Yazar Sedef Erkmen: Kürtaj meselesinde tarihsel olarak iki kırılma var 2021-02-18 09:02:13     Öznur Değer   ANKARA - 'Türkiye’de Kürtaj: AKP ve Biyopolitika' kitabının yazarı Sedef Erkmen AKP iktidarının 2012 yılından buyana fetüsün yaşam hakkını gündeme getirdiğini belirterek, “Rahim tamamen devletin, iktidarın eline geçti ve bu süreçte neler yapıp yapmayacağınıza yönelik bir denetime maruz kalmaya başlanıldı” dedi.   Dünyada birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de kürtaj sorunu çözülmediği gibi fiili yasaklarla devam ediyor. Kadir Has Üniversitesi’nin 29 Aralık 2020’de ikincisini yayımladığı “Türkiye’deki kamu hastanelerinde kürtaj hizmetleri” raporuna göre Türkiye’de 295 kamu hastanesinden 102’sinde kürtaj yapılmıyor. 1983’te 2827 sayılı “Nüfus Planlaması Yasası”na göre 10 haftaya kadar kürtaj yapılabiliyor iken, kamu hastanelerinde fiili bir yasakla kürtaj imkansız bir hale bürünüyor. “Türkiye’de Kürtaj: AKP ve Biyopolitika” kitabının yazarı Sedef Erkmen ile son yıllarda artan fiili kürtaj yasaklarına ilişkin konuştuk.   ‘Tarihsel olarak belli kırılmaları var’   Türkiye’de tarihsel olarak belli kırılmaların varlığına dikkat çeken Sedef, kürtajın 19’uncu yüzyıldan beri devletin alanına girmiş bir mevzu olduğunun altını çizdi. Sedef, kürtajın o zamandan beri kah yasaklanıp, kah yasallaştırıldığını ifade etti. Bu durumun kaynağını nüfus politikalarından, demografik ve milliyetçi endişelerden aldığını dile getiren Sedef, “Günümüzde AKP ile birlikte bu mesele farklılaştı. Şu anda bu konuya neoliberal ve muhafazakar politikalar, cinsiyetçi politikalar ve İslami referanslara sıklıkla yer veriliyor. 1983’ten beri yasal olmasına rağmen fiili bir yasak uygulanıyor. Kadir Has Üniversitesi’nin son araştırmasında rakamların daha vahim bir hale gelmeye başladığını görüyoruz. Bu rakamın yüzde 9’ken yüzde 3’e düştüğünü görüyoruz. Doktorların sıklıkla ‘Ben yapmıyorum’ deme şanslarının arttığını görüyoruz. Bu gibi sebeplerle günümüzde yasal olsa da kadınların bu hizmete erişememe sorunu olduğunu görüyoruz. Bunu besleyen başka birçok uygulama var” sözlerine yer verdi.   ‘Kürtaj yapan doktorlar fişleniyor’   Sedef, “Sağlıkta Dönüşüm Programı”nın, Aile Hekimi’nin, “Aile Planlaması” anlayışının ikinci plana itilmesinin bu algıyı beslediğini söyleyerek, aile politikalarıyla beslenen bir durumun çok katmanlı ve birbiriyle girift bir şekilde kürtaj politikalarına zemin hazırladığını kaydetti. Doktorun, “Ben yapmıyorum” demesi karşısında kadınların ne yapması gerektiği sorusuna dikkat çeken Sedef, “Yasal yol açıktır ama şu an hukuktan ne bekleyebiliriz ondan emin değilim. Bunun bu kadar açık bir şekilde söylenmesi hatta bunun desteklenmesi, aksine yapan doktorların fişlenmesi gibi bir durum söz konusu. Dolayısıyla da doktorların böyle bir durumda da çok rahat bir şekilde bundan sıyrılabileceğini hatta ve hatta bunun emsal kararlara yol açabileceğini düşünüyorum. Bu desteklenen bir şey zaten dolayısıyla bunun arkasına sırtlarını rahatlıkla yaslayabilecekleri bir zemin söz konusu” şeklinde konuştu.   ‘Kadınlar yasal süreyi bekleyemiyor’   Kadınlar açısından durumun daha zor olduğunu aktaran Sedef, kadının birçok problemle karşı karşıya kaldığını belirtti. Kadınların derdinin doktorun sözlerinin peşinden giderek hukuka taşımasının ötesinde olduğunu vurgulayan Sedef, “Bunun belli bir yasal süresi var, çok fazla bekleyemezsiniz. Hemen bir hastane ve doktor bulmanız lazım. O kadın için bunun peşine düşmek çok daha mantıklı oluyor. Başka davalardan da biliyoruz. Bu sefer süre geçiyor izin vermiyoruz diyorlar. Bunlarla ilgili AİHM’e giden davalar var. Dolayısıyla iş hep bu şekilde yürüdüğü için kadınların da bu anlamda bunun peşine düşmekten daha öte mevzuları olduğunu söyleyebilirim” dedi.     ‘Neoliberal ve muhafazakar politikaların birleşmesi kadını zorladı’   Kadına biçilmek istenen role değinen Sedef, kadının özellikle AKP dönemindeki yerine işaret etti. AKP iktidarı boyunca kadına neslin devamlılığını atfeden bir rol yüklediğini sözlerine ekleyen Sedef, şöyle konuştu: “ AKP'nin birinci dönemi uyum süreci ve yasal reformların daha fazla yapıldığı bir süreçti. 2’inci fetüs dönemden sonra biraz daha hem pronetez politikalarına geçilmeye başlandı hem de aileci politikaların yükselişe geçtiği görüldü. Ama üçüncü döneminden sonra esas olarak kadını tamamen aile içinde eritme söz konusu olmaya başladı. Bakım işlerinin tamamı kadına yüklendi, aynı zamanda esnek çalışma politikalarıyla çalışması gerekti. Bunun yanı sıra ekonomiye katkı yapması da gerekiyor. Neoliberal ve muhafazakar politikaların birleşmesi bu anlamda kadını zor bir duruma koyuyor. Bir yandan da söylemsel düzeyde yapmanız ve ya yapmamanız gereken şeyler var. Nasıl giyinmeniz gerektiğinden tutun, sokakta kahkaha atıp atmayacağınıza kadar karar verilmeye başlandı. Nasıl bir kadın? Makbul kadınlık nedir? Dediğimiz şeyin sınırlarının çok net bir şekilde çizildiğini ve bunun dışına çıkan kadının yok sayıldığı, ölüm risklerinin arttırıldığı ve yaşamaya değer bulunmadığı bir noktaya gelindi. Dolayısıyla bir makbul kadınlık söz konusu. Orada da bir sömürü kıskacıyla yaşatmak söz konusu. Bunun dışında kalanlar için de marjinalleştirme, yok sayma, yok etme değersizleştirme politikalarının tamamının olduğunu görebiliyoruz” ifadelerini kullandı.   ‘Otorite savaşlarıyla beraber bu durum değişti’   İki tarihsel kırılmadan söz eden Sedef, 19’uncu yüzyılda başlayan süreçte, iktidar mekanizmasının dönüşümüyle beraber, nüfusun çok önemli olduğunun görülmeye başlandığını kaydetti. Nüfusun sayıca üstün olmak için, ordu için ve birçok şey için her zaman önemli olduğunu dile getiren Sedef, bu süreçte iktidarın nüfustan daha fazla verim alabilmesi için ne kadar önemli olduğunun daha fazla keşfedildiğini belirtti. Sedef, “Aslında temel fark buradan çıktı. Dolayısıyla nüfusu etkileyen, onu değiştiren, dönüştüren bütün etmenler iktidarın alanına girmeye başladı. Nasıl girmeye başladı? Ceza hukukuyla beraber, tıpla beraber girmeye başladı.19’uncu yüzyıl ile beraber doğum ve kürtaj dediğimiz şey, tamamen kadının bedensel deneyimiydi. Hatta çocuk doğana kadar hamileliğin kesin olmadığı bir süreç söz konusuydu. O dönemde ebelerin tıp alanında hakimiyetleri vardı. Kadınları doğurtanlar ebelerdi. Bu risksiz ve doğal bir süreç, kadının tamamen yaşadığı bir süreç olarak algılanıyordu. Ama sonrasında, tıbbi birtakım otorite savaşlarıyla beraber bu durum değişmeye başladı” diye belirtti.   ‘Kadının bedeni ve hayatına müdahale söz konusu’   Söz konusu dönemde ebelerin çoğunun siyahi, göçmen ve kadın olduğuna işaret eden Sedef, tıp alanındaki otoritelerin ise erkek ve beyaz kişiler olduğunu söyledi. Bu işin sınıfsal bir yanı da  olduğunu dile getiren Sedef,  şöyle devam etti :“Bu birtakım komplikasyonlara sebep olabilir.  O dönem ne isteniyordu? Devletler belli nüfusların her zaman artmasını ister. Yine o dönem için de her ülke için farklı bir nüfustan bahsedebiliriz. Bu anlamda belli nüfusların artması için kürtaj da doğumla beraber bu meselenin içine girdi ve 19’uncu yüzyılda ilk mesele geldiği zaman krimizasyonu yönünde oldu. Pek çok ülkede krimizasyonu başladı bu sefer. Hamileliğin tıp otoritelerinin eline geçmesiyle beraber, devlet için önemli bir istatistik oluşmaya başladı. Kimin üreyeceği, kimin üremeyeceği, ne gibi hastalıkların olabileceği, pek çok şeyi denetleyebileceği ve yönetebileceği bir alandı. Bu anlamda da kadının bedeni ve hayatına müdahale söz konusu oldu. Bu durum 1950’lere 60’lara kadar böyle devam etti. Türkiye için de aynı şey söz konusu."   İkinci tarihsel kırılma: Fetüs   Sedef, ikinci tarihsel kırılmanın ise 1950 ve 60’larda fetüsün ortaya çıkmasıyla beraber gerçekleştiğini hatırlatarak, “O zamana kadar tamamen sizin doğurup doğurmayacağınıza yönelik bir politika yürütülüyorken, fetüsün ortaya çıkmasıyla beraber, rahminiz tamamen devletin, iktidarın eline geçti ve bu süreçte neler yapıp yapmayacağınıza yönelik bir denetime maruz kalmaya başladınız. Fetüsün yaşam hakkı söylemi ön plana çıkmaya başladı. Bu dönemde Türkiye’de dahil olmak üzere birçok ülkenin yasalarında liberal politikaların izlenmeye başlandığını görüyoruz. Kürtaj artık yasal olmaya başlıyor. Bizde ise fetüsün ön plana çıkmaya başlama meselesi AKP dönemiyle oldu. 2012’den sonra fetüsün yaşam hakkından bahsetmeye başladık. Bizde 80’lerdeki yasanın yapılma süresinde fetüsten bahsedilmiyordu, düşükten, kürtajdan kaynaklı anne ölümlerinin çokça tartışıldığı bir süreçti. Ve devlet şunu da fark etmişti. ‘Ben bunu yasakladım ama kadınlar bunu yapıyor. Dolayısıyla ben bunu yargıya da taşıyamıyorum. Benim denetimimde değil bu mesele.’ İster yasaklayın ister yasaklamayın kadınlar buna başvuruyor. Devlet, bu alanı düzenleyemediğini fark etmeye başladı. 83’teki maddeye bakarsanız, ‘Gebeliği sonlandırma devletin gözetim ve denetimi altındadır’ diye yazıyor. Aslında yaratılmak istenen şey budur” dedi.   Neden 10 hafta?   Fetüsün ön plana çıkmaya başladığından beri doktorların artık kadınların değil fetüslerin doktoru olmaya başladığını ifade eden Sedef, doktorun doğurmak isteyen hamile bir kadınla değil fetüsle, fetüsün gelişimiyle ilgilenmeye başladığını dile getirdi. Sedef, “Nüfusu ne kadar sağlıklı kılarsam, ne kadar benim işime yarayacak şekilde yönetirsem, denetlersem ondan o şekilde verim sağlayacağım mantığıyla yürüyen bir şey bu” diyerek dünyanın birçok ülkesinde kürtajın 12’inci haftaya kadar yapıldığını ancak Türkiye’de 10 haftaya kadar yapılabildiğini kaydetti. Sedef, o dönemki tartışmalarda teklifin 12 hafta olarak geldiğini ancak üstüne çok konuşulmadan 10 haftaya indirildiğini belirtti.   ‘Kadınlar gerçekten yaşamak için kürtaj oluyorlar’   “Kadınlar gerçekten yaşamak için kürtaj oluyorlar” diyen Sedef, bu meselenin Türkiye’de cinayet, haram, suç gibi bir sarmaldan kurtulamadığı için kadının hep fetüsle karşı karşıya getirildiğini aktardı. Kadınların en yalın haliyle ölmemek için kürtaj olduklarını sözlerine ekleyen Sedef, “Eğer devlet bunu sağlamazsa kürtaj olurken hayatınız tehlikeye giriyor. Kadınlar tecavüz sonucu hamile kalabiliyorlar, ensest sonucu hamile kalabiliyorlar, zorla hamile kalabiliyorlar ve bir sürü farklı sebeplerle buna maruz kalıyorlar. Bunun dışında bir kadın yaşamına sahip çıkmak istiyor olabilir, anne olmak istemiyor olabilir veya yeniden anne olmak istemiyor olabilir. Her kadının deneyimi onun için çok yaşamsal bir deneyimdir. Kadınlar tüm bu şartların ve yaşam koşullarının varlığı altında yaşamak için kürtaj olmak istiyorlar. Yaşam koşullarına sahip olmak için, yaşamın sınırında kalmamak için veya doğacak çocuklarının yaşamlarını düşündükleri için kürtaj oluyorlar. Mevcut durumda yaşadığımız her şeyi içine katarsak aslında yaşanabilir bir yaşam için kürtaj oluyorlar” diye konuştu.   ‘Yaşanabilir bir yaşam için uğraşmak istiyoruz’   Sedef, meselenin fetüsün yaşamı karşısında kadının yaşamının esas alınması gibi bir yere konulmaması gerektiğinin altını çizerek, yaşam koşullarından bahsetmek istediklerini söyledi. Bunun bir şeyin yaşam olup olmama meselesi değil, yaşanabilir olması meselesi olduğunu kaydeden Sedef, “Biz yaşam koşullarımızı istiyoruz, yaşanabilir bir yaşam için uğraşmak istiyoruz. Dolayısıyla kitapta ısrarla bunu vurgulamak istedim. Konuyu araştırırken en dikkatimi çeken şey, bu kadar defakto bir kürtaj yasağı uygulandığını bilmememdi. Bunun bu kadar vahim boyutlarda olduğunu görmek beni şaşırttı” şeklinde konuştu.