Leyla Güven: Abdullah Öcalan'ın düşüncelerinin dışarıya yayılmasını istemiyorlar 2020-11-06 09:07:06   Safiye Alağaş   DİYARBAKIR - PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecride karşı 8 Kasım 2018’de başlattığı açlık grevi eylemine binlerce kişinin dahil olduğunu hatırlatan DTK Eşbaşkanı Leyla Güven, bu eyleme kadınların öncülük ettiğini söyledi. Leyla, “Abdullah Öcalan'ın düşüncelerinin dışarıya yayılmasını istemiyorlar. Sayın Öcalan artık özgürlüğüne kavuşması ve halkın içerisinde olması gerekiyor” dedi.    PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik ağırlaştırılmış tecride karşı Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’nde bulunan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Tevgera Jinên Azad (TJA) aktivisti Leyla Güven, hakkında açılan davanın 7 Kasım 2018’de görülen üçüncü duruşması görülmüştü. Leyla bu duruşmaya kelepçeli uygulamayı reddettiği için Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla bağlanmıştı. Leyla mahkemede, “Ben siyasette PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın kadının siyasette yer alması perspektifinden esinlenerek aktif olarak yer aldım. Bugün Sayın Öcalan üzerindeki tecrit sadece bir kişiye değil, bir halka uygulanıyor. Tecrit bir insanlık suçudur. Ben de bu halkın bir parçası olarak, Sayın Öcalan üzerindeki tecridi protesto etmek amacıyla süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemine başlıyorum. Bundan sonra mahkemeye hiç bir savunma yapmayacağım. Yargı hukuksuz kararlarına son verene kadar ve tecrit kaldırılana kadar eylemime devam edeceğim. Gerekirse eylemimi ölüm orucuna da dönüştüreceğim” demişti.    3 bin 500’e yakın tutsak açlık grevine dahil oldu   Leyla açıkladığı kararının ardından 8 Kasım 2018 günü süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başlamıştı. Leyla açlık grevi süreci boyunca “Tecrit sonlanmadıkça eylemim sürecek” demişti. Açlık grevi eylemine 16 Aralık 2018’de çok sayıda PKK ve PAJK’lı tutsak da dahil oldu. Aralıklı süreçler içerisinde katılımların olduğu eyleme, en son Mart ayı ile beraber toplamda 3 bin 500’e yakın tutsak dahil oldu. Öte yandan HDP milletvekilleri Dersim Dağ, Tayip Temel ve Murat Sarısaç da 3 Mart'ta partilerinin Diyarbakır İl Örgütü binasında eyleme dahil olmuştu. Sürecin işletilmemesine tepki gösteren toplamda 30 tutsak da, 3 mevsim sürdürülen açlık grevi eylemlerini 30 Nisan ve 10 Mayıs itibari ile bir üst aşamaya taşıyarak "ölüm orucuna" başlamıştı.    8 kişi protesto eylemiyle yaşamını sonlandırdı   Tecridi protesto etmek amacıyla Almanya'nın Krefeld kentinde 20 Şubat tarihinde mahkeme önünde bedenini ateşe veren Uğur Şakar, tedavi gördüğü hastanede 22 Mart'ta yaşamını yitirmişti. Zülküf Gezen (33) 17 Mart'ta Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Cezaevi'nde, Ayten Beçet (24) 23 Mart'ta Gebze Kadın Kapalı Cezaevi'nde, Zehra Sağlam (23) 24 Mart'ta Oltu T Tipi Kapalı Cezaevi'nde, Medya Çınar (24) 25 Mart'ta Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi'nde, Yonca Akici 9 Mart'ta Şakran Kadın Kapalı Cezaevi'nde, Siraç Yüksek, 2 Nisan'da Osmaniye 2 No'lu T Tipi Kapalı Cezaevi'nde, Mahsum Pamay ise 5 Nisan'da Elazığ 1 No'lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde tecridi protesto eylemi sonucu yaşamını yitirmişti.    Kritik aşamaya ulaşan eylemlerin ardından görüşme sağlandı   12 Ocak 2019’da açlık grevlerinin kritik aşamayı geçmesi karşısında ikilemde kalan iktidar Abdullah Öcalan ile kardeşi Mehmet Öcalan’ı görüştürmüştü. Görüşmenin ardından tutsaklar ve Leyla bu görüşmenin eylemi kırmaya dönük olduğunu kaydederek, eylemlerini sürdüreceklerinin altını çizmişti. 2 Mayıs’ta ise 8 yılın ardından ilk kez Abdullah Öcalan’ın avukatlarının yaptığı görüş başvurusu kabul edilmişti. Abdullah Öcalan avukatları aracılığıyla kamuoyuna hitaben 7 maddelik bir deklarasyon sunmuş bu deklarasyon ise 6 Mayıs’ta avukatlar aracılığıyla kamuoyu ile paylaşılmıştı. Tutsaklar ve Leyla tecridin kırılmadığını ve bir kereliğe mahsus bir görüşmeyle eylemlerini sonlandırmayacaklarını tekrardan kamuoyuna duyurmuştu. Son olarak 22 Mayıs’ta yeniden Abdullah Öcalan ile görüşen avukatları eylemin sonlandırılması kararını grevde olan 3 HDP’li ve Leyla Güven’e iletmişti. 26 Mayıs’ta Dersim Dağ, Tayyip Temel ile Murat Sarısaç HDP İl binasında PKK ve PAJK’lı tutsakların mesajını kamuoyuna açıklarken, Abdullah Öcalan’ın gönderdiği mesajda avukatları tarafından okunmuştu. Eylem yapılan açıklamalar ışığında tutsakların ve Leyla’nın eylemi sonlandırma kararının ardından biterken, tutsaklar ve Leyla Güven hastaneye kaldırılarak tedavi altına alınmıştı.     Leyla, açlık grevi eylemi sürecinde yaşananları, Abdullah Öcalan’ın rolünü ve sonrasında iktidarın siyasi tavrına dair değerlendirmelerde bulundu.     'Demokrasi askıya alınmıştı'   Açlık grevi eyleminden önceki siyasi atmosferi değerlendiren Leyla, Türkiye’de demokrasinin askıya alındığı, iç ve dışta ciddi sorunların yaşandığı bir süreç olduğunu kaydetti. Özellikle Kürtlere yönelik politikaların her geçen gün sertleştiğini belirten Leyla, Rojava’ya yapılacak müdahalelerin de gündemde olduğu bir süreç olduğuna işaret etti. Leyla, öte yandan milletvekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığını, çoğu Kürt siyasetçinin tutuklandığı, belediyelere kayyım atandığı, her gün yurttaşlara yönelik saldırıların ve baskıların ağırlaştığını ekleyerek, böyle bir dönemde Kürt kadın siyasetçi olarak neler yapması gerektiğinin yoğunlaşmasını yaşadığını ifade etti.   Kürt siyasetçiler olarak her şeye rağmen mücadeleden geri durmadıklarını söyleyerek, DTK’nin çalışmalarının da kriminalize edildiğini ekledi. Leyla, yaşanan süreci şu sözlerle anlatmaya devam etti: “Delegelerimize hukuksuzca cezalar veriliyordu. Tam da öyle bir süreçte MHP-AKP iktidarı Efrîn’e müdahaleyi ciddi ciddi gündemlerine aldılar. Bunun karşısında bizler de siyasi parti ve sivil toplum kurumlarıyla birlikte HDP Diyarbakır il binası önünde bir basın toplantısı yapmak istedik. Bu açıklamaya çok sert müdahale edildi. Yani bizim kapıdan dahi çıkışımıza bile izin verilmedi. 2 gün sonra Efrîn'e girdiler. Efrîn'den Efrîn'lileri çıkarıp yerine  ÖSO çetelerini yerleştirdiler. Bunları da hepimizin gözleri önünde yaptılar. Kürt siyasetçileri olarak elimizden geldiğince bu politikalara karşı sesimizi yükseltmeye çalışıyorduk. Tam da öyle bir süreçte benim için bir soruşturma başlatıldı. Diyarbakır Cumhuriyet savcısının başlattığı soruşturma kapsamında  2 gün sonra gözaltına alındım. 11 gün gözaltında kaldıktan sonra tutuklanıp cezaevine gönderildim.”   'Akla ilk gelen şey Sayın Öcalan'ın rolü'   Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nin Esat Oktay’ın katliamcı politikası ve işkenceleriyle akıllara geldiğini hatırlatan Leyla, ancak aynı zamanda Kürtlerin burada gösterdiği direnişin de hafızalardan silinmediğini kaydetti. Diyarbakır cezaevine götürüldüğünde dışarıda yaşananların muhasebesini yaptığını vurgulayan Leyla, “Siyasetçiler olarak ne yapabiliriz? Bu akışı nasıl değiştirebiliriz?” gibi birçok şeyi düşünmek durumunda kaldığını söyledi.   Leyla, şu ifadelere yer verdi: “Çünkü bir darbe girişimi olmuş. Bir çöktürme planlanmış. Kentler talan edilmiş, yakıp, yıkılmıştı. Kuşkusuz akla ilk gelen şey Sayın Öcalan’ın rolüdür. Sayın Öcalan bugüne kadarki pratiği ile tutumuyla, geliştirdiği barış projeleriyle ve öngörülü siyasetiyle birçok konuda ilk akla gelen bir isimdir. Ancak Sayın Öcalan ağır bir tecrit altındaydı. Rolünü oynayabilmesi için önce tecridin kalkması gerekiyordu. İşte bu ruh halindeyken Türkiye'de bir seçim süreci yaşandı. Bu seçimde Hakkari’de milletvekili adayı gösterildim ve seçildim. Dolayısıyla var olan kimliklerime bir kimlik daha eklenmiş oldu. Artık hem DTK eşbaşkanıydım hem de Hakkari milletvekiliydim. Aynı zamanda bir Kürt kadınıyım, bir siyasetçiyim, anneyim birçok kimliğim var. İşte bütün bu kimlikleri göz önüne getirdiğimde evet benim bir şeyler yapmam gerekiyor dedim. Bir yoğunlaşma yaşadım. Bu yoğunlaşma içerisinde her gün planlar kurdum. Bu kadar Sayın Öcalan'a yönelik bütün tecrit ve komploya karşı eylem yapanlar hep gençler oldu. Bu defa bu işi gençlere bırakmayalım dedim. Ben bir Kürt siyasetçi olarak bir kadın olarak, elimdeki kimliklerle birlikte tecridin ortadan kalkması için bir şeyler yapmalıydım. Bu konuda bir kararlaşmaya gittim. Uzun süreli bir yoğunlaşmaydı. Bu kararlaşmada da mahkemede bu konuda açıklama yapacağımı kararlaştırdım. 7 Kasım’a gelindi ve eylem kararını da böyle aldım."   'Ne olmuştu bu zindanda?'   Açlık grevi eylemi kararı almasında bulunduğu mekanın çok ciddi bir etkisi olduğunu dile getiren Leyla, "Tutuklandığımda 40 yıl öncesi aklıma geldi. Ne olmuştu bu zindanda? Bu duvarlar nelere şahitlik etti? Sakine Cansız buradayken nasıl bir tutum sergiledi? Kemaller, Hayriler, Mazlumlar, dörtler orada gelişen bütün önemli ve tarihsel direnişler nasıl yaşandı? Bu duvarların keşke dili olsa da anlatsa.  Başka bir cezaevinde olsaydım aynı kararı verir miydim bundan çok emin değildim. Ama ben şunu çok rahatlıkla ifade edebilirim. Ben gözümü kapattığımda o duvarların içerisinden birçok arkadaş adeta ziyaretime geliyordu. Adeta süreci beraber tartışıyorduk. Ne olacak gidişat nereye gidecek? Heval Sakine Cansız’ı sık sık görüyordum. Onun o dönemki direnişi aklımdaydı. Hep açlık grevi eyleminin denenmiş bir durum olduğunu düşündüm. Evet, tutsak olabiliriz, bizi fiziken hapsetmiş olabilirler. Ama bizim de kullanabileceğimiz bir silahımız var. O silah da bedenimizdir. ‘Bununla büyük bir şey söyleyebilir, ses çıkarabiliriz’  diyordum. O açıdan Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nin bu kararı almamda ve bu eylemi başlatmam ve sürdürmemde çok büyük bir etkisi oldu" diye konuştu.   ‘Tek başına değilsin'   Mahkeme gününe kadar eylem kararını kimse ile paylaşmadığını vurgulayan Leyla, eylemi tek başına sürdürmek istediğini ifade etti. "’Ben başladım dolayısıyla ben götüreceğim. Bu uğurda birine bir şey olacaksa bu ben olmalıyım’ dedim. Tabi benim planladığım gibi olmadı. 38 gün sonra ilk gruplar süresiz dönüşümsüz açlık grevine başladı. Daha sonra ölüm oruçları ile devam etti. Ardından fedai eylemler gerçekleşti" diyen Leyla bunların yaşanabileceğini ön göremediğini dile getirdi.   Leyla şöyle devam etti: “’Benimle sınırlı kalabilir’ dedim. Çünkü bireysel başlattım. Bir Kürt siyasetçi olarak böyle bir sorumluluğumun olduğunu düşünüyorum. Bu halka karşı bir sorumluluğum var. Bir hakkım var bunu kullanmak istiyorum dedim ve böyle başladım. Özellikle fedai eylemleri öngöremediğim için çok etkilendim. Grev süresi boyunca 200 günlük maratonda, beni en çok etkileyen şey ölüm oruçlarına başlayan arkadaşlar ardından fedai eylemleri yapan arkadaşlar oldu. Bu durum çok zorlayıcıydı. Fedai eylemler yapıldıkça ben bir kez daha anladım evet bu mücadelede bir eyleme tek başına başlayabilirsin ama sürdürürken tek başına değilsin. Aynı zamanda şunu anladım; Sayın Öcalan'a yönelik tecridin kalkması talebinin aslında milyonların talebi olduğunu görebildim. Bilmiyor değildim ama bu kadar kısa sürede ve bu kadar moral ve motivasyonla başlayıp evet işte hepimizin içinden geçen bu diyebildik. Herkes bu konudaki hassasiyetini ortaya koymuş oldu.”   'Anneler sembol oldu'   Basın yayın organlarını cezaevinde takip etme şanslarının olmadığını söyleyen Leyla, eylemin dışarıda nasıl bir etki yarattığını takip edemediklerini belirtti. Ancak görüş günleri gelen ziyaretçiler ya da avukatlar aracılığı bilgi alamadıklarını sözlerine ekleyen Leyla, eylemin ilk haftalarında tepkilerin yeterli olmadığını ifade etti. Ancak daha sonrasında açlık grevi süreci uzadıkça toplumun tepkisinin görülmeye başladığını kaydeden Leyla, “Geçmiş açlık grevleri eylemlerinde de süreç böyle ilerliyordu. Başlarda sessizlik hakim oluyordu. Bu konuda bir şey söylemek isteyeni ise polis ve yargı anında susturmaya çalışıyordu” dedi. Özelde tutsak anneleri, barış anneleri olmak üzere kadınların her gün alanda olduğunu söyleyen Leyla, “Beyaz tülbentleriyle alanlarda sembol haline geldiler. Polislerin annelere uyguladığı şiddet Kürt halkının hafızasına kazındı. Şiddete rağmen her gün aynı saatte, aynı kararlılıkla alanlara çıkıyorlardı. Bunu toplum görüyordu. Anneler toplumun vicdanıdır. Anneler dışarıda, polis ablukasında ve toplum bunu izliyor. Bu diğer kesim ve herkesin zoruna giden bir durum oldu" diye belirtti.   'Eylemi bırakmamız için Mehmet Öcalan ile görüştürüldü'   Eylem yavaş yavaş kamuoyunda gündemleşirken Mehmet Öcalan'ın 12 Ocak 2019 tarihinde Abdullah Öcalan ile görüştürüldüğüne işaret eden Leyla bu görüşmenin amacını ise şu sözlerle değerlendirdi: "Devlet tarafından bir adım gibi bize sunulmaya çalışıldı. 'Tamam, Mehmet abisi gitti durumu iyiymiş artık bırakır açlık grevini' gibi yaklaşıldı. Biz anında cevabımızı verdik. Bizim talebimiz bu değildi. 8 yıl hukuksuzca devam eden avukat görüşü yasağının kalkmasını istiyorduk. Avukat görüşü yapılmadan asla grevi bırakmayacağımızı söyledik. Hatta cumhuriyet başsavcısı cezaevine gelip 'Görüşme oldu Leyla hanım bırakmayacak mısınız?' diye sorduğunda biz aslında bu girişimin bizim eylemi bırakmamıza dönük olduğunu anladık. Bu sırada eylem dünyaya yayılıyordu. Dünyada duymayanlarda duydu ki Sayın Öcalan ağır tecrit altında. Önemli şahsiyetler tecride karşı söz söylediler. 50 Nobel ödüllü şahsiyetler tecridi kabul etmediklerini ve Sayın Öcalan'ın özgür olması gerektiğini söylediler. Bize birçok yerden mektuplar geldi. Birebir ziyaret edenler oldu. Bunların hepsi olunca ben ‘evet bu iş kesinlikle nihayete erecek’ dedim. ‘Başaracağız’ dedim.”   'Tecridi kaldıran 9 arkadaşımız oldu’   Tecride karşı 9 kişinin yaşamına son vermesi onu en çok etkileyen süreçler olduğunu dile getiren Leyla, “Onlarla beraber başarmak istiyorduk. İlk amacımız tecridin kırılması, ikincisi ise kayıp vermeden bu süreci bitirebilmekti” diye aktardı. Leyla, yaşamına son veren 9 kişinin tecridi kırdığının altını çizerek, “Asıl onlar başardı. Sokakta direnenlerin ve onların zaferiydi. Onları saygı ve minnetle anıyorum. Elbette bu uğurda ölebileceğimizi bilerek hesaplayarak yola çıkmıştık. Artık zorda olan devletin kendisiydi. Ya bu görüşmeleri yapacaktı ya da cezaevinden onlarca cenazenin çıkmasıyla yerin dibine batacaktı. Tarihin karanlığına gömülecekti. Bunu fark ettiler ve Adalet Bakanı 82 milyon insanın duyabileceği bir şekilde 'Avukat yasağı kaldırıldı bundan sonra Sayın Öcalan avukatlarıyla görüşme yapabilir' dedi. Bu bizim açımızdan son derece önemliydi. Çünkü halk bu işin hakemidir. Daha sonrada görüşmeler oldu. Sayın Öcalan görüşmeler sırasında eylemimizi değerli bulduğunu belirtti. Ama onun tasvip etmediği bir eylem biçimiydi. Geçmişten bu yana kabul etmediğini eleştiri alacağımızı biliyorduk. Dolayısıyla biz bu eylemi onunda talebiyle birlikte değerlendirip sonlandırdık” sözlerine yer verdi.   'İmralı'da başka bir hukuk mu uygulanıyor?’   Açlık grevi eylemlerinden sonra tecridin yeniden devreye girdiğini vurgulayan Leyla çözüm sürecinde sürekli görüşmelerin olduğunu herhangi teknik sorunun olmadığını hatırlattı. Devletin isterse her zaman İmralı Adası’na ulaşabileceğinin altını çizen Leyla, "İmralı Adası'nın statüsü nedir? Neden oraya ayrı bir hukuk uygulanıyor? 'İmralı özel bir statüdedir ve biz orada başka bir hukuk uyguluyoruz deseler' biz bunu anlayacağız ve bunun karşısında mücadele edeceğiz. Ama böyle de denilmiyor genel hukuk içerisinde ifade ediliyor. Genel hukuk herkese başka mı işliyor? Sayın Öcalan ve adada bulunan 3 arkadaşımız için başka mı işliyor? Defalarca Asrın Hukuk Bürosu başta olmak üzere avukatlar, uluslararası kurum ve kuruluşlara başvuruda bulundular. CPT defalarca geldi İmralı koşullarını yerinde gördü. CPT her defasında raporunu yıllar sonra açıkladı. Bunlar sürekli kendisini tekrar eden olgular oldu" şeklinde ifade etti.   'Düşüncelerinin dışarıya çıkmasını engellemeye çalışıyorlar'   Devletin Abdullah Öcalan'ın fikirlerinden çekindiğini belirten Leyla, sözlerini şöyle sürdürdü: "Çünkü onun fikirleri daha aydınlatıcı, demokratik, katılımcı ve toplum tarafından kabul gören düşünceler. Kitapları dünya çapında ciddi anlamda okunuyor, araştırılıyor. Kimi üniversitelerde ders kitapları olarak okutuluyor. Demokratik ulus modeli dünyaya uygulanabilecek bir modeldir. İmralı'da tecrit edilen şey aslında düşüncesinin kendisidir. Düşüncelerinin dışarıya çıkmasını engellemeye çalışıyorlar. Her iktidar kendi döneminde çıkmasını istemiyor. Biliyor ki o düşünce kendi düşüncesini kat be kat aşan bir düşünce. Çekindikleri şey onun düşüncesi, zihniyeti ve yarattığı paradigmadır. Fiziken tutsak ettiğiniz bir şahıs ama onun düşünceleri milyonları etkiliyor. Düşünceleri zaten paylaşıldı ve yayılmış durumda. Burada hukuksuzluk yapılıyor. Kendi anayasalarını dahi çiğniyorlar. Uluslararası kurumlar tamamen menfaat ve çıkarları doğrultusunda hareket ediyorlar. CPT sadece açıklama yapıyor. Sadece açıklama yapmakla olmuyor.”   'Türkiye halkları da bu savaştan muzdariptir’   Devletin tamamen çatışmalı bir ortama geri dönmek istediğinin altını çizen Leyla şunlara dikkat çekti: "İçte sivil siyasetle mücadele. Dışta her gün yeni bir çatışma yaşanıyor. Sürekli nasıl her tarafı işgal edeceğinin planlarını yapıyor. Şimdi tecrit kalksa Sayın Öcalan konuşsa birçok şey değişecektir. Onlar da bunu bildikleri için tecridi sürekli ağırlaştırmaya çalışıyorlar. Bununla sonuç almaya çalışıyorlar. Ama sonuç alamayacaklar. 21 yıl önce bitirmek istediler, başaramadılar. Aradan geçen 21 yıl boyunca hiçbir şey eksilmedi. Aksine fazlalaştı. Ne ölümler durdu, ne savaş durdu, ne demokratik anlamda bir gelişme oldu. Demek ki bu yöntemle hiçbir şey olmuyor. İktidar halkların lehine kendisine yeni bir yol belirlemeli. Çünkü Türkiye halkı da bu savaştan muzdariptir. Hakikaten birlikte yaşamak isteyen herkes bu işten rahatsızdır. Gerçek anlamda demokrasiyi geliştirip bu çerçevede çözmek lazım."   'Eyleme kadınlar öncülük etti'   Kürt kadınları olarak tecrit politikalarını başından beri asla kabul etmediklerini ifade eden Leyla kadınlar olarak da her alanda erkek egemen zihniyet tarafından tecrit edildiklerini söyledi. Bu nedenle kadınlar olarak tecridi çok iyi bildiklerini belirten Leyla, "Sayın Öcalan'a uygulanan tecridi kendimize uygulanmış olarak görüyoruz. Diğer bir yandan bizler onun perspektifiyle kendimizi tanıdık. Bugün siyasette söz söyleyebiliyorsak onun geliştirdiği kadın özgürlükçü paradigma sayesindedir. Bir kadın olarak ben ilk adımı attım. Ama binlerce kadın arkadaşım bu kervana katıldı. Eyleme kadınlar öncülük etti. Toplumun değişiminin kadınların öncülüğünde olabileceğini bir kez daha anladık. Bu süreçte emeği geçen herkes değerlidir. Ne yazık ki bitmedi. Hem Kürt sorunu hem de tecrit bütün yakıcılığıyla devam ediyor. Biz yine kadınlar olarak süreçlere öncülük edeceğiz. Mücadelemizi sürdüreceğiz. Sayın Öcalan ve binlerce arkadaşımızın özgürlüğüne kavuşması için bir hamle başladı. Bu hamle ile birlikte bugün Avrupa'da tüm Kürtler ve Kürtlerin dostları ayakta. Artık özgürlük zamanıdır denilen bu hamlenin son derece önemli olduğunu görüyoruz. Hamle sürecinde bizler de üzerimize düşeni yapacağız. Artık sadece tecridi kaldırmak yetmez. Bunun farkındayız. Sayın Öcalan artık özgürlüğüne kavuşması ve halkın içerisinde olması gerekiyor. Özgürleştirme mücadelesini son derece önemli görüyoruz” diye konuştu.