TJA 2020 kadına yönelik şiddete ilişkin tespit raporunu açıkladı 2020-12-11 15:50:10   DİYARBAKIR - TJA “Em Xwe Diparêzin” kampanyası kapsamında 2020 yılında kadına yönelik şiddete ilişkin hazırladığı tespit raporunu yayınlandı. Raporda kadınlara, çocuklara, doğaya karşı özel savaş politikalarına yer verilirken, çözüm önerilerinde de bulunuldu.   Tevgera Jinên Azad (TJA) “Em Xwe Diparêzin” kampanyası kapsamında 2020 yılında kadına yönelik şiddet üzerine bir rapor yayınlandı. Hazırlanan rapor Özgür Hukukçular Derneği (ÖHD) bürosunda basına duyuruldu. Raporu kadınlar adına TJA Sözcüsü Ayşe Gökkan okudu. Açıklamada kadınlar, “Em Xwe Diparêzin” pankartı açtı.   ‘Kadınlar seslerini duyurmaya çalışmışlardır’   Açıklamada konuşan Ayşe, raporun çok zor koşullarda hazırlandığını, raporun geniş çapta olduğunu vurgulayarak, hak ihlalleri raporlarının hükümet tarafından devlet sırı gibi korunduğunu ancak bu verilerin neden bu kadar saklandığını merak ettiklerini söyledi. Ayşe, “267 cenaze mezarlıklardan kaçırılarak kaldırımlara gömüldü. Bu şu anlama geliyor; anneler çocuklarının kemiklerini bulmak için üç yıldır bir arayış içerisindeler. Dünya da böylesi bir istatistik yoktur. Öte yandan 13 il ve ilçelerde HPG ve YJA-STAR üyelerinin mezarlıklara saldırılar var. Fakat kadınlar cenazelerini alabilmek için birçok sivil toplum kuruluşuna başvuruda bulunmuşlardır. Kadınlar çok mücadele etmişlerdir. Devletin bütün baskılarına rağmen kadınlar kadın kurumlarına başvurarak, seslerini duyurmaya çalışmışlardır” diye konuştu.   ‘Belediyeler karakollara çevrilmiş durumda’   Özel savaş politikaları ile kadınları sindirmeye çalıştıklarını söyleyen Ayşe, gerçek istatistiğin saklandığını vurgulayarak, “Bosna-Hersek’te olduğu gibi ‘bizden olmayan kadınlara tecavüz edin’ mantığı var. Öte yandan kadınlar üzerinde erke-devlet baskısı var. Bu baskılar sonucunda birçok kadın derneğine baskın yapılarak kadınlar gözaltına alındı. Devlet 80 yıl boyunca Kürdistanı hizmete layık görmedi. Ne zaman ki Kürtler bu politikalara başkaldırarak, kadınlarla beraber hareket etti. Devlet o zaman kadınlara karşı saldırılarını daha da genişletti. Ayrıca kayyımlarla beraber belediyeler karakollara çevrilmiş durumda” dedi.    Ayşe, AKP-MHP iktidarının her zaman kendilerini mağdur gösterdiklerini ifade ederek, uyguladıkları politikaların üstünü örtmeye çalıştıklarını aktardı. Ayşe, “Kürt sorunun diyalog yoluyla çözülmesi gerektiğini, gözaltların bir an önce son bulmasını, Kürtler kendi anadillerinde eğitim görebilmeli, resmi veriler sivil toplum kuruluşları ile paylaşılmalı, mültecilerin yaşadığı kamplar kadın kurumlarının ziyaretine açılmalı” diyerek önerilerde bulundu.   ‘Şüpheli ölümler araştırma yapmamıza etken olmuştur’   Açıklanan rapor şu şekilde: “Raporumuz bölgede yer alan sendika, meslek odaları ve sivil toplum örgütlerine (STÖ) gördükleri herhangi bir şiddet sonucu başvuran kadınlar, basına yansıyan verileri ve aynı zaman da TJA’lı kadınlara yönelik yapılan yargı tacizini içermektedir. Giderek artan kadına yönelik erkek şiddeti, şüpheli ölümlerin artışı ve kadın cinayetleri bu araştırmayı yapmamızdaki ana neden olmuştur. Yaşanan kadına yönelik erkek şiddeti ve kadın katliamların yaşadığımız bölgedeki tablosunu görmek açısından başlattığımız bu çalışmanın nasıl ilerleyeceği üzerinde yürütülen tartışma ile veri toplama ve gözlem tekniğine karar verilmiştir. Bölgede bulunan bütün illerdeki erkek şiddeti vakalarına, verilere bu çalışma içerisinde ulaşılmaya çalışıldı. Fakat belli başlı illere ulaşılabildi. Yer alan veriler 2020 yılının ilk 10 ayına ait basın taraması, sendika ve STK’lara başvuran verileri kapsamaktadır. Yaptığımız çalışmanın belli başlı sınırlılıklarının olmasının yanında yapılan veri toplama yöntemi ile belirlenen illerdeki kadına yönelik şiddet verilerini tam anlamı ile göstermemektedir. Kamu kurumlarına başvuran kadınların sayısını içermemekte ve kamu kurumları başvuran kadınların verilerini paylaşmamaktadır.   2 bin 520 kadın şiddet başvurusunda bulundu   Bu da aslında yaşadığımız bölgede yaşanılan şiddeti bütüncül olarak yansıtmamaktadır. Çalışmanın başlamasıyla birlikte alanda karşılaştığımız başlıca sorunlar; maruz kaldığı şiddet sonucu yaşadığı şehirde bulunan STK ve sendikalara başvuru yapan kadınların verilerinin tutulmadığı, var olan verilerin ise paylaşılmak istememesidir. Birçok örgüt kadına yönelik artan erkek şiddeti karşısında veri tutmakla birlikte özgün bir çalışmada yürütmemektedir. Bölgede iletişime geçtiğimiz birçok sendika, STK ve meslek odalar ayrıştırıcı veri tutmadıklarını, şiddet sebebiyle başvuruda bulunan kadınlar için ayrı formlarının olmadığını bildirmiştir. Bu nedenle paylaşılan veriler basın taraması ve veri tutan bir kısım sendika, STK ve meslek odalarına aittir. Sendika, meslek odaları ve STK’lara 2020 yılı içerisinde 2 bin 520 kadın gördüğü erkek şiddeti sonucu başvurmuştur. Her şiddet türü diğerini de içine alarak erkekler tarafından kadınlara uygulanmaktadır.  Şiddete maruz kalan her bir kadın sadece bir erkek tarafından değil birçok erkeğin işbirliği sonucu maruz kalmaktadır. Evde; eş, baba, erkek kardeş ya da ailedeki diğer üyeler tarafından maruz kalıyor, karakollarda ise polis işbirliği ile maruz kaldığı şiddet devam ediyor.    775 kadın sığınak talebinde bulundu   Başvuru sebebi ne olursa olsun kadınlar yoğun olarak psikolojik şiddete maruz kalmaktadır. Bu verilere baktığımızda ise; 775 kadın sığınak talebinde bulunmuş, 250 kadın ise ekonomik şiddete maruz kalmış ve yardım talebinde bulunmuş, 712 kadın gördüğü erkek şiddeti sonucu boşanma davası açmış ve 113 kadın maruz kaldığı cinsel saldırı sonrası başvuru yapmıştır. 670 kadında maruz kaldığı herhangi bir şiddet sonucu kurumlara başvuru yapmıştır. 18 yıllık faşist AKP iktidarıyla kadın kırımı binde bin 400 artış gösterdi.   60 şüpheli kadın ölümü   Kürdistan’ın kimi illerinde 2020 yılında en az 41 kadın eski eşi, erkek kardeşi, erkek arkadaşı tarafından katledilmiştir, 60 kadın şüpheli şekilde yaşamını yitirmiştir. Şüpheli kadın ölüm sayısının belli ölüm sayısının neredeyse bir buçuk katı olması bize kadınların ölüm nedenlerinin bile erkekleri koruyan toplum yapısı içinde yeterince araştırılmadığını, önemsenmediği ortaya koyuyor. Kolluk kuvvetlerinin şiddeti karşısında Kürt insanının yaşamının değersizleştirilmesi gibi erkekler karşısında da kadınların yaşamı değersiz kabul ediliyor ve şüpheli ölüm olarak kayıtlardan kendine yer bulan bir kadın katliamı yaşanıyor. Her bir kadın katliamının sadece bir erkek faili yoktur birden çok faili vardır.   İslami yaşam biçimi norm halin getiriliyor   Devletin kadın düşmanı söylemleri, ürettiği ‘erkek yanlı’ politikaları kadınların yaşamına mal olmaktadır. Erkek egemen iktidar yaratmak istediği itaatkâr toplum modeli için evde, sokakta, işyerinde kadının yaşadığı ve var olduğu tüm alanlara saldırmaktır. Bu erkek saldırısının ideolojik kültürel temelini de din sömürüsü ile İslami yaşam biçimini norm haline getirerek, erkek egemen sistemin kendisi her gün içinde yeniden ürettiği aile kurumunu İslami referanslarla aklayarak gerçekleştiriyor.    Kadınların örgütlü mücadelesi büyük ivme kazandı   Kadınların örgütlü mücadelesi son 100 yıldır büyük bir ivme kazandı ve dünyanın birçok yerinde kadınların irade, kimlik, varlık, yani ezilen cinsiyet olarak tanınmasında çok ciddi kazanımlar elde edildi. Bu kazanımlar hem erkek egemen toplumsal yapının hem kadınları korumayan yasal düzenlemelerin kabuk değiştirmesine ve kadınların maruz kaldığı şiddetin azalmasına ön ayak olan adımlardı. Fakat 21. yüzyılda şahit olduğumuz gerçeklik dünyanın birçok yerinde yine bu hakların ve kazanımların hedef haline getirilmesi oldu. Türkiye’deki mevcut iktidar da kadın kurumlarının/örgütlerinin kapatılması, kadın özgürlüğü için mücadele eden aktivistlerin gözaltına alınıp tutuklanması, özel savaş politikalarının uygulanması gibi politikalarla kadına yönelik erkek şiddeti vakalarının ve olaylarının artmasına sebebiyet vermiş, kurumların ve aktivistlerin yok edilerek şiddetle mücadele eden mekanizma ve kişilerin ortadan kaldırılmasını hedeflemiştir.   Kadınlar birçok şiddetle yüz yüze bırakılmıştır   Kadın örgütlerinin hedef haline getirilmesi doğal olarak kadın mücadelesini de derinden etkilemiştir. Kadınların şiddet durumunda başvurabilecekleri, güçlenebilecekleri mekanizmaların kapatılması, yasaklanması, illegalize edilmesi ev içi şiddet başta olmak üzere birçok şiddetle kadınları yüz yüze bırakmıştır. Bu süreç içerisinde sosyal, kültürel, ekonomik, toplumsal olarak kendilerini var edebilecekleri, toplumsal yapıya katabilecekleri mekanizmalardan uzak tutulmaya çalışmaları kadın kimliğinin görünürlüğünü de irade olarak tanınmasını da engellemiştir. Kürdistan’da da bu politikalar gözaltı ve tutuklamalar, kayyım atamaları, özel savaş politikalar kapsamında devam etmektedir.    244 TJA’lı gözlaltına alındı, 81’i tutuklandı   Gözaltı ve tutuklama son yıllarda AKP hükümetinin temel sindirme politikası olarak uygulanmaktadır. Kürdistan’da neredeyse her gün bir gözaltı ve şafak operasyonu yapılmakta her defasında kötü muamele ile insanlar polis şiddetine maruz kalarak kriminalize edilmeye çalışılmaktadır. Bu noktada çok fazla Kürt kadının da gözaltına alındığını ve tutuklandığını bilmekteyiz.  2020 tarihinde en az 244 TJA aktivisti gözaltına alındı ve 81’i tutuklandı.   Şiddetle mücadele eden kadınlar şiddete maruz bırakıldı   237 kadın hakları savunucusu ve siyasetçi bu operasyonlarda gözaltı ve tutuklamalar ile yargı tacizine maruz kalmıştır. Kadınlar; kadın barış atölyesine neden katıldınız, kadınlar barış istiyor  basın açıklamasını neden  yaptınız, mor konvoy etkinliğini neden yaptınız, 8 Mart’ı tertip etmemizdeki amaç neydi, Gülistan Doku pankartını neden taşıdınız, derneğe neden gidiyordunuz, erkeklerin bu derneğe gizli üye olduğu, adayı olduğu siyasi partinin aday tanıtım toplantısına katıldıkları gibi akıl dışı sorular sorulmuş ve örgüt üyeliğinden dava açılmış birçok kadın  tutuklanıp aylarca özgürlüklerinden mahrum bırakılmıştır. Kadınların örgütlenme, düşüncelerini yayma ve ifade özgürlüklerini kullanmaları kriminalize edilerek, şiddetle mücadele eden kadınlar şiddete maruz bırakılmıştır.   Covid-19 virüsünün yoğunluk gösterdiği ve insanların evlerinden dahi çıkmaya çekindiği zamanlarda, gece yarısı, hijyen kuralları dikkate alınmadan, kolluk görevlileri tarafından ve köpekler eşliğinde kadınların evleri basılmış (Rojbîn Çetin evi köpekle basılan bir kadın olarak gözaltına alınıp, tutuklanmasına rağmen bu konuda herhangi bir kolluk kuvveti görevlisine bir soruşturma açılmamıştır), işkence ile gözaltı ve tutuklamalar yapılmıştır. Diyarbakır’da haksızca açılan soruşturmalarda 70’li yaşlarda ve ağır kronik rahatsızlıkları bulunan Barış Anneleri Rabia Kıran ve Makbule Özbek gibi çok sayıda yaşlı ve hasta kadın günlerce gözaltında kalmış, bir kısmı tutuklanmıştır. Kadınlar ve beraberindeki küçük çocukları olmasına rağmen hatta çocukları hasta olsa dahi tutuklu yargılanmışlardır. Böbrek hastası olan Dilgeş annesi ile birlikte cezaevine girmiş, Eylem Oyunlu 10 günlük bebeği ve 2 yaşındaki kızıyla birlikte tutuklu yargılanmıştır.   Devlet şiddetinin geldiği boyutun göstergesidir   Kadınlara yönelik saldırılar her geçen gün artarak devam etmekte, özellikle de alanlarda olan kadınlara yönelik saldırılar, baskılar, gözaltılar, tutuklamalar, işkenceler her geçen gün artmaktadır. Ülkede sistematik hale gelen kadına yönelik şiddet devletin politikası haline gelmiş ve en çok direnen mücadele eden alanlardan çekilmeyen kadınlar hedef haline getirilmiştir. Cizre’de yapılan ev baskınlarında aralarında HDP ilçe Eşbaşkanı Güler Tunç ve yerine kayyım atanan belediye Eşbaşkanı Berivan Kutlu’nun gözaltında tehdit edilmeleri Güler Tunç’un eşinin ve kayınbiraderi Mehmet Tunç’un mezarını ziyaret ettiği için dava açılması, Berivan Kutlu’ya ‘Derhal ülkeyi terk et’ diye tehdit etmeleri erkek devlet şiddetinin ne boyutlara geldiğini de göstermektedir. Kadınlara yönelik düzenlenen gözaltılarda özellikle tüm mahalle sakinlerinin ya da apartmanda yaşayan kişilerin kapılarının kırarcasına çalınması ayrıca yaymak istedikleri korku ve baskı ikliminin bir sonucuydu.   Toplumda çatlak seslerin çıkmasını engellemek istiyorlar   Kadınları alandan çekmeye çalışan erkek devletin tüm yasaklamalarına, baskılarına rağmen kadınlar, alanlardan çekilmemiş ve yapılan tüm haksızlıkları, baskıları, işkenceleri en gür sesiyle haykırmış ve demokratik eşit ve özgür bir yaşam için mücadele etmekten asla vazgeçmemiştir. İnsan hakları savunucularını susturmak ve sindirmek için otoriter sistemlerde en fazla kullanılan taktik yargı tacizidir. Soruşturma ya da kovuşturma başlatmak, idari işlem ya da hukuk davası açmak gibi yöntemler ile kişiler korkutulmaya ve sindirilmeye çalışılmaktadır. Otoriterleşen ülkelerde bu durum genel olarak bütün muhalif kesimlere dönük olarak uygulanmakla birlikte Türkiye gibi çok kültürlü ülkelerde yargı tacizinin esas hedefi çoklu kimliklerinden dolayı ayrımcılığa maruz kalanlara dönük olmaktadır. Yukarıda bahsi geçen operasyonlarının Kürt kadınlarına yönelik daha yoğun yaşanmasının esas sebebi de budur. Sisteme dair esas muhalefeti yapanlar, kesişen kimliklerinden dolayı -hem Kürt hem kadın olmak- iktidarın hedefi konumundadır ve bu muhalif sesi bastırmanın yollarından birisi de olabildiğince geniş operasyonlar yaparak toplumda çatlak seslerin çıkmasını engellemektir.   Yabancısı değiliz   Sabah saatlerinde, insanlar evlerinde aileleriyle uyurken, köpeklerle ve uzun namlulu silahlarla yapılan operasyonların göz korkutmaktan başka bir amacı bulunmamaktadır. Bu insanların her biri haklarında başka birçok soruşturma ve kovuşturma olan kişilerdir ve bütün yargısal süreçlerini takip etmektedirler. Kaçma şüphelerinin olmadığı ve çağrıldıklarında ifadeye gidecekleri açıkken bu şekilde bir operasyon ile evlerinin basılmış olmasının tek gerekçesi toplumsal muhalefeti bastırmaktır. Bu taktik birçok otoriter rejim tarafından süreklileşmiş hale geldiğinden (bkz. Azerbaycan, Rusya, Ukrayna…) bu durumun yabancısı değiliz. Gerek dünyadaki diğer örnekler gerekse Türkiye örneği bahse konu yargı tacizlerinin amacını ve hedefini açıkça ortaya koymaktadır; kadın mücadelesinin geriye düşürülmek istenmesi ve kadınların evlere, erkek egemen sistemin yeniden gönderilmek istenmesidir.    Engellemeler tesadüfi değildir   Kayyımların esasında sömürge siyasetinin bir ürünü olarak var olduklarını ve Kürdistan’da bu sömürgeci zihniyetin temsilleri olarak var olduklarını çok biliyoruz. Kürt toplumsallığını parçalamaya yönelik yukarıda da görüldüğü üzere her türlü toplumsal çalışmanın engellenmeye çalışılması tesadüfi değildir. Ve özelde kadınlara yaşama alanı bırakmayan, kentin şekillenişinde söz hakkı vermeyen ve eşbaşkanlık[1] sisteminin kriminalize edilmesi ile siyasi, toplumsal iradelerini yok sayan uygulamalar kadını bin yıllara dayanan köleci zihniyetten beslenen mevcut pozisyonunda tutma girişimidir.    Kadın düşmanı yaklaşımlar   Özel bir politika olarak uygulanan kayyım sisteminin kadınların başvuracakları alanları yok sayması- daraltması, kadına yönelik şiddet politikasının olmaması, yerel güçler olarak kadınlara, çocuklara, engellilere yönelik özerk politikalar geliştirmemesi kadınların şiddete maruz kaldıklarında güçsüz kalmalarına ve hatta hayattan kopmalarına neden olmaktadır. Kadınların erkek şiddeti nedeniyle kapatılan kurumların dışında devlet kurumlarına başvurmamasının nedenleri çok açıktır. Kendi seçme iradesini yok sayan bir devletin kurumlarının kendisini ne kadar koruyacağı konusunda güvensizliği, devlet başvuru mekanizmalarının çoğunun kadını erkek şiddeti gördüğü yere geri dönmesine salık vermesi gibi kadın düşmanı bir yaklaşımın olduğu ortadadır.   48 belediyeye hukuksuzca el konuldu   Kayyım yönetimlerinden önce belediye binaları ve çevresinde herhangi bir ekstra güvenlik önlemi alınmazken şu an beton duvarlar ile bölünmüş belediyelerin bahçesinde militarist tüm araçlar ve onlarca kolluk kuvveti yerini almıştır. Dışarıdan bakıldığında daha çok karakolu andıran belediyelere giriş-çıkışlarda dahi psikolojik bir baskı ortamı yaratılmakta ve halkın hizmet almak için belediyeye gitmesi dahi bu şekilde engellenmektedir. Bu militarist ortam içerisinde kadınların belediyeye gitmesi ve şiddet durumu için yardım talep etmesi imkânsız hala gelmektedir. Belediyelerin hizmet mekânı değil, devletin gücünü göstermeye çalıştığı binalara dönüşmüş durumdadır. Kadının varlığının, iradesinin, emeğinin tanınmadığı bu anlayış erkek egemenliğinin ve erkek şiddetinin her geçen gün kışkırtılmasına kadınların görünmez kılınmasına neden olmaktadır. Bilindiği üzere; 31 Mart 2019 seçimlerinde ise 65 belediye kazanan HDP ile 65 kadın eşbaşkan olarak göreve başladı. Aynı zamanda 31 Mart 2019'da yapılan yerel seçimlerden bu yana, hükümet 65 HDP’li belediyeden 48’ine hukuksuz bir s¸ekilde el koydu. 2016 yılından itibaren belediyelere atanan kayyımlar yaklaşık 20 yıldır kadınların mücadeleler sonucundaki tüm kazanımları atandığı gibi yok saymıştır.”   2016 yılından beri uygulanan kayyımların uyguladığı kadınlara yönelik politikalar şöyle sıralandı:   "* Kadın birimlerini, kadın merkezlerini, daire başkanlıklarını ve sığınakları, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'na bağlı il müdürlüklerine bağlayarak ŞÖNİM'lere (Şiddeti İzleme ve Önleme Merkezi) teslim etmek ya da KADEM’lere tahsis etmek; bazı belediyelerde ise Sosyal İşler Müdürlüğü'ne bağlanmak,    * Bu birimlerde çalışan kadınları işten çıkarmak, ihraç etmek veya çalışmak yerine değiştirmek,    *Kadın merkezlerinin kapısına kilit vurmak,   * Kadın Merkezi'ne başvuruda bulunan kadınların dosyalarına el koymak, gizlilik hakkını ihlal etmek ve kadınların hayatlarının riske atılmasına neden olmak,    * Kadın birimlerinin yönetimine erkek memur atamak,   * Kadın merkezi binalarının AKP Kadın ve Gençlik Kolları’nın kullanımına tahsis etmek,   * Kadın Merkezleri’nin içerğini değiştirmek, evlendirme dairesi ya da Kuran kurslarına çevirmek,   * Belediyelerin web sitelerindeki kadın çalışmaları, kültürel faaliyetler ve çok dilliliği yok ederek yalnızca din, çevre ve fen işleri hizmetlerini sunmak,    * Kadınların isimlerini taşıyan parkların adını değiştirmek,    * Kreşleri kapatmak ya da anadilde hizmeti engelleyerek hizmet dilini Türkçeleştirmek,    *Kreşleri il ve ilçe müftülüklerine tahsis etmek ve Kuran kurslarını, kreş binalarına taşımak,    * Sığınma evlerini barınma evlerine dönüştürerek, şiddet gören kadınlar için tahsis edilen mekanları barınma amaçlı kullandırmak."   Kayyımların Ocak-Ağustos 2020 ayları arasında basına yansıyan icraatlarına şöyle değinildi:   "* Doğum izninde olmasına rağmen DBB kayyımı tarafından işine son verilen Sarya Yiğit Cengiz, doğum izninde olan bir kadının iş hakkının feshedilmeyeceğine dair emsal kararların olduğunu belirterek, mahkemeye başvuracaklarını söyledi.   * Sur Belediyesi’ne kayyım atanmasıyla birlikte Amîda Jîn Kadın Danışmanlık Merkezi’ne erkek müdür atandı. Tabelası indirilen merkez, işlevsizleştirilerek kahvehaneye çevrildi.   * Atanan kayyımların ilk icraatları da kadın ve kültür kurumlarını kapatmak oldu. Bu kapsamda, Van’ın Muradiye Belediyesi'ne kayyım olarak atanan Erkan Savar’ın Ayşe Şan Kadın Kitap ve Konuk Evi'nin tabelasını indirerek, kapısına kilit vurdu.   * Kayyım atanan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, koronavirüse karşı cami ve cemaatlere ait Kuran kurslarında dezenfekte çalışmaları başlatırken Meryem Ana Kilisesi ile kentin tek cemevini es geçti.   * Mardin kadın ve gençlik hizmetleri daire başkanlığına erkek müdür atandı. Kadın ve gençlik daire başkanı açığa alındı ve akabininde yüksek disiplin kurulunca memurluktan men edildi .Daire başkanlığında çalışan birçok kadın mobinge uğradı ,sürgün edildi  ve işten çıkarıldı.   * Batman Belediyesi’ne atanan kayyım, ilk is¸ olarak belediyenin web adresinden Kürtçe dil seçeneğini kaldırmak oldu.   * Koronovirüs tehlikesinin olduğu kentte kimi mahallerde sular kesilirken, kayyım yönetimindeki belediyeyi şikayeti için arayanların ise yetkililere ulaşamadığı belirtildi.   * Kayyım yönetimindeki Batman Belediyesi tarafından Kadın ve Aile Hizmetleri Müdürlüğü'ne erkek atanması kararı gelen tepkiler üzerine değiştirildi.    * Diyarbakır’ın ilk ve tek kadın parkı olan Ekin Ceren, kayyım tarafından TÜGVA’ya kiralandıktan sonra önce ismi kaldırıldı, sonra da ırkçı ve cinsiyetçi yazılamalarla çehresi değiştirildi. Merkez Kayapınar ilçe Belediyesi tarafından 2007 yılında yapılan ve Diyarbakır’ın ilk kadın parkı olma özelliği taşıyan Ekin Ceren Parkına ırkçı ve cinsiyetçi yazılamalar ile ‘ya sev ya terk et’ yazıldı.   * Diyadin Belediyesi’ne atanan kayyım, Aile ve Kadın Politikaları Müdürlüğü'ne bir erkek atadı."   Rapor şu ifadelerle devam etti:   “Uygarlık tarihi boyunca yaşanan tüm sömürü biçimlerinin, eşitsizliklerin, militarizmin ve faşizmin, kadının köleleştirilmesi fikriyatı üzerinden geliştiğini biliyoruz. Kapitalist sistem ve onun örgütleme ayağı olan ulus-devlet yapısı da kadın bedeni ve emeğinin sömürüsü üzerinden kendini geliştirmekte ve sürdürmektedir. Erkek egemen sistemin ilk sömürdüğü sınıf kadınlardır ve tarihsel olarak ilk fetih alanları kadın bedeni ve kadın dünyası olmuştur. Kadın bedeninin ele geçirilmesi, kadının kültür ve toplum ile olan bütünlüğünün kırılarak topluma hükmedilmesi kaynağını bu fetihçi zihniyetten almaktadır. Bu yüzdendir ki dünyanın her yerinde kadınlara karşı ilan edilmiş bir savaş yürütülmektedir.   Özel savaş politikası uygulanmaktadır   Erkek egemenliği ile kapitalist sistemin uyguladığı düzen tüm canlılıkları dağıtan, parçalayan, yok eden bir düzendir. Toplum belli değerler etrafında bir araya gelir; dil, kültür ve tarih bilinci toplumun ahlaki yapısını oluşturur. Toplumsallaşmanın ana yurdu olan coğrafyamızda Kürt halkının oluşturduğu ahlaki değerlere yoğun bir saldırının olduğunu görmekteyiz.  Özellikle de bu değerlerin taşıyıcısı ve koruyucusu olan kadına dönük saldırılar gün geçtikçe daha da yoğunlaşmaktadır. Kadının bedenine yapılan saldırılar, temelde kadın kültürüne genelde de bütünüyle Kürtlerin öncülüğünü yaptığı ahlaki politik topluma karşı yürütülen bir saldırıdır. Ekonomisi elinden çalınarak yoksullaştırılan Kürt halkına karşı her türlü özel savaş politikası uygulanmaktadır. Ekonomisiz bırakılarak yoksullaştırmaya, dilinden ve kültüründen uzaklaştırılmış bir Kürt halkının asimile edilmesine, kadınların fuhuş, tecavüz kültürü cenderesine alınmasına, gençlerin ajanlaştırma, uyuşturucu ile bağımlı hale getirmeye kadar, bir özel savaş taktiği, çöktürme planı iken ve Kürt halkının bu politikalara karşı dinlenemeyeceği hesaplanmaktadır.   Tecavüz bir savaş aracı olarak kullanılmaktadır   Coğrafyamızın ve dilsiz, tarihsiz kalan Kürt halkının Toplumun kültürel değerlerini ve mücadele gerçekliğini aktaracak olan gençler, sistemin en kirli yöntemi olan ajanlaştırmaya maruz kalmaktadır. Ajanlaştırmayı parayla, suça sürükleyerek ya da tehdit gibi zor aygıtları uygulayarak dayatmakta ve gençlerin kendi kimliklerine ve gerçekliklerine yabancılaşmasını sağlamaktadır. HDP Gençlik Meclisi Üyesi Büşra Kuyun Van’da gündüz vakti polislerce kaçırılmış ve ajanlaştırma dayatılmıştır. Bunu kabul etmeyen Büşra’ya bu kirli politikayı teşhir ettiği için soruşturma başlatılmış fakat fail olan polisler hakkında herhangi bir işlem yapılmamıştır. Büşra ve Büşra gibi onlarca Kürt genci bu baskı ve sindirme politikası ile karşı karşıyadır. Askeri, idari bürokrasinin de temel rol aldığı görülen kadına ve çocuğa dönük tecavüz olayları ve bu olaylarda yargının aldığı pozisyonu da ekleyince tecavüzün düzenin bir savaş aracı olarak kullanıldığını göstermektedir.   1990 yıllarında köy yakmaları, zorla yerinden etme, faili belli cinayetler, sayısızca tecavüzler gerçekleşmiş yargılanma sonucunda hiçbiri ceza almamıştır. Devletin karakolunda devletin komutanı Musa çitil Ş.A ve daha birçok kadına tecavüz etmiş ve sözde yargılanarak aklanmıştır. Ve bu politika yaşadığımız süreçte daha derinlemesine devam etmektedir. Özellikle mücadelenin yoğun oldu kentlerde. Üniformalı paramiliter güçlere sınırsız yetki veren cezasızlık kültürü kadınları aşk adı altında ve evlilik vaatleriyle kandırmakta; kendine bağlayıp tecavüz ederek kadını düşürmektedir. Özellikle son süreçte yaşanan tecavüz vakalarından, fuhuşu normalleştirmeye kadar her kirli yönelimin altında devlet-iktidar askeri güçlerinin çıkması bunu artık resmi olarak doğrulamaktadır. Dersim, Şırnak, Cizre, Amed, Batman, Ağrı, Mardin gibi illerde özel savaş yöntemleri yoğun bir şekilde uygulanmaktadır Şırnak’ta bir kız çocuğunun uzman çavuş tarafından taciz edilmesi.   Gizlilik kararı kirli politikaların devamıdır   Mardin de kayyımın Kent A.Ş.’ye atadığı polis memuru Ercan Uysaler işe alma karşılığında kadınları fuhuşa zorlaması, Dersim’de her yeri kameralarla çevrili olan bir ilde Gülistan Dokunun   bulunmaması, Batman'da İpek Er’e tecavüz eden ve intiharına neden olan uzman çavuş Musa Orhan'ın ‘hep yaptım, yine yaparım, bana bir şey olmaz’ demesi sistemin bu tecavüz kültürünü yaymaya çalışmasıyla direkt bağlantılıdır. Üniformalı paramiliter güçlerin şiddeti her geçen gün derinleşerek artmaktadır. En son Batman’ın Gerçüş ilçesine bağlı bir köyde 15 yaşında bir çocuğun, karın ağrısı şikayetiyle gittiği hastanede gebe olduğu ve tecavüze uğradığı, olaya ilişkin çocuğun şikayeti üzerine aynı köyden iki erkeğin tutuklandığı ve soruşturmanın genişletildiği soruşturma kapsamında, cinsel istismar ve fuhuş iddiası ile aralarında uzman çavuş, polis ve korucuların da bulunduğu 27 erkeğin ismi geçmektedir. Olay akabinde yayın yasağı ve dosyaya gizlilik kararı getirilmesi bu politikaların devamıdır.   Tecavüzün üstü örtülmeye çalışıyor   Ayrıca olayın faillerinin tek tek açığa çıkarılması gerekirken, olayı haber yapan kadın muhabirlerin önü özel hareket tarafından kesilmiş, ‘kimsin, niye buradasın, neyi araştırıyorsun, ilçeye neden geldiniz’ gibi sorular yöneltilerek kadın gazeteciler fiziki takibe alınmıştır ve olayı açığa çıkaran Jinnews kadın haber ajansına erişim engeli getirilmiştir[2]. Konuyla ilgili topluma bilgi verilip soruşturmanın şeffaf yürütülmesi ilk yapılması gereken iken, olayı açığa çıkaranların cezalandırılmaya çalışılması tecavüzün üstünün örtülmeye çalışılmasıdır. Devletin cezasızlık sisteminin yarattığı önemli örneklerden biridir Musa Orhan’ın örneği. Av. Eren Keskin’in 'bu kadar yıldır çalışıyorum daha bir tane üniformalı tecavüzcünün yargılanıp tutuklandığını görmedim’ ifadeleri olayın iç yüzünün ne kadar derin olduğunu da göstermektedir.   Kürdistan’da doğa katliamla karşı karşıyadır   Savaşlar sebebiyle yakılan ormanlar, barajlar bahanesiyle yok edilen tarihi kentler özel savaşın sonuçları olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle son süreçte yaşanan salgın durumu ile beraber halkın evlerde kalmasını fırsat bilen AKP-MHP iktidarı genel olarak Türkiye’de ve özelde Kürdistan’da doğa ekolojik katliamla karşı karşıyadır. Dersim’ de özel olarak inanç merkezlerinin, köylerin taş ocaklarına, ya da Munzur Gözeleri gibi peyzaja açılması, yine Zilan Deresi’ne yapılmak istenen HES’ler, Hasankeyf’in yıkılarak baraja çevrilmesi ve tarihinin yok edilmesi, bunun yanında son günlerde adından çokça bahsettiren Cudi’de asker eliyle çıkartılan yangınlar ve özellikle yanan her ormandan sonra alanın karekol ve kalekol yapılıp askerileştirilip, insansızlaştırılması, hafızasızlaştırma, Kürdistan’ı boşaltma özel savaşın bir sonucudur.. Toprağından uzaklaştırılıp mülteci haline getirilen Kürt’lerin tarihsel bilincinden de uzaklaşması amaçlanmıştır. Bunun yansıması olarak faşizmi, ırkçılığı körükleyerek kendi topraklarında tarım yapamayan ve Batı illerine giden Kürt işçilerini en düşük ücretle çalıştırarak emeklerini sömürerek ve Sakarya’daki olayda da gördüğümüz gibi işçilere saldırarak linç etme girişimleri yaşanmaktadır.”   TJA, şiddetin çözümsüzlük getirdiğini belirterek şu önerilerde bulundu:   "* Kürt sorununun güvenlik politikaları kapsamında ele alınması bir an önce durdurulmalı ve çözüm için yeniden girişimler olmalıdır.   * Kadınlar başta olmak üzere Kürtlere, muhaliflere yönelik gözaltı ve baskı politikalarına bir an önce son verilmelidir.   * Başta kolluk kuvvetleri olmak üzere, kadınlara yönelik uygulanan her türlü şiddette failin cezasızlık ile ödüllendirilmesi politikası bitirilmelidir.    * Kapatılan kadın derneklerinin ve kayyımların ve kadın kurumlarının kadına yönelik şiddeti arttırdığı ve kadınların başvurabileceği toplumsal yaşama katılabileceği mekanların kalmadığı göz önüne alınarak bu politikalara derhal son verilmelidir.   * Eşbaşkanlık sisteminin kadınların yaşamın içerisinde eşit temsiliyetinin inşa edilmesi ve varlıklarının-emeklerinin-iradelerinin görünür kılınmasının temel politikalarından biri olduğu kabul edilmeli ve yasal olarak tanınmalıdır.   * Tartışmaya açılan İstanbul Sözleşmesi, TCK 103 ve 6284 No’lu Yasa amasız-fakatsız uygulanmalı, yaşamın her alanında toplumsal cinsiyet eşitliği için etkin politikalar uygulanmalıdır.   * Kürtçe anadil kabul edilmelidir. Eğitim, sağlık, kültür gibi her alanda uygulanması için politikalar geliştirilmelidir.   * BARO’ların, STK’ların, Meslek Odalarının kadına yönelik şiddet ile ilgili ayrıştırıcı veri tutmaları ve bu verileri kadın örgütleri ile paylaşması."