DAİŞ’ten kurtulup çocukluk hayalini gerçekleştirdi 2020-10-23 09:08:55   Dîcle Demhat   KOBANÊ - Gazeteci Ezra El-Seido, DAİŞ’in saldırıları altında geçen 3 yıla dair tanıklıklarını anlattı. “DAİŞ’ten kurtulmak bir mucizeydi" diyen Ezra, “Özellikle DAİŞ çetelerinin elinden her türlü işkenceyi gören kadınların sesi olmak istedim” sözleriyle çocukluk hayali olan gazeteciliği gerçekleştirdiğini söylüyor.    Her kadın bir romandır aslında. Her romanın ayrı bir hikayesi vardır. Ezra El-Sedo’nun da bir hikayesi vardı. 28 yaşında olan Ezra El-Sedo, Reqa şehrinde gözlerini dünyaya açar. Babası Ağrılı, annesi ise Kuzey ve Doğu Suriye’de bulunan Sirrin kentinin Araplarından. Ezra’nın babası, Ağrı isyanından dolayı Kuzey ve Doğu Suriye’ye göç etmek zorunda kalır. 10 kardeşi olan Ezra’nın ailesi geçim sıkıntısı ve iş olanaklarından dolayı Sirrin’den Reqa’ya gitmek zorunda kalır. Reqa 2014’te DAİŞ çeteleri tarafından işgal edilir. Ezra, 6 Haziran 2017’de Demokratik Suriye Ordusu (QSD) tarafından özgürleştirilene kadar Reqa’da DAİŞ’in esareti altında yaşamak zorunda kalır.    Reqa’nın 2017’de özgürleştirilmesiyle beraber tekrar Sirrin’e dönen Ezra, çocukluk hayali olan gazetecilik için Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin açtığı akademilerde gazetecilik eğitimi alır. Üç yıldır ajansımızın Arapça servisinde muhabirlik yapan Ezra, Reqa’da ve sonrasında Girê Spî’de DAİŞ’in saldırıları ve yaşananlara dair tanıklıklarını paylaşıyor.    ‘Yaşam gittikçe zorlaştı’   Ezra sözlerine şöyle başlıyor: “BAAS rejimi döneminde okullarda sadece Arapça dersi verilirdi. Annem Arap olduğu için evde Arapça konuşurduk. Kürtçe’yi öğrenmek istiyordum. Onun için okullar tatil olduğunda Kobanê’de yaşayan ailemin yanına gider orada Kürtçe’yi öğrenmeye çalışırdım. Fakat Reqa’ya döndüğümde herkes Arapça konuştuğu için öğrendiklerimi de unuturdum. BAAS rejimi  Reqa’dan çıktığında Özgür Suriye Ordusu şehri işgal edip kendi hükümranlığını kurdu. O zaman okuyamadım, çünkü okullar kapandı. Ve yaşam gittikçe zorlaştı. Ordu halk için hiçbir şey yapmadı. Tek yaptıkları hırsızlık ve halkın mallarını gasp etmekti. Sonra yaklaşık 65 grup şehre giriş yaptı. Özgür Suriye Ordusu ve Cehbet El - Nusra vardı o dönem. Sonradan DAİŞ ortaya çıktı. Elbiseleri siyahtı, bazılarının da yüzleri kapalıydı. Şehirde merkezleri vardı, fakat çok değillerdi. Birkaç ay sonra her üç grup arasında Girê Spî’de çatışma çıktı ve DAİŞ bir hafta içinde Girê Spî ve Reqa’yı işgal etti. Şehir çemberde kaldı.”   ‘Kadınlar kara bir peçenin altındaydı’   DAİŞ çetelerinin özellikle kadınlar üzerindeki baskılarından söz eden Ezra, o döneme dair şunları aktarıyor: “DAİŞ döneminde büyük bir korku içinde yaşıyorduk. Hiçbir şekilde can güvenliğimiz yoktu. İslam dini adı altında birçok genci kandırıp, kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyordu. En çok baskı gören kadınlardı. Daha çok kadına yönelik kurallar çıkartmışlardı. Mutlaka siyah çarşaf giyilmeliydi. Kadınlar kara bir peçenin altındaydı. Sesleri çıkmamalıydı. Erkekler dört kadınla evlenebilirdi. Bu hakkı kendilerine helal kılmışlardı. Bunun için de çocuk yaşta evlilikler çok olurdu. Bazı kadınlar da zorla evlendirilirdi. Kadınlar DAİŞ’in kurbanları oldu. Eğer bir DAİŞ çetesi ölseydi en yakın arkadaşı gider onun eşiyle evlenirdi. Kadınlar tek başına dışarıya çıkamazdı. Yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayamıyordu. İllaki yanında bir erkek olmalıydı. Eğer bir kadın yalnız başına sokakta veya kentin herhangi bir bölgesinde dolaşsaydı DAİŞ’li kadınlar onları tutuklar ve cezaevine götürürlerdi. İşkenceler yapılır, para karşılığında da bırakılırdı. Birçok kadın hala kayıptır. Ne oldu neler geldi başlarına bilinmiyor. Bir kişi eğer tutuklanmışsa ve yargılanıp cezası verilmişse mutlaka ya kafası kesilirdi ya da asarlardı. DAİŞ’in elinden kurtulmak zordu.”   ‘Katledilenlerin cenazeleri günlerce meydanda kalırdı’   Reqa’da katliamlara ve işkencelere tanık olduğunu dile getiren Ezra, cenazelerin halka ibret ve korku yaratması için günlerce meydanlarda bırakıldığına işaret ediyor. Ezra, “Birçok şeriat okulu açıldı. Zorla halkın çocuklarını bu okullarda okutturdular. Ermeni ve Hıristiyan halkları cezalandırdılar. Zorla Müslümanlaştırılmak istenildi. Onun için de Ermeni ve Hıristiyanlar, Reqa’yı terk ettiler. İslam dinine aykırı olan kuralları İslam adı altında yürütüp halka o kuralları dayatıyorlardı. Birçok camiyi yıktılar, halkın değerlerine saygısızlık yaparak ayaklar altına aldılar. Kendi çıkarları doğrultusunda imamları çalıştırırlardı. Onların kurallarını yerine getirmeyen biri olsaydı öldürülüyordu” ifadelerine yer veriyor.    ‘Çocukları savaş alanlarında kullanıyorlardı’   DAİŞ’in çocukları istismar ettiğine de dikkat çeken Ezra, “DAİŞ, 12 ya da 13 yaşlarındaki çocukları savaş alanlarında kullanıyordu. DAİŞ halkın kanı üzerinden gücünü arttırıyordu.  Birçok insan katledilmiş, evleri gasp edilmişti. Artık yaşam gözümüzün önünde kapkara olmuştu. Kadınlar dışarı çıktıklarında evlerine geri dönerler mi korkusu yaşıyordu. Gün geçtikçe boşanma sayısı artıyordu. O dönemlerde Şengal savaşı da başlamıştı. Şengalli kadınlar, pazarlarda satılıyordu. Zor ve unutulamayacak günlerdi. Hiçbir Kürt Reqa’da kalmamalıdır’ fermanını çıkartmışlardı. Fakat kimse şehirden kaçmasın diye her alana mayın döşemişlerdi” diye belirtiyor.    ‘DAİŞ’ten kurtulmak bir mucizeydi’   DAİŞ’ten alınarak özgürleştirilen alanlara gitmek için hep bir çaba içerisinde olduklarını dile getiren Ezra, abisinin Kobanê üzerinden Türkiye’ye geçtiğini ancak, kimliği belirsiz kişilerce katledildiğini söylüyor. Abisinin cenazesinin Kobanê’ye getirildiğini ancak cenazeye katılamadıklarını ifade eden Ezra, bu süre içerisinde de Reqa’dan kaçmak için sürekli bir hazırlık içinde olduklarını kaydediyor. 7 aylık bir hazırlık sürecinin ardından Tepqa’nın Enser mezrasına gidebildiklerini ifade eden Ezra, “Orada da DAİŞ çeteleri vardı fakat sayıları azdı. YPJ, YPG ve QSD’e güçleri Reqa ve Tepqa’nın köylerini özgürleştirmişti. Özgürleştikten 3 gün sonra haberimiz oldu. O zaman sevinçten ne yapacağımı bilemedim. İlk yaptığımız siyah elbiselerimizi çıkarıp YPJ, YPG ve QSD güçlerinin yanına gitmek oldu. Artık o kara ve acı günler bitiyordu. Arkadaşlar ilk önce bizi Eyn Îsa’ya sonra da Sirrin şehrine götürdü. Yavaş yavaş artık orada normal bir hayat yaşamaya başladık. DAİŞ’ten sağlam kurtulmak bir mucizeydi” sözlerini kullanıyor.    ‘Gazetecilik benim için büyük bir hayaldi’   Ezra, anlatımlarının devamında ise gazeteciliğe başlama sürecini şu sözlerle dile getiriyor: “DAİŞ’ten özgürleştirildikten 6-7 ay sonra bir işte çalışmak istedim. Kadın kurumlarının da aracılığıyla gazeteciliğe başladım. Küçükken çevremde mikrofona benzeyen ne varsa kullanarak gazetecileri taklit ederdim. Rejim döneminde eğer gazeteci olmak istesem BAAS üyesi olmam gerekiyordu. Ama Rojava Devrimi ile beraber kadının direnişi ve emeğiyle her şey değişti. DAİŞ’ten kurtulduktan sonra gazetecilik alanında açılan eğitimlere katıldım. Bugün artık büyük hayalimi gerçekleştiriyorum. O geçirdiğim karanlık günleri unutmak ve gazetecilikte kendimi geliştirmek istiyorum. Özellikle DAİŞ çetelerinin elinden her türlü işkenceyi gören kadınların sesi olmak istedim. DAİŞ yaptıklarıyla kadınların içine bir korku salmak istiyordu. Binlerce insan katledildi. Ama sonunda savaşçılar Baxoz’da DAİŞ’i yendi ve dünyaya güçlerini kanıtladı.”      ‘Türkiye, DAİŞ’i yeniden yaratmaya çalışıyor’   Gazetecilik deneyimlerine de değinen Ezra, Êfrîn, Cerablus, Ezaz, Bab ve son olarak Girê Spî ile Serêkaniyê’de 2 yılın ardından karanlık günlerin geri geldiğini dile getiriyor ve şunları anlatıyor: “Türkiye, DAİŞ’i yeniden yaratmaya çalışıyor. Kadınlara yine kara çarşaflar giydirip İslam adı atlında evlere kapatılıyor. Devrime öncülük eden kadınlar da Türkiye ve ona bağlı çetelerin hedefi oluyor. Bugün işgal alanlarında yaşananlar DAİŞ zihniyetinden çok farklı değildir. Yaşananlar aynı. Kadınlar zorla evlendirilip kara çarşaflar altında saklanıp, tecavüz edilmekte, kaçırılmakta, öldürülmektedir. Yine Türkiye’ye bağlı çeteler işgal alanlarında halka işkence edilip evlerini talan etmektedir. Hırsızlık kültürleri devam etmekte, çocukları hala kendi çıkarı için kullanmaktalar. Kısaca özetlersek bölgenin demografyası değiştiriliyor. Halk asimile edilip ana dilleri yasaklanıyor. Bunların hepsi Türkiye ve DAİŞ çetelerinin eliyle oluyor. Hevrîn Xelef’i katletmeleri, Serêkaniyê’ye giden konvoya saldırmaları, Helince köyüne yönelik saldırılar aynı zihniyetle yapıldı. Her şeye rağmen biz kazanımlarımıza sahip çıkacağız.”   ‘Bir kez daha Rojava’nın üzerini kara bulutlar sarmıştı’   Girê Spî’ye 9 Ekim öncesinde gittiğini, o sırada Türkiye’nin tehditlerine karşı halkın sınır kapısında eylem yaptığını kaydeden Ezra, eylemin günlerce sürdüğünü dile getiriyor. Bölgede son olarak Hevrîn Xelef ile röportaj yaptığını söyleyen Ezra, bu röportajın Hevrîn’in son röportajı olduğunu sözlerine ekliyor. Ezra, 9 Ekim günü ise savaş uçaklarının durmadan Girê Spî semalarında dolaştığını kaydederek, son olarak şöyle diyor: “Artık saat 16.00’a geliyordu. İlk vuruşlar başlamıştı. Halk tedirgin uçaklar gökyüzünde durmadan dolaşıyordu. Çeteler, Türkiye askerleriyle beraber karadan saldırmaya başlamışlardı. YPJ ve QSD güçleri, Türkiye’nin kullandığı tekniğe karşı büyük bir direniş ve iradeleriyle karşılık veriyordu. Halk korkudan göç etmek zorunda kaldı. YPJ ve QSD güçleri bir yandan halkı korurken bir yandan da savaşıyorlardı. 3 gün boyunca direnen savaşçılara destek amaçlı Kobanê Kantonu’ndan bir konvoy halinde halk Girê Spî alanına girdi. Konvoy girdiği gibi sivil halk üzerine hava saldırıları ve top atışları yapıldı. Koalisyon güçleri de bu halkı korumak için Rojava’da yer alıyordu. Koalisyon güçleri arkasına bakmadan alandan çıkmışlardı. Günlerce top atışlarının sesleri ve hava saldırıları durmadı. Bir kez daha Rojava’nın üzerini kara bulutlar kaplamıştı.”