.   *İran’da gözaltında ve cezaevlerinde yüzlerce kadın işkenceye ve cinsel şiddete maruz kalıyor. Bu durum çeşitli sivil örgütlerinin verilerine göre Türkiye’de de oldukça yaygın. Özellikle baskıcı devletler tarafından bu muamelenin sistematikleşmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?   Maalesef İslam ülkelerinde kadınlara yönelik muamele çok daha sert, çünkü kadınlar bu ülkelerde, eşit haklara sahip eşit yurttaşlar olarak görülmüyor. İran’da yüzlerce kadın İslam Cumhuriyeti’ni kabul etmemek dışında hiç bir suç işlemedikleri halde hapishanelerde tutuluyor. Bildiğim kadarıyla aynı şey sizin ülkeniz Türkiye için de geçerli. Hükümetiniz hızla daha fazla İslamileşmeye doğru ilerlerken, kadınların durumu da daha zorlaşıyor. Umuyorum ki Türkiye, sizin de mücadelenizle, bizim olduğumuz noktaya gelmez.   *Türkiye’de son dönemde artan şiddetle birlikte kadınlar özsavunmaya geçti. Geçtiğimiz birkaç ay içinde, kadınlar hayatta kalmak için kendilerine saldıran erkeği öldürmek zorunda kaldı. Bu gibi durumlarda kadınlar müebbet hapis cezası gibi ağır cezalara çarptırılırken, erkekler takım elbise giyip ellerini önlerinde kavuşturarak kadın cinayetlerinden oldukça az cezalar alıyor ve kısa süre içinde serbest bırakılıyor. Sizce kadınların daha ağır cezalar almasının nedeni nedir?   En azından sizin ülkenizde bu kadınlar ömür boyu hapis cezası alıyorlar. Bu durumda ilerde erken tahliyeleri mümkün olabilir. İran'da kadınların tecavüze uğradığı veya saldırı tehlikesi altında olduğu ve saldırgandan kaçmak için mücadele ederken saldırganlarını öldürdükleri çok sayıda vaka yaşadık. Bu kadınların neredeyse tamamı idam edildi. Hepimizi şok eden en son dava, idam cezasına çarptırılan bir kadındı. Kendisinden önce idam edilen 17 kişinin idam edilmesi izlettirildi ve idam sehpasına gidemeden kalp krizi geçirdi ve öldü. Cesedini 'adaletin tecelli ettiğini' kanıtlamak için astılar!   Şimdi sevgili arkadaşım. Sizin sorularınızın sonuna geldik ama hala cevaplanmamış pek çok soru var. Şimdi ben size soruyorum. Neden biz İranlılar bu kadar büyük ve tarihi hata yaptık ve bizi dünyanın alay konusu yapan İslami bir rejimi iktidara getirdik? Peki, neden Türkiyeliler, Türkiye gibi laik ve AB ülkesi olmaya aday bir ülkenin rayından çıkmasına ve ülkeyi gericileştiren bir iktidarın bu kadar uzun süre iktidarda kalmasına, yurttaşlarının yaşam şekillerini değiştirmesine ve tarihi bir felakete sürüklemesine izin verdi?